Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 4/10 -
(37 - 51)

Kehf Suresi 37

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?"
(Kehf Suresi, 37)

Bu ayette bir kişiyi güzel ahlaka davet ederken ya da bir hatırlatmada bulunurken müminlerin nasıl bir yol izlenebileceği tarif edilmektedir. Eğer bu kişi Allah karşısındaki acizliğini unutmuşsa ve büyüklenmekteyse, yapılacak en iyi şey, ona aczini hatırlatmaktır.

Nitekim ayette de diğer bağın sahibi olan iman ehli kişi, büyüklenen kişiye "topraktan ve bir damla sudan yaratıldığını" hatırlatarak onu güzel ahlaka davet etmektedir. Bu davetin -Allah dilerse- kişi üzerinde olumlu bir etki oluşturabileceği açıktır. Diğer bağın sahibi büyüklenen bağ sahibinin imanının zayıf olduğunu fark etmiş, ona imani takviye yapma ihtiyacı hissetmiştir. İman hakikati anlatmak da bir insanın imanını güçlendirmede izlenebilecek en güzel yollardan biridir.

Kendi ürünlerinin daha üstün olduğunu iddia eden bağ sahibinin konuşmaları bir Müslümanın konuşmalarına benzememektedir; aksine inkarcı bir üslubu hatırlatmaktadır. Bu nedenle de iman ehli olan bağ sahibi, sorusunun sonunu "inkar mı ettin?" şeklinde bağlamaktadır. Belki diğer kişi açıkça Allah'ı inkar ettiğini söylememektedir, ama kullandığı kelimeler Allah'a kesin bilgiyle iman etmediğini göstermektedir. Diliyle "inanıyorum" demekte, ama fiilen Allah'ın hükümlerini uygulamamaktadır. Bu çelişki aslında açıkça dini ve Allah'ı inkar etmek anlamına gelmektedir.

Halk arasında böyle çelişkili karakterlere sıkça rastlanmaktadır. İnsanların büyük bölümü iman ettiklerini söylemekte, ancak Allah'ın razı olacağı gibi bir hayat yaşamamaktadır. Kuran ahlakına aykırı davranmakta ve Peygamberimiz (sav)'in yolunu izlememektedir. Kitabın önceki bölümlerinde de üzerinde durduğumuz gibi, bu ahlaka sahip olan insanlar tüm bu inkar ifade eden sözlerine ve davranışlarına rağmen, cennete gideceklerine inanmakta, kendilerini doğru yolda sanmaktadırlar. Ama aslında kendilerini kandırmaktadırlar. Allah böyle insanların durumuna Kuran'da şöyle dikkat çekmiştir:

Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Araf Suresi, 147)

Kehf Suresi 38

"Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
(Kehf Suresi, 38)

Kehf Suresi boyunca insanların çok büyük bir bölümünün Allah'a şirk koştuklarına sık sık dikkat çekilmektedir. Kuran'da şirk, herhangi birşeyi, bir kimseyi ya da bir kavramı, tercih etme ya da kıymet verme bakımından Allah'la eşit veya daha ileri bir düzeyde görmek ve bu çarpık bakış açısıyla hareket etmek anlamında kullanılır. Kuran'da bu tutum, "Allah'tan başka ilah edinmek" olarak tanımlanır. İnsanın, Allah'ın rızasına muhalif olacak şekilde kendisine hayat amacı olarak belirlediği, kendisinden medet umduğu, rızasını aradığı her varlık, Allah'ın rızasına tercih ettiği her şey Allah'tan başka edindiği birer ilahtır aslında.

Şirk, insanın kaçınması gereken günahların en başında gelmektedir. Çünkü bu, Allah'a karşı işlenebilecek en büyük suç olarak bildirilmiştir. İşte bu yüzden Allah dilediği günahı affedeceğini, ancak şirki asla affetmeyeceğini bildirmiştir (Nisa Suresi, 116). Allah'ın bağışlamayacağını bildirdiği, sapkınlık olarak nitelendirdiği bir günah, elbette ki Müslümanların en çok kaçınacakları durumdur. Üstelik Kuran'ın pek çok yerinde Allah müminleri şirke karşı uyarmış, onları bu en büyük kötülükten şiddetle sakındırmıştır. Hz. Lokman'ın oğluna verdiği, "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür" (Lokman Suresi, 13) şeklindeki öğüt de bunlardan biridir. Şirkin bu derece önemli bir konu olmasının bir diğer sebebi ise insanın amellerinin boşa gitmesine ve hüsrana uğramasına neden olmasıdır. Bu gerçek de Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu: Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer Suresi, 65)

Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Allah'a şirk koşmak telafisi mümkün olmayan, insanı cehenneme kadar sürükleyebilecek bir günahtır. Bu nedenle Allah'tan korkan bir kişinin bu tehlikeye karşı çok dikkatli olması gerekir.

Kehf Suresi 39

"Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan."
(Kehf Suresi, 39)

Bu ayette "maşaAllah" zikrinin önemine dikkat çekilmektedir. MaşaAllah "Allah ne güzel yaratmış" anlamında kullanılan bir ifadedir. Müminler Allah'ın yaratışındaki üstün sanatı ve kudreti ifade etmek istediklerinde "maşaAllah" der ve Allah'ı tesbih ederler.

Bu kelimeyi kalpten hissederek kullanmak, çevredeki kişilere de her şeyin sahibinin Allah olduğunu, her olayın kaderde ve Allah dilerse gerçekleştiğini hatırlatır. her şeyi yapanın Allah olduğunu sık sık hatırlatmak ise, hiç şüphesiz insanlara çok büyük fayda verir. Çünkü insan kendi aczini unutmaya ve gaflete düşmeye yatkın bir varlıktır.

Örneğin burada söz ettiğimiz inkara yönelmiş olan bağ sahibi, tüm malın ve mülkün kendine ait olduğunu ifade ederken aslında Allah'a şirk koşmaktadır. Bunu açıkça ifade etmese de buradaki ifadelerinden ve tavrından, "gizli şirk" içinde olabileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle arkadaşı onu her türlü şirke karşı uyarmakta ve her şeyin Allah'a ait olduğunu ona tekrar tekrar hatırlatmaktadır.

Özellikle içinde yaşadığımız çağda, insanların böyle bir tehlikeye karşı daima uyanık olmaları gerekmektedir. Çünkü bu gibi konulara insanlar hayatlarında çok sık rastlamaktadırlar. Örneğin "Gani" yani "Zengin" terimi Allah'ın bir vasfıdır. Ancak aynı tanımlama insanlar için de kullanılmaktadır. Gerçi bu vasfı kullanmanın, bu kişinin mali durumunu tarif etmek açısından hiçbir sakıncası yoktur. Ancak, şirke yol açan durum, kişinin bu zenginliğin sebebi olarak kendisini, kendi zekasını, çabasını görmesidir.

Durum böyle olunca -bağ sahibinde olduğu gibi- zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğu unutulur. Bu kişi sahip olduğu her şeyi kendisine Rabbimiz'in verdiğini, Allah'ın Gani sıfatıyla kendisini zenginleştirdiğini, verdiği her şeyi dilerse bir anda alabileceğini göz ardı etmiş olur. Dolayısıyla Allah'tan başka herkesin mutlak fakir ve aciz olduğunu, Allah'ın dilediği kulları üzerinde dilediği sıfatlarıyla tecelli edebileceğini düşünmez. Bu, çok cahilce bir yaklaşımdır ve insanı şirke sürükleyen bir düşünce tarzıdır. Çünkü bu bakış açısıyla hareket edildiğinde Allah'ın sonsuz kudreti ve hakimiyeti tamamen unutulur ve kişi hakkı olmayan bir ilahlık vasfını kendisine verir.

