İnsanların birçoğunun din hakkındaki bilgileri, küçüklüklerinden itibaren çevrelerinden edindikleri kulaktan dolma bilgilere dayalıdır. Dini, gerçek kaynağından yani Kuran'dan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinden öğrenmedikleri için de, din adı altında birçok hurafeye, asılsız inanca kapılırlar. Bu inançların en tehlikelilerinden biri ise din ahlakını yaşamanın zor olduğu şeklindeki gerçek dışı inançtır.
Tarih boyunca, dini özünden saptırmayı amaçlayan ve dinin yaşanmasını engellemek için türlü yöntemler deneyen kişiler, dine birçok zorlaştırıcı uygulama ve hurafe katmaya çalışmışlardır. Kendi türettikleri yanlış uygulamalar yüzünden bilerek veya bilmeyerek insanların dinden uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. Oysa, Allah'ın Kuran'da bildirdikleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünneti bize din ahlakının yaşanmasının samimi insanlar için son derece kolay olduğunu öğretmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Allah evrendeki herşey gibi insanı da yoktan var etmiştir. İnsanı en iyi tanıyan, ona şah damarından daha yakın olan Allah, dini de insanın yaratılışına uygun yaratmıştır. Allah bir ayetinde insanın din ile fıtratına (yaratılışına) en uygun olana çağrıldığını şöyle haber verir:
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Rabbimizin şefkat ve merhametinin bir sonucu olarak çağlar boyu gönderilmiş olan bütün hak dinler her zaman çok kolay uygulanabilir hükümlere sahip olmuşlardır. Çünkü Allah insanlar için daima kolaylık dilemiştir ve "... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle de bu gerçeği haber vermiştir. Allah'ın sınırlarına uyan bir insan aynı zamanda, yaratılışına en uygun olan son derece güzel bir hayatı yaşayan insandır.
Bu gerçeği bilmeyen birtakım insanlar ise din ahlakının sınırları kalktığı takdirde daha rahat yaşayacaklarını; örneğin ahlaki değerlere önem vermedikleri zaman özgür olacaklarını düşünürler. Ya da dinin yaşamlarını zorlaştıracak birtakım kısıtlamalar getireceğini zannederler. Halbuki bütün bunlar bazı insanların kapıldıkları çok büyük yanılgılar ve şeytanın aldatmacalarıdır. Çünkü Allah'ın dinini yaşamak, insanlara emrettiklerini yerine getirmek son derece kolaydır. Asıl zor olan, Yüce Rabbimiz Allah'ın bildirdiği sınırları tanımayan insanlardan oluşan bir toplumda yaşamaktır. Böyle bir yaşantı son derece kötü sonuçları da beraberinde getirir.
Öncelikle din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda veya dinsiz insanların hayatlarında daima kaos, kargaşa, huzursuzluk, korku, mutsuzluk ve stres vardır. Allah'tan korkmayan bir insan her türlü ahlaksızlığı yapar, hiçbir konuda sınır tanımaz ve dejenere bir hayat sürer. Böyle bir hayatta insanlar birbirlerine karşı fedakarlık göstermez, sevgi, saygı bilmez, maddi ve manevi destek vermezler. Bu yüzden de böyle bir yaşam hiçbir zaman, hiçbir insana mutluluk getirmez. Din ahlakının sınırları kalktığı zaman insanın huzur bulacağı ortamın tam tersi meydana gelir ve tamamıyla şeytanın istediği gibi cehenneme benzer bir ortam oluşur.
