Evrenin nasıl var olduğu konusunda şimdiye kadar pek çok farklı yaklaşım olmuştur. Kimileri evrenin bir başlangıcı olduğunu ileri sürerken kimileri de maddenin ezelden beri var olduğunu savunmuştur.
Maddenin ezelden beri mevcut olduğunu savunan bu teorilerden biri Durağan Evren Teorisi'ydi. Yapılan uzun ve kapsamlı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan güçlü deliller evrenin bir başlangıcı olduğu tezini doğruladı, Durağan Evren Teorisi ise bilimin tarihi gelişim sürecinde ancak bir hatıra olarak kaldı.
Araştırmalar sonucunda bulunan veriler evrenin yokken var olduğunu göstermiştir. Buna göre evrenin bir başlangıcı vardır. Ve bu başlangıç "Big Bang" adı verilen büyük bir patlama ile gerçekleşmiştir. Big Bang'den önce madde, enerji, uzay, zaman, mekan kısaca hiçbir şey yoktur. Sonsuz yoğunlukta ve sıfır hacmindeki bir noktanın patlaması sonucu, korkunç bir hızla her tarafa dağılan maddelerden yıldızlar, güneşler, gezegenler meydana gelmiş, evren hızla genişlemiş, hızla şişerek büyümüş ve zamanla soğuyarak şimdiki halini almıştır.
Bugün evrenin Big Bang ile beraber başladığı, meydana geliş şekli dolayısıyla belirli bir yaşı olduğu bütün kozmoloji kitaplarında, bilimsel dergi ve makalelerde ispatlarıyla yer alır. Bunları birkaç satıra sığdırmak imkansız olduğundan sadece bir iki örnekle konunun önemini vurgulamak yerinde olacaktır.
Örneğin California Üniversitesi'nden Profesör George O. Abel Exploration of Universe (Evrenin Keşfi) adlı kitabında, "Bugünkü mevcut deliller, Evrenin milyonlarca yıl önce Big Bang ile başladığını göstermektedir. Big Bang Teorisi'ni kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor. Bu durumda Sabit Durum Teorisi artık geçerliliğini kaybetmiştir " der.1
Colorado Üniversitesi'nden Gerrit L. Verhuur, Star Capes adlı kitabında, "Big Bang teorisi dini inançların gösterdiği, Dünya'nın ve gökyüzünün yaratılmış olduğu gerçeği ile uygunluk göstermektedir. Bu astronominin dinle birlikte olduğunun süprizli bir sonucudur" diye açıklamıştır.
Evrenin bir başlangıcının olması kainatın yoktan var edildiğine, yani yaratıldığına delil teşkil eder. Eğer yaratılan bir varlık varsa bunun mutlaka bir Yaratıcısı'nın da olması gerektiğini hepimiz çok iyi biliriz. Yaratılan bu evren hiçbir örnek yokken, hatta zaman ve mekan dahi yokken var edilmiştir. Bu teorinin ortaya çıkardığı en önemli gerçek evrenin bir başlangıcı olduğu, üstün ve güçlü bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduğudur: Evreni Allah yaratmıştır.
Big Bang evrende hesaplayabildiğimiz ilk harekettir. Büyük patlamanın arkasından bugüne kadar gelişen sayısız hareketin ve olayın her biri Allah'ın izni ile meydana gelmiştir ve O'nun kontrolü altındadır. Bilinçsiz bir patlama sonucu dağılan parçacıkların böyle düzenli galaksileri, yıldız sistemlerini ve içinde Dünyamızın da yer aldığı Güneş Sistemi'ni oluşturduğunu düşünmek akıl ve mantık dışı bir yaklaşımdır. İnsanın kendi bedeni de dahil olmak üzere etrafında gördüğü herşey Allah'ın ilmi ve kontrolü ile sonsuz bir düzen içinde yaratılmıştır. Kuran'da Allah'ın önce gökyüzünü yarattığı, sonra yeri meydana getirdiği daha sonra da canlıları var ettiği bildirilmektedir.
Allah evreni hassas bir düzen ve denge ile yaratmıştır. Atmosferdeki gazların oranından Dünya'nın sıcaklığına, yağmurun düşüş hızından, Dünya'nın çekirdeğindeki demir miktarına kadar insanın bildiği ve bilmediği sayısız detay birbirine bağlıdır. Buna bir örnek olarak evrendeki tüm gezegenleri ve Dünyamızı Güneş'in yörüngesinde tutan kütle çekimi (yerçekimi) kuvvetini verebiliriz. Evrendeki tüm kütleler büyüklükleri oranında çekim kuvvetine sahiptir. Dünyamızın sahip oldu kütle çekim kuvveti ise denizleri, canlı-cansız herşeyi Dünya yüzeyinde sabit tutar. Böylece ne insanlar, ne diğer canlılar ne de dağlar ve denizler uzay boşluğuna uçmazlar. Bu noktada önemli olan Dünya'nın kütlesinin büyüklüğünün çok hayati bir değer taşıdığıdır. Dünya'nın kütlesi biraz daha fazla olsaydı, üzerindeki herşeyi daha güçlü kendine çekecekti. Bunun sonucunda su yerin içine çekilecek, insanlar çekimin etkisiyle yürüyemeyecek hale gelecek, su ağaçların dallarındaki yapraklara ulaşamayacak, yere çekildiği için bitki örtüsü yok olacak, canlıların vücudundaki kan dolaşımı bozulacak ve tüm kan ayaklarda toplanacaktı. Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak bu noktada önemli olan Dünya'nın kütlesinin şu andaki ekolojik dengeyi kuracak ve canlıların varlıklarını sürdürecekleri şekilde çok hassas bir ayarda olduğudur.
Dünya'nın sonunun nasıl olacağı konusunda araştırmalar yapan bilim adamları herşeyin gün geçtikçe eskiyip çürümekte olduğunu ve bu çürümenin sonucunda evrenin sonunun geleceğini tahmin etmektedirler. Dünya üzerinde "tek bir protonun" dengesinin bozulmasının dahi bu sona neden olacağını bildirmekte ve büyük bir tehlikeyi haber vermektedirler:
"Evrensel çürüme, eğer gerçekse, asırlar sürecek ama gerçekleştiği zaman ne yıldız, ne insan, ne şiir, ne atom, ne hatıra kalacak geriye..."
Bu açık gerçeğe dikkat çekildikten sonra asıl tehlikeye şöyle işaret edilmektedir:
"Bugüne kadar yapılmış olan hiçbir araştırma ya da deney henüz bir protonun bile yok olduğunu kanıtlayabilmiş değil. Ancak bu, bilim adamlarını bu konuda araştırma yaptırmaktan vazgeçirmiş de değil. Bilim adamlarının proton çürümesine şahit olmaları, tüm evrenin yok olma tehtidi ile karşı karşıya olması anlamına gelecek. Tek bir protonun bile yok olması, evrendeki herşeyin çürümesi demek, çünkü bir protonun bile çürümesi, tüm protonların çürüyebileceğini ve dolayısıyla atomların, moleküllerin ve DNA'ların oluşamayacağını gösterir." 2
Burada sayılan birkaç detay bile evrenin üstün bir güç tarafından, çok büyük bir düzen ve denge ile yoktan var edildiğini delillendirmektedir. Üstün güç sahibi olan Rabbimiz bu kusursuz düzeni an an korumakta, gözetmektedir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halimdir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Allah Kuran'da, evrende var olan herşeyin bir sonunun olacağını bildirmiştir. Elbette evreni yaratan ve onu her an koruyan Allah, dilediği anda onun varlığına son vermeye de kadirdir. Bu büyük kapanış gününde var olan tüm denge ve düzenler bozulacak, insanın kavrayabilmek için hiç durmadan çaba sarfettiği ve büyüklüğüne hayran olduğu herşey altüst olacaktır:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen olur. Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne Yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 82-83)
Dünyamız dört bir yandan ölümcül tehditler altındadır. Şaşırtıcı olan ise birçok insanın bu tehlikelerden haberdar olmalarına rağmen, sanki kainatın varlığını sona erdirecek hiçbir tehlike yokmuş ve yaşamları çok büyük bir güvence altındaymış gibi davranmalarıdır. Bu anlayışta olan insanlar için ne ölüm, ne yokoluş, ne de ölüm sonrası olacaklar insanın aklına gelmez.