Doğru olan tavır ise zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilmektir. O'nun, göklerin ve yerin mülkünün tek hakimi olduğunu takdir etmek ve insana verdiği bu zenginliği dilediği anda alabileceğinin de bilincinde olmaktır. Zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olması önemli olmamalı, onun Allah'ın nimet verdiği bir kulu olduğu düşünülmelidir. Örneğin bu kişinin aile üyeleri malın asıl sahibi olarak onu görürlerse, yalnızca ondan medet umarlarsa, malın esas malikinin Allah olduğunu unutup, bu kişiye de bu gerçeği hiç hatırlatmazlarsa bu çok yanlış bir bakış açısı olur. Aynı şekilde bu kişinin yanında çalışan insanlar da kendilerini yediren ve içirenin, barındıranın Allah olduğunu unutmamalıdırlar. Allah'ı unutup, yanında çalıştıkları kişiyi pek çok şeye muktedir, Allah'tan bağımsız bir güce sahip olarak değerlendirirlerse, bu çok büyük bir akılsızlık olur. Nitekim bu gerçek insanlara Kuran'da da bildirilmiştir:

"… Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17)

"Kıyamet saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım."(Kehf Suresi, 36)

ADNAN OKTAR: "Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum.” Ne diyorlar? “Kıyamet gelmez. Milyonlarca sene sonra olur. İşte, sonsuzdan geldik sonsuza gidiyoruz.” Buradaki amaç; kıyametten kaçınmak, kıyamet alametlerinden kaçınmak, ahir zamandan kaçınmak. Bakın ta Ashab-ı Kehf zamanında bu kafa var. Ehl-i dalalette o devirde böyle bir kafa. "Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum.” Ahir zamandan çekinmenin, ahir zamanı örtbas etmenin, kıyameti örtbas etmenin o devirdeki uygulaması. “Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." Vardır böyle ahlaksızlar, “eğer Allah varsa beni en iyi yere yerleştirir” diyor. Çok duymuşsunuzdur. Cennetten en iyi yer. O küfür kafası her zaman aynı, tarihin her döneminde aynı.

madde, new scientist

“Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: ‘Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?’" (Kehf Suresi, 38) O devrin tebliğinde ne var? Önce yaratılış. Önce insanın nasıl yaratıldığı, ilk oradan başlıyor. Yani evrim teorisine önce cevap veriyor. Tesadüf inancına cevap veriyor. İlk tebliğdeki yöntem, bizim yaptığımız gibi. Yaratılışın gerçek olduğunu delillendirerek anlatıyor.

“Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.” (Kehf Suresi, 38) Yani “insanları putlaştırmam, her şeyi Allah rızası için yaparım.” “İnsanlara yaranmak için fikrimden inancımdan vazgeçmem.” İşte okul arkadaşlarına, kulüp arkadaşlarına şirin görünmek için değil, onları putlaştırarak değil, Allah’a kul olarak, inşaAllah.

“Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi?” (Kehf Suresi 39) Demek ki bağa girdiğinde- orada bir tane üzüm varsa orası bağ hükmündedir- Müslüman ne diyecek? ‘MaşaAllah’ diyecek, ‘Allah’tan başka kuvvet yoktur. MaşaAllah la kuvvete illa billah. Allah’tan başka kuvvet sahibi yoktur. MaşaAllah, ne güzel yaratmış Allah’ diyeceğiz. Bu farz. Yani bir insan bahçeli evi varsa, bahçede üzüm varsa, meyveler varsa oraya girdiği vakit ne diyecek? “MaşaAllah, la kuvvete illa billah. Allah ne güzel yaratmış Allah’tan başka kuvvet sahibi yoktur.” “Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.” İnsanlar ne ile övünüyor? Çoluk çocuğuyla, malıyla övünüyor aynı zamanda. Halbuki çoluk çocuk hepsi ölüyor. Mal da bitiyor, yok olur çürür biter. Kıyamette tamamı dağılacak. (A9 TV, 7 Haziran 2012)

Kehf Suresi 40- 41

"Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir." "Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin."
(Kehf Suresi, 40-41)

Bu ayetlerde de iman ehli olan bağ sahibi, böbürlenen arkadaşına acizliğini hatırlatmaktadır. Allah'tan gelecek herhangi bir belaya karşı koyamayacağını, buna rağmen büyüklenmesinin ne kadar büyük bir akılsızlık olduğunu anlatmaktadır.

Sahip oldukları mallarla ve zenginlikleriyle övünen insanların en büyük yanılgılarından biri de, dünya hayatındaki tüm güzellikler gibi, bunların geçici olduğunu unutmalarıdır. Güzellik ve gençlik birkaç on yılda ortadan kalkacak yerini yaşlılığa bırakacaktır. Sağlık da aynı şekilde yerini hastalıklara, acizliklere ve zayıflıklara terk edecektir.

