Stephen Jay Gould, ABD'de "evrim teorisi" dendiğinde Darwin'den sonra akla gelen ilk isimlerdendir. Harvard Üniversitesi'nde yıllardır zooloji ve paleontoloji profesörü olan Gould, evrim teorisi lehine yazdığı çok sayıda kitap ve medyada bu konuda sık sık boy göstermesiyle tanınır. Evrim konusunda bir tartışma olduğunda, Time, Newsweek gibi dünyaca ünlü dergiler Gould'dan görüş alırlar.
Doğa Tarihi Müzelerindeki kitapçıların vitrinlerinde Gould'un kitapları en ön plandadır. Gould, Darwin'in açıklarını kapatmaya, evrim teorisinin fosiller karşısındaki yenilgisini bir şekilde kurtarmaya çalışmaktadır. (Ama elbette başaramamaktadır, bu yüzden evrim teorisini eleştiren ünlü isimlerden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Philip Johnson, Gould'u "Darwinizm'in Gorbaçov'u" olarak tanımlar. Hatta Gould bu başarısızlığını kendisi de defalarca itiraf etmiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, 2000)
Stephen Jay Gould'un Darwinizm kadar bağlı olduğu bir ikinci ideoloji daha vardır: Marksizm.
Gould, bunu her zaman açıklıkla ifade etmiştir. Ona göre, Darwinizm ve Marksizm bir madalyonun iki ayrılmaz yüzüdür. Darwin "doğanın diyalektiğini", Marx ise "tarihin diyalektiğini" açıklamıştır. Gould'un Darwinizm'e olan bağlılığı, aslında diyalektik materyalizme olan bağlılığının bir sonucudur. Darwin için, "Darwin doğayı yorumlarken çok tutarlı bir materyalist felsefeyi uyguladı" demekte ve onu bu nedenle ısrarla savunmaktadır.132
İşte dünyanın en ünlü Marksist-Darwinistlerinden biri olan Gould, 1992 yılında Rusya'ya bir gezide bulundu. Bu geziden bir kaç yıl önce Doğu Bloku parçalanmış, bir yıl önce de Sovyetler Birliği çökmüş, Komünist Parti tarih olmuştu. Tüm dünya "komünizmin mutlak şekilde yıkıldığını" konuşuyordu. Ama Gould, olayı daha farklı yorumladı. Gezi dönüşünde gazetecilere bir demeç verdi ve "Marksizm'in bir uygulaması yıkıldı, ama Marksizm tarihin bilimsel yorumu olarak geçerliliğini koruyor" dedi.133
Yani Gould'a göre Marksizm hala yaşıyordu.
ABD'nin en önde gelen Darwinist bilim adamı olan Stephen Jay Gould koyu bir Marksisttir ve SSCB'nin yıkılmasıyla Marksizm'in daha da güçlendiğini savunmaktadır. |
Stephen Jay Gould'un Darwinizm'e olan bağlılığı, istisnai bir vaka değildir. 20. yüzyıl boyunca evrim teorisini savunan önde gelen bilim adamları arasında çok sayıda Marksist vardır. Alexander Oparin, J. B. S. Haldane gibi yüzyılın ilk yarısında evrim teorisi adına en önemli çalışmaları yapan kişiler koyu birer Marksisttir. Halen John Maynard Smith, Richard Lewontin gibi Batılı evrimci bilim adamları da Marksizm'in ısrarlı birer savunucusudur.
Bu kişilere göre, Darwinizm ve Marksizm eş anlamlıdır. Her iki teori de ortak bir felsefi temele dayalıdır: Diyalektik materyalizm. Marx bunu tarihe, Darwin de doğaya uyarlamıştır. Dünyanın "komünizm yıkıldı" diye yorumladığı olgu, yani Soyvetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun çöküşü ise, bu kişilere göre, sadece "Marksizm'in yanlış bir yorumunun çökmesinden" ibarettir. Diyalektik materyalizm var olduğu sürece, Marksist siyaset anlayışı devam edecektir.
Bu düşünce, dünyada halen Marksizm'e inanan çok sayıda örgüt veya aydın tarafından da savunulmaktadır. Bu güncel komünistler, daha henüz Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku var iken, bu ülkelerdeki komünist rejimler ile Marksist ideolojiyi birbirinden ayırmışlardı. Mevcut komünist rejimlere "reel sosyalizm", yani yaşanan sosyalizm diyorlar, buna karşılık sosyalist ideolojinin bu rejimlere bağlı olmadığını, bu rejimler yıkılsa da ayakta kalacağını ileri sürüyorlardı.
Bugün ise bu iddiayı daha etkili bir biçimde dile getirmektedirler. İddiaları şudur: Marx'a göre bir toplum belirli evrelerden geçmelidir. Önce kapitalizmi yaşamalı, ardından sosyalizme ve sonra da komünizme ilerlemelidir. Oysa Rusya'da ve diğer 20. yüzyıl komünist rejimlerinde tarım toplumundan sosyalizme doğru ani bir geçiş olmuştur. Aradaki kapitalist aşama atlanmıştır. Dolayısıyla Marksistlere göre bu rejimlerin başarısızlığı doğaldır. Şu an bu ülkelerin kapitalizmi benimsemesiyle birlikte, Marx'ın sözünü ettiği "kapitalist aşama" yaşanacak ve ardından sosyalizm daha kalıcı ve güçlü olarak gelecektir.
Darwinizm yaşadığı sürece, diyalektik materyalizm ve dolayısıyla komünizm de yaşayacaktır. ABD'deki Marksist-Darwinist bilimadamları, bu gerçeğin bir ifadesidir. Peter Singer'in "Darwinist Sol" adlı kitabı. |
Bu yorum, günümüzde hala Marksizm'e inanan pek çok kimsenin benimsediği yorumdur. Bunların arasında ise, ABD'nin Stephen Jay Gould gibi önde gelen bilim adamlarından Avrupalı komünist partilere, Marksist aydın ve gazetecilerden, bölücü komünist terör örgütlerine kadar çok geniş bir kadro yer almaktadır.
Dolayısıyla, Sovyetler Birliği'nin ve Doğu Bloku'nun çöküşü üzerine, komünizmin bir tarih olduğunu ve artık dünya için bir tehlike olmadığını düşünmek son derece yanlıştır. Komünizm, diyalektik materyalizmin siyaset teorisidir. Diyalektik materyalizm yaşadıkça komünizm de yaşayacaktır. Eğer bir felsefe toplumda güçlü olarak yaşarsa, onun siyasi yönden etkili olması sadece "uygun bir ortam bulma meselesi" olur. Eğer diyaletik materyalizm güçlü ve yaygın bir felsefe olarak yaşarsa, onun siyasi boyutu olan komünizm de uygun ortam bulduğunda etkili bir güç haline gelebilir.