Dünya uçsuz bucaksız bir boşluk içinde uzun bir yolculuk halindedir. Oysa Dünya'nın yolculuğunu sürdürebilmesi için gerekli olan şartlar, tahmin edilenden çok daha fazladır. Dünya uzaydaki bu yolculuğu sırasında dev göktaşlarından kuyruklu yıldızlara, karadeliklerden, süpernova patlamalarına kadar birçok tehlikeyle karşılaşmaktadır. Dünya'nın kendi yörüngesinde kalması, hızını sabit tutması, eğikliğini bozmaması, kendi etrafında dönerken aynı zamanda da Güneş'in etrafında dönmesi, dönüşü sırasında bir spiral yörünge izlemesi, bu yolculuk sırasında an an gerekli olan tüm oran ve dengeleri sabitlemesi gerekir ki üzerinde bir yaşam oluşabilsin.
Oysa bu dengelerin bozulmaması veya dıştan gelecek bir tehlikenin öldürücü zararlar vermemesi için hiçbir sebep yoktur. Bilim adamları bu tehlikenin varlığına her fırsatta dikkat çekmektedirler. Dünya'nın her an bir tehlikeyle karşılaşabileceği konusunda, ellerindeki bilimsel verilere dayanarak hemfikirdirler. Prof. Dr. Carl Sagan, bu duruma şu şekilde işaret etmektedir:
"Yeryüzü güzel ve oldukça sakin bir yerdir. Değişen şeyler olur, fakat bunlar da çok yavaş gelişir. Olabilir ki, yaşamınızı bir fırtınadan daha şiddetli bir doğal felaket görmeden tamamlayabilirsiniz. Böylece gerilimsiz ve endişesiz olabiliriz. Ne var ki, doğanın tarihinde kayıtlar açık seçiktir. Dünyaların her zaman için yok olması kaçınılmazdır. Biz insanlar bile kendi felaketlerimizi yaratmaya varan bir tekniğe ulaşmışızdır. Bu kasti olabileceği gibi, bilmeden ihmal sonucu da gerçekleşebilir. Uzun geçmişin felaket izlerinin korunduğu diğer gezegenlerde büyük felaketlere ilişkin bir sürü kanıt duruyor. Bütün iş, zaman dilimi sorunudur. Yüzyıl içinde olması düşünülemeyecek bir felaket yüz milyon yılda gerçekleşebilir. Yerküremizde içinde bulunduğumuz yüzyılda bile, kötü doğal olaylarla karşılaşılmıştır." 3
Evrenin yukarıda da sayılan sebeplerden birinin sonucunda yok olması ihtimali hiç de şaşırtıcı değildir. Allah'ın kıyamet gününde olacağını söylediği olaylar, belki de dünyadaki tüm bu dengelerin bozulması ile meydana gelecektir. Son derece kusursuz bir şekilde işleyen bu düzenin bozulması, ardı ardına gelen felaketlerle sonuçlanabilir. İnsanların kendilerinden bu kadar uzak gördükleri, hatta varlığına dahi ihtimal vermedikleri kıyamet günü, belki de kendilerine çok yakındır.
Dünyanın varlığını sürdürebilmesi için evrende var olan sayısız şartın, aynı anda ve aynı şekilde var olması gerekmektedir. Bugün birçok bilim adamı bu detayların ve dengelerin bozulmaması için neler yapılması gerektiğini araştırmaktadır. Küçük bir örnek vermek gerekirse; bilim adamları ve çevreci kuruluşlar sadece petrol, kömür gibi fosil yakıtların kullanılması nedeniyle çıkan ekonomik ve çevresel sorunların dahi azaltılamayacağını belirtmektedirler. İşte uzmanların söz konusu yakıtların kullanılması sonucu oluşacağına kesin gözüyle baktıkları, hatta oldukça yakın tarihler verdikleri felaket senaryolarından bazıları: 4
1. Ganj ve Nil gibi Dünya'nın en uzun ırmaklarının deltaları sular altında kalacak, Çin'deki ırmakların deltalarıyla, Bengladeş topraklarının dörtte biri sulara gömülecek.
2. Maldiv Adaları'yla Büyük Okyanus'taki adalar ve ada devletler sulara gömülüp yok olacak.
3. Büyük tarım alanları (ABD'nin Middle West Bölgesi, Avrupa ve Kazakistan) çölleşecek. Türkiye Büyük Sahra'ya benzeyecek.
4. Yüksek bölgelerdeki donmuş topraklarda (Sibirya ve Kanada gibi) kısmi çözülme görülecek. Kimi boru hatları, demiryolları ve binalar yıkılacak.
5. Dünya yüzeyinde orman alanlarının üçte biri yok olacak. Dünyanın akciğeri olan yeşil alanların azalması, atmosferdeki karbondioksit miktarının daha da artmasına neden olacak. Bu da sera etkisinin artmasına ve çeşitli kitlesel sağlık sorunlarına sebebiyet verecek.
6. Tropikal bölgelerde görülen tayfun ve siklon gibi doğa olayları çoğalacak. Özellikle Büyük Okyanus ve Atlas Okyanusu'ndaki dip akıntıları (El Nino ve Gulf Stream) yön değiştirerek, kara ve deniz iklimlerini altüst edecek.
7. ABD'nin Teksas Eyaleti'yle, Avrupa'nın Akdeniz kıyılarında sıtma ve benzeri hastalık salgınları görülecek.
8. Alpler ve uzantısındaki dağlarda bulunan buzullar ve Himalaya buzullarının %25'i eriyecek. (Eriyen suyun açacağı zarar tahmin edilenin çok üzerinde olur.) Eriyen buzullar birçok kıyı kentinin su altında kalmasına neden olurken, ada devletler su altında kaldıkları için ortadan kalkacaklar. Bu olay buralarda yaşayan yüz milyondan fazla insanın ölmesine ya da çevre göçmeni olmasına sebep olacak. 5
Bunlar yalnızca beklenen ve bilimsel araştırmalar sonucunda belirlenebilen tehlikelerdir. Dünya böyle bir sürece girdikten sonra, artık bunu durdurmanın, Allah'ın dilemesi dışında, hiçbir yolu yoktur. Sadece 1997 senesinde atmosferdeki karbondioksit gazının %25'lik bir artışı bile, Dünya'da sera etkisi yaparak küresel ısınmaya yol açmış, kutuplardaki buzullar erimeye başlamış, eriyen buzdağları okyanusların seviyesini yükseltmiş, kış her zamankinden daha ağır geçmiş, aşırı yağışlar, şiddetli fırtınalar, sel baskınları birçok insanı felakete götürmüştür. Ozon tabakasının delinmesi ile Dünya zararlı ışınlara maruz kalmış, kanser vakaları çoğalmış, yeni hastalıklar ortaya çıkmış, bitkilerde olumsuz gelişmelere rastlanmıştır. Yeşil Barış Örgütü (Greenpeace) ve ABD'li bilim adamları, Alaska'da yaptıkları bir incelemede Bering Buzulu'nun boydan 12 km. kısaldığını, yüzölçümünün de 130 km2 küçüldüğünü belirlemişlerdir. Deniz sıcaklığı 0,8 derece artmış, önemli bir denge unsuru olan mercanlar ölmeye başlamış ve planktonların % 80'i yok olmuştur. 6
Son birkaç yüzyıl içinde dünyanın sonunu getirebilecek pek çok ihtimal ortaya çıkmıştır ve gün geçtikçe bu ihtimallerin sayısı daha da artmaktadır. Şu anda dünya üzerinde meydana gelen olaylar bir sinyal niteliği taşımakta, dünyanın bir gün mutlaka sonunun geleceğini ve bu sonun gitgide yaklaşmakta olduğunu göstermektedir. Özellikle fizikçiler bu endişelerini sürekli dile getirmektedirler:
"Eğer evren, sınırlı bir düzen birikimine sahipse ve düzensizliğe doğru kaçınılmaz bir biçimde -sonunda termodinamik dengeye- değişiyorsa, iki çok derin çıkarımı hemen izlemeye başlar. İlki, evren sonunda ağır ağır yuvarlanarak, kendi entropisi içinde ölecektir. Bu fizikçiler arasında evrenin "ısı ölümü" olarak bilinir. İkincisi, evren ebediyen var olmuş olamaz, bu yüzden sınırlı bir zaman önce, dengesi son durumuna erişmiş olacaktır. Özet olarak: Evren daima var olmadı." 7
Şaşırtıcı olan, ölümün bu derece yakın olması gerçeğine karşın hala dünya üzerinde kendi sonunu düşünmeyen, Allah'tan korkmayan ve hırsla Dünya'ya bağlı olan birçok insanın var olmasıdır. Ve yine şaşırtıcı olan, ölüm gerçeği hatırlatıldığında ve bu zorlu günün detayları anlatıldığında insanların pek çoğunun, herşeye rağmen bütün bunları kendilerinden çok uzaklarda görmeleridir. Kuran ayetlerini baştan reddettiklerinden kıyamete dair tasvirler de onlar için bir anlam ifade etmemektedir. Bu insanlar sanki hiç ölmeyecekler ve dünyada sonsuza kadar kalacaklarmış gibi hazırlık yapmakta, bir anda son bulacak bir ömür için sonsuz hayatlarını tehlikeye atmaktadırlar. Oysa insanın, köşe bucak kaçtığı ölüm mutlaka kendisini bulacaktır. Ne insanın ne de evrenin ölümü karşısında, bir kaçış yolu veya alınacak bir tedbir yoktur. Bu açık gerçek bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Görüldüğü gibi dünyanın bir gün mutlaka yok olocağı, bir inanç olmasının ötesinde fiziksel bir gerçektir. Bu sonu hazırlayan sebepler birer birer kendini göstermekte, bilimsel gelişmeler çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. İnsanların bir bölümü, Allah'ın varlığına inanmasalar ya da herhangi bir dini inanca sahip olmasalar da kainatın kaçınılmaz bir sona doğru yaklaştığını ister istemez kabul etmek zorundadırlar. Bu durumda, kıyamet ve ahiret anlayışının dışında yeni bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış oldukça korkunçtur, çünkü anlamı sonsuz yokoluştur. Kainatın sonunun yaklaştığını hatırlatan alametler insanların önünde birkaç alternatif bırakmaktadır: İnkar edenlerin bazısına göre sonsuz yokoluş, Allah'a inananlar için ise ya sonsuz azap (Allah’ın dilemesi dışında) veya sonsuz nimet...
