Göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da Ben onları şahid tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı-güç de edinmedim.
(Kehf Suresi, 51)
Bu ayette insanın kendisine her zaman iman sahibi, itaatli ve güzel ahlaklı kimseleri dost edinmesine işaret edilmektedir. Böyle kimselerle birlikte olmak insanı her türlü tehlikeden koruyacak, kötü yollara sapmasını engelleyecek, her an salih bir amel üzerinde olmasına vesile olacaktır. Müminler birbirlerinin dost ve velileri oldukları için her an Allah'ın ayetlerini hatırlatacak ve birbirlerine güzel ahlakı tavsiye edeceklerdir. Bunun aksi, yani insanın kendisine saptırıcıları ve isyankarları dost edinmesi ise kişiye kayıptan başka bir şey getirmeyecektir. Ayetlerde insanların büyük bir bölümünün şeytanı kendilerine dost edindiklerinden ve bunun sonucunda da büyük bir hüsrana uğradıklarından bahsedilir:
O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: "Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım" demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: "Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan da korkuyorum" dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 48)
Unutulmamalıdır ki şeytan dünya hayatında insanlara dost gibi görünmekte, ancak Allah'ın azabı ile karşılaştığında kendisini dost edinenleri bir anda yapayalnız bırakmaktadır. Bu nedenle Kuran'da her zaman için, tek dost ve veli olarak iman edenlerin seçilmesi emredilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 55-56)
(Kafirlere) "Benim ortaklarım sandığınız şeyleri çağırın" diyeceği gün; işte onları çağırmışlardır, ama onlar, kendilerine cevap vermemişlerdir. Biz onların aralarında bir uçurum koyduk. Suçlu-günahkarlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır.
(Kehf Suresi, 52-53)
Bu ayetlerde Allah'a ortak koşan insanların ahirette hiç ummadıkları bir karşılık görecekleri haber verilmiştir. Allah'ın ayetlerini inkar edip, O'na şirk koşanları, o gün ortakları terk edecek ve onlar tamamen yapayalnız kalacaklardır. Her insan yalnızca kendi yapıp ettiklerinden hesaba çekilecek, hiçbir şekilde haksızlıkla karşılaşmayacaktır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, onlara Rabbinin azabından 'bir ufak esinti' dokunacak olsa hiç tartışmasız; "Eyvahlar bize, gerçekten bizler zulme sapanlarmışız" diyecekler. Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 46-47)
Kehf Suresi'nin bu ayetlerinde dikkat çekilen bir diğer konu ise, Allah'a ortak koşanların ahirette bir "kaçış yolu" aramalarıdır. Ancak Allah ayetinde böyle bir kaçış yeri bulamadıklarını bildirmektedir. Yani bu insanların durumu, Allah Katında bilinmektedir. Bu ayette haber verilenler, dünya üzerinde gelmiş geçmiş hiçbir insanın bilmediği, görmediği görüntüler, işitmediği konuşmalardır. Bunlar, bizim için gelecekte gerçekleşecek olaylar olduğu için gaybdır, bilinmezdir. Ancak tüm zamanları kuşatan Rabbimiz Katında bu olaylar çoktan gerçekleşmiş ve sonuçlanmıştır.
