Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.
(Kehf Suresi, 13)
Bu ayette güçlü bir imanın ve gerçek hidayet ehli olmanın önemine dikkat çekilmektedir. Çünkü insan Allah'a güçlü bir imana sahip değilse, Kuran ayetlerine titizlikle uymuyor ve Allah'ın Resulü'nün yolunu izlemiyorsa bu kişinin ne kadar büyük işler yaptığının Allah Katında bir önemi olmayabilir. Dünyada maddi anlamda başarılı olsa, kariyeri ya da ünü artsa bile, bu başarı ona ahirette hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü önemli olan insanın imanı ve takvasıdır. Allah Bakara Suresi'nde hidayet ehli Müslümanları şu şekilde tarif etmektedir:
Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir kitaptır. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. (Bakara Suresi, 2-5)
..."Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." |
Rabbimiz bir başka ayetinde ise, hidayete uyan kullarının korku ve üzüntü yaşamayacaklarını şöyle müjdelemektedir:
Dedik ki: "Oradan tümünüz inin. Bundan sonra size Benden bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi eğer iman sahibi bir Müslüman bir işe başlarsa, Allah onu kolaylık içinde başarıya ulaştırır. Eğer bu insan bir zorluk içindeyse, Allah onu içinde bulunduğu zorluktan da kurtarır. Bir ayette Allah şöyle bildirir:
Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkar edenlerin velileri ise tağut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 257)
Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."
(Kehf Suresi, 14)
Bu ayette sabrın, kararlılığın ve irade sahibi olmanın iman edenler için önemine dikkat çekilmektedir. Bunlar, ancak tevekkül sahibi bir insanın sahip olacağı özelliklerdir. Ayette geçen "raptetmiştik" ifadesi ise her şeyi kaderde Allah'ın yaptığına bir işarettir. İman edenlere zorluklar ve sıkıntılar karşısında sabretme gücünü de, kararlılığı da veren Allah'tır.
İnsanın Allah'ın yazdığı kader dışında hiçbir iş yapması, hiçbir söz söylemesi mümkün değildir. Dolayısıyla kaderde her şeyi Allah'ın yaptığını, kendisinin de hiçbir şey yapmaya gücünün yetmediğini bilen bir kişi doğal olarak sabırlı olur. Allah'ın her şeyi salih kulları için en hayırlı ve en güzel şekilde yarattığını bilmenin verdiği rahatlığı ve huzuru yaşar. Allah bu güzel ahlakı gösterip sabreden kullarını, güzel bir ecir ve kurtuluşla müjdelemektedir. Bu konuyla ilgili ayetler şöyledir:
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 96-97)
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
... Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. (Enfal Suresi, 65)
Kararlılık ve irade de imanla, hidayetle ve tevekkülle birlikte gelen mümin özellikleridir. Çünkü Allah'a tevekkül etmiş ve kadere iman etmiş bir kişi, hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermez, mücadele azmini yitirmez. Her şeyi yapanın Allah olduğunu bildiği için şevk ve heyecan içinde karşısına çıkan her ecir fırsatını değerlendirir ve hayırlarda yarışır.
Ayette ayrıca Kehf Ehli'nin gizlendikleri dönem sona erdiğinde, kralın karşısına çıktıkları belirtilmektedir. Bu dönem, Allah'tan başka güçlerin ilah haline getirildiği, inkarın insanlar arasında yayıldığı ve din ahlakından uzaklaşıldığı bir dönemdir. Müslümanların inançları baskı altına alınmıştır. Buna rağmen Kehf Ehli inkarcı krala hiçbir koşulda "Allah'a Bir olarak iman etmekten" vazgeçmeyeceklerini, "Allah'tan başka hiçbir şeye tapmayacaklarını" söylemişlerdir.
Dönemin baskıcı, zalim ve otoriter kralı karşısında gösterdikleri bu cesur ve kararlı tutum, onların samimi Müslümanlar olduklarının da bir delili niteliğindedir. Her şeyi kaderde en güzel şekilde Allah yaratır ve Allah dilemedikçe hiçbir güç onlara bir zarar veremez. Bu gerçeği bildikleri için çok güzel bir tevekkül ve kararlılık örneği göstermişlerdir.
Ahir zaman da, insanların çoğunun Yüce Allah'tan başka ilahlar edindikleri, inkarı yaygınlaştırdıkları bir dönemdir. Bu ayetten anlaşıldığı gibi, ahir zamandaki samimi Müslümanların da, dönemin baskıcı ve totaliter rejimleri karşısında imanlarını aynı kararlılık ve cesaretle korumaları gerekmektedir.
"Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?"