Bugün dünyanın genelinde liberal ekonomiye ve demokrasiye yönelik güçlü bir güven vardır. Ancak liberal ekonomik düzende meydana gelebilecek uluslararası bir kriz, insanların psikoloji ve eğilimlerini bir anda değiştirebilir. Nitekim bunun örnekleri geçmişte yaşanmıştır. 1929'da yaşanan Büyük Buhran sonucunda tüm dünyada büyük bir ekonomik kriz meydana gelmiş, bu da Avrupa'daki komünist ve faşist partilerin popülaritesini bir anda artırmıştır. Büyük Buhran'ı "kapitalist sistemin çöküşü" olarak yorumlayan komünistler, kitleleri çok daha kolay etkileme imkanı elde etmişlerdir.
Kaldı ki şu anda bile özellikle Avrupa ülkelerinde komünistlerin kayda değer bir gücü vardır. Fransa ve İtalya'daki Komünist Partiler halen güçlüdür, hemen her seçimde oldukça yüksek oy oranları elde etmektedirler. Eski Doğu Bloku ülkelerinin hemen hepsinde eski komünist kadrolar tarafından yönetilen sosyalist partiler vardır ve bunlar da yine son derece yüksek oy oranlarına sahiptir. Sözünü ettiğimiz türde bir uluslararası ekonomik kriz, bu ülkeleri kolaylıkla söz konusu sosyalist partilerin ve ardından da komünist bir rejimin kucağına itebilir.
Siyasi yelpazenin iki zıt ucu gibi gözüken faşizm ile komünizm arasında ise aslında çok ince bir çizgi vardır. Her iki ideoloji de benzer bir toplum ve ahlak yapısına ve lider modeline sahiptir. Nitekim her iki ideoloji de siyaset biliminde "totaliter ideolojiler" olarak aynı sınıfa dahil edilir. Devletin, toplumu baskıyla, korkuyla ve propagandayla yönettiği, muhalifleri en acımasız yöntemlerle ortadan kaldırdığı bir modeldir totaliterizm.
1991'den sonra Rusya'nın siyasi rejimi ve siyaset kültürü pek fazla değişmemiştir. Komünizmden mafya egemenliğine dayanan bir tür faşizme geçilmiştir ki, belirttiğimiz gibi bu, temelde bir değişiklik sayılmaz. Asıl değişim, ekonomide ve sosyal yapıda olmuştur. Pek çok hızlı zengin türemiş, halkın büyük bölümünün yaşam standardı düşmüş, zenginler ile fakirler arasında giderek büyüyen bir uçurum oluşmuştur. 19. yüzyıl İngilteresi'nde yaşanana benzer bir "vahşi kapitalizm" yapısı Rusya'ya hakim olmuştur. Devletin merkezi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte ortaya çıkan mafya örgütleri ise, bir tür "feodal yapı" oluşturmaktadırlar.
Rusya'daki yeni kapitalist düzene isyan eden ve komünizmin dönüşü için sloganlar atan Rus göstericiler. |
İlginç olan her iki yapının da Marksizm'e göre devrim öncesi şartları meydana getirmesidir. Yani Rusya'nın mevcut yapısı, Marksist açıdan, "komünizm öncesi" bir yapıdır. Rusya'da hala yüksek bir oy oranına sahip olan, dahası devlet mekanizmasında etkili olan komünistler, mevcut durumu bu şekilde değerlendirmektedirler. Liberal ekonomiye ve demokrasiye olan güveni sarsabilecek muhtemel bir uluslarası kriz, komünistlerin bu teorisini pratiğe çevirebilir ve Rusya kolaylıkla yeniden komünist bir rejime geçebilir.
Aslında bu noktada komünizmin sinsi taktiklerinden biri karşımıza çıkmaktadır. Komünistler, kendilerince, tarihi sıralamalarının (kapitalizmden komünizme geçiş) bozulmasından kaynaklanan bir düzenleme yapmaktadırlar. Bu nedenle Rus halkını, mafyanın eline vermişler ve klasik bir kapitalizmin yaşanmasına ortam hazırlamışlardır. Kurdukları bu sistemle halkı yoğun olarak ezdirmekte ve onlara "başka çözüm yok, tek çözüm komünizm" dedirtmeye çalışmaktadırlar.
Öte yandan komünizm gizliden gizliye varlığını sürdürmektedir. Mevcut kadroların tümü, eski komünistlerden oluşmaktadır. Ve Marx'ın diyalektik materyalizmi ile eğitilmiş bu kişiler, komünizm hayallerinden vazgeçmiş değillerdir. Aksine komünizmin kapitalist safhadan geçmesi gerektiğine inananlar, "komünist" olmanın bir gereğini yerine getirmek için kapitalizmin yaşanmasına seyirci kalmaktadırlar. Gerçek komünist oldukları için, şu an kapitalizmi uygulamakta ve savunmaktadırlar.
Diyalektik materyalist ilkeleri benimsemiş bu insanlar açısından, nihai hedefe ulaşmak için, bir gün komünist, bir gün faşist görünmek son derece kolaydır. Nitekim aslında faşizmde de komünizmde de amaç aynıdır: İnsanlara zulmetmek... Bu iki ideoloji arasında çok ince bir çizgi vardır. Sadece komünizm, zulmünü "hümanist" sloganlar altında, gizliden gizliye devam ettirmektedir. Yaptığı zulme ve uyguladığı vahşete, gerekçe oluşturmaya çalışmaktadır.
Tüm bu gizli perdelerin ardında, şu an komünizm Rusya'da iktidardadır; Rus devleti klasik komünist yapıdadır. Türki Cumhuriyetleri askeri kontrol altında tutan Rusya değişmemiştir; SSCB fiilen halen durmaktadır. Koyu komünist kadro, halkı, kapitalist bir yaşam içinde iyice ezdirmekte; üstelik bir yandan da dinsizlik ve ahlaksızlık telkinlerini yoğun olarak sürdürmektedir. Bu telkinlerin ve taktiklerin sonucunda ahlaki değerlerinden iyice uzaklaşan, Yüce Allah'ın varlığını unutan bir toplumun komünizmi kabul etmemesi için bir sebep kalmayacağını hesaplamaktadırlar.