Örneğin günümüzde sıkça örneklerine rastladığımız olaylardan uyuşturucu kullanımının ve ticaretinin yaygınlaşması, fuhşun, rüşvetin, sahtekarlığın önlenemez bir hal alması gibi durumlar tamamıyla din ahlakından ve dolayısıyla manevi her türlü değerden ve güzellikten uzaklaşılmasıyla ilgilidir. Böyle ortamlarda insanlar kendilerince özgür ve diledikleri gibi davranma imkanına sahip olduklarını zannederler. Oysa, bu sınır tanımaz yaşantılarının kendilerine getirdiği maddi ve manevi yıkım, kendilerince "özgürlük olarak adlandırdıkları hislerden çok daha büyüktür. Düşünün ki, fuhuştan, uyuşturucudan veya alkolden sağlığı bozulmuş, bedeni yaşına göre çok daha hızlı yaşlanmış, saçları, cildi parlaklığını ve canlılığını yitirmiş, bitkin, sefil bir hayat süren insanların kazancı ne olabilir? Gerçekten de sınır tanımazlık, ahlakı hiçe saymak, amacı olmayan ve sonunun yokluk olduğu sanılan bir yaşamı sürdürmek, istisnasız her insanda fiziksel ve ruhsal olarak çok büyük tahribatlar meydana getirir. Üstelik bu sonuçlar herkesin görebileceği, asla inkar edemeyeceği kadar açık ve kesindir.
Burada verilen örneklerin çok uç örnekler olduğunu düşünenler olabilir. Ancak şu bir gerçektir ki, insan din ahlakından ne kadar uzak yaşarsa, Allah'ın sınırlarını ne kadar tanımazsa o kadar mutsuz ve zor bir hayat yaşar. Bir insanın burada verilen örneklerdeki kadar uç bir hayat yaşamıyor olması ise, onun kolay ve mutlu bir hayatı olduğu anlamına gelmez. Belki yukarıda söz ettiğimiz insanlara göre biraz daha rahat bir hayat yaşar. Ama gerçek mutluluğu ve huzuru asla bulamaz. Üstelik sonuç olarak da bu insan, Allah'ın emirlerinden uzaklaştığı için büyük bir pişmanlık duyacağı, zorlukların ve acıların en büyüklerini yaşayacağı ahiret hayatı ile karşılaşır.
Allah'tan korkan ve din ahlakının gereklerini eksiksiz olarak yerine getiren insanlar ise hem dünyada hem de ahirette büyük bir kazanç içindedirler. Herşeyden önce, Allah'a itaat etmenin manevi hazzını ve vicdani rahatlığını yaşarlar. Onlar için daima bir müjde ve güzellik vardır. Allah, rızasına uyanları ve sınırlarını koruyanları bir ayetinde şöyle müjdelemektedir:
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)
Vicdanına ters düşerek, Allah'ın sınırlarını korumak konusunda gevşek davrananlar veya imanı çirkin görerek, imansızlığı güzel görenler ise, dünyada da ahirette de zorluk ve sıkıntılarla karşılaşacaklardır. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
... Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur... (Talak Suresi, 1)
Din ahlakını yaşamanın zor olduğunu zanneden insanların yanı sıra yukarıda söz ettiğimiz gibi dini yaşamayı zor gösteren insanların durumu vardır. Bu, aslında şeytanın insanlara bir tuzağıdır. Allah'ın haram kılmadığını, haram gibi gösterip, daha çok yasak oluşturmayı bu insanlar bir üstünlük zannederler. Dahası, kendi koydukları bu kurallara da gereği gibi riayet etmez ve bir de bunun vicdani çöküntüsünü yaşarlar. Allah, bir ayetinde, Hz. İsa (as)'dan sonra İseviliği saptıran Hıristiyanları bu konuya bir örnek olarak vermektedir:
Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. (Hadid Suresi, 27)
Bu sebeple Allah inananları bu tehlikeye karşı uyarmış ve dinde aşırılığa gidenlerin doğru yoldan saptıklarını Kuran'da bildirmiştir:
De ki: "Ey kitap ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış, birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın." (Maide Suresi, 77)