(Kehf Suresi, 15)
Bu ayette, Kehf Ehli'nin yaptıkları tebliğ faaliyetinden bahsedilmektedir. Onlar, kendi dönemlerindeki müşrik topluluklara Allah'ın dinini tebliğ etmiş, onlardan Allah'a şirk koşmaktan vazgeçmelerini istemişlerdir. Ayrıca müşrik topluluklarını inkarlarını dayandıracakları bir delil göstermeye davet etmişler, onlar bir delil getiremediklerinde de müşriklerin yalancılıklarını ve iftiralarını açıklamışlardır.
Aynı Kehf Ehli'nin yaşadığı dönemde olduğu gibi asrımızda da Müslümanlar Allah'tan başkasını ilah edinenlerden deliller istemektedirler. Ahir zamanda maddeyi ve tesadüfleri ilah olarak tanıtan putperest bir inanç mevcuttur; bu inanç Darwinizm'dir.
Darwinizm, tüm kainatın başıboş ve rastgele tesadüfler sonucu oluştuğunu iddia eden, doğada sadece güçlü olanın hayatta kalacağı şekilde çatışmaya ve şiddete dayalı bir sistem olduğunu savunan din karşıtı bilim dışı bir iddiadır. Gerçekte Allah'ın sonsuz güç ve kudretiyle yoktan var ettiği cansız ve canlı varlıkları, başıboş tesadüflerin meydana getirdiğini iddia eden Darwinistler, bu iddialarıyla Allah'a karşı çok büyük bir iftirada bulunmaktadırlar.
SAHTE ÇİZİMLER |
p>Üstelik bu iftiralarını ayakta tutabilmek için yalanlara ve sahte delillere başvurmaktadırlar. Darwinizm'in tarihi, Piltdown Adamı, Nebraska Adamı, rekapütilasyon teorisi, sahte dino-kuş "Arkeoraptor" gibi türlü sahtekarlıklarla doludur. Sahte deliller üreten, hayali çizimler ve senaryolarla insanlara geçmişte bir evrim süreci yaşanmış gibi göstermeye çalışan, bilimsel verileri hiç tereddüt etmeden çarpıtan, çeşitli telkin metodları kullanan Darwinizm, çok büyük bir aldatmaca ve göz boyamadan ibarettir.
İşte ahir zamanda Müslümanların karşısındaki en büyük din karşıtı fikir sistemlerinden biri Darwinizm'dir. Müslümanlar da, aynı Kehf Ehli gibi, Allah'ın varlığını reddedip tesadüfleri ilah edinen Darwinistlerden iddialarını kanıtlayacak deliller istemektedirler. Ancak Darwinistler bunun karşılığında yine yalana ve çeşitli sahtekarlıklara başvurmakta, demagojik yöntemler kullanarak kesin bir delil ortaya koymaktan uzak durmaktadırlar. Çünkü Darwinistlerin de, tüm inkarcı topluluklar gibi ellerinde, iddialarını destekleyecek hiçbir delilleri bulunmamaktadır. (Detaylı bilgi için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Vural Yayıncılık)
Her şeyin tesadüflerin eseri olduğunu iddia eden Darwinizm, bu yönüyle Allah'a karşı açıkça iftirada bulunmaktadır. Allah, Kehf Suresi'nin 15. ayetinde geçen "Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?" şeklindeki ifadeyle Darwinistlerin bu zalimliklerine de işaret etmektedir.
ADNAN OKTAR: “O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi ki; ‘Rabbimiz Katından bize bir rahmet ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır.’” (Kehf Suresi, 10) Bu doğrudan Mehdiyete bakan bir ayettir, onuncu ayet. Ve gençlerden oluşuyor.
Mehdi (as) cemaati de gençlerden oluşur, inşaAllah. O devrin deccalleri onların üstüne gelecekler, onlar da annelerinin babalarının yanlarından kaçıp bir araya gelip, topluca birlikte yaşıyorlar. O devrin deccallerinden bak, bir avuç genç. Annesinden babasından, kimisi ahlaksız, kimisi dinsiz. Hakkı yaşamak için kaçıp bir araya geliyorlar. O zaman da bir çok grup, güç, o devirde etkin olan kuvvetler o kişileri hedefledikleri için, onlar da can havli ile bir yere saklanıp, sığınıyorlar. Kuran onu anlatıyor. “Biz sana onların haberlerini bir gerçek olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi.