Bizim için geçmiş ve gelecek olan her olay, Allah Katında tek bir an olarak yaşanmıştır. Biz Allah'ın hafızamıza verdiği bilgileri geçmiş olarak algılarız. Gelecekle ilgili bilgiler ise hafızamızda olmadığı için bizim için bilinmezdir. Ancak bizim için geçmiş ve gelecek olan bütün olaylar ve içinde bulunduğumuz şu an, Allah'ın Katında şu an fiilen ve tek bir an olarak yaşanmaktadır. |
Rabbimiz insanların öne sürdükleri mazaretleri, kaçış için yaptıkları planları, kullandıkları yöntemleri, nasıl bir azapla karşılaşacakları, azap içinde sonsuz zamanlarını nasıl geçireceklerini bilmektedir. Zaten tüm bunları yaratan da O'dur. Bunları bize ibret almamız için önceden haber vermektedir. Ancak bu, sadece bizim için "önceden"dir. Allah Katında "önceden" veya "sonradan" diye bir şey yoktur. Önce, Allah Katında hazır durumdadır ve şu an yaşanmaktadır. Yani Allah'ın önceyi bilmesi, önceyi hatırlama şeklinde değildir. Sonra olacak olaylar da Allah'ın hıfzında bir bilgi olarak vardır. Ama bu bilgi bizim bir şeyi öğrenmemiz gibi değildir. "Sonra" da Allah Katında şu an halen yaşanmaktadır ve yine şu an bitmektedir. Halihazırdaki an da şu an yaşanmıştır ve son bulmuştur. Her an; yani önce, sonra ve şimdi yaşadığımız herşey gerçekte Allah Katında "tek bir an" olarak mevcuttur. Allah tüm zamanları ve mekanları ilmiyle ve kudretiyle sarıp kuşatmıştır.
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
(Andolsun, bu Kuran'da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır.
(Kehf Suresi, 54)
İnsanlar için hidayet rehberi olan Kuran, hakla batılı birbirinden ayırır. Allah Katından, iman edenler için bir rahmet olarak gönderilmiştir. Açık ve anlaşılırdır. İnsanlar için bir öğüt ve bir uyarıdır.
Yukarıda yer alan ayette de dikkat çekildiği gibi Kuran'da, insanların hayatları boyunca ihtiyaç duyabilecekleri pek çok konu hakkında açıklamalar ve örnekler bulunmaktadır. İnsanın nasıl bir ahlaka sahip olması gerektiğinden günlük yaşam tarzına, insanlarla ilişkilerinden ticaret hayatına, yerdeki ve gökteki eşsiz yaratılış delillerinden geleceğe dair işaretlere kadar çeşitli bilgiler yer almaktadır. Allah'ın "... Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık... " (Enam Suresi, 38) ayetiyle de bildirdiği gibi din ahlakını yaşamak isteyenler için Kuran'da herşey detaylı olarak açıklanmıştır. Kuran'ın bu özelliği ayetlerde şu şekilde bildirilir:
Allah'tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (Enam Suresi, 114-115)
... Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)
Allah'ın Kuran'da men ettiği tartışmacı karakter hem insanın kendisini sıkıntıya sokan hem de çevresindeki insanların rahatsızlık duymasına yol açan bir tavır bozukluğudur. Tartışmaların çözümü ise Kuran'da "sözün en güzelini söylemek" olarak tavsiye edilmiştir. |
Kuran'ın bu kadar açıklayıcı bir kitap olarak indirilmesinin hikmetlerinden biri de, insanların ayetlerden öğüt almaları ve kendi nefislerine dair tüm eksikliklerin çözümlerini Kuran'dan bulmalarıdır. Bir öfke anında ne yapılacağı, zor bir durumda nasıl sabır gösterileceği, insanı güzel ahlaktan uzaklaştıran haset, alay gibi özelliklerden nasıl sakınılacağı ayetlerde bildirilmektedir. Bunun yanı sıra inkar edenlerin, müşriklerin, münafıkların ahlakları hakkında da bilgiler verilmekte, iman edenlerin bunlardan ibret almaları tavsiye edilmektedir. Dolayısıyla ayetler üzerinde dikkatle düşünen bir insan, Kuran'dan hem kendi nefsine yönelik, hem de çevresinde olup bitenlere yönelik çok fazla ders çıkarabilir. Allah Taha Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Böylece Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. (Taha Suresi, 113)
Kehf Suresi'nin 54. ayetinde ayrıca insanın tartışmacı yapısına da dikkat çekilmektedir. Kitabın önceki bölümlerinde de vurguladığımız gibi insanların büyük bir bölümü büyüklenmelerinden, kendi fikirlerinin daha doğru olduğunu düşünmelerinden ve karşılarındaki kişilerin fikirlerine değer vermediklerinden dolayı tartışmaya girer ve söz ile üstün gelmeye çalışırlar. Kendi fikirlerini karşı tarafa kabul ettirmek için her yolu dener, sinirlenir, bağırır hatta kimi zaman saldırgan bir tutum izlerler.