Ellerinde hala Stalin veya Lenin posterleriyle yürüyüşler yapan Rus komünistleri, azımsanmayacak ve küçümsenmeyecek bir güce sahiptirler. SSCB'nin 1991'deki çöküşünü, Lenin'in 1904 yılında yazdığı Bir Adım İleri, İki Adım Geri Adlı kitabında belirttiği gibi, nihai hedefe giden yol üzerinde geçici bir geri çekilme olarak görmektedirler. Lenin, söz konusu kitabında şöyle yazmıştır:
Bir adım ileri, iki adım geri... Bireylerin yaşamında, ulusların tarihinde ve partilerin gelişmesinde böyle şeyler olur. Ama devrimci sosyal-demokrasi ilkelerinin, proletarya örgütünün ve parti disiplininin eninde-sonunda tam zafer kazanacağından kuşku duymak, alçaklığın en canicesi olur.135
Günümüzde Darwinizm'den güç alan komünizmin artık bir tehlike olmadığını, yıllar önce çöktüğünü zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü komünizm yıkılmamış, diyalektik materyalizmin en önemli ilkesine uygun olarak iki adım geri atmıştır.
Lenin'in üzerine kitap yazdığı bu "Bir Adım ileri, İki Adım Geri" ilkesine göre komünistler hedeflerine ulaşmak için gerektiğinde birkaç adım geri atarak sanki hedeflerinden uzaklaşmış gibi görünürler. Komünist Çin'deki okul çocuklarına da, bu nedenle üç adım ileri, iki adım geri esasına dayanan "diyalektik yürüme yolu" öğretilir.
Buna en somut örneklerden biri komünistlerin aile kurumu hakkındaki düşünceleridir. Diyalektik materyalizmin kurucusu Karl Marx'a göre komünizme varmak için öncelikle evlilik kurumu kaldırılacaktır. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da "Ailenin kaldırılması! En radikal kişiler bile, komünistlerin bu menfur amacı karşısında parlayıveriyorlar" diye yazmışlar ve sonra da ailenin kaldırılmasının kendilerince neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışmışlardır. "Burjuva ailesinin" sermayeye ve özel kazanca dayandığını ileri sürmüşler, bunlar ortadan kalktığında (yani komünist devrim gerçekleştiğinde) ailenin de yok olacağını, "taydaşı yok olunca, burjuva ailesi de doğal olarak yok olacaktır" diyerek iddia etmişlerdir.
Friedrich Engels de Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitabında, aileyi insanlık tarihinin ilk aşamalarında var olmayan, sonradan bir sömürü aracı olarak ortaya çıkmış yapay bir kurum olarak göstermeye çalışmıştır. Engels'in bu felsefesine göre, komünist devrimle birlikte, hem devlet, hem özel mülkiyet hem de aile ortadan kaldırılmalıdır.
Komünistler bu hedeflerine ulaşmak için, diyalektik materyalizmin ilkelerine uyarlar. Aile kurumunu kaldırmak için güçlü bir devlete ihtiyaçları vardır. Ancak güçlü bir devlet için önce aile kurumunun güçlü olması gerekir. Bu nedenle önce geri adım atarak, aileyi güçlendirirler. Bu sayede komünist devlet güçlenir ve bir aşama sonra aile kurumunu tamamen ortadan kaldırır.134
Bu örnekten anlaşıldığı gibi, komünistlerin "komünizm yıkıldı", "Rusya'da aile bağları daha da güçlendi" gibi sloganları insanları aldatmamalıdır. Bu, diyalektik materyalizmin, Lenin'in Bir Adım İleri, İki Adım Geri adlı kitabında vurgulanan bir taktiğidir. Komünizm, bir bukalemun gibi renk değiştirmiş, uygun zeminin hazırlanmasını beklemektedir.
Bu nedenle komünizmin ana felsefesi olan diyalektik materyalizm ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm ile fikri alanda ciddi bir mücadele şarttır. Aksi takdirde, komünistler ileri atacakları kanlı ve zalim adımlar için pusuda beklemektedirler.
---------------------
1- Karl Marx and Frederick Engels, Manifesto of the Communist Party, Moscow: Foreign Languages Publishing House, 1957, pp. 79-80.
2- Dr.Fred C. Schwartz, You Can Trust the Communists to be Communists, Prentice Hall, 1960.
Buraya kadar ele aldığımız Doğu Avrupa ve Rusya örnekleri, komünizmin 1990'larda yıkılmış, ama yeniden hayata geçmesi muhtemel olan örnekleridir. Ancak komünizmin bir diğer versiyonu vardır ki, zaten hiç yıkılmamıştır ve kapitalist bir görüntü altında her geçen gün güçlenmeye devam etmektedir. Bu versiyon, aynı zamanda komünizmin en kötü, en barbar versiyonudur: Maoizm.
Sovyet Rusya 1991'de yıkılmış, ardından Lenin ve Stalin'in her yeri süsleyen heykelleri sökülmüş, Rusya komünizmi sözde terk etmiştir. Oysa Çin'de asla böyle bir şey olmamıştır. Mao'nun 1976'daki ölümünden bu yana Çin hala Komünist Parti tarafından yönetilmeye devam etmektedir. Çin, kapitalist ekonominin kurallarını benimsemiş, bu yolla büyük bir ekonomik gelişim elde etmiştir, ama siyasi sistem hala komünisttir. Daha da önemlisi, siyasi ve toplumsal kültür hala komünisttir. Ve Mao, on milyonlarca Çinli'nin eli kanlı katili, garip bir şekilde hala Çinliler tarafından adeta kutsal bir kişi gibi görülmektedir.