Önceki ayette de açıkladığımız gibi zenginlik de geçicidir. Allah dilediği zaman fakir bir insanı bir anda zenginleştirebilir ya da zengin olanın malını bir anda yerin dibine geçirebilir. İnsan evlerini, yatlarını, arabalarını, mücevherlerini bir selle, depremle ya da başka bir felaketle bir anda kaybedebilir. Kimsenin Allah'tan gelen bir afeti engellemeye gücü yetmez. İnsan, hiç ummadığı bir anda tüm yakınlarını kaybedebilir, kendisi de hiç beklemediği bir anda ölümle karşılaşabilir, kaza geçirerek sakat kalabilir, kalıcı bir şekilde yaralanabilir, hafızasını yitirip tüm yeteneklerini kaybedebilir. Bu felaketlerin hepsi, "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez..." (Teğabün Suresi, 11) ayetinde bildirildiği gibi Allah'ın dilemesiyle ve Allah'ın istediği zaman gerçekleşebilir. Hiç kimse bu felaketi engelleyemez, geri alamaz ya da erteleyemez. Böyle bir günde ne malı ne de zenginliği kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Allah'ın ayetiyle de bildirdiği gibi "Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz." (Al-i İmran Suresi, 10)

İnsan, hayatının hiçbir anında Allah'ın, kaderinde yazdığı dışında birşey yaşayamaz. Dolayısıyla yapması gereken Allah'a teslim olmak ve tevekkül etmektir. Allah'a karşı büyüklenen bağ sahibi, bahçesinin ve ürünlerinin başına sonsuza kadar birşey gelmeyeceğini iddia ederken bu gerçeği görmezden gelmektedir. Bahçesini sulayan akarsuyun sonsuza kadar yerinde duracağından, ürünlerine hiçbir salgın hastalığın musallat olmayacağından, kuraklık gibi bir bela ile hiçbir zaman karşılaşmayacağından emindir. Zenginliğinin, zekasının ve çabasının mallarını korumaya yeteceğini sanmaktadır.

Ancak Allah için bunu tersine çevirmek çok kolaydır. Bahçeyi sulayan akarsu, ufak bir yer hareketiyle bir anda yerin derinliklerine doğru akmaya başlayabilir. Bu olay, bağ sahibinin gözleri önünde çok kısa zamanda gerçekleşebilir. Böylece o verimli arazi bir anda kupkuru bir hal alabilir. İnsanın böyle bir durumda ne suyu geri getirmeye, ne de tarlasını eski verimli haline döndürmeye gücü yetmez. Medet umduğu malları ve tüm zenginlikleri de kendisine bir yarar sağlamaz. Bunlar o kişinin büyüklenmesinin ve nankörlüğünün dünya hayatındaki karşılığıdır. Ahiret hayatında ise şirk koştuğu, değer verdiği, sahiplenip Allah'a karşı iftirada bulunmasına neden olan metalar kendisine bir fayda vermeyecektir. Ayetlerde inkar edenlerin bu durumu şöyle bildirilir:

Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar. O, onların üzerine kilitlenecektir; (Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 2-9)

Ayette hatırlatılan bir diğer konu ise suyun yerin derinliklerinden yeryüzüne çıkmasının ne kadar büyük bir nimet olduğudur. Yerin kilometrelerce derinliklerinde olan su, Allah'ın dilemesiyle yeryüzüne çıkmakta, insanlar için şifa olmaktadır. Eğer bu suyu kullanma imkanı olmasaydı, insanlar için çok büyük zorluklar ve sıkıntılar oluşacaktı. Ancak su kuyuları ve suya ulaşmamızı sağlayan diğer yöntemler sayesinde yerin dibindeki tertemiz, mineral yönünden çok zengin sulara ulaşabilir ve bunları kendi faydamız doğrultusunda kullanabiliriz.

Kehf Suresi 42- 44

(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatıldı. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.
(Kehf Suresi, 42-44)

Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, Allah'tan başkasından medet uman, onlardan merhamet dilenen, onlara güvenen bir kişi, umduğu karşılığı asla bulamaz. Bu nedenle hayatı boyunca, özellikle de zor anlarında, büyük bir boşluk ve sahipsizlik hissine kapılır. Kendisini, dünyanın binbir türlü karmaşası ve sıkıntısı karşısında, güvendiği sahte ilahlar tarafından terk edilmiş, çaresiz, yapayalnız bırakılmış hisseder.