Biz de onların hidayetlerini arttırmıştık” (Kehf Suresi, 13) Yani Allah “Hadi” ismi ile, Mehdilik yönü ile Cenab-ı Allah onlara hidayet veriyor, inşaAllah. Allah “Hadi”’dir. Yani Mehdilik yönü vardır Cenab-ı Allah’ın. Mehdi (as) da onu tezahür ettirir. Yani Mehdi (as)’ın bir özelliği yoktur. Mehdi (as) etten, kemikten Allah’ın bir tecellisidir. Mehdi (as)’ı Allah vesile eder. “Hadi” ismi onda tecelli eder. Allah Mehdilik vasfını onda tecelli ettirir, Mehdi (as)’da, inşaAllah. “Onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi, Biz de onların hidayetlerini” Mehdilik görevlerini, “arttırmıştık”. Ebcedi, bir tane ebcedi var 1996 tarihini veriyor. “Ve onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabdetmiştik” diyor. Sabırlı ve kararlılar. “(Deccale) karşı kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız’”, Darwinizme, materyalizme inanmayız diyorlar, deccale karşı. “Söyleyecek olursak, eğer tersini söyleyecek olursak, yemin olsun” diyorlar, “gerçeğin dışına çıkarız” Yani “yalan söylemiş oluruz” diyorlar. "Bunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler.” Atomu, atomları değil mi? Darwin’i, Marx’ı ilahlar edindiler. “Onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi?” (Kehf Suresi, 15)
Paleontolojiden, biyolojiden, arkeolojiden, her şeyden. Genetikten delil getirmeleri gerekmez miydi? Ben asrımıza göre tefsir ediyorum, açıklıyorum. “Apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi?” Adamlar diyorlar ki “delil yok”. “Getirmiyoruz” diyorlar. “Öyleyse” diyor, “Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup, iftira edenlerden daha zalim kimdir?” diyor Allah. Niye yalan söylüyorsunuz o zaman diyor Cenab-ı Allah, değil mi? Ben genellikle asrımıza bakan yönüyle açıklıyorum....“Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz” (Kehf Suresi, 8) Bu ne zaman olacak ...Kıyamette. Ebcedi kaç biliyor musun? Sekizinci ayet. Tam 1545, Hicri 1545, Kıyamet’in tarihini veriyor tam. Ne bir rakam aşağı, ne bir rakam yukarı. 1545’i veriyor...“Kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz” diyor Cenab-ı Allah. Tam Hicri 1545. (A9 TV, 26 Eylül 2010)
(İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."
(Kehf Suresi, 16)
Ayette Kehf Ehli'nin inkarcıların fikir sisteminden tamamen ayrıldıkları, uzaklaştıkları ifade edilmektedir. Bu ayrılık, inkarcılarla iman edenler arasında fikri bir karşıtlık meydana getirmiştir. Ve inkar edenler Müslümanlar üzerinde bir baskı oluşturmuşlardır.
Bu baskının neticesinde iman edenler kendilerini tamamen tecrit etme ve inkarcılardan tamamen koparma ihtiyacını hissetmişlerdir. Mağaraya sığınma da bu tecrit durumunu ifade etmektedir. Allah bu dönemde Kehf Ehli'nin üzerindeki nimetini yaymış, onlara pek çok konuda kolaylık sağlamıştır. Bu kolaylık ve desteklerden en önemlisi ise iman edenlerin inkar edenlerin olumsuz etkilerinden uzak kalmaları olmuştur.
Tarih boyunca inkar eden topluluklar, Müslümanların kutsal saydıkları değerlere saldırıda bulunmayı alışkanlık edinmişlerdir. Ellerine geçen her fırsatta onların mukaddesatlarıyla, vatan ve milletlerine olan bağlılıklarıyla ve hizmet şevkleriyle alay eder, hatta hakaretlerde bulunurlar. İman edenlerin kendilerini bu kişilerden uzakta tutmaları bu açıdan çok büyük bir rahmet ve çok büyük bir kolaylıktır. Çünkü böylece inkarcıların aleyhteki ifadelerini dinlemek yerine, dine daha fazla hizmet etme imkanı bulmaktadırlar. Kendilerini geliştirmeye, ilimde derinleşmeye, kültürel ve sosyal çalışmalar yapmaya daha geniş zaman ayırabilmektedirler. Allah'ın kendilerine sağladığı bu kolaylık sayesinde de milletlerinin daha güzel bir yaşama kavuşabilmeleri ve insanların tek kurtuluş yolu olan Kuran ahlakına yönelmeleri için daha fazla çalışma yapabilmektedirler.
(Onlara baktığında) Görürsün ki, Güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
(Kehf Suresi, 17)
Bu ayette Müslümanların evlerinin Güneş almasının önemine dikkat çekiliyor olabilir. Bir eve, mümkün olduğunca, hem batarken, hem de doğarken Güneş'in gelmesi çok önemlidir. Bu sayede güneş ışınlarının olumlu etkilerinden faydalanma imkanı oluşmakta, daha sağlıklı bir ortam meydana gelmektedir. Ayette ayrıca geniş ve ferah evlerin de önemine dikkat çekiliyor olabilir. Yaşanan mekanları, imkanlar ölçüsünde, geniş, aydınlık, güneş alan ve ferah bir hale getirmek, müminler için zevkli, rahat ve huzur verici olacaktır.