Kapalı Evren - Açık Evren Modeli:
Big Bang'in reddedilmesi mümkün olmayan, gözlemsel verilerden elde edilen bilimsel bir teori olduğu konusunda bilim adamları hemfikirdir. Buna göre kainat, sonsuz yoğunluktaki bir noktanın, birdenbire büyük bir patlama ile genişleyip, yayılması sonucu oluşmuştur. Bu patlama sonucunda hızla dağılan, gittikçe genişleyen ve soğuyan evren zamanla bugünkü halini almıştır.
Peki bu genişleme daha ne kadar devam edecektir? Bir maddenin kütlesi fazla ise çekim kuvveti de o oranda fazladır. Bu durumda yüksek çekim kuvveti genişleme hızını yener. Aksine çekim kuvveti az ise, bu kuvvetin genişlemeyi engellemeye gücü yetmez. Bilim adamlarına göre eğer evrenin kütlesi belirli bir değerin üzerinde ise genişleme bir gün duracak ve evren kendi içine çökecektir. Bu "Kapalı Evren" modelidir. Öte yandan evrenin kütlesi belirli bir değerin altındaysa, çekim kuvveti genişleme hızını yenemeyeceğinden evrenin genişlemesi hiç durmayacaktır. Bu da "Açık Evren" modelidir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Evren, Allah'ın daha önce başka bir sebebi vesile etmesinin dışında ya kapanıp tek bir noktada toplanarak ya da sonsuza kadar genişleyerek yok olacaktır. Evrenin kapalı veya açık, hangi model ile son bulacağını tahmin edebilmek için evrendeki kütle miktarını bilmek gerekir.
Evrenin kütlesini ölçmek son derece zor olduğundan bilim adamları kütle yerine yoğunluğu ölçmeyi denemişlerdir. Çünkü eğer evrenin yoğunluğu "kritik yoğunluk" dediğimiz bir değere ulaşıyorsa, sahip olduğu çekim gücü galaksilerin kaçış hızını yenebilir. Böylelikle evren bütün galaksileri kendisine doğru çekebilir. Ancak söz konusu yoğunluk kritik bir değere ulaşmıyorsa, genişleme sonsuza kadar devam eder. Çünkü bu çekim kuvveti, galaksilerin kaçış hızını yenemez. Bu noktadan yola çıkan sayısız bilim adamı evrenin sonunu öğrenmek amacıyla çok çeşitli incelemeler yapmış, araştırmacılar teleskop başında saatlerce galaktik sistemlerden gelen ışınları analiz etmişlerdir.
Bunun için galaktik sistemlerin hızları, büyüklükleri, parlaklıkları, uzaklıkları hesaplanıp, evrenin gerçek yoğunluk değeri araştırılmıştır. Elde edilen ilk bilgiler evrendeki hali hazır mevcut yoğunluğun kritik yoğunluğun değerine oldukça yakın olduğunu göstermiştir. Yani evrenin kapalı olması ihtimali daha yüksek olarak belirlenmiştir. Daha sonra bu çalışmaya 1986 yılında Amerikalı iki araştırmacı Edwin Loh ile Earl Spillar'ın binlerce galaksiyi tarayarak elde ettikleri sonuçlar da eklenince evrenin kapalı olduğu ihtimali %90'a ulaşmıştır.
Ayrıca bu %90'lık ihtimali ortaya çıkaran yoğunluk hesaplanırken dikkate alınmayan birçok unsur olmuştur. Örneğin ışık yaymayan karadelikler evrenin yoğunluk değeri hesaplanırken hiç göz önüne alınmamıştır. Buna göre evrendeki yoğunluk değeri karadeliklerin de hesaba katılmasıyla bir miktar daha artacaktır. Son yıllarda ismine karanlık madde denilen ve tüm galaksileri dolduran, gözle görülmeyen maddelerin yoğunluğunu da bunlara eklediğimizde ortaya çıkan tablo evrenin genişlemeyi bırakıp kendi içine çökeceği ihtimalinin olası olduğunu göstermiştir. Nitekim Dr. John Gribbin bu aşamada "Kapalı Evren modeli için ortaya atılan deliller, şimdiye kadar hiç bu kadar kuvvetli olmamıştı" demektedir. 8
Yani oldukça kritik bir yaş ve dengede olan evren her an yok olmaya hazır durumdadır. Allah Kuran'da Enbiya Suresi'nin 104. ayetinde evreni, yaratmaya başladığı durumuna döndüreceğini şu şekilde bildirmiştir:
Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaaddir. Elbette, Biz yapıcılarız." (Enbiya Suresi, 104)
Ayet ile kapalı evren modeline dikkat çekilmiş olma ihtimali yüksektir. Buraya kadar anlattıklarımızdan da görüldüğü gibi bilimsel veriler de evrenin tekrar büzüşme olasılığının yüksekliğini gösterir. Öyle ki maddeci fikrin savunucuları dahi elde edilen sonuçların kesinliği karşısında getirecek yeni bir iddia bulamamışlardır.
Chicago Üniversitesi Astronomi Bölümü Başkanı Schermann, eskiden evrenin kapalı olduğu fikrinin felsefi ve dini temellere dayandığını, ancak şu anda modelin doğruluğunu gösteren birçok teorik ve deneysel kanıt bulunduğunu belirtmektedir. 9
Evet evrenimiz 15 milyar yıldır genişlemektedir. Fakat çıkan sonuca göre Allah Katında zamanı belli olan bir günde, büyük ihtimalle çekim kuvveti genişlemeye egemen olacak ve genişleme duracaktır. Aşırı yoğun ve kapalı bir evrende çekim kuvveti egemen hale gelince herşey kendi içine çökmeye başlayacaktır. Herşey tersine döndüğünde, o zamana kadar soğuyarak genişleyen evren daralarak ısınmaya başlayacak, tüm galaktik sistemler hızla birbirine yaklaşacaktır.
Bu modele göre bir gün çekim gücü galaksilerin genişlemesini durduracak ve bu noktadan itibaren gittikçe artan bir süratle galaksiler birbirlerine doğru ilerlemeye başlayacaklardır. Uzayda şiddetli çarpışmalar olacak, dev gökcisimleri içiçe geçmeye, birleşmeye başlayacaktır. Ay, Güneş, Dünya, tüm gezegenler ve yıldızlar birleşecek, gittikçe büzüşen ve daralan evren yaşanan bu süreç sonunda, tek bir noktada toplanıp yok olacaktır. Tüm kainatın düzeni altüst olacaktır. Dünya'nın yörüngesinde meydana gelecek küçük bir oynamanın tüm canlıların kavrulmasına veya donmasına neden olacağını, atmosferdeki ufak bir delinmenin canlılığı ne kadar olumsuz etkileyeceğini, Dünya'nın 23o 27' 'lık eğikliğinde ufak bir değişiklik olması ile mevsimlerin oluşamayacağını biliyoruz. Böylesine hassas dengeler üzerine kurulu olan düzenin, evren büzülme sürecine girdiğinde ne kadar olumsuz etkileneceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Allah Kuran'da kıyamet günü Ay ile Güneş'in birleşeceğini bildirmiştir. Bu ayetlerde kapalı evren modeline dikkat çekiliyor olma ihtimali vardır. Büzülme gerçekleşirse belli bir zamanda Dünya'nın, Güneş Sistemi'ndeki diğer gezegenlerin, Ay'ın ve Güneş'in birbiriyle birleşeceği büyük bir olasılıktır.