10 Ocak 1994 tarihli Time dergisi "Mao Lives!" (Mao Yaşıyor) başlıklı haberinde, Çin'de Mao'ya yönelik kitle eğilimini "Mao mania" (Mao çılgınlığı) olarak tanımlamış ve şöyle yazmıştır:
Sıradan Çinliler için Mao hala bir sfenks, yüz ayrı yüze sahip bir idol. Aynı Kutsal Kitap gibi, her yerde sözlerinden alıntılar yapılıyor... Kolleksiyoncular Mao'nun konuşmalarını içeren kasetleri topluyorlar, Mao resmini içeren armalar, rozetler, kitaplar, çakmak ve hatta yo-yolar yok satıyor. Mao'nun doğum günü anısına 5000 adet üretilen altın-elmas saatler 1500 dolara satılıyor-ortalama bir aylık maaşın 30 katı... Hunan eyaletinin güney-orta bölgesinde yer alan, Büyük Serdümen'in (Mao'nun) doğum yeri olan Şaoşan kenti, sadece 1992 yılında bir milyon hacıya (Mao ziyaretçisine) ev sahipliği yaptı. Kent geçtiğimiz günlerde de favori evladının 10 metre yüksekliğindeki dev bir heykelini hizmete açtı.136
Amerikan The New Republic dergisinde 1997 yılında "Mao More Than Ever" (Mao, Her Zamankinden Daha Fazla) başlıklı uzun bir makalede, Çin'deki "Mao putu" şöyle anlatılmaktadır:
Mao Tse-tung, hala Çin politik kültüründeki merkezi, hakim figür olmaya devam ediyor: Hala bir tür imparator, hala kendisine derin bir saygı gösteriliyor ve hala son derece popüler. Bunun kanıtı Çin'in her yerinde. 1994 yılında yapılan bir halk oylamasında, Çinlilerin yüzde 40'ı Mao'yu ideal liderleri olarak gördüklerini açıkladılar, buna karşı Deng Xiaoping'e (o dönemki Çin lideri) çıkan oy oranı ancak yüzde 10'du. Çin Sosyal Bilimler Akademisi eski üyelerinden Yan Jiagi, Asianews dergisine yaptığı açıklama "günümüzdeki Çin gençleri Mao'nun hatalarını bilmiyorlar veya ciddiye almıyorlar" diyor, "onun büyük bir lider olduğunu düşünüyorlar ve sadece Deng'in hatalarını biliyorlar".
"Mao lives!" With these words, the January 10, 1994 edition of Time magazine characterized the political culture in China. |
Kırsal alanlarda, Fujian ve Guangdong eyaletlerinde, Mao'nun anısına yeni ve büyük tapınaklar inşa edildi, bir yeni tapınak da Kuzey Shaanxi bölgesinde inşa ediliyor. Bu tapınaklara sıkça gelen parti görevlileri ve köylüler, Mao'nun hastalıkları iyileştirmekten iyi bir hasadı garantilemeye kadar herşeyi yapabileceğine inanıyorlar. 1993'te Sichuan'daki bir fabrikada çalışan bir grup işçi, Mao'nun yüzüncü doğum yılı şerefine topluca intihar ettiler.... Pekin ve Şanghay'daki taksi şoförleri dikiz aynalarına Mao'nun resimlerini yapıştırıyorlar. Sanatçılar Mao'nun yüzünü resimlerinde sık sık kullanıyorlar ve Mao'nun dev bir portresi hala Tiananmen Meydanı'na hakim durumda. Ve, en önemlisi, partide ve üniversitelerde yeni moda politik felsefe demokrasi değil; yeni Maoizm.
Mao (Çin'e) bir geri dönüş yapmış değil. Zaten buradan hiç ayrılmamıştı. Almanya ve Rusya'nın aksine, Çin hiçbir zaman geçmişiyle hesaplaşmadı, hiçbir zaman "Maoculuktan vazgeçme" çabasına girmedi. Komünist Parti, 1950'lerdeki Büyük Atılım'ın (ki o zaman Mao yapımı bir kıtlık on milyonlarca Çinli'yi öldürmüştü) veya Kültür Devrimi'nin (ki o sıralarda devlet teşvikiyle patlayan barbarlık, okul çocuklarını yamyamlığa teşvik etme noktasına kadar düşmüştü) vahşetlerinin sorgulanmasına asla izin vermiyor. Bu konular hakkındaki gerçekleri konuşma girişimleri bastırılıyor. Örneğin, 1993 yılında Şanghay Üniversitesi dergisi Mao'nun kıtlığında 40 milyon kişinin öldüğünü yazdığında, dergi acilen toplatıldı...
Çin'in politikası... milliyetçilikle komünizmi birleştiren bir felsefeye dayanıyor ve bu da bu felsefenin kurucusu olan Mao'nun efsanesine dayanıyor...137
Peki Mao'nun ardından Çin'de yaşanan kapitalistleşme ne anlama geliyor? Bu, Çin'in Maoculuktan uzaklaşması mı, yoksa Maoculuğun ekonomik yönden güçlenmesi mi? Aynı makalede bu konuda şu bilgiler veriliyor:
Kültür Devrimi'nin sonuçlanmasından sonra bile Mao kültü yaşamaya devam etti. Komünist Parti kendisini entelektüel olarak Maoizmle doldurmayı sürdürdü. İki ana grup ortaya çıktı: Maoist radikaller (fanshipai) ve nostaljikler (huanyuanpai). Bu ikinci grup 1950'lerde altın dönemi özlüyorlardı. Parti'yi yöneten Maocular Mao'ya inançlarını koruyorlar, ama Kültür Devrimi'nin barbarlığı insanların hafızalarında taze olduğu için, bunu çok açık ifade etmiyorlardı. Maoizmin komünist-milliyetçi felsefesinin tam olarak çiçek açması için, Çin'e yönelik bir tehdit oluştuğu izleniminin doğması gerekiyordu, insanları Çin'in büyüklüğünün zaafa uğramaya ve Batı komplolarının etkili olmaya başladığına inandıracak bir olay ... Bu olay, 4 Haziran 1989'daki Tiananmen Meydanı'ndaki protestocu öğrencilerin üzerine Çin tanklarının yürümesiyle gerçekleşti. Tiananmen'in hemen ardından, kaosa düşürülen Çin fikri partiye "sınıf çatışması" kavramını uyandırma imkanı verdi... Devlet Başkanı Jiang Zemin, Çin'in ekonomik reformlara devam edeceğini, ama hiç kimsenin demokratikleşme rüyası görmemesi gerektiğini açıkladı. Jiang'ın emriyle, parti kırsal kesimlerde "düşünce reformu" başlattı ve Maoist tipte eğitim kampanyaları düzenledi...
Bugün Çin'de Maoizmi yeniden tam olarak uygulama girişimlerinin gücü, Komünist Parti içinde genç entelektüellerden geliyor. Halkın Günlüğü veya Gerçeği Aramak gibi büyük gazeteleri Marksist radikaller yönetiyor... Bunlar 1995 ve 1996'da sınıf çatışmasına ve Maoizme tam olarak dönmeyi savunan "10 bin kelimelik dokümanlar" yayınladılar.138
Görüldüğü gibi Maoculuk Çin'e hala hakimdir ve bu hakimiyet, sadece Mao döneminden miras kalmış yaşlı komünist parti yöneticileri için değil, Marksizm'e körü körüne bağlanmış genç kuşaklar için de geçerlidir. Köylüler ve eğitimsiz kitleler Mao'yu çok üstün bir varlık olarak görmekte, entelektüellerin büyük bölümü de Marksizm-Leninizm-Maoizm ideolojisini bilinçli olarak savunmakta ve yaymaktadırlar. Çin'in kapitalizmi, sadece Maoizmin gizlenmesine ve güçlenmesine yaramaktadır.