İnsanın tek yapması gereken Kuran'da Allah'ın insanlara emrettiklerini yerine getirmek ve yasakladıklarından da kaçınmaktır. Allah herşeyi insanlar için kolay kılarken dini zorlaştırmaya çalışanlar, ahirette bunun sorumluluğunu yüklenmiş olarak hesap verirler. Herşeyde olduğu gibi bu konuda da Peygamber Efendimizin hayatı ve uygulamaları bize en güzel örnektir. Bir hadisinde mübarek Peygamberimiz (sav) Allah'ın sınırlarından ayrılmamayı ve aynı zamanda sınırları aşmamayı müminlere hatırlatmış ve dinin kolay olduğunu belirtmiştir:
"Din kolaydır. Kimse dine karşı şedid olamaz. Zira dine mağlub düşer. (Yani dinin kolaylığına intibak etmeli. Sıkı tutayım diyen aciz kalır.) Hattı hareketinizi doğrultun, (hududa) yakın olun." (RamuzEl-Hadis, 1. Cilt, s.98)
İnsanların dini, Peygamber Efendimizin yukarıdaki hadisiyle bildirdiği şekilde değerlendirmeleri gerekir. Yani Allah'ın açık ve anlaşılır kıldığı, kolaylıkla uygulanabilecek hükümleri anlaşılmaz ve zor göstermeleri büyük bir hatadır. Nitekim Allah Kuran'da bildirdiği hükümleri her şart ve ortamda, her insanın rahatlıkla uygulayabileceği şekilde kolaylaştırmıştır. İlerleyen bölümlerde, Allah'ın hükümlerinde, helal ve haram sınırlarında insanlara tanıdığı kolaylıklardan bazılarına yer verilecektir.
Allah rızık olarak insanlara çok fazla nimet vermiştir. Renk renk meyveler, çeşit çeşit yiyecekler, sebzeler, etler, içecekler, yemişler… Her biri insanların hizmetine sunulmuştur. Ve Allah "Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." (Maide Suresi, 4) ayetiyle, insanlara bütün temiz yiyeceklerin helal kılındığını bildirmiştir.
Allah'ın insanlara haram kıldığını bildirdiği yiyecekler ise, ölü eti, kan, domuz eti gibi, zaten insanlar için zararlı ve temiz olmayan yiyeceklerdir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir. (Enam Suresi, 145)
Ayette haram olan yiyecekler için geçen "murdar" (pis) ifadesinin pek çok hikmeti vardır. Çünkü domuz eti gerçekten insan vücuduna zarar verecek özelliklere sahiptir.
Örneğin domuz eti çok yağlıdır, yenildiği takdirde bu yağ kana geçer. Kandaki bu fazla miktardaki yağ atar damarların sertleşmesine, tansiyon yükselmesine ve kalp enfarktüsüne sebep olur. Ayrıca domuz yağı içerisinde "sutoksin" denilen zehirli maddenin dışarı atılması için, lenf bezlerinin normale göre daha fazla çalışması gerekir. Bu durum özellikle çocuklarda lenf düğümlerinin iltihaplanması ve şişmesi şeklinde kendini gösterir. Bunların dışında domuz eti bol miktarda kükürt içerir. Vücuda fazla miktarda alınan kükürt; kıkırdak, kas ve sinirlere oturarak eklemlerde iltihaplanma, kireçlenme ve bel fıtığı gibi çeşitli hastalıklara yol açar. Bütün bunların yanında çeşitli deri hastalıkları ve trişin gibi (trişin sadece domuz yoluyla geçer ve insanlarda öldürücü bir durum meydana getirir) ciddi hastalıklara da sebep olmaktadır. (Burada domuz etinin yalnızca bilinen genel birkaç zararına dikkat çekilmiştir.)
Görüldüğü gibi, insana zarar verecek olan yiyeceklerin haram kılınması da insanlara sunulmuş bir kolaylık ve korumadır.
Ancak burada bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır: Elbette bir şeyin haram ya da helal olması tamamiyle Rabbimiz'in emriyledir. Ve insan sadece Allah'ın emrine göre hareket etmekten sorumludur. Allah bir yiyeceğin haram olmasının hikmetlerini dilerse insanlara gösterir, dilemezse göstermez. Ama Allah insanlara bir kolaylık olması, kalplerinin tam olarak tatmin bulması için, yukarıda verdiğimiz örnekten anlaşıldığı gibi bu hikmetleri insanlara birçok vesile ile göstermektedir.