Müminlerin böyle tartışmacı bir tavra verdikleri karşılık ise sadece Kuran ile hükmetmek ve sözün en güzelini söylemektir. Bunun insanları doğru yola çağırmada etkili olabilecek tek yol olduğunu bilir ve Allah'ın yardımı ile her zaman üstün gelirler. Ayette bu güzel ahlakın etkisi şu şekilde tarif edilir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabın onları karşılarcasına gelmesi(ni beklemeleri)dir.
(Kehf Suresi, 55)
Kehf Suresi'nin bu ayetinde, Kuran ahlakına davet edildikleri ve elçiler tarafından doğru yola uymaları konusunda uyarıldıkları halde inkar eden kimselerin durumu bildirilmektedir. Bu insanların, büyüklük tasladıklarına, tevbe edip bağışlanma dilemeye yanaşmadıklarına dikkat çekilmektedir. İnkarlarının nedeninin ise Allah'tan gelecek bir felaketi beklemeleri olduğu haber verilmektedir. Bu da söz konusu insanların, Allah'ın kendilerini bir belaya uğratmasına ihtimal vermediklerinin, Allah korkularının az olduğunun ve hatta hiç olmadığının delilidir.
Nitekim geçmiş kavimlerde de Allah'ın elçileri insanları Allah'a iman etmeye ve Kuran ahlakını yaşamaya davet ettiklerinde, hep benzer bir inkarla ve redle karşılaşmışlardır. Allah korkusu olmayan her kavim inkarda diretmiş, bunun sonucunda da azap bu kişilerin üzerine hak olmuştur. Kuran'da inkar edenlerin azapla karşılık görmelerinin "Allah'ın sünneti" yani değişmez bir kanunu olduğu pek çok ayetle haber verilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir:
O inkâr edenlere de ki: "Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Ama yine dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet, muhakkak (onların başından da) geçmiş olacaktır. (Enfal Suresi, 38)
(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 43)
Ama Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı. (Bu,) Allah'ın kulları arasında sürüp-giden sünnetidir. İşte kafirler burada hüsrana uğramışlardır. (Mümin Suresi, 85)
Ayetlerde de bildirildiği gibi Allah'ın mutlaka gerçekleşecek ve hiçbir değişikliğe uğramayacak olan kanunu (sünneti) gereği, elçilerin davetine icabet etmeyen tüm kavimler, vakti Allah Katında belirlenmiş bir zamanda helak edilmişlerdir. Bu, hiç kimsenin ne değiştirmeye, ne öne almaya, ne de bir saat geciktirmeye güç yetiremeyeceği bir olaydır. Çünkü bu, herşeyin Maliki olan Rabbimizin, ezelde tespit ettiği bir zamandır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnetidir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın. (Ahzap Suresi, 62)
Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkar edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler.
(Kehf Suresi, 56)
İnsanların yaşamlarına yerleşmiş olan batıl sistemleri ortadan kaldırmak ve Allah'ın hak dinini yaymak amacıyla her topluma elçiler gönderilmiştir. Elçiler Allah'a şirk koşan ve inkarı bir yaşam tarzı haline getiren insanları türlü yollarla Allah'a iman etmeye ve İslam ahlakına uymaya davet etmişlerdir. Ancak tarih boyunca batıl dinler toplumlara çok köklü şekilde yerleşmiştir. Kavimler içinde hak dini benimsemeyen ve batıl dini çok şiddetli şekilde savunan insanlar olmuştur. Nasıl ki Allah'ın elçileri hakkı geçerli kılmak istemişlerse, inkarcılar da batılı yani dinsizliği, ahlaksızlığı, zulmü geçerli kılmaya çalışmışlardır. Bu insanlar, Allah'ın elçilerinin insanlar üzerinde oluşturdukları olumlu etkiyi ortadan kaldırmak ve insanların din ahlakına tabi olmalarını engellemek için çaba harcamışlardır.