1.2 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, ekonomisini giderek güçlendirmekte ve bir yandan da silahlanmaya önem vermektedir. Öyle ki Çin'in 21. yüzyılda ABD'ye rakip bir süper güç olacağı hesaplanmaktadır. Bu derecede bir güce sahip olan Çin'in hala Maocu olması, Çinlilerin bir "Mao çılgınlığı" ile yaşaması, komünizmin ölmediğini, sadece gizlendiğini bize bir kez daha göstermektedir.
Dahası gizlenen bu komünizm, komünizmin özellikle Maocu versiyonu, yani en kötü, en barbar, en vahşi versiyonudur.
Mao sadece Çin'de değil, uluslarası alanda da hala yaşamaktadır. Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından uluslararası alandaki komünist ağırlık Maoculuğa kaymıştır. Kuzey Kore ve Vietnam'da hala Maocu ideolojiyle yöneten komünist kadrolar iktidardadır. Bundan da önemlisi, bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde Maoculuğu benimseyen ve Mao stili gerilla savaşlarıyla kan döken terör örgütleri bulunmaktadır. Farklı ülkelerin Maocu örgütleri, "Maoist Internationalist Movement" (Maocu Enternasyonalist Hareket) adı verilen ortak bir örgütlenme içindedirler ve Avrupalı komünist partilerden büyük destek görmektedirler.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti resmi internet sitesinde yayınlanan bir analiz yazısında, uluslararası Maocu hareketten şöyle söz ediliyor:
Uluslararası Terör Araştırma Merkezleri'nin verilerine göre, Marksist-Leninist-Maocu terör örgütlerinin sayıları son yıllar içinde dikkat çekecek kadar artmıştır... Uluslararası Terörü izleyen kaynaklara göre, Maoizmin, gerek söylem, gerekse eylemlerde yoğun bir faaliyet içerisinde bulunduğu gözleniyor. Acımasız, kanlı, Batı düşmanı ve anti-demokratik bir kafa yapısıyla sürdürülen bu evrensel hedefli faaliyette başı çeken örgüt ve grupların başında... Sri Lanka'da "Tamil Kaplanları", Peru'da "Aydınlık Yol", Kamboçya'da "Kızıl Khmerler" ve adlarını yeni duyurmaya başlayan Maocu terör örgütleri bulunmaktadır.
Maocuların hedefi, Mao Tse-tung'un öğretilerini kan dökerek yaymak, ülkelerindeki demokratik rejimleri silahlı mücadele yoluyla yıkıp yerine bir Marksist-Leninist-Maoist devlet kurmaktır... Elbette ki bunun altında yatan asıl büyük hedef, Maoculuğu tüm dünyaya yaymaktır.
1996'da doğu ve batının Maocu terör örgütleri aynı yıl içinde iki kez biraraya geldiler ve aralarında ortak bir eylem politikası izleme konusunda karar aldılar... Amerika'da yapılan toplantıdan sonra alınan kararlar şöyleydi:
Faaliyette bulundukları ülkelerde parlamenter demokrasiyi yıkmaya,
Hedeflerine ulaşmak için, yalnızca asker, polis ve devlet görevlilerine karşı değil; kendilerinden olmayan çocuk, genç, yaşlı, kadın ayırmaksızın öldürmeye,
Merkeziyetçi ve tek idareye dayalı, insan haklarının hiçe sayılacağı bir yönetim kurmaya,
Marksizm-Leninizm-Maoizm ideolojisine bağlı bir dünya devrimi yaratmaya, ant içmişlerdi.
Amerika ve Hindistan'da yapılan toplantılarda alınan bir diğer önemli karar da "dünya devrimi"ne zemin hazırlayacak bir "Maoizm propagandası" merkezi kurmaktı. Maoist Internationalist Movement (MIM) adlı bu merkezin KANADA'da faaliyette bulunduğu sanılıyor. "Enternasyonalist Maocular" çizdikleri çerçeve içerisinde, hedef seçtikleri ülkelerdeki insanları kışkırtıcı ve isyana teşvik edici yayınlar hazırlayarak bunların dağıtılmaları için o ülkedeki yandaşlarına yolluyorlar.139
Somut bulgulara dayanan bu bilgiler, Maoizmin uluslararası bir çalışma içinde olduğunu bir kez daha göstermektedir. İdeolojik kökleri Kızıl Çin'in kanlı diktatörüne uzanan uluslararası komünist ağ, dünya için büyük bir tehlike olmaya devam etmektedir.
Bu komünist ağın ülkemizde bir etki oluşturamaması ise, Türk Milleti'nin İslam'dan aldığı sağlam karakter ve inançtan kaynaklanmaktadır. Din, komünizmin önündeki en büyük engeldir ve ancak dine karşı samimi bir bağlılık yaşayan toplumlar komünizmin kışkırtmalarından ve aldatmacalarından sakınabilirler. Dindar Türk Milleti, komünizmi kendisine benimsetmek için yapılan tüm çabaları boşa çıkarmış, Atatürk'ün "komünizm Türk Dünyası'nın en büyük tehlikesidir, her gördüğü yerde ezilmelidir" sözünün de gereği olarak, komünizme ve diyalektik materyalist felsefeye hiçbir zaman itibar etmemiştir. Türk Milleti, bu sağlam karakter yapısıyla, 21. yüzyılda tüm dünyada materyalizme karşı verilen fikri, ilmi ve bilimsel mücadelenin öncüsü olacaktır.
Yerleşik düzeni yıkarak kendi iktidarlarını kurmak isteyen komünistler önce, taraftar toplamak amacıyla halk kesimlerinin aralarına karışarak kendilerini onlardan gibi göstermeye çalışır. Bunu, güvenlerini kazanarak, yalan ve çarpıtmalarla insanları komünist ideallere alet etmeye yönelik kışkırtma ve yönlendirme taktikleri izler.