Yine Kuran'da yıldızların yerlerinden kayıp döküleceği bildirilmiştir. (Tekvir Suresi, 2) Bu ayet de aynı şekilde kapalı evren modeline dikkat çekiyor olabilir. Çünkü bu ihtimalde de her bir yıldız kendilerine ait yörüngelerinden çıkıp, biraraya gelecektir. Geriye doğru daralan evrende uzay zaman boyutu da geriye doğru işleyecektir. Bu durumda yeryüzünde görülmesi muhtemel olan olaylar ile karadeliğe girilmesi aşamasında beklenen muhtemel olayların benzer olabilme ihtimali vardır. Çünkü herşey tersine döndüğünde yerçekimi kuvveti de tersine döner, yer ağırlıklarını dışarı atar. Yeryüzü sallanır, dağlar paramparça olur, denizler taşar. Ne kadar süreceği belli olmayan bir süreç içinde Allah'ın kıyamete ait olarak Kuran'da tasvir ettiği olaylar gerçekleşir.
Kısaca şunu söyleyebiliriz; kapalı evren modeli gerçekleştiğinde tüm evren daha önce de belirttiğimiz gibi tek bir noktada birleşip yok olacaktır.
Genişleyen evren modeli de evrenin kurtuluşu demek değildir. Bu modelin gerçekleşmesinin anlamı, evrenin bambaşka olaylarla yok olacağıdır. Evrenin yaratıldığı andan itibaren sürekli olarak yoğunluğu artmış ve sıcaklığı mutlak sıfıra çok yaklaşmıştır. Uzayın hali hazırdaki sıcaklığı -270 derecedir ki, bu sıcaklık mutlak sıfırdan yalnızca 3 derece yüksektir. Evren genişlemeye devam ettiği sürece sıcaklık daha da düşecektir. Canlılığın var olması için gerekli olan ısı -270 derecedir. Sıcaklığın bu miktardan 1 derece az veya 1 derece çok olması zaten tüm canlıların ölmesi anlamına gelmektedir.10 Evren genişlemeye devam ettiği müddetçe bu oranın sabit kalması gibi bir ihtimal yoktur. Sıcaklık düştüğünde insanlık ortadan kalkacaktır.
Son yapılan araştırmalardaki kesin bulgular kapalı evren modelinin gerçekleşebileceği ihtimalini ortaya koymaktadır. Ancak bilim adamlarının yaptıkları detaylı çalışmalar sonucunda oybirliği ile vardıkları sonuç, bu modellerden hangisi hakim olursa olsun evrenin akibetinin değişmeyeceğidir. İki modelde de evren ölecek, fakat bu ölüm farklı şekillerde sonuçlanacaktır. İlerleyen bölümlerde detaylı olarak anlatıldığı gibi her iki model de dünyaya kıyameti getirecektir. Fakat bunun yanında dünyanın sonunu getirebilecek başka sebepler de bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi güneşin ömrünü tamamlamasıdır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
Bilindiği gibi evreni oluşturan gökcisimleri doğarlar ve varlıklarını belli bir süre devam ettirdikten sonra ölürler. Güneşimizin de böyle sınırlı bir ömrü vardır. Evren kapalı ya da açık evren modellerinden birisiyle son bulmadan önce, Güneş'in ömrünü tamamlaması ihtimali söz konusudur. Güneş'in ömrünü tamamlaması ise, elbette Dünya'nın da ölmesi anlamına gelmektedir.
Tahmini olarak 5 milyar yaşında olan Güneş, her saniye 564 milyon ton hidrojeni 560 milyon ton helyuma dönüştürerek, arta kalan 4 milyon ton maddeyi enerjiye çevirir. 11 Güneş, hidrojeni yakıp tüketme aşamasına geldiğinde, Dünya'nın sonu gelmiş olacaktır. Bu aşamada merkez tabakalarında yoğun halde bulunan hidrojenin yerine helyum artmaya başlayacak, şu anda 20 milyon derece olan Güneş'in merkezdeki sıcaklığı 100 milyon dereceyi bulacaktır. Böylece Güneş'in merkezi oldukça kızgın bir kor durumuna gelirken, etrafı da giderek şişen dış tabakalardan oluşmuş bir görünüm alacak, Güneş'te sarının yerine kırmızı bir renk hakim olacaktır. Dolayısıyla Güneş adeta kırmızı bir deve dönüşecektir.
Bilim adamlarının bu aşamadan sonra öngördükleri gelişmeler ise şöyledir: Dünya'daki yaşamın can damarı olan Güneş, çok fazla büyüyüp şişer ve çevresindeki geniş alanı kapsamı altına alır. Daha sonra etrafında bulunan gezegenlere ateş ve alev püskürtmeye başlar. Bunun doğal sonucu olarak etrafındaki tüm küçük gezegenler yok olmaya başlar. Dış yüzeyi şu ankinden daha sıcak olmamasına rağmen, hacimce çok irileştiğinden yakınında bulunan gezegenler yaydığı ısıdan çok fazla etkilenir. Ilk olarak Merkür arkasından da Venüs Güneş'in ışınları ile erir.
Sık sık belirttiğimiz gibi dünya üzerindeki canlılığın devamı ancak evrende var olan pek çok dengenin korunmasına bağlıdır. Örneğin Dünya'nın Güneş'e şimdiki uzaklığından biraz daha yakın olması tüm canlı hayatın yanıp, kavrulması için yeterlidir. Bu yüzden Güneş şişmeye başladığında, daha Dünya'ya ulaşmadan Dünya'daki düzen bu gelişmeden çok fazla etkilenecektir. Güneş'in Merkür ve Venüs'ü kavurduğu bir aşamada, Dünya'nın zaten tüm dengesi bozulmuş olacaktır. Bu sırada Dünya'da yaşamdan söz edilmesi imkansızdır. Bir süre sonra, Güneş'in yaydığı bu yoğun ışınlar ile önce okyanuslardaki sular aşırı sıcaktan buharlaşacak, dağlar taşlar bir anda eriyerek gaz haline gelecektir. Tüm Dünya göz açıp kapayıncaya kadar geçen kısa bir sürede yanarak, bitip bir avuç toz halinde uzaya karışıp gidecektir. Bu Dünyamızın sonudur. Bilim adamları bu sonuca Güneş büyüklüğündeki yıldızlar üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda ulaşmışlardır. Bizden uzakta bulunan birçok yıldız, tarifini yaptığımız bu kırmızı deve dönüşmektedir. Kırmızı devin etrafında yaptığı etkiler nedeniyle de uzayda her an olağanüstü olaylar yaşanmaktadır.12 Dev güneş tüm yakıtını kullandıktan sonra iç tabakalarının ağırlığını kaldıramayacak duruma gelecek ve bu tabakalar çekirdeğe doğru çökmeye başlayacak. ve bunun sonucunda da daha küçük, daha yoğun ve daha soğuk bir “beyaz cüce” oluşmuş olacaktır. Bu aşamadan sonraki milyarlarca yıl süresince de soğuyarak artık ışık saçamaz duruma gelecektir.
Bir başka bilim adamı Güneş'teki enerji azalmasını şu şekilde ifade ediyor:
"Güneş'e gelince, açıkça sonsuza dek neşeli neşeli yanmayı sürdüremeyecektir. Yıldan yıla yakıt rezervi azalıyor, öyleki, sonunda soğuyacak ve donacaktır. Aynı belirti ile Güneş'in ateşi onu sadece sınırlı bir zamana dek tutuşturulabilecektir: o, enerjinin sonsuz kaynaklarına sahip değildir."13
Bu durum yokoluşla sonuçlanabilecek ihtimallerden sadece biridir. Bu olayların doğal sonucunda Güneş'ten gelecek olan felaket kaçınılması mümkün olmayan bir sondur. Ancak yapılan incelemeler Dünyanın sonunu hazırlayabilecek daha pek çok etkenin bulunduğunu göstermiştir.
Bilindiği gibi evrende her an hareket halinde olan irili ufaklı milyonlarca göktaşı vardır. Bunların bir gezegen ya da yıldıza çarpması sonucunda oluşabilecek etkiyse, göktaşının büyüklüğüne göre değişmektedir.
Bilim adamlarının bildirdiğine göre, her yıl 10 milyon tondan fazla göktaşı Dünyamıza düşmekte, ancak atmosfere girdiklerinde, sürtünmenin de etkisiyle, Dünya yüzeyine düşene kadar birçoğu kül olmaktadır. Bir başka deyişle atmosferin koruyucu etkisi sayesinde Dünyamız her gün yaşanması olası felaketlerden korunmaktadır. Ancak sonraki bölümlerde daha detaylı olarak üzerinde durulacağı gibi, bu göktaşlarının arasında Dünyamıza düşmesi durumunda yaşamın son bulmasına sebep olabilecek kadar büyük olanları da bulunmaktadır. Nitekim daha önce Dünya'ya düşen bazı göktaşlarının Dünya'nın jeolojik ve ekolojik yapısında, önemli değişikliklere neden olduğu bilinmektedir.