Bu ayette -daha önce de vurguladığımız gibi- hidayetin önemine de dikkat çekilmektedir. Ancak Allah'ın hidayet verdiği kişinin kurtuluşa ereceği, hidayet vermediği kişinin ise sonsuz bir azapla karşılık bulacağı açıklanmaktadır.
Kehf Suresi'nin 17. ayetinde tebliğ yapan kişinin huzurla, sabırla, itidalle ve sakin bir şekilde dini anlatmasına, hidayeti verecek olanın Allah olduğunu hiçbir şekilde unutmaması gerektiğine tekrar dikkat çekilmektedir. Allah bir ayetinde "Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir." (Bakara Suresi, 256) şeklinde buyurmaktadır. Eğer bir kişi yapılan tebliğe olumlu tepki vermiyor, inkarda diretiyorsa bu durumda tebliğ yapan kişiye düşen şey, Allah'a tevekkül etmek ve hiçbir şekilde karşısındaki insana baskı uygulamamak olmalıdır.
Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
(Kehf Suresi, 18)
Günümüzde de bir kısım Müslümanlar bir nevi rahmani uyku içindedirler. Bu sayede, insanları dinden uzaklaştırmaya çalışan materyalist ideolojilerin sebep olduğu belaların dehşetinden ve şiddetinden etkilenmemektedirler. Bu maddeci akımlar yüzünden oluşan ahlaki dejenerasyondan, zulüm ve kargaşadan etkilenmeden Kuran ahlakını yaşamayı sürdürmektedirler.
Kehf Ehli'nin de yaşadığı haber verilen bu uyku halinin nedeni ise kadere tabi olmanın getirdiği tevekkül ve huzur olabilir. Çünkü tüm kainatı bir kader üzere yoktan yaratan Allah, dünyada gerçekleşen bütün olayları da Müslümanların lehine tanzim etmektedir. Rabbimiz bir ayetinde, "... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez" (Nisa Suresi, 141) şeklinde buyurmuştur. Bu, Müslümanlar için büyük bir müjdedir ve huzur vesilesidir. Dünya üzerinde gerçekleşen her olayın Müslümanlar için olumlu ve hayırlı olduğunun bir işaretidir.
Müslümanların yaşadıkları bu huzur ve güvenlik duygusunun bir başka sebebi de, Allah'ın samimi kullarını mutlak başarıya ulaştıracağını vaat etmiş olmasıdır. Ayette iman edenler şöyle müjdelenmektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi, Allah salih kullarını, her ne zorlukla karşı karşıya olurlarsa olsunlar, güvenliğe çıkaracağını müjdelemektedir. Bu da, Kehf Ehli gibi günümüzde de samimi Müslümanların huzur içinde ilmi çalışmalarını sürdürmesine bir sebeptir.
Ayrıca Müslümanlar Allah'ın dilemesi dışında başlarına hiçbir şey gelmeyeceğini de çok iyi bilmekte ve bunun rahatlığını yaşamaktadırlar. Allah, Kendisi'ne teslim olmuş, kadere iman eden ve tam bir tevekkül gösteren müminlerin nasıl bir kararlılığa sahip olduklarına şöyle dikkat çekmiştir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
“Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.” (Kehf Suresi, 18)
ADNAN OKTAR: Tabii böyle dehşet verici bir görünüm anlamında değil bu. Çünkü bu insanlar mümin, muttaki insanlar. O görünümün heybeti. Mesela Mehdiyet hareketinde de insanların çoğu Mehdiyet hareketinden kaçacak. Bunu Peygamberimiz (sav) açık açık söylüyor, çok kapsamlı anlatıyor. Müslümanların büyük bölümü o devirde onları dinsizlikle, dalaletle, küfre düşmekle itham edecekler ve insanlar kaçacak onlardan. Hatta “cenazelerine gelmezler, evlerine gelmezler, insanlar yemeklerini yemezler, onlar yalnız yaşarlar” diyor, açık açık anlatılmış. Küfür ve dalaletle itham edilecekleri mebzul miktarda hadiste izah ediliyor. Yani korkulup kaçılacak bir görüntüleri var, çünkü asosyal bir görüntü verecekler demek ki. Hz. İsa Mesih (as)’ın talebeleri de öyle. Hem Hz. İsa Mesih (as), hem Hz. Mehdi (as) şu an yeryüzündeler, Allahualem. Ama bak insanlık her ikisini de fark edemiyor. Çünkü geniş çaplı bir kaçma olduğu için. Mesela Hz. İsa Mesih (as)’ın talebelerinden de insanlar kaçacaklar, yanaşmazlar. Çok az bir topluluk onlara yanaşır, yani bir şekilde korkar. Hz. Mehdi (as) talebelerinde de öyledir, çok nadir seçilmiş insanlar Allah tarafından özel ilham edilmiş ve Allah tarafından derin şekilde uyutulan insanlar yaklaşıyor. Yani Kehf Ehli gibi, kaderini yaşıyor, kaderinde olduğu için gidiyor. Yani istese de kaçamaz, ama öbürleri de istese de Hz. Mehdi (as) talebesi olamazlar. Ama gerçek bir Mehdi talebesi de iradesi yetmez gitmeye, kaderi öyle çünkü. Zaten istemez ama gidemez. Diyor ya Peygamberimiz (sav); “313 kişi kadardırlar.” “Ehli Bedir’in sayısı kadardırlar.” diyor bir başka rivayette. İşte gerçekler bunlar. Ama bunları tabii hadislerden anlıyoruz. (A9 TV, 23 Mayıs 2015 )