Lenin, partisinin amaçlarını açıklarken, komünist militanların halkın arasına karışarak onlarla bağlarını güçlendirmeleri, bu vesile ile onları kışkırtıp örgütleyerek genişlemeleri gerektiğini söylüyordu:
Partimizin tüm örgütlerinin ve gruplarının olağan, düzenli ve mevcut faaliyetleri, propaganda çalışmaları, kışkırtma ve örgütlenme, kitleler ile bağların güçlendirilmesini ve genişletilmesini amaçlamaktadır.140
Günümüzde Sosyal Demokratların [devrimcilerin] kitleleri yönlendirmek için doğru taktik sloganlara sahip olmaları özellikle çok önemlidir. Devrim sürecinde ilkesel olarak etki uyandıracak taktik sloganların önemini hafife almaktan daha tehlikeli bir şey olamaz.141
Bu doğrultuda Kongre tüm parti örgütlerine şu talimatları vermektedir: Proletaryaya propaganda ve kışkırtma yoluyla yaklaşan silahlı ayaklanmanın politik önemi ve aynı zamanda pratikteki örgütlenme yönü açıklanmalıdır.142
Lenin, komünist harekete taraftar kazandırmak amacıyla halka yönelik yürütülmesi gereken telkin, propaganda ve örgütleme faaliyetlerini komünist kalkışmanın temel şartları arasında saymaktadır:
“Kalkışma hazırlığı” için genel şartlar şöyledir:
a) Ajitasyonun genişletilmesi;
b) Kitle hareketiyle bağların güçlendirilmesi;
c) Devrimci bir şuurun teşvik edilmesi;
d) Çeşitli mahaller arasında bağlantılar kurulması;
e) Proletaryanın desteklenmesi için proletarya olmayan grupların da kazanılması.143
PKK'nın onyıllardır, Güneydoğu'daki Kürt vatandaşlarımızı kendi saflarına çekebilmek, örgütün militan, taraftar ve destekçi sayısını artırabilmek için uyguladığı da bu Leninist yöntemden başkası değildir. Ancak, dindar, sağduyulu, ahlaklı ve yiğit Kürt kardeşlerimiz bu akılsızca komünist yöntemlere asla taviz vermemiş, bu yüzden de örgütün kanlı ve acımasız baskı ve tehditlerine yıllarca kahramanca göğüs germişlerdir.
PKK bu komünist taktiklerle asil Kürt kardeşlerimiz arasından az miktarda bilgisiz kimseden başkasını devşirememiştir. Bu yüzden de Kürt ailelerin küçük yaştaki çocuklarını, kızlarını zorla kaçırıp dağa kaldırarak örgüt kadrolarına katma gibi yöntemlere başvurmuşlardır.
Star, 30.08.2015 |
Komünistler pusuya yattıkları yerden çıkmak için uygun ortam ve zeminleri, elverişli olayları kollar. En küçük bir demokratik eylem bile onlar için bir kargaşa, çatışma ve isyan çıkarma, hatta ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek bir ayaklanma başlatma fırsatı haline dönüşebilir.
Bu amaçla, önce eylemcilerin ve halkın hassasiyetleri, mevcut yönetimden şikayetleri göz önüne alınarak etkili sloganlar, tahrik ve propaganda unsurları devreye sokulur. Mevcut sistemin iflas ettiği, kurulu düzenin yıkılıp rejim değişikliğine gidilmesi gerektiği mesajı telkin edilir. Diğer yandan komünist provokatörler kışkırtma, ajitasyon ve örgütleme amacıyla eylemcilerin ve halkın arasına karışır. Bu suretle, başlangıçta samimi olarak demokratik eylem yapan ya da hükümetin politikalarını eleştiren ve protesto eden eylemciler devrimci komünist bir kalkışmanın parçası haline getirilmeye çalışılır.
Lenin komünistlerin bu temel yöntemini şöyle belirtir:
Devrim sürecinde kalkışma görevini ön plana çıkartmalısınız.
Gezi Olaylari |
Taksim Gezi Parkı protestoları komünistlerin başvurduğu taktiğin çarpıcı örneklerinden biridir. Taksim Gezi Parkı'ndaki basit bir çevreci eylemi fırsat bilen komünist bölücü örgütler, bu eyleme provokatörleri ve militanlarıyla katılarak önce Taksim ve civarında gelişen, ardından tüm Türkiye geneline yayılan hükümet karşıtı büyük bir ayaklanmayı başlatmışlardı. |
1. Zaman, 03.06.2013 |
Nitekim, Mayıs 2013'te İstanbul'da yaşanan ve "Gezi Olayları" adı verilen Taksim Gezi Parkı protestoları komünistlerin kullandığı bu taktiğin çarpıcı örneklerinden biridir. Taksim Gezi Parkı'ndaki eylem, başlangıcında haklı nedenleri olan, somut ve karşılanabilir taleplere dayanan, başarıyla sonuçlanacak gibi görünen masum ve çevreci bir protesto idi. Gençler doğaya sahip çıkıyordu ve bunu da kanunlara uygun şekilde yapıyorlardı. Hatta Hükümet de olumlu bir adım atarak, Parkın yerine tarihi bir kışla inşa etme projesini rafa kaldırdı. Ancak, ilerleyen günlerde bu meşru protesto eylemi bölücü ve terörist grupların yönlendirmesiyle birlikte, kontrolden çıktı. Terör gruplarının kışkırtmalarıyla bu protestolar diğer şehirlere de sıçrayan silahlı ve kanlı ayaklanmalara hatta demokrasi karşıtlığına dönüştü.
Komünist bölücü örgütler, bu eyleme provokatörleri ve militanlarıyla katılarak önce Taksim ve civarında gelişen, ardından tüm Türkiye geneline yayılan hükümet karşıtı büyük bir ayaklanmayı başlatmışlardı. Çocukların oynadığı, gençlerin toplandığı bir park DHKP-C, PKK, MLKP gibi terör örgütlerinin eyleme katılımıyla birlikte yakıldı, yıkıldı. Komünist örgütlerin, illegal dernek ve kuruluşların teşvikiyle ve kimi medya organlarının da destek ve propagandalarıyla hızla yayılan ve büyüyen ayaklanmalar, güvenlik güçlerinin günler süren zorlu operasyonları sonucunda durdurulabildi. Evini basarak dönemin Başbakanı'nı teslim almaya teşebbüs eden komünist terör grupları eve birkaç yüz metre kala, son anda etkisiz hale getirilebildi.