İnkarcı topluluklar hakkı geçersiz kılmak için çeşitli yollar denemişlerdir. Halklarının elçilere rağbet etmelerini engellemek için iftiralar atmış, peygamberlere tuzaklar kurmuşlardır. Elçiye olduğu gibi, elçinin getirdiği hak kitaba da karşı çıkmış, insanların Allah'ın kitabını okumalarını engellemeye çalışmışlardır. Bunun için gerektiğinde şiddet kullanmaktan da çekinmemişlerdir. Örneğin, Nuh kavminin, Hz. Nuh'un tebliğini engellemek için yaptığı mücadele bir ayette şu şekilde tarif edilir:
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanladı ve kendilerinden sonra (sayısı çok) fırkalar da. Her ümmet, kendi elçilerini (susturmak için) yakalamaya yeltendi. Hakkı, onunla yürürlükten kaldırmak için, 'batıla-dayanarak' mücadeleye giriştiler. Ben de onları yakalayıverdim. Artık Benim cezalandırmam nasılmış? (Mümin Suresi, 5)
Allah'ın yukarıdaki ayetinde belirttiği gibi inkarcıların yaptığı mücadele batıl bir mücadeledir ve sonu mutlaka hüsrandır. Allah, onları hiçbir zaman başarıya ulaştırmamıştır ve bundan sonra da ulaştırmayacaktır. Rabbimiz, insanları hak dinden uzaklaştırmaya çalışanları, kaderde tespit ettiği en hayırlı vakitte şiddetli bir azapla cezalandıracaktır. Batılın peşinden gidip, hakkı inkar edenlerin dünya hayatındaki sonları büyük bir kayıpken, ahiretteki sonları ise çok daha büyük bir hüsran olacaktır. Kuran'da Allah şöyle buyurmaktadır:
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Kıyamet-saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır. (Casiye Suresi, 27)
Kehf Suresi'nin 56. ayetinde dikkat çekilen bir diğer konu ise, inkar edenlerin Allah'ın ayetleriyle ve yaklaşmakta olan cehennem azabıyla alay etmeleridir.
Bu kişilerin Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinin en önemli nedenlerinden biri ise büyüklenme içinde olmalarıdır. Tek istedikleri Allah'ın adının hiç anılmaması, kimsenin İslam ahlakına itibar etmemesidir. Çünkü ancak böyle bir ortamda kendi çirkin ahlaklarını sürdürebilecek, ancak kendileri gibi kişilerin çoğunlukta olduğu bir ortamda rahat edebileceklerdir. Yaratılış delillerini inkar ederek veya açıkça Allah'ın gücünü görmezlikten gelerek rahatlayabileceklerini zannederler. Bu, öylesine büyük bir akılsızlıktır ki çok açık olan deliller dahi bu insanların iman etmelerine yeterli olmaz. Onlar Allah'ı ve dini inkar ederek, kendilerince üstünlük elde edeceklerini, çevrelerindeki insanların gözünde büyüyeceklerini düşünürler. Oysa çevrelerindeki insanlar da Allah'ın yarattığı ve O'na karşı muhtaç olan, aciz varlıklardır.
Üstelik böylesine kibirlenmelerine sebep olan şeyler yine Allah'ın kendilerine verdiği özelliklerdir. İnsana zekayı, fiziksel gücü, maddi imkanları, güzelliği veren Allah'tır. İnsanlar sahip oldukları herşeyi Allah'a borçludurlar. Fakat akıllarını ve vicdanlarını kullanmayanlar Rabbimize şükretmek yerine alaycılığı tercih ederler.