Allah Kuran'da yasaklanan yiyeceklerden bahsederken insanın başına gelebilecek her türlü durumda nasıl davranması gerektiğini de açıklamıştır. Böylece insanların beklenmedik durumlarda tereddüt yaşamaları engellenmiştir. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 114-115)
Bu ayetin ardından Allah'ın bağışlayan ve esirgeyen olduğunun hatırlatılması da müminlere rahatlık veren ve onları müjdeleyen bir ayettir. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır. Hata yapabilir, unutabilir, dalabilir, iradesiz davranabilir. Ancak, Allah, samimi olarak tevbe ettiğinde kendisini bağışlayacak ve esirgeyecektir.
5 vakit namaz kılmak Müslümanın bütün hayatı boyunca, aksatmadan yapacağı, Allah'ın belirlediği vakitlerde farz olan bir ibadettir. İbadetlerini yerine getirmeyen insanlar, namaz kılmayı da genellikle yaşlılık dönemlerine bırakırlar. Halbuki namaz da tüm diğer ibadetler gibi son derece kolay yerine getirilebilecek bir ibadettir.
Şunu belirtmek gerekir ki, Allah bir insan için neyi farz kılmışsa, o insan kulluk vazifesi olarak onu yapmakla yükümlüdür. Bunun karşılığında ise Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı umabilir. Allah'ın insanlara farz kıldığı ibadetlerde kolaylık kılması ise Allah'ın merhametinin ve şefkatinin bir göstergesidir. Buna rağmen, Allah'ın emirlerine uymayanların ise ahirette, güçlerinin yetmediğine veya zor geldiği için yapamadıklarına dair hiçbir mazeretleri olmayacaktır. (Allah'ın Kuran'da bildirdiği ve bir sorumluluk yüklemediğini belirttiği insanlar hariç olmak üzere) Örneğin, abdest almak son derece kolay kılınmıştır. Hatta, bir insanın abdest almak için su bulamaması durumuna karşın Allah "teyemmüm etme"yi yol olarak göstermiştir ki, teyemmüm her koşulda kolaylıkla yerine getirilebilir. Allah su bulamayanların nasıl teyemmüm edeceklerini bir ayetinde şöyle bildirir:
"... Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz." (Maide Suresi, 6)
Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, Allah insanlara güçlük çıkarmak istemez. Kuran'da bildirilen her konuda Allah insanlar için kolaylıklar vermiştir. Allah'ın insanlar için emrettiği ibadetler iman edenler için son derece kolaydır. Allah, sonsuz rahmeti ve merhameti ile insanlar için en kolay ve en güzel olan ibadetleri ve yaşam şeklini bildirmiş ve bunlara uyanları ise, rızası, rahmeti ve cenneti ile müjdelemiştir.
Kuran'da belirli dönemler için bildirilmiş kolaylıklar da vardır. Örneğin Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde inkarcı topluluğu ile karşı karşıya olan müminlerin, o esnada ibadetlerini güvenlik içersinde yerine getirebilmeleri için Allah bir kolaylık göstermiştir. Müminlerin namazı zaruri durumlarda kısaltabileceklerini şöyle açıklamıştır:
Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır. (Nisa Suresi, 101)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, Allah'ın her hükmü ve her emri müminlerin her biri için ayrı ayrı hikmet ve hayırlarla doludur. Allah kulları için zorluk istemez. Allah, müminlerin gerçek dostu ve tek vekilidir.