Bunlardan biri 20. yy başında Sibirya'da Tunguska'ya düşen 60 km. çapında olduğu tahmin edilen göktaşıdır. Bu göktaşı 2000 km2'lik ormanı yok etmiş ve Hiroşima'ya atılan atom bombasının bin katı büyüklüğünde bir patlamaya neden olmuştur. Söz konusu bölgede hiç kimsenin yaşamaması mutlak bir felaketi engellemiştir. Tahminlere göre aynı taş, örneğin Eyfel Kulesinin tepesine düşmüş olsaydı, tam on milyon kişinin yok olmasına neden olacaktı.14
Dünyaya derin şekilde etki edebilecek felaket ihtimallerinin ne derece büyük olduğunu gösteren Tunguska asteroidinin Dünya'ya çarpması ile gelişen olaylar şu şekilde olmuştur:
"30 Haziran 1908 gününün erken sabah saatlerinde Orta Sibirya göklerinde seyretmekte olan kocaman bir alev yumağı görüldü. Ufukta, temas ettiği yerde, büyük bir patlama oldu. 2000 kilometrekarelik bir ormanlık bölgeyi yerle bir etti ve temas etmesiyle binlerce ağacı yakması bir oldu. Yerkürenin çevresini iki kez dolaşan atmosferik şok yarattı. Ardından iki gün süreyle atmosfere öylesine incecik bir toz yayıldı ki, olay yerinden 10.000 km. ötede olan Londra sokaklarına düşen ışık parçaları altında gazete zor okunabiliyordu." 15
O günün dehşetini yaşayan insanların karşılaştıkları bu felaketle ilgili açıklamaları bize olası felaketlerle ilgili ipuçları vermektedi:
"Evimin sundurmasında oturuyordum. Kahvaltı zamanıydı. Kuzeye doğru bakıyordum. Birden gökyüzü ikiye bölündü... Ve ormanın kuzey bölümünde gök ateşler içindeydi. O anda gömleğimin bir tarafı yanmaya başlamış gibi bir sıcaklık hissettim üzerimde... O anda gömleğimi çıkarıp fırlatmak istedim, ama o anda gökte bir gürültü koptu. Sundurmadan fırladığım birkaç metre ötede yere kapaklanmış buldum kendimi. Bir an kendimden geçmişim. Karım koşup beni kulübeye taşıdı. Gümbürtünün ardından gökten sanki yağan taşların sesleri ya da kurşun sesleri geldi. Yer sarsıldı. Yere kapaklandığımda taş çarpmasından korktuğum için başımı ellerimle örttüm. O anda gök yarıldığında kaynar gibi bir rüzgar, sanki patlayan bir toptan çıkmış gibi bir esinti kulübeleri taradı. Rüzgar tararken toprağın üzerinde de iz bırakıyordu." 16
Kaldı ki bir sonraki dev göktaşının nereye düşeceği meçhuldür.
Bilim adamlarına göre "Tunguska Asteroidi'nin" büyüklüğünde bir asteroid Dünya'ya her iki yüz yılda bir çarpmaktadır. Bu da böyle bir felaketin ne derece yakın olduğunu göstermektedir. Üstelik bu defa göktaşının isabet edeceği yerin, bir yaşam merkezi olmaması için de bir sebep yoktur. Bugün meydana gelecek böyle bir çarpışmanın etkileri konusunda bilim adamları oldukça endişelidir:
"Eğer bugün böyle bir çarpışma olacak olsa, özellikle o anın panik havası içinde, bir atom bombası patlamasıyla karıştırılabilir. Kuyruklu yıldızın çarpış etkisi ve alev yumağı, bir megatonluk nükleer bomba patlamasının tüm etkilerini yapabilir. Mantar biçiminde yükselen bulut da buna dahildir. Ancak şu farkla ki gamma ışınları ve radyoaktif döküntüye neden olmazdı." 17
Bu boyutta bir kütlenin kalabalık bir şehire düşmesi milyonlarca insanın ölmesi anlamına gelmektedir. Denize düşmesi ihtimali de aynı oranda tehlike içermektedir. Asteroidin kütlesi ve hızı deniz üzerinde dev dalgalara sebep olacak ve meydana gelen tsunamiler deniz kenarındaki yerleşim alanlarındaki hayatı yok edecektir. İşin daha düşündürücü olan tarafı, verdiğimiz örnekten daha büyük asteroidlerin ve kuyruklu yıldızların Dünya'ya çarpma ihtimalinin oldukça yüksek olmasıdır. Daha büyük bir çarpmanın bir kıtanın tümünü yok etmesine ve atmosferin tümünü zehirle doldurmasına ise kaçınılmaz bir son olarak bakılmaktadır. Böyle bir ihtimalde, tüm Dünya'yı etkileyecek olan felaketi düşünmek bile yeterince ürkütücüdür. Göktaşlarına karşı dört koldan çare aranmasıyla beraber, bugüne kadar bulunan yöntemlerin yetersiz olduğunu da bilim adamları her fırsatta itiraf etmektedirler.
Bilim adamları uzayda tespit edilen göktaşlarının Dünya'ya çarpması ihtimalinin gün geçtikçe daha da güçlendiğini belirtmektedirler. Belfast'taki Queen's Üniversitesi'nden Astronom Alan Fitzsimmons, Dünya'ya çarpma doğrultusunda ilerleyen büyük göktaşlarının varlığı konusunda kesin deliller elde ettiklerini belirtmiştir ve düşüncelerini "Bunların bize çarpmalarını bekliyoruz. Çarpacaklarını biliyoruz. Bu sadece bir zaman sorunu." diyerek ifade etmiştir. 18
Her yıl Dünya atmosferine giren 10.000 tondan fazla göktaşı, yine atmosfer sayesinde, bizim haberimiz bile olmadan, erimektedir. Ancak bu göktaşlarının atmosferde eritilemiyecek kadar büyük olanları da vardır.
Kuşkusuz Walter Alvarez T. Rex and Creater of Doom (T. Rex ve Kıyamet Gününün Yaratıcısı) adlı kitabında kuyruklu yıldız veya göktaşının Dünya atmosferine girmesi durumunda olabilecek olayları şöyle anlatıyor:
"Bir kuyruklu yıldız kirli buzdan oluşan bir toptur ve Güneş'in sıcaklığından dolayı buharlaşarak gazlarını püskürtmektedir. Ve kıyamet gününü, titrek parıldayan bir yıldız haber verecek olabilir.... Bu yıldız gündüz bile görülecek, geceyi de apaydınlık kılacaktır. Bu olaya kuyruklu yıldız yerine bir asteroid de sebep olabilir." 19
Bundan 65 milyon yıl önce bilim adamları tarafından Dünya'ya oldukça büyük bir cismin düştüğü saptanmış (bu cismin büyük ihtimalle kuyruklu yıldız olduğu tahmin edilmektedir) ve bu göktaşının yeryüzünde oldukça önemli etkilerinin olduğu belirtilmiştir. Bundan ve daha sonra da düştüğü tespit edilen diğer gök cisimlerinden yola çıkılarak, Dünya'ya böyle bir nesnenin çarpması sonucu oluşacak olan muhtemel olaylar tahmin edilebilmektedir.
Bir kuyruklu yıldızın çarpmadan önce, hareketinden yaydığı enerji 100 milyar megatonluk TNT'ye eşittir. Bu miktar kuyruklu yıldızın 1 saniye içinde buharlaşmasına ve 40 km. derinlikte bir delik açmasına neden olur. Bir kıyas yapacak olursak, bir hidrojen bombası sadece bir megaton TNT'dir ve soğuk savaş esnasında dünyada bu tip silahlardan 10.000 adet vardı. Kuyruklu yıldızın gücü ise dünyanın tüm cephaneliğinden 10.000 kat daha fazla patlamaya eşittir.
Kuran'da kıyamet günü çok büyük sarsıntıların olacağı, herşeyin yerle bir olacağı, denizlerin taşacağı bildirilmiştir. Kuyruklu yıldız veya büyük bir göktaşının Dünya'ya çarpma ihtimali, Kuran'da geçen bu olayların tek tek yaşanmasına neden olabilir. Sismik dalgalar yüzünden deniz altında dev heyelanlar oluşur; bunun sonucu tsunamiler(dev dalgalar)dir. Daha önce meydana gelen sismik dalgalarla gerçekleşen tsunamiler öylesine büyük olmuştur ki araştırmacılar bu tsunamilerin deniz dibinde kanallar açtığını belirtmektedirler.