Kuran'da bu gerçeğe, "Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun." (İsra Suresi, 22) ayetiyle dikkat çekilmiştir. Allah, enaniyetli bağ sahibini de -mallarını almak suretiyle- yapayalnız bırakmış, bir afetle tüm zenginliğini bir anda ortadan kaldırmıştır. İşte bu felaket anında bağ sahibi de gerçekleri, yani Allah'a şirk koşarak ne kadar büyük bir hataya düştüğünü görmüştür.

Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, kendini dünyada güç sahibi zanneden her insan, Allah'ın dilemesi ile bir anda ne derece aciz olduğunu anlar. Ne kendine ne de etrafındaki insanlara yardım etmeye güç yetiremez. Her şey Allah'ın elindedir. O'ndan başka zarar ve yarar vermeye gücü yeten kimse yoktur. Bu gerçek bir ayette şu şekilde hatırlatılır:

Şayet Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur. Sana bir iyilik dokunduracak olursa da O, her şeye güç yetirendir. (Enam Suresi, 17)

İnsanın tek dost ve velisi Allah'tır. Allah'ın dışındaki varlıklar ise yalnızca O'nun yarattıklarıdır. O'nun dilemesiyle var olmuşlardır ve yine O'nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirmektedirler. Şifayı ve rızkı veren, güldüren ve ağlatan Allah'tır. Allah'tan başka her şey ve herkes, sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç varlıklardır. Kendilerine ait bir güçleri, kabiliyetleri yoktur; öyle ki kendilerine bile yardıma güç yetiremezler. O halde, Allah'tan başka güvenilecek, yardım umulacak, bir şeyler istenecek kimse de yoktur.

Kehf Suresi 45- 46

Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı oldu. Allah, her şeyin üzerinde güç yetirendir. Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 45-46)

Kehf Suresi'nin bu ayetlerinde "sürekli olan salih davranışlara" dikkat çekilmektedir. Salih davranış, iyi ve hayırlı iş anlamına gelir ki, bu da Allah'ın rızasına ve Kuran ahlakına uygun her türlü fiil ve hareketi ifade eder.

İnsan, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek için salih amellerde bulunmalıdır. Çünkü bu ameller, Müslümanların sabırlarını, kararlılıklarını, sadakatlerini, kısacası imanlarındaki dirayetlerini ortaya koyar.

İnsanın bir iş yaparken, içinde taşıdığı niyeti son derece önemlidir. Bir amelin salih olması, yalnızca Allah rızası gözetilerek yapılmış olmasına bağlıdır. Eğer yapılan iş, katıksız Allah rızasından uzaklaşırsa, o zaman salih amel olma özelliğini yitirebilir. Bu durum, insanın başkalarının rızasını araması anlamına gelir ki Allah, Kendisi'nden başkasının rızası için yapılan ibadetleri ayetlerinde şu şekilde tarif eder:

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)

Aynı durum infak konusu için de geçerlidir. İnsanların bir bölümü mallarından infakta bulunurken sadece Allah'ın rızasını gözetir, bir kısmı ise gösteriş amaçlı infak ederler. Bu kişiler arasındaki fark Kuran'da şöyle haber verilir:

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakır. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip- güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 264-265)

Salih amelde bulunan bir Müslümanın hiç unutmaması gereken bir diğer önemli konu ise bu amellere ihtiyacı olanın sadece kendisi olduğudur. Allah müstağnidir; yani her türlü kusur ve eksiklikten uzaktır, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Dolayısıyla, Allah'ın Müslümanların yapacakları amellere ihtiyacı yoktur. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:

Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir. Bu, Allah'a göre güç değildir. (Fatır Suresi, 15-17)

Rabbimiz dilediği anda dilediği şeyi yapabilir. "... İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu..." (Rad Suresi, 31) ayetinde belirtildiği gibi Allah her şeye güç yetirendir. Allah'ın dinini güçlü kılmak için gösterdikleri gayret Müslümanların kendi faydalarınadır. Dolayısıyla, bir insan salih amel işlemekle, gerçekte ancak kendisine yarar sağlamakta, kendi ahiretini kazanmaktadır. Bu gerçeği Allah Kuran'da, "kim cehd ederse (çaba gösterirse), yalnızca kendi nefsi için cehd etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir." (Ankebut Suresi, 6) ayetiyle haber verir.