Allah Müslümanlara Ramazan ayı içerisinde oruç tutmalarını emretmiştir. Ancak Allah ayetleriyle istisnai durumları yani hastalık, yolculuk hali durumlarını da açıklayarak insanlar için zorluk dilemediğini kolaylık dilediğini bir kez daha bildirmiştir:
"Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)
Allah'ın hükümleriyle ilgili ayetlerinde, insanlar için kolaylık dilediğini bildirmesi, dinin kolaylığının düşünülerek anlaşılması gerektiğini de göstermektedir. Zorluk yaşayacaklarını zannederek, ibadetlerini yerine getirmekten kaçınanlar büyük bir yanılgı içindedirler ve dini yanlış tanımaktadırlar.
Allah'ın merhametinin başka bir tecellisi olarak, güç yetiremeyecek olanlara diğer insanlara yüklenen sorumluluklar yüklenmemiştir. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:
Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse, (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acı bir azab ile azablandırır. (Fetih Suresi, 17)
Allah sakatlığı olan insanların ibadet sorumluluklarını kaldırırken rahmetini ve sonsuz şefkatinin bir kanıtını daha insanlara göstermektedir. Bir ayette Allah'ın insanlara güçlük çıkarmadığı ve bunun O'nun şefkatinin ve merhametinin bir göstergesi olduğu şöyle ifade edilmektedir:
… Eğer Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bakara Suresi, 220)
Yemin etmek, genelde bazı insanlar arasında ağız alışkanlığı olarak yapılan yaygın bir davranıştır. Özellikle birine söz verirken insan alışkanlıkla yemin edebilir. Yeminlere sadakat, verilen sözde durmak ise Allah'ın Kuran'da emrettiği bir mümin özelliğidir. Ancak insan, unutkan bir varlıktır, bazı durumlarda dalgınlıkla yapacağı işi veya verdiği sözü unutabilir. Bu, çok doğal, insani zayıflıklardan meydana gelen bir hatadır. İşte bu durumda Allah, rastgele, ağız alışkanlığı ile, dikkatini tam vermeden edilen yeminlerden insanları sorumlu tutmayarak, müminlerin üzerinden bu sorumluluğu almıştır. Edilen yeminlere sadakat ahirette sorulacaktır, ancak Allah'ın Kuran'da istisna kıldıkları, rastgele ve amaçsızca söylenen yeminlerdir. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah sizi, yeminlerinizdeki 'rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler'den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 225)
Allah'ın yemin konusunda kıldığı bir başka kolaylık daha vardır. Bir amaç üzerine, bilinçli olarak Allah adına yemin eden, sonra da bu yeminini bozmak isteyenler için, Allah bir kolaylık yolu göstermiştir. Bu da yeminlerin kefaretle çözülmesidir:
Allah, yeminlerinizin (kefaretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kıldı… (Tahrim Suresi, 2)
… ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkan) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz. (Maide Suresi, 89)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi Allah her iki durumda da insanların dine uygun hareket etmeleri için kolaylık göstermektedir. Güzel ve doğru olan elbette yeminlerin korunmasıdır. Ancak bir insan verdiği sözü unutabilir veya söz verdiği dönemdeki koşullar değişebilir ve o kişi sözünü tutamayacak bir duruma gelebilir. Allah, insanlar için kolaylık dileyerek, yeminlere kefaret olacak durumları bildirmiş ve her insan için bir yol göstermiştir. Ayrıca yemini bozma konusunda kefaret gibi bir şartın emredilmesi, insanın vicdanının sesini dinlemesi için de bir kolaylıktır. Yeminini bozan kişi, kefaret ödemek durumunda olacağı için, yeminini gerçekten bozması gerekli mi yoksa sözünü hala yerine getirebilir mi, diye bir kez daha düşünecek bunun sonucunda en vicdanlı ve en doğru kararı verecektir.
Allah dinini son derece kolay kılmıştır. İslam dini, her zaman için ve her konuda kolaylık dinidir. İnsan samimi dindar olmaya, Rabbimiz'in nimetleri karşısında şükredici bir kul olmaya niyet ettiğinde, din ahlakını yaşama konusunda hiçbir zorlukla karşılaşmayacaktır.