Yeni Şafak, 04.06.2013 |
İşin daha da ürkütücü yanı, seçilmiş hükümeti devirmeye yönelik, komünist propaganda, eylem, yöntem, taktik ve tekniklere dayalı bu kanun dışı, terör destekli, anti-demokratik darbe girişimi bir kısım çevreler tarafından dünya kamuoyuna "ifade özgürlüğü", "demokratik hakların savunulması", "legal hükümet protestoları" gibi meşru bir görünüm altında çarpıtılarak sunuldu. İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD merkezli kimi uluslararası medya kuruluşları olayları tüm dünyaya kasıtlı ve planlı olarak bu gerçek dışı formatta yansıttı. Avrupalı kimi çevreci, sosyal demokrat, komünist parti ve kuruluşların temsilcileri bizzat Taksim’e gelerek, uluslararası gizli servis mensuplarıyla birlikte eylemcilerin arasına katıldı, propaganda ve provokasyon faaliyetlerinde etkin rol aldı.
Gezi Olaylarının Maddi Bilançosu |
- Kamu ve özele ait çok sayıda mülk yakılıp yıkıldı, harap edildi. |
Bu komünist kalkışmaya karşı zorlu bir mücadele veren güvenlik güçleri ise, başta yerli ve yabancı bazı medya grupları olmak üzere, kimi siyasi ve akademik çevreler, hatta düşünce ve sivil toplum kuruluşları tarafından yoğun biçimde kınanarak halk ve demokrasi karşıtı olarak tanıtılmak istendi; psikolojik baskı yöntemleriyle pasifize edilmeye çalışıldı.
Kaldırım taşları, sopa, molotof ve silahlarla yürüyen, tahrip, yağma ve kundaklamalar ardında çok sayıda yaralı ve ölü bıraktı ve ülke çapında büyük maddi kayıplardan oluşan bir bilançoyla son buldu. Kamuya ve özele ait çok sayıda mülk yakılıp, yıkılıp, harap edildi. Onlarca otomobil, belediye otobüsü, ambulans, iş makinesi, resmi araç yakıldı. Bankalar, dükkanlar ve mağazalar yağmalandı.
Bunun yanı sıra, olaylar nedeniyle faizlerin yüzde 4.67'den yüzde 9'a fırlaması, borsada işlem gören şirket hisselerinin 33 milyar dolarlık değer kaybı, yabancı yatırımcıların ülkeden paralarını çekmeleri, döviz kurlarının tırmanması, enflasyonun artması gibi etkenlerin Türkiye'ye maliyeti de on milyarlarca dolarla ifade edildi.
Gezi Olaylarının Maddi Bilançosu |
2. İkisi de üniversite öğrencisi - ‘Gezi’ Yağmacıları Çaldıklarını Satarken Yakalandı - Bankalar ve mağazalar yağmalandı. |
Demokratik toplumlarda yasal gösteriler ve protestolar halkın temel haklarından biridir. Eleştiri ve ifade özgürlüğü de demokrasi kültürünü güçlendiren ve zenginleştiren önemli bir değerdir. Herhangi bir konuda değişim ihtiyacı varsa bu yine demokratik yöntemlerle sağlanır ve halkın seçimlerine saygı gösterilir. Demokrasi dışına çıkılan ve insanların provoke olmasını, dehşete düşmesini sağlayan tüm yöntemler herkes için ciddi bir tehlikedir.
Legal olarak seçilmiş hükümeti yıpratmaya, baskı altına almaya ve sonuçta yıkmaya yönelik silahlı devrim kalkışmaları ise bizzat Lenin'in formüle ettiği en klasik komünist taktiklerdendir:
Ayaklanma için uygun şartlar ajitasyonumuz, kışkırtmamız yoluyla hükümetin örgütlenmesinin dağılması ve bizim örgütlenmemiz yoluyla oluşturulacaktır.144
Proleteryanın her kesiminde Sosyal Demokrat [devrimci] parti öncülüğünde silahlanmış bir proleteryanın geçici hükümete kesintisiz baskı uygulaması gerektiği düşüncesini yaygınlaştırmalıyız. Ancak bu şekilde devrimin kazanımları savunulabilir, birleştirilebilir ve genişletilebilir…
Silahlı direniş örgütlenmeli ve bu genelde hükümet öncülüğündeki tüm gerici unsurlara karşı yürütülmeli.145
Her koşulda geçici hükümete aşağıdan baskı uygulamalıyız. Tabandan bu baskıyı yapabilmek için proleteryanın silahlanmış olması gerekir, çünkü bir devrim ortamında olaylar tahmin edilenden daha hızlı gelişir ve açık bir iç savaşa dönüşür. Bu Sosyal Demokrat parti tarafından yönlendirilmelidir.146
Komünist literatürde, “Demokrasi, fikir özgürlüğü, insan hakları” sloganları altında mevcut yönetimin silahlı devrimle yıkılmasının nasıl gerçekleşeceği ve bunun ardından başa gelecek yönetimin nasıl olacağı açıkça tanımlanmıştır. Nitekim Lenin, devrim sonrası yönetimin silahlı milis gücüne dayalı komünist bir diktatörlükten başkası olmayacağını da peşinen ilan etmekteydi:
Korku yaymak ve bu şekilde toplumun üzerinde komünist diktatörlüğü teşkil etmek iktidara ulaşmamızın önemli unsurlarındandır.147
Zafer tam anlamıyla bir diktatörlük olacaktır, ve kaçınılmaz olarak askeri güce dayanmalı, kitleler ayaklanma sırasında silahlandırılmalıdır. "Yasal" veya "barışçı" yollarla kurulmuş şu ya da bu kuruma dayanmamalıdır.
Bir diktatörlük olmaksızın bu direnişi yıkmak ve devrim karşıtı hareketleri püskürtmek imkansızdır.148
Komünistler, coğrafi, sosyolojik ve demografik bakımdan başarılı olabileceklerini düşündükleri uygun yerleri pilot bölge seçerek ilk etapta burada bir örgütlenme ve yapılanma içerisine girer, bu alanlarda hakimiyet elde etmeye çalışırlar. Dünyadaki birçok örnekte görüldüğü üzere; Devletin silahlı güçlerinin zayıf ve etkisiz kalabildiği bölgelerde kendi milis unsurlarını oluşturarak halk üzerinde silahlı baskı ve tehdide dayalı bir hakimiyet kurarlar.
Bu silahlı baskı ve dehşet uygulamaları sayesinde terör örgütleri, halkın iradesi üzerinde büyük çapta etki ve kontrol sağlamayı başarırlar. Bir süre sonra da hedeflerindeki bölgenin, belediyeler, yerel idareler, vb. kimi siyasi kurumlarını kendi hakimiyetleri altına alırlar. Bundan sonraki aşama ise bu kurumları her yönden kendi çıkar, plan, strateji ve eylemlerinde araç olarak kullanmalarıdır.