Salih amelin ayette Allah'ın haber verdiği bir diğer önemli özelliği ise "sürekli" olmasıdır. Çünkü bazı insanlar için günde birkaç kez iyilikte bulunmak, mallarının bir kısmını bir kez infak etmek, bazı konularda fedakarlıkta bulunmak çok kolay olabilir. Bunları alışkanlıkla ya da çıkarlarına dokunmadığı için yapıyor olabilirler. Ancak önemli olan müminin hayatının her anında hayırlı işler yapmasıdır. Her an Allah'ın rızasını kazanmak için gayret etmesi, sürekli fedakarlıkta bulunması, Allah'ın dinini tebliğ etmek için sürekli bir çaba içinde bulunması çok önemlidir. Üstelik çevresinde başka hiç kimse Allah'ın bu emirlerini yerine getirmese de, kendisi hiç vazgeçmeden devam etmelidir. Böylece kararlılığını ispatlamış ve Allah'a olan yakininin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koymuş olacaktır. Nitekim Allah Meryem Suresi'nde şu şekilde bildirmektedir:

Allah, hidayet bulanlara hidayeti artırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır. (Meryem Suresi, 76)

İman edip hayatı boyunca salih ameller işleyen bir müminin kavuşacağı kurtuluş ise Allah'ın rızası ve cennetidir. Kuran'da müminleri Allah şöyle müjdeler:

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz'in elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek. (Araf Suresi, 42-43)

Kehf Suresi 47- 48

Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları birarada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarıda bırakmamışızdır. Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, siz ilk defa yarattığımız gibi Bize gelmiş oldunuz. Hayır, Bizim size bir kavuşma-zamanı tesbit etmediğimizi sanmıştınız değil mi?
(Kehf Suresi, 47-48)

Tüm insanların ölüm vakitlerinin belirlenmiş olması gibi kainatın da bir ölüm anı vardır. Bu an Kuran'da "kıyamet" olarak isimlendirilmiştir. Ancak kıyamet saatinin ne zaman olduğunun bilgisi sadece Allah'ın Katındadır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilir:

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

Kehf Suresi'nin bu ayetlerinde ise insanların kıyamet saati konusundaki zanlarına işaret edilmektedir. İnsanların uzak zannettikleri kıyamet saatinin yaklaşarak gelmekte olduğunu Allah Kuran'da, "İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar." (Enbiya Suresi, 1) ayetiyle bildirmiştir.

İnsanların büyük bir bölümü bu dünya hayatının hiç sona ermeyeceğine inanır, kıyamet gününün de asla gelmeyeceğini iddia ederler. Ölümün bir yokoluş olduğunu düşünür, hesap gününün varlığını inkar ederler. Kıyametin, yeryüzü, içinde bulunanlar ve kainatta var olan her şey için bir yokoluş olduğu doğrudur, ancak bu yokoluş onların zannettikleri gibi bir son değil, aksine sonsuz ahiret hayatının başlangıcıdır.

Allah her insanı yoktan var eden ve kaderde belirlediği sürede canını alacak olandır. Her insanın hangi gün, hangi saat, hatta hangi saniye, nerede ve nasıl öleceği Allah Katında bellidir. Ölüm insan için bir bilinmezken, zamandan ve mekandan münezzeh olan Rabbimiz tüm bu bilgileri kuşatmıştır.

Allah kıyamet gününde nasıl bir ortam oluşacağını da Kuran'da bildirmiştir. O gün müminler "Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." (Zuhruf Suresi, 68) ayetinde Allah'ın vaat ettiği gibi korku duymayacaklardır. İnkar edenler için ise oldukça zorlu bir gün olacaktır.