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
(Kehf Suresi, 19)
Ayette ilk olarak Müslümanların, karşılaştıkları olaylarda bir karara varmadan kendi aralarında istişare etmelerinin önemine dikkat çekilmektedir. Dikkat çekilen bir diğer konu ise diriltenin de öldürenin de Allah olduğu, Allah dilemediği sürece hiçbir insanın buna muvaffak olamayacağıdır.
Bunun yanı sıra ayette Kehf Ehli'nin mağarada ne kadar süre kaldıklarıyla ilgili aralarında bir konuşma geçtiği de aktarılmakta, ardından ise bir kişinin "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir" dediği bildirilmektedir. Burada önemli olan husus, anlaşılmayan ya da sonucu bulunamayan herhangi bir konu olduğunda, müminlerin hemen "Allah bilir" deyip, hayır ve hikmeti Allah'a bırakmalarıdır. Çünkü gaybı sadece Allah bilmektedir. O nedenle de insanların bilmedikleri bir konu üzerinde tartışmaları, cevabını araştırıp bulmaya çalışırken bunun sıkıntısını yaşamaları tevekküllü bir tavır olmaz. Önemli olan o anda gösterilen teslimiyet ve hemen kaderin hatırlatılmasıdır.
Kehf Suresi'nin 19. ayetinde müminlere bazı işaretlerde daha bulunulmaktadır. Bunlardan birincisi müminlerin alışverişe gönderdikleri kişiden herhangi bir yiyecek değil, temiz yiyecek istemeleridir. İman edenlerin temizlik konusundaki hassasiyetleri pek çok Kuran ayetinde bildirilmektedir. Örneğin Allah elçilerinin "... temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram..." (Araf Suresi, 157) kıldığını haber vermektedir. Bunun yanı sıra iman edenlere "Elbiseni temizle" (Müddessir Suresi, 4) şeklinde buyurmaktadır. Kuran'daki temiz rızıklar ve temizlikle ilgili ayetlerden bazıları şu şekildedir:
Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
Size, rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin, bu konuda azgınlık yapmayın, yoksa gazabım üzerinize kaçınılmaz olarak iner: benim gazabım, kimin üzerine inerse, muhakkak o, tepetaklak düşmüştür. (Taha Suresi, 81)
Kehf Suresi'nin bu ayetinde dikkat çekilen diğer bir husus da müminlerin yiyecek almak için şehri tercih etmeleridir. Bunun nedeni şehirde çok daha geniş imkan ve seçim alternatifi olması olabilir. Kuran'da şehirlerin önemi ile ilgili başka ayetler de bulunmaktadır. Örneğin Allah, Enam Suresi'nde tebliğin şehirlerden başlamasına dikkat çekmiştir:
İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır. (Enam Suresi, 92)
Ayette müminlere bir başka hatırlatmada daha bulunulmaktadır. Bu da müminlerin her zaman için nezaketli ve saygılı olmalarıdır. Bu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakın bir gereğidir.
Kehf kıssasında ayrıca Müslümanların ahir zamanda daha ziyade evlerinde bulunacaklarına işaret ediliyor olabilir. Bunun nedeni de, komünizm, faşizm gibi din dışı ideolojilerin hakim olduğu bu büyük fitne döneminde, dışarı çıkıp hedef haline gelmemek, dikkat çekmemek olabilir. Ayette aynı zamanda müminlerin gerektiği durumlarda, uzun zaman evlerinde kalarak kendilerini ilim ve bilgi yönünden geliştireceklerine dikkat çekiliyor olabilir. Nitekim Peygamberimiz (sav)'in de ahir zaman konusunda kendisinden tavsiye isteyenlere, "… evlerinizin yiğiti olunuz, oradan ayrılmayınız!" ve "evinden dışarı çıkma!" şeklinde tavsiyelerde bulunduğu bildirilmektedir.4
“Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi, 19)
ADNAN OKTAR: Çok nezaketli bu gençler, çok efendiler. Kimseye bulaşmaz, kavga etmez, olay çıkartmaz, kimseyi kızdıracak şekilde konuşmaz, nezaketliler.
“Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?"
ADNAN OKTAR: Aralarında bir sorgulama yapıyorlar yani istişare ediyorlar. İşleri istişareyle, konuşmayla. Zamanın izafiliği burada vurgulanıyor. “Ne kadar kaldınız.” Çünkü ahirette de soruluyor bu soru, zamanın izafi olduğunu onların bildiğini de orada görüyoruz. Onların üslubundan zamanın ve mekanın olmadığını da iyi bildiklerini anlıyoruz.
“Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık."
ADNAN OKTAR: Aynı ahiretteki verilen cevap gibi.
“Dediler ki: ‘Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin;”
ADNAN OKTAR: Seçerek bulabiliyor helal yiyeceği. Yani küfür o kadar sarmış etrafı.
“Ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.’"
ADNAN OKTAR: Demek ki, kendilerini gizleyecek Hz. Mehdi (as) talebeleri. Demek ki bir bela olacak. Fitneden çekinecekler, münafıklardan, küfürden, her türlü iftiradan çekinecekler, kendilerini sezdirmemek için özel itina edecekler. Sezdirmek istemedikleri için ne Hz. Mehdi (as)’ı bulabiliyor insanlar ne Hz. İsa Mesih (as)’ın talebelerini bulabiliyorlar, bu özenlerinden dolayı. Ne Kehf Ehli’ni bulabiliyorlar, ne Rakim Ehli’ni bulabiliyorlar. Ama zamanı gelince bu insanlar tabii Kehf Ehli’ni de Rakim Ehli’ni de bulacaklar. Kuran’ın işaretiyle o görülüyor.
"Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler.”
ADNAN OKTAR: Küfrün, deccaliyetin azgınlığı o devirde vurgulanıyor. Kendi inançlarına çevirmek için ailelerin çocuklara ne kadar baskı yaptıklarını görüyorsunuz. Namazlarını gizli kılıyor birçok genç. Birçok genç kız gizli namaz kılabiliyor, hatta bir kısmı hiç kılamıyor korkudan dolayı, Müslüman olduğundan dolayı. Eve mesela Kuran götüremiyor, kendini gizliyor. Kehf Ehli de o şekilde. (A9 TV, 23 Mayıs 2015 )
"Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız."
(Kehf Suresi, 20)
Bu ayette "taşa tutarlar" ifadesiyle terörist bir karakter tarif edilmektedir. Günümüzde de dinsiz ideolojilerin etkisi altında kalan insanlarda bu karakter açıkça görülür. Örneğin komünist ideolojiyi benimseyen teröristler, vatanı korumak için cansiperane mücadele eden devlet görevlilerine, polislere ve jandarmalara, sadece devlete olan düşmanlıkları nedeniyle taş atmakta, saldırmaktadırlar. Bunu yapmalarındaki amaç ise bu kişileri yıldırmak, güçlerini azaltmaktır. Bu yolla komünizm taraftarları, kendi din karşıtı ideallerini gerçekleştirebilmeyi, ülkelerini kaosa ve kargaşaya sürükleyerek komünist bir sistemi hakim etmeyi amaçlamaktadırlar.
Bu sonuca ulaştıktan sonra asıl hedefleri ise dinine, vatanına, milletine bağlı insanları, kendi -dinsiz, ahlaki her türlü değere karşı, insanlar arasında daimi bir çatışma olması gerektiğini iddia eden- düşünce sistemlerine çevirmektir. Yani tüm insanları devlete karşı ayaklandırmak, sokaklara dökmek, kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Ancak anarşist hareketlerin bir sonuca ulaşmayacağı ve onlara uyanların da hiçbir zaman kurtuluş bulamayacakları çok açıktır. Allah bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (Rad Suresi, 25)
Bu yüzden ahir zamanda insanların, dünyaya beladan başka bir şey getirmeyen kanlı ideolojilerden uzak durmaları, din aleyhtarı ideolojilerin provokasyonlarına, kışkırtmalarına kanmamaları, bozguncuların tarafında yer almamaları son derece önemlidir.
Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.
(Kehf Suresi, 21)
Bu ayet Kehf Suresi'nde kıyamet alametlerine ve ahir zamana yönelik çok önemli işaretler olduğuna açıkça dikkat çekmektedir.