Elbette ki bu da komünizmin klasik yöntemlerinden biridir. Nitekim Lenin, komünist devrimde belediyeleri ele geçirip mevcut yönetime karşı kullanmanın önemini şöyle vurgulamaktadır:
Mümkün olan her yerde belediye kurumlarını ele geçirin ve onları halkın devrimci hükümetinin siperi haline getirin!149
Bu aşamalar geçildikten sonra bölgede siyasi hakimiyet kuran komünist hareket, ikinci etapta bölgenin Devletten bağımsız özerk bir yönetime kavuşması için, görünürde siyasi, arka planda ise silahlı bir mücadele verir. Bu gibi süreçlerde sıkça kullanılan "özyönetim", "demokratik özerklik", "federatif özerklik", "konfederasyon" vs. gibi kavramlar da üniter devleti bölme projesinin süslü siyasi jargonlarından başka bir şey değildir.
Komünizm için özerklik, bağımsız komünist diktatörlüğe giden yolda en önemli kilometre taşlarından biridir. Çünkü bölgede bir kere özerk yönetim sağlandıktan sonra bu bölgeyi bütünüyle anavatandan koparmak son derece kolay bir hale gelir. “Özerk” ilan edilen bölgenin Vali, Belediye Başkanı gibi idarecilerinin sahip olacakları “referanduma gitme” yetkisine dayanarak bağımsızlık ilan etmek artık an meselesi olur. Bölge halkı üzerinde her türlü sindirici ve yıldırıcı güce sahip komünist militanlar için mağdur halka silah zoruyla bölünme kararı çıkarttırmak, hatta bu konuda yapılacak bir referandumda %100'e yakın bir başarı oranı yakalamak hiç de zor bir konu değildir.
Komünist hareketin, bu çok etaplı iktidarı ele geçirme yöntemi de Lenin tarafından şöyle açıklanır:
Her iki karara göre bu mevcut devrim yalnızca ilk adımdır, bunun ardından ikincisi gelecektir; fakat bu birinci adım hızlandırılmalı, Cumhuriyet ele geçirilmeli, devrim karşıtları acımasızca ezilmeli ve ikinci adım için zemin hazırlanmalıdır.150
Kısaca özetlediğimiz tüm bu taktikler ve gelişmeler aslında ülkemizde de çok yakın bir zamanda yaşandı. Türkiye'nin Güneydoğusu’nda yıllar boyu fiili bir alan hakimiyeti sağlamak için uğraşan, silahlı yapılanmasıyla bölge halkı üzerinde acımasız bir baskı kurmuş olan PKK terör örgütü, siyasi uzantıları sayesinde bölgedeki kimi belediyeler üzerinde ciddi bir hakimiyet kurmuştur. Bu vesileyle terör örgütü bir kısım belediyeleri, militanlarına yataklık yapılmasından, silah, bomba gibi unsurların nakliyesine, çatışmalar için hendek ve barikatların inşasından anayollardaki asfaltların altına uzaktan kumandalı tonlarca bomba döşenmesine kadar her türlü lojistik ihtiyacını sağlamada kullanmaktadır.
Söz konusu belediyelerin tesisleri, kurumları ve her türlü teknik imkanları örgütün ihtiyaçlarına, propaganda faaliyetlerine tahsis edilmektedir. Örgüt mensuplarına Marksist-Leninist-Darwinist eğitim yine bu gibi belediyelerin bünyesinde verilmektedir. Ayrıca kimi belediyelerin halktan topladıkları harçlar, vergiler, vs. Devletin bunlara sağladığı her türlü maddi, ekonomik ve finansal destek, doğrudan PKK'nın kasasına aktarılmaktadır.
Özetle PKK, bütün maddi imkanları ve siyasi unsurlarıyla tüm gücünü ve yoğunluğunu bölgede kendisine ait özerk bir federasyon kurulmasına harcamaktadır. Tabi ki amaç ikinci aşamada basit bir manevrayla bağımsız komünist Kürdistan devletini ilan edebilmektir. “Özerklik” hayali, PKK’nın varlık sebebidir ve bu terör örgütünün 40 yıla yakın süredir yürüttüğü komünist davanın önemli dönüm noktasıdır. Dolayısıyla PKK’nın bu aşamada her türlü gözü dönmüş eylem ve hareketten kaçınmayacağı açıktır.
Ne var ki ateist-komünist terör örgütü PKK nihai amacına ne kadar yaklaştığını düşünürse düşünsün, bundan ne kadar emin olursa olsun, hesaplamadığı çok önemli bir konu vardır: Allah'ın kafirlere kurduğu tuzak...
Allah Kuran'da, kafirlerin asla müminlere üstün gelemeyeceklerini ve nihai olarak mutlaka Allah'ın tuzağına düşerek sonuçlarının hüsranla biteceğini bildirir. Ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi, 99)
... Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Bu nedenle sonuçta galip gelecek olan Allah'ın izniyle, PKK değil Müslüman Devletimiz ve imanlı milletimiz olacaktır. Müslüman Kürt kardeşlerimiz de PKK belasından, yıllardır çektikleri eziyetlerden kurtulmuş olacaklardır:
Allah, yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
132 Alan Woods and Ted Grant. "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Marxism and Modern Science.
133Daniel C. Dennett, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Touchstone, New York, 1996, s. 309
134 Dr. Fred C. Schwarz, Komünistler Nasıl Yalan Söyler, İstanbul, 1976, s. 215-216
135 Viladimir İliç Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Çev. Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Mart 1979, Dördüncü Baskı, s. 267
136 James Walsh, "Mao Lives!", Time, 10 Ocak 1994
137 Jacob Heilbrunn "Mao More Than Ever, The New Republic, Nisan 21, 1997
138 Jacob Heilbrunn "Mao More Than Ever, The New Republic , Nisan 21, 1997
139 http://www.pubinfo.gov.nc.tr/h040199b.htm
140 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
141 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
142 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
143 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
144 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
145 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
146 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
147 Vladimir Lenin, Teorik ve Pratik Terör Hakkında, Homizuri G.P., Moskova 2005
148 Lenin Toplu Yazıları, Cilt 9, Haziran – Kasım 1905
149 Lenin, Toplu Yazıları, "Haziran – Kasım 1905", Cilt 9
150 Vladimir Lenin, Teorik ve Pratik Terör Hakkında, Homizuri G.P., Moskova 2005