Müminler, yaşamları boyunca Allah'ı razı etmeye, Allah'ın emrettiği ibadetleri titizlikle yerine getirmeye ve Allah'tan gereği gibi korkup sakınmaya karşı gösterdikleri itinanın karşılığını en güzeliyle alacaklardır. Allah onlara inkar edenlerin duyduğu paniği, pişmanlığı ve mutsuzluğu hissettirmeyecektir. Allah müminlerin ahiretteki durumlarını Kuran'da şöyle haber vermiştir:

O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. "Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Hadid Suresi, 12)

Kehf Suresi 49

(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
(Kehf Suresi, 49)

Kehf Suresi'nin bu ayetinde Allah inkarcıların hesap gününde inkarcıların yaşayacakları dehşeti haber vermektedir. Ayette dikkat çekilen bir diğer konu, inkarcıların dünyada yaptıkları her fiili karşılarında gördüklerinde yaşadıkları şaşkınlıktır. Bu insanların şaşkınlığa düşmelerinin nedenlerinden biri, Allah'ın tüm zamanları ve olayları sarıp kuşattığı, bunların tümüne hakim olduğu gerçeğinden gafil olmalarıdır.

Kitabın önceki bölümlerinde de sık sık hatırlattığımız gibi Allah Katında geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek aynı anda olup bitmiştir. Kader, Allah'ın, geçmişte yaşanmış, şu an halen yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan tüm olayları en ince detaylarına kadar bilmesidir. Rabbimiz, bu olayların tümünü bilir ancak bu, bizim bir şeyi bilgi olarak bilmemiz gibi değildir. Bu olayların tümünü yaratan Allah'tır. Bu yüzden Allah her insanın yaşamındaki her saniyenin hakimidir.

İnsanlar ise, Allah'ın kaderlerinde belirlediği ve O'nun Katında tek bir an olarak muhafaza edilen olaylara, kendileri için zamanı gelince yaşayıp tanık olurlar. Fakat insanların çok büyük bir bölümü bu gerçeğin farkında değildir ve çarpık bir kader anlayışına sahiptir. Bazı insanlar arasında "alınyazılarını değiştirebilecekleri" ya da "kaderlerini yenebildikleri" şeklinde batıl bir inanç vardır. Örneğin bir kazadan son anda kurtulan bir kişi çoğu insana göre sözde "kaderini yenmiştir". Oysa bu kişinin geçireceği kazanın tüm ayrıntıları, bu kişinin kazadan kurtulması, ne büyüklükte bir yara alacağı, bu yaranın kaç gün içinde tedavi olacağı o kişinin kaderinde yazılıdır. O kişi kaderinde yazıldığı için kazadan kurtulmuş ve ölmemiştir. Yoksa hiç kimsenin kaderini değiştirmesi mümkün değildir. "Kaderimi yendim" diyerek kendilerini aldatanların bu cümleyi söylemeleri ve böyle yanlış bir psikolojiye girmeleri de, yine kaderlerindedir. Kader, tüm zamanları aynı anda bilen ve tüm zamanlara ve mekanlara hakim olan Allah'ın ilmidir.

İşte bu nedenle hesap günü, insanlar yaptıkları her işi, söyledikleri her sözü, içlerinden geçirdikleri her niyeti karşılarında bulacaklardır. Belki kendilerinin bile unuttuğu detaylar, hesap günü Rabbimiz'in dilemesiyle onlara bildirilecektir. İnsanlar yaptıkları bir kötülüğün veya söyledikleri kötü bir sözün üzerinden yıllar, hatta yüzyıllar geçtiğini düşünerek bunun unutulacağını zannedebilirler. Oysa hesap günü yaşananlar da, o insanların binlerce yıl önce dedikleri anda yaptıkları da aslında Allah için bir an hükmündedir. Bu nedenle insanların yaptıkları işlerin gizli kalacağını, unutulacağını, karşılarına çıkmayacağını düşünmeleri çok büyük bir akılsızlık olur.

Kehf Suresi 50

Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
(Kehf Suresi, 50)

Bu ayette Allah'a ve elçilerine itaatin önemine dikkat çekilmektedir. Ayette şeytanın Allah'ın emrine itaat etmeyip, Hz. Adem'e secde etmediği bildirilir. Şeytanın en dikkat çeken özelliği itaatsizliği iken, müminler Allah'a, elçilerine ve O'nun kitabına olan güçlü itaatleriyle tanınırlar.