Kehf Ehli'nin insanlar tarafından bulunması ise, iyi insanların iyilerle kendiliğinden buluşacaklarına, birbirlerinden uzakta bulunsalar da bir gün mutlaka biraraya geleceklerine işaret olabilir. Allah, "... Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir" (Bakara Suresi, 148) ayetiyle de aynı gerçeği haber vermiştir.
Ayette ayrıca, insanların, Kehf Ehli'nin bulunduğu yere bir mescid yaptırmak hakkında konuştuklarından da bahsedilmektedir. Bu ayette, iyi ve güvenilir insanların hayatlarını geçirdikleri yerlere binalar ve mescidler yapmanın makbuliyetine dikkat çekilmektedir. Bunun amacı hem sevilen insanları yadetmek, hem de bu vesile ile o mekanları bir nevi eğitim ve ibadet yeri haline getirmektir. Bu sayede faydalı düşüncelerin ve güzel ahlakın insanlar arasında yaygınlaşması sağlanacaktır.
Bu gibi yerler, iman edenlerin biraraya gelecekleri ve birlikte Allah'ın adını anacakları mekanlar olacaktır.
Kuran'da pek çok ayette mescidlerde yalnızca Allah'ın anıldığına ve mescidlerin önemine dikkat çekilmektedir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın). (Cin Suresi, 18)
"Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler;” (Kehf Suresi, 20)
ADNAN OKTAR: İşte küfür çok azgın, saldırgan, kendi inancına zorla çevirmek istiyor. Mesela müşrik yobaz, “İlla ki müşrik ve yobaz olacaksın” diyor. Komünist diyor ki, “İlla ki komünist olacaksın.” Halktan ailelerden bir kısmı da, “Dini de unut, Allah’ı unut, sadece geçim ve hayatın peşine git.” diyor. Bu da ayrı bir din, geçim dini, hayat dini bu da ayrı bir dindir. Adama, “Nedir hedefin?” diyoruz, “Ekmek kazanmak” diyor. “Hayatta gayen nedir?” diyorsun, “Ekmek parası kazanmak” diyor. “Sen niçin yaşıyorsun?” diyorsun, “Ekmek parası kazanmak için yaşıyorum” diyor. “Ekmek için yaşıyorum” ne demek? İnsan Allah için yaşar. Tabii cahilliklerinden bilgisizliklerinden söylüyorlar bunu.
“Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk.” (Kehf Suresi, 21)
Sonunda insanlar onu bulacaklar. “Şehir halkı”, demek ki büyük bir şehirdeler. Mağara var ama, şehrin ortasında bir mağara olduğu anlaşılıyor. Şehir halkı bulduğuna göre. Şehir halkı bütün hepsi dağa çıkmaz, şehrin içinde buluyorlar, şehrin içinde bir mağara olduğu anlaşılıyor. Tabii doğrusunu Cenab-ı Allah bilir. Ama sembollerden, verilen delillerden bunları anlıyoruz.
... Kıyametten bahsedildiğine göre, ahir zamanda olan olaylar. Kıyametten bahsediliyorsa, ahir zamanla bağlantılı bir olaydır, bunu açıkça burada anlıyoruz. Duhan Suresi’nde olsun, diğer ayetlerde olsun bu konu açıkça görülür. Kuran’ı tertil üstüne, yavaş yavaş, her ayeti ayrı okuyacaksın. Yani bütün ayeti bitirmek değil de ayetteki cümleleri okuyacaksın. Vahyin inişi de öyle biliyorsunuz. “Tertil üstüne” diyor Cenab-ı Allah, yavaş yavaş geliyor. Kalbine ilka oluyor yahut doğrudan vahyediliyor, ama anlaşılması için tertil üzerine okunması, yavaş okunması önemlidir Kuran’ın, hikmetin anlaşılması için. Camilerde bağıra bağıra Arapçasını okuyup geçiyor. Bir kişi orada Arapça bilmez, Arapça’yı bilen de hikmetini anlayamaz, o kadar süratli okursan. Sürekli orada müziğinin peşinde oluyor, yani onu kaideli okumanın peşinde. Hikmetinin, özünün peşinde olmuyor çoğu. (A9 TV, 23 Mayıs 2015 )
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
(Kehf Suresi, 22)
Bu ayette Kehf Ehli'nin kaç kişi oldukları hakkında zanla tahminlerde bulunan insanların durumundan bahsedilmektedir. Oysa ayette bu sayıyı sadece gaybın tek sahibi olan Rabbimiz'in bildiği ve bu bilgiyi de ancak az sayıdaki kullarına bildirdiği ifade edilmektedir.