Nitekim yapılan araştırmalar yakın zamanlarda Mexico körfezi kıyılarına çarpan bir cismin etkisiyle oldukça büyük tsunamilerin oluştuğunu ortaya koymuştur. Florida'ya yönelen tsunami daha da yükselerek kıyıda büyük bir tehlike oluşturmuş ve ormanları yok etmiştir. Bugün belki pek çok insan, mutlaka karşılaşacakları ölümü ve kıyameti akıllarına dahi getirmeden yaşamaktadır. Oysa dünyaya böyle bir azabın çeşitli yollarla gelmemesi için hiçbir sebep yoktur. Örneğin yukarıda anlattığımız olaydan bir gün önce toprak son derece verimliyken, çarpma meydana geldikten birkaç saat sonra Mexico ve Amerika topraklarının büyük bir çoğunluğu tamamen çorak kalmıştır. 20
Allah bizlere 14 asır öncesinden kıyamet gününde "göğün za'fa uğrayacağını" (Hakka Suresi, 16) "maden gibi eriyeceğini" (Mearic Suresi, 8) bildirmiştir. Bu olaylar kuyruklu yıldızın Dünya'ya çarpması veya dev bir göktaşının yeryüzüne düşmesi sonucunda ortaya çıkan manzara ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.
The Last Three Minutes (Son Üç Dakika) adlı kitabında Paul Davies Dünya'ya çarpacak bir kuyruklu yıldızın etkisini anlatırken, gökyüzünün yükseklerinden devasa bir ışık ışınının gökleri yakmaya başlayacağını ve maden gibi eriteceğini söylemektedir. Yine aynı bölümde Paul Davies, uzayın içinde oluşan vakumdan dolayı kaynayan gazın bir girdap oluşturacağını bildirmiştir. Bu açıklama Rahman Suresi'nde geçen bir ayet ile çok büyük benzerlikler göstermektedir:
Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül gibi olduğu zaman. (Rahman Suresi, 37)
Göğün eriyerek akması, erimiş yağ veya erimiş maden gibi, kızgın yoğun bir sıvıyı andırmaktadır. Yine böyle bir durumda göğün akkor haline geleceği, yani kızgın ve kırmızı bir renk alacağı bilinmektedir. Paul Davies'in bildirdiği gibi o gün kaynayan gaz girdap şeklini alabilir. Böyle bir şeyin kıpkırmızı bir güle ne derece benzeyeceği ise açıktır.
Allah Kendi Katında belirlenmiş olan bir zamanda insanları kıyamet günüyle karşılaştıracak ve Kuran'da bildirdiği bütün olayları teker teker gerçekleştirecektir. Ancak anlatılanlardan da görüldüğü gibi kıyameti meydana getirecek olayların bu sebeplerden birisi veya tamamıyla aynı anda gerçekleşmesi de ihtimal dahilindedir.
Buna benzer olaylar geçmişte de meydana gelmiştir. Hem göktaşları hem de kuyruklu yıldızlar Dünyamıza kimi zaman bölgesel, kimi zaman da daha geniş alanlara yayılan zararlar vermişlerdir. Bir sonraki karşılaşmanın ne zaman olacağını ise yalnızca Allah bilmektedir.
Bilim adamları, 2028'de Dünya'nın çok yakınından geçecek olan göktaşının okyanusa düşme ihtimalinde Amerika ve Avrupa'nın sular altında kalacağını, karaya düşerse çok daha büyük felaketlerin yaşanacağını bildirmişlerdir. Göktaşının atmosfere girmesi depremlere ve yanardağ patlamalarına yol açacak, oluşan toz bulutları Dünya'yı karanlığa gömecektir. Astronomlar böyle bir göktaşının Dünya'ya yaklaşmasının bile oldukça büyük bir tehlike oluşturacağına dikkat çekmektedirler. 21
Yine bilim adamları 1993 yılında Dünyamızın çok yakınından geçen Swift-Tuttle adında bir kuyruklu yıldızdan bahsetmektedir. Bu yıldız 2126 yılında tekrar beklenmektedir. Yapılan hesaplar bu yıldızın Dünya'ya çarpma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu, sadece iki haftalık bir mesafe ile Dünya'ya teğet geçeceğini ortaya çıkarmıştır. Bu oldukça yakın bir mesafedir. Ve birçok bilim adamı bu yakın mesafeden dolayı büyük bir tedirginlik duymaktadır. Bu cisimlerin yörüngelerindeki düzensizlikler Güneş Sistemi içerisinde sürekli bir trafik meydana gelmesine sebep olmaktadır. Bu da elbette hem Dünya'nın hem de diğer gezegenlerin sürekli tehdit altında olması demektir. Uzmanlara göre er veya geç Swift-Tuttle veya onun gibi bir nesne Dünya'ya çarpacaktır. Bu objelerin bazıları tüm dünya'daki nükleer silahların toplamından daha fazla zarar meydana getirecek kapasitededir. Sadece bu olayın ne zaman olacağı belli değildir.
Paul Davies "Kuyruklu yıldız çarptıktan sonra insanlık tarihinde ani ve örneksiz bir son meydana gelecektir" diyerek konunun önemini vurgulamakta ve "Meydana gelecek olan bir çarpmanın insanların soyunu tüketebileceğini" söylemektedir. 22
The Last Three Minutes adlı kitabında konuya oldukça geniş yer veren Paul Davies, 21 Ağustos 2126 günü Swift-Tuttle'ın Dünya'ya çarpacağını ve bugünün Dünya'nın son günü olacağını vurgular. Yazarın anlattıklarıyla Allah'ın Kuran'da kıyamet günü olacağını bildirdiği olaylar birbirine son derece yakındır. Paul Davies'in o güne ait tasviri şu şekildedir:
"21Ağustos 2126,
Son Gün
Yer: Dünya...
Kuyruklu yıldız ufak başı ile şiddetli harap edici gücünü sanki saklıyor. Dünya'nın üzerine saatte 40.000 mil hızla, saniyede 10 trilyon tonluk buz ve kaya kütleleri geliyor. Sesin hızının 70 bin katında bir çarpma meydana gelecek...
... Deniz seviyesinden itibaren (sıfır metreden itibaren) gökyüzü yarılarak açılır. Binlerce kilometre küplük hava infilak eder. Bir şehir genişliğinde sapsarı bir alev on beş saniye içerisinde Dünya'yı deşmeye başlar. Gezegen, yani Dünya, 10 bin depreme uğramış gibi sarsıntıya tutulur. Yer değiştiren bir hava dalgası dünya üzerinde ne varsa siler süpürür, tüm yapıları dümdüz eder. Yoluna çıkan herşeyi ezer geçer. Çarpmanın etkisiyle meydana gelen kratere dünyanın içindekiler dökülmeye başlar. Erimiş kayalardan oluşmuş bir duvar dalgalanarak, ağır hareketlerle çalkalanmaya başlar.
Kraterin içerisinde trilyonlarca ton kaya buharlaşır. Bir kısmı havaya sıçrar ve çoğu uzaya doğru fırlar... Hala bir kısmı, yüzlerce, hatta binlerce mil uzaktan kıtanın yarısına inmek üzere yukarıdalar. Aşağıdaki herşeye büyük bir yokoluş getirecekler. Erimiş olan atıkların bir kısmı okyanusa akarak, devasa tsunamilerin meydana gelmesine sebep olur. Tozlu atıklar atmosfere yayılır ve Dünya'nın çevresini kaplayarak, güneş ışığının gelmesini engeller. Güneş ışığı yerine, milyarlarca meteorun parlaklığı ışık saçar. Bu ışık; yakıcı ısısı ile yeri kavurur." 23
Bu tanım kuşkusuz hiç de uzak değildir. Buna neden olan sadece bir kuyruklu yıldızdır ve böyle bir kuyruklu yıldızın ne zaman Dünya'ya çarpacağı belli değildir. Kıyamet, insanlar her ne kadar kabul etmek istemeseler de, karşılarına hiç de uzak olmayan ihtimallerle çıkabilir. Kuran'da önemli bir gerçek haber verilmektedir. Ayette belirtildiği gibi kuşkusuz kıyamet saati gitgide insanlara yaklaşmaktadır:
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah herşeye güç yetirendir. (Nahl Suresi, 77)
Bugün pek çok galaksinin merkezinde dev kütleli karadelikler olduğu düşünülmektedir. Sahip oldukları korkunç çekim alanlarıyla, çevrelerinde bulunan herşeyi yutan bu kozmik anaforlar kendi ürettikleri ışınları dahi içlerine çekerler. Etraflarında bulunan herşeyi yuttukça, çekim güçleri artar. Kendilerinden kat kat büyük yıldızları, gezegenleri, daha küçük karadelikleri, hatta galaksileri dahi kendilerine çekebilirler. Bu nedenle bir karadelik gittikçe şişer, artık daha geniş bir alana etki ederek çevresinde bulunan herşeyi yutar.