İtaatli olmak, insan hayatının her anında çok büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi bir toplumda huzur ve sükunet, insanların devlete ve onun tüm birimlerine gösterdikleri itaat, saygı ve güvenle sağlanabilir. Allah Müslümanlara pek çok ayetiyle itaati emretmektedir. Dolayısıyla Kuran ahlakına göre yaşayan insanların oluşturduğu bir toplum aynı zamanda, devlete itaatin ve saygının en yüksek derecede yaşandığı bir ortam olur.

Din ahlakı, aynı zamanda insanları her türlü anarşi ve terör eyleminden de uzak tutar. Çünkü Allah Kuran'da insanları "bozgunculuktan" da men etmiştir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez. (Kasas Suresi, 77)

… Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız. (Araf Suresi, 85)

Din ahlakını gereği gibi kavrayan ve yaşayan bir insan, Allah'ın ayetlerindeki bu emri gereği, yeryüzünde karışıklık çıkarmaktan şiddetle kaçınır. Kuran ahlakına uygun, huzur ve sükunet dolu, itidalli, anlayışlı, olayları tırmandırmayan, aksine her zaman uzlaştırıcı bir tutum sergiler.

Yukarıdaki Kuran ayetlerinde anlatılan, şeytanın yoluna uymayan gerçek dindar modeli toplumda yaygınlaşırsa, toplumsal hayatta barış ve esenlik hakim olur. Polisin ve diğer güvenlik güçlerinin görevlerini yapmalarına imkan tanımayan, onlara öfkeyle karşılık veren ve zorluk çıkaran insanlar olmaz. Aksine İslam ahlakını yaşayan insanlar, yardımsever ve anlayışlı tutumlarıyla, güvenlik güçlerinin yanında yer alır, onların işlerini kolaylaştıracak şekilde hareket ederler. Bu ahlaktaki insanların varlığı sayesinde toplumdan anarşi, terör, kargaşa ve düşmanlık giderilir. İnsanlar arasında süregelen kavgalar, bağırtılar, tartışmalar tamamen ortadan kalkar. Herkes sokağa rahatça çıkabilir, gece-gündüz güven içinde her yerde dolaşabilir.

Kehf Suresi 51

Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da Ben onları şahid tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı-güç de edinmedim.
(Kehf Suresi, 51)

Bu ayette insanın kendisine her zaman iman sahibi, itaatli ve güzel ahlaklı kimseleri dost edinmesine işaret edilmektedir. Böyle kimselerle birlikte olmak insanı her türlü tehlikeden koruyacak, kötü yollara sapmasını engelleyecek, her an salih bir amel üzerinde olmasına vesile olacaktır. Müminler birbirlerinin dost ve velileri oldukları için her an Allah'ın ayetlerini hatırlatacak ve birbirlerine güzel ahlakı tavsiye edeceklerdir. Bunun aksi, yani insanın kendisine saptırıcıları ve isyankarları dost edinmesi ise kişiye kayıptan başka bir şey getirmeyecektir. Ayetlerde insanların büyük bir bölümünün şeytanı kendilerine dost edindiklerinden ve bunun sonucunda da büyük bir hüsrana uğradıklarından bahsedilir:

O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: "Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım" demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: "Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan da korkuyorum" dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 48)

Unutulmamalıdır ki şeytan dünya hayatında insanlara dost gibi görünmekte, ancak Allah'ın azabı ile karşılaştığında kendisini dost edinenleri bir anda yapayalnız bırakmaktadır. Bu nedenle Kuran'da her zaman için, tek dost ve veli olarak iman edenlerin seçilmesi emredilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 55-56)

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.
(Furkan Suresi, 75)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 1/10 - (01 - 12)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 2/10 - (13 - 22)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 3/10 - (23 - 36)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 4/10 - (37 - 51)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 5/10 - (52 - 62)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 6/10 - (63 - 74)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 7/10 - (75 - 86)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 8/10 - (87 - 98)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 9/10 - (99 - 110)
  • Kehf Suresi'nden Günümüze İşaretler 10/10 Kehf Suresi'nden Ahir Zamana İşaretler
  • Sonuç
  • Ek Bölüm: Evrim Yanılgısı