Ayetin devamında, bilinmeyen bir konu üzerinde tartışmanın, sürekli yeni fikirler getirmenin, tahminlerde bulunmanın doğru olmadığı da bildirilmektedir. Böyle bir tartışma ayette, "bilinmeyene-gayba taş atma" olarak ifade edilmektedir. Aynı ifade başka ayetlerde de bulunmaktadır. Örneğin Sebe Suresi'nde insanların bu özellikleri şu şekilde tarif edilir:
... "Biz O'na iman ettik" derler; ancak onlara uzak bir yerden (ahiretten imana) el uzatmak nerede? Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı). (Şimdi) Kendileriyle istek duydukları şeyler arasında perde çekilmiştir; daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar, kuşku verici bir tereddüt içinde idiler. (Sebe Suresi, 52-54)
Allah'ın beğenmediği bu ahlaktan her Müslüman uzak durmalı, bu gibi tartışmalardan, bilmediği konular üzerinde fikir yürütmekten şiddetle kaçınmalıdır. Böyle bir durumda yapılması gereken şey "En doğrusunu Allah bilir" deyip, muteber olmayan sözlere kıymet vermemektir. Müslümanların bu tarz durumlarda verdikleri cevap, "... Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen..." (Maide Suresi, 116) ayetindeki gibi olmalıdır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde gaybı sadece Allah'ın bildiği haber verilmektedir. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur:
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Ayetteki gibi tartışmaların yapıldığı durumlarda insanların, üzerinde fikir yürüttükleri konulardaki tek dayanakları halktan gelen ifadeler olur. Sokaktan gelen uydurma rivayetlere, konu hakkında bilgi sahibi olmayan bir kişinin söylediği bir söze, bir başkasının yaptığı bir yoruma dayanan bu tartışmaların doğru bir sonuca ulaşmayacağı ise açıktır. İnsan "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur" (İsra Suresi, 36) ayetiyle de bildirildiği gibi bilmediği konular hakkında etraftan duyduğu dayanaksız açıklamalara kapılmamalıdır.
Ayette geçen "onları pek az (insan) dışında kimse bilemez" ifadesiyle de Allah, derin bilgiye sahip çok az sayıda kişinin, bu sayıyı bilebileceğine işaret etmektedir. Örneğin bu kişi, kitabın ilerleyen bölümlerinde mucizevi özelliklerini detaylı olarak inceleyeceğimiz Hz. Hızır olabilir. Bunun yanısıra Hz. Hızır'ın eğitiminden geçmiş ve ona tabi olmuş talebelerinin de, Allah'ın dilemesi ve bildirmesiyle bu bilgiye sahip olması mümkündür. Nitekim Kuran'da Allah'ın vahyetmesiyle elçilerin gaybdan yana bazı bilgilere sahip oldukları bildirilmektedir:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz. Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)
Allah Peygamberimiz (sav)'e de gaybdan bazı bilgiler vahyetmiş, sonra ona şu şekilde seslenmiştir:
Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (Yusuf Suresi, 102)
Hz. Nuh'a ise Allah, gelecekte yaşayacağı bazı olayları şu şekilde bildirmektedir:
"Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azab dokunacaktır." Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir. (Hud Suresi, 48-49)
Ayetin devamında geçen "... açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma" ifadesi ise Kuran'a uygun tartışmaya işaret etmektedir. Müminler, bir konu üzerinde tartışırken Kuran'a uygun delil getirmeye önem vermelidirler. Dini inkar edenler tam tersi bir tutum içindedirler. Onların tek amacı tartışma çıkarmak, bu vesileyle dine ve inananlara karşı düşmanca tavırlarını ortaya koymaktır. Nitekim Allah Kuran'da bazı insanların "yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye" (Zuhruf Suresi, 58) inkarcı örnekler verdiklerine dikkat çekmektedir. Bunun nedeninin de "tartışmacı ve düşman" bir kavim olmaları olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan insanların tüm bunlardan kaçınmaları ve Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranmaları gerekir. Allah iman edenlerin inkarcılarla konuşurken nasıl bir üslup kullanmaları gerektiğini şu örnekle bildirmektedir:
Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma (ya, huccete gerek)' yoktur. Allah bizi biraraya getirip-toplayacaktır. Dönüş O'nadır." (Şura Suresi, 15)
Kehf Suresi'nin 22. ayetinin sonunda geçen "onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma" şeklindeki ifade ise iman edenlerin vahiyle bildirilenlerin dışında hiçbir bilgiye rağbet etmemeleri gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü gaybı bilen Allah'tır. İnsanların kendi bilgilerine, zanlarına ve yorumlarına dayanarak ortaya attıkları yanlış rivayetlerin müminler nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Dolayısıyla kaynağı belli olmayan, ağızdan ağıza dolaşarak gelen, kulaktan dolma aktarılan, uydurma rivayetlere, haberlere önem vermemeyi Allah bu ayetle yasaklamaktadır.