Dünya, evrende uçsuz bucaksız bir boşluk içinde süratle hareket etmektedir. Dolayısıyla Dünya'nın bu sonsuz boşluk içinde, böyle bir karadeliğin etki alanına girmesi de ihtimal dahilindedir.
Karadelik herşeyi içine çeken, oldukça yoğun bir oluşumdur. Çekim gücü çok fazladır, bu yüzden karadeliklerin çekim alanlarına giren herhangi bir kütlenin bu çekimden kaçabilme ihtimali yoktur.
Karadelik tıpkı bir elektrik süpürgesinin hortumu gibi çevresinde bulunan herşeyi içine çeker. Tonlarca ağırlıktaki kütlelere sahip olan gezegenler, uydular, göktaşları, hatta yıldızlar bile karadeliğin çekim gücüne karşı koyamazlar. Bir kere karadeliğin çekim alanına girdikten sonra, artık asla geriye dönüş yoktur.
Peki karadelik, içine giren herşeyi neden çeker?
Bilindiği gibi her cismin belli bir çekim kuvveti vardır. Buna Dünyanın çekim gücünü örnek verebiliriz. Bir taşı havaya attığınızda taş, atış hızına bağlı olarak bir müddet yol aldıktan sonra, yerin çekim kuvveti nedeniyle tekrar yere düşer. Bir cismin Dünya'nın çekim gücünden kurtulabilmesi için belli bir hızın üstüne çıkması gerekir ki, bu hıza "kaçış hızı" denir. Örneğin bir roketin bir müddet yükseldikten sonra tekrar düşmemesi için kaçış hızıyla hareket etmesi gerekir. Dünya'nın kaçış hızı saniyede 11,2 km'dir. Bu nedenle roketin uzaya gidebilmesi için saniyede 11,2 km'ik bir hızla hareket etmesi gerekir.
Karadeliğin kaçış hızı ise ışık hızından fazladır. Yani karadeliğin çekim alanına giren bir cismin onun çekim gücünden kurtulabilmesi için ışık hızından fazla bir hızla karadelikten uzaklaşması gerekmektedir. Ancak hiçbir madde ışık hızını aşamayacağı için karadeliğin çekim alanından da kurtulamaz. Öyle ki saniyede 300.000 km. gibi yüksek bir hızla hareket eden ışık demetleri bile karadeliğin çekim gücüne karşı koyamazlar. Bu nedenle ışığı dahi yutan bu gök cisimleri, her zaman karanlıktır. İşte uzayda müthiş bir hızla ilerleyen Dünyamızın birgün böyle bir karadeliğin çekim alanına girmemesi için de hiçbir sebep yoktur.
Nitekim ABD'li gökbilimciler, Güneş Sistemimizin de içinde yer aldığı Samanyolu galaksisinin merkezinde, her biri Güneş büyüklüğünde milyonlarca yıldızı yutabilecek kapasitede ve halen aktif olan iki tane karadelik belirlediklerini açıkladılar.
Amerikan Astronomi Derneği yıllık toplantısında açıklanan bilimsel raporlara göre, karadeliklerden biri Samanyolunun tam merkezinde, Dünya'dan 26.000 ışık yılı, yani 9.6 trilyon km uzaklıkta bulunuyor. "Sagittarius A" (A-Star) adı verilen karadeliğin kapladığı hacim, bizim Güneş Sistemi büyüklüğünde, ancak kütlesi milyonlarca kez daha fazla. Hesaplamalara göre 2.6 milyar Güneş kütlesine eşit bu karadelik çevresindeki yıldızları saniyede 965 km'lik bir hızla kendisine doğru çekiyor. Bu kuşkusuz önemli bir gelişme ve aynı oranda da büyük bir tehlikedir. Samanyolu'nun tam ortasında böyle bir tehlikenin var olması, Dünya'yı tehdit eden karadelik tehlikesinin hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Dünya'dan 40.000 ışık yılı ötedeki disk şeklindeki "Old Faithful" adlı ikinci karadelik ise çok daha büyük. Bu karadelik, çevresindeki yıldızları doymak bilmeyen bir canavar gibi devamlı olarak yutuyor.
A-Star'ın saniyede 965 km. gibi yüksek bir hızla çevresindeki yıldızları çekmesi, bu karadeliğin bu yıldızları yuttuktan sonra çekim gücünün artacağını göstermektedir. Böylece çevresinde bulunan nesneleri daha büyük bir hızla çekmeye başlayarak, böyle bir sürecin sonucunda inanılmaz bir çekim gücüne sahip olacaktır.
Daha önce anlattığımız gibi, karadelikler ışık demetlerini de yutarlar. Bundan dolayı en gelişmiş teleskoplar aracılığıyla, yakınına dahi gidilse görülmez, fark edilemezler. Bu sebeple onların keşfedilmesi ve varlığından emin olunabilmesi için birtakım çalışmaların ve ölçümlerin yapılması gerekmektedir. Bilim adamlarının tespit ettikleri karadeliklerin çeşitli ihtimaller üstüne yapılan ölçümler sonucu varlıkları ispatlanmıştır. Şu anda yapılan çalışmaların yetersizliği nedeniyle varlığı ispatlanmayan daha birçok karadeliğin mevcut olması ihtimali oldukça kuvvetlidir.
Öyle ki, bugün birçok bilim adamı Güneş'in bir eşinin olduğunu ve bu yıldızın sonradan karadeliğe dönüşmüş olabileceğini belirtmektedirler. Bu tahminin nedeni de Samanyolundaki tüm yıldızların ikili, üçlü, beşli gruplar halinde bulunmalarıdır. Güneş'in yalnız bir yıldız olması birçok bilim adamına bir eşinin var olup, sonradan karadeliğe dönüşmüş olması ihtimalini düşündürüyor. Bu ihtimali güçlendiren deliller ise azımsanamıyacak kadar yüksek. Bu teori bugün araştırılıyor; fakat Güneş'in Dünyamızdan sadece 150 milyon km. uzakta olduğunu düşünürsek böyle bir ihtimalin Dünyamız için ne derece büyük bir tehlike arzettiği açıkça ortadadır. Kısaca bizim haberimizin olmadığı bir anda Dünyamızın, herhangi bir karadeliğin çekim alanına girmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Bugün birçok bilim adamı Dünya'nın muhtemel olarak karadelikler tarafından yutulmak suretiyle yok olacağını düşünmektedir. Dünya böyle bir karadeliğin içine girmese bile bir karadeliğin bulunduğumuz sistemin yakınından geçmesi de kuvvetli bir felaket ihtimalidir. Bir karadelik sessiz sedasız, Güneş Sistemi'ne yaklaştığında ne olur?
Böyle bir gökcisminin bulunduğumuz sistemin yakınından geçmesi birçok gezegenin yörüngelerinden çıkmasına sebep olabilir. Elbette buna benzer birçok olay sonucunda Dünya'daki pek çok denge altüst olacaktır. Yüzlerce, binlerce asteroid böyle bir çekim kuvvetinden etkilenebilir. Bunlardan karadeliğe kendileri çekilenler olabileceği gibi, çekimden etkilenen yüzlerce ya da binlerce gökcismi de Dünya'ya düşebilir.
Bugün evrende bizimki gibi 200'e yakın galaksi daha olduğu ve her galaksinin bünyesinde de Güneşimiz gibi 200 milyar Güneş olduğu tahmin edilmektedir. Bu dev gökcisimlerinin ise hiçbiri sabit olarak yerlerinde durmamaktadır. Hepsi hem kendi çevrelerinde dönmekte, hem de belli bir istikamete doğru ilerlemektedir. Sözgelimi Dünya, içinde bulunduğu galaksinin hareketi nedeniyle Solap Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızına doğru oldukça yüksek bir hızla hareket etmektedir. Diğer galaksiler de aynı şekilde hareket etmektedir. Nitekim halen uzayda büyük çarpışmalar ve dev patlamalar olmakta, Dünyamızdan milyonlarca ışık yılı uzakta gerçekleştiği için insanlar bu olaylardan haberdar olmamaktadırlar.
Örneğin Amerikan Hubble teleskobu Dünya'dan 63 milyon ışık yılı ötede meydana gelen bir çarpışmanın resmini çekmiştir. NASA'ya ulaşan fotoğrafları inceleyen bilim adamları söz konusu görüntülerde iki galaksinin birbiriyle çarpışmasının yer aldığını bildirmişlerdir. Son derece ayrıntılı ve çarpıcı bir şekilde belirlenen bu çarpışma sonucunda yeni gök cisimleri, aynı zamanda da kilometreler boyunca etrafa yayılan hidrojen gazı bulutları meydana gelmiştir. Böyle bir çarpışmanın Dünya'nın yakınlarında olması durumunda, belki de Dünya'nın sonunu belirleyen sebeplerden bir tanesi gerçekleşmiş olacaktır.
Üstelik bilim adamları Dünya'nın içinde yer aldığı samanyolu galaksisini de muhtemelen böyle bir sonun beklediğini bildirmişlerdir. Bu konu ile ilgili bir haber şöyledir:
"Astrofizikçiler Dünyamızın ciddi ve yakın problemleri olduğundan bahsediyorlar. Bunlardan ilki, olası bir süpernova patlaması. (süpernova: çok parlak duruma gelerek, bazen gündüz bile görünebilen yıldız) Bu patlamanın nerede ve ne zaman olacağı henüz kesin değilse bile, ortaya atılan iddialar oldukça yakın bir geleceğe ait ve pek de içaçıcı değil. Bilim adamlarına göre, Dünya'dan yaklaşık 430 ışık yılı uzakta bulunan, dev kırmızı Betelguise yıldızı patlamaya hazır görünüyor. Bilim adamlarına göre bu tür yıldızlar (hipernova), karadeliklerin birleşmesi ya da bu karadeliklerin nötron yıldızlarıyla birleşmesi sonucunda oluşuyor. Ancak kimse, bu korkunç bombaların evrene nasıl dağılmış olduğunu veya herhangi birinin Dünya'ya yaklaşması halinde, sonumuzun ne olacağını bilmiyor." 24
Kuran'da o gün dünyada şiddetli sarsıntıların olacağı, insanların büyük bir dehşet yaşayacağı, Güneş'in, ayın, yıldızların kararacağı, herşeyin hızla yok olacağı bildirilmiştir. Böylesine muhtemel bir çarpışma sonucunda tüm bu sayılanların bir anda gerçekleşeceği, sadece Dünya'nın değil tüm Samanyolu Galaksisi'nin de bundan etkileneceği açık bir gerçektir.
Görüldüğü gibi yapılan bilimsel çalışmalar da bize Allah'ın Kuran'da vaat ettiği kıyametin bir gün mutlaka geleceğini gösteriyor. Kuran'da belirtildiği şekilde canlı-cansız her varlık gibi dünya da bir gün yok olacak ve Allah gökleri ve yeri yok ettikten sonra, bambaşka bir gök ve bambaşka bir yer yaratacaktır. Ancak Allah'ın bunun için bir sebebe ihtiyacı yoktur. Bunlar ancak Dünya'nın fiziksel olarak da bir ölümü olabileceğini açıklamak için anlatılmışlardır. Ancak kuşkusuz Allah dilerse bugün ya da yarın hiçbir patlama, çarpışma vs. olmadan kıyameti başlatabilir.
Buraya kadar saydığımız olasılıklar canlılığın yok olması için muhtemel olan çok sayıda ihtimalden yalnızca birkaç tanesidir. Dünya'nın bu sebeplerden birisi ile karşılaşması ihtimal dahilindedir. Yapılan araştırmalar bunların olası bir gerçeğe işaret ettiklerini göstermektedir.
Evrenin gitgide açılması sonucunda da yine evreni bekleyen farklı bir ölüm şekli vardır. İnsanların birçoğu bu ihtimalleri kendilerinden uzak gördüklerinden veya bunları düşünmeyi kendilerinden sonraki nesillere bırakmayı tercih ettiklerinden bu felaket ihtimallerine karşı rahat davranmaktadırlar. Fakat Dünya'nın yok olması için bunlardan çok daha yakın ihtimaller de mevcuttur. Sayılan tüm ihtimaller içinde hangisinin kıyameti getireceğini, hangisinin daha önce olacağını ise şüphesiz yalnızca Allah bilir. İnsanlar her ne kadar kendilerinden uzak görseler de yapılan araştırmalar ve gözle görülür bir felaket artışı bütün bunların yakınlığını göstermektedir. En önemlisi de bütün bunların gerçekleşebilmesi yalnızca Allah'ın izni ve takdirine bağlıdır. Ve elbette Allah bütün bilinen sebeplerin dışında hiç umulmadık ve bilinmeyen bir sebeple ya da sebepsiz olarak da kıyameti getirmeye kadirdir. Ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
O, gökleri ve yeri hak olarak Yaratandır. O'nun "Ol" dediği gün (herşey) olur, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 73)
İlerleyen bölümlerde bilim adamlarının kesin gözle baktıkları ihtimallerle Kuran'da anlatılan kıyametin arasındaki benzerlikler incelenecektir.
Kainatın sonunun nasıl olacağı insanların aklını yıllardır kurcalayan bir soru olmuştur. İnsanın aklına pek çok sebep, olasılık gelebilir, ama Allah dilediği takdirde böyle bir olayın hiçbir sebep olmadan, bir anda gerçekleşebileceğini unutmamak gerekir. Bilimsel çalışmalar sonucunda ortaya çıkan ihtimaller, üzerinde düşünebilmemiz ve o gün gelmeden önce Allah'a dönüp yönelebilmemiz için yalnızca birer hatırlatıcı niteliğindedir. Allah, ne zaman ve ne şekilde dilerse o zorlu günü gerçekleştirecektir. İman edenler kıyamet gününün Allah Katında belirlenmiş olan bir zamanda gerçekleşeceğine kesin bir bilgiyle inanırlar. O gün, Allah'ın Kuran'da tarif ettiği şekliyle insanların karşısına çıkacaktır. Kuran'da Allah'ın herşeye güç yetiren olduğu şu şekilde açıklanmaktadır:
... kendilerine va'dettiğimiz şeyi onlara gösteririz ki, Biz gerçekten onların üstünde güç yetirenleriz. (Zuhruf Suresi, 42)
Bilindiği gibi bugün mevcut düzenin bozulması ve dünya üzerindeki canlılığın yok olması için sayısız neden vardır. Üstelik bu nedenler zaman ilerledikçe daha da artmakta, ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Dünya hızla kendisi için belirlenmiş olan sona doğru hareket etmektedir ve bunun açık alametleri vardır. İnsanların çoğu gözardı etse de kıyamet günü hızla yaklaşmaktadır. Kuran'da bu gerçeğe şöyle işaret edilmiştir:
Şüphesiz, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir. Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim. (Ta-ha Suresi, 15)
Pek çok bilim adamı sadece bilimsel veriler ve araştırmalara dayanarak evrenin bir gün kesin olarak yok olacağı noktasında birleşmektedir. Gazete, dergi ve televizyon gibi birçok yayın organı sık sık bilim adamlarının araştırmalarının sonuçlarından örnekler vermektedir. Söz konusu gerçeğin farkında olan bu kişiler Dünyamıza dört bir yandan yaklaşan felaketleri önlemek ve dolayısıyla evrenin ölümü erteleyebilmek umuduyla tüm ihtimalleri araştırmakta, bu konularda ciddi çalışmalar yapmaktadırlar. Araştırılan bir diğer konu ise bu ihtimallerin gerçekleşmesi durumunda Dünyamızda meydana gelecek olan fiziksel değişim ve bu değişimin hayat üzerindeki etkisinin ne yönde olacağıdır. Nitekim gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ortaya çıkan veriler ile Allah'ın Kuran'da bildirdiği o güne ait olaylar birçok yönden benzerlik göstermektedir.
1. Prof. George O. Abel, Exploration Universe, s. 67
2. Milliyet Gazetesi, 19 Temmuz 1998
3. Carl Sagan, Kosmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları, s. 101
4. Hürriyet Yaşam, 14 Aralık 1997
5. Hürriyet Gazetesi, 19 Kasım 1997
6. Hürriyet Gazetesi, 29 Temmuz 1997
7. Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 51
8. Dr. John Gribbin, The Omega Point, s. 128
9. Bilim Teknik, sayı 185
10. Taşkın Tuna, Uzayın Ötesi, s. 24
11. A.g.e. s. 62
12. Taşkın Tuna, Uzayın Sırları, s. 278
13. Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 51
14. Hürriyet Gazetesi, 17 Ağustos 1997
15. Carl Sagan, Kosmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları, s. 98
16. A.g.e. s. 98-99
17. A.g.e. s. 101
18. Sabah Gazetesi, 12 Nisan 1992
19. Walter Alvarez, The Rex and Creator of Doom, s.11
20. A.g.e. s.11
21. Sabah Gazetesi, 14 Mart 1998
22. Paul Davies, The Last Three Minutes, s. 3
23. A.g.e. s. 1-2
24. Milliyet Gazetesi, 19 Temmuz 1998