Kuran'da bu kişilerin Allah'ın ayetlerini duyduklarında hemen alaylı söze daldıklarından bahsedilir. Örneğin Tevbe Suresi'nde "Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını artırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler." (Tevbe Suresi, 124) şeklinde bildirilir. Ancak onların alaycı tavırları müminlerin morallerini bozup, şevklerini kırmaz. Tam aksine şevklerini artırır, imanlarına güç katar. İnkarcıların bu anlayışsızlığı ve ayetlere olan çarpık yaklaşımları bir başka Kuran ayetinde şöyle haber verilir:
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)
Yukarıdaki ayette dikkat çekildiği gibi, Allah'ın bir ayetinde "sivrisinek"ten bahsetmesinin hikmetini inkarcılar anlamamışlardır. İçine düştükleri kavrayış eksikliği sebebiyle "Allah bu örnekle neyi amaçlamış?" diyerek, kendilerince alaycı bir tutum göstermişlerdir. Ancak bugün bilim, kimi akılsız insanların "sivrisinek" diyerek küçümsedikleri canlıların aslında pek çok mucizevi özelliklere sahip olduklarını ortaya çıkarmıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Sivrisinek Mucizesi, Harun Yahya) Allah bu canlıdaki olağanüstü özelliklere bundan 1400 yıl önce de dikkat çekmiştir ve o dönemin inkarcıları bu bilgilerden yoksun oldukları için sarf ettikleri alaycı sözlerle küçük duruma düşmüşlerdir.
Müslümanların ibadetlerine gösterdikleri titizlikle alay etmek inkarcılar arasında çok yaygındır. Allah bir ayetinde inkarcıların sergiledikleri bu akılsızca davranışı şöyle haber vermiştir:
Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır. (Maide Suresi, 58)
Allah Kuran'da oruç, 5 vakit namaz, tesettür gibi ibadetleri insanlara farz kılmıştır ve müminler de bunları büyük bir titizlikle yerine getirirler. Peygamberimiz (sav) de hadis-i şeriflerinde ibadetlerin önemine ve titizlik gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Örneğin 5 vakit namazın önemiyle ilgili olarak Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir kudsi hadisinde Resulullah şöyle buyurmaktadır:
“Beş vakit namazlar, gelecek haftaya kadar cüm’a, gelecek seneye kadar ramazan, büyük günahlardan sakınılırsa, aralarındaki hatalar için kefarettirler.” (Müslim) (Riyazü’s Salihin, İmamı Nevevi, çeviren: Mehmet Emre, Bedir yayınevi, sf. 698)
Allah, dini inkar etme yanılgısına düşen insanların alaycı tavırları hakkında daha pek çok ayet indirmiştir. Ve müminlere de bu tarz konuşmalarla karşılaştıklarında nasıl bir tutum izlemeleri gerektiğini de şöyle öğütlemiştir:
Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir… (Enam Suresi, 68)
Allah'ın dinini ve elçilerini inkar edenlerin, onları alay konusu haline getirenlerin ahiret günündeki sonu ise bir ayette şu şekilde bildirilir:
İşte, inkâr etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir. (Kehf Suresi, 106)
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
(Kehf Suresi, 57)
Elçilerin yaptıkları apaçık davetlere ve hatırlatmalara rağmen insanların çok büyük bir bölümü ayetlerden yüz çevirir. Ancak Allah'ın bu ayetinde de haber verdiği gibi onların bu inkarları da Allah'ın dilemesiyle ve emriyle gerçekleşmektedir. Bu kişilerin inkar içinde olmaları, alayları ve anlayışsızlıkları onlar için belirlenmiş bir kaderdir. Anlamak için ne kadar çaba sarf etseler, ne kadar irade gösterseler de bunu başaramazlar. Onlar da kaderlerini yaşamak zorundadırlar.
Hidayeti veren ancak Allah'tır. Ve Allah inkarı bu kişilerin kaderlerine yazmıştır. Dolayısıyla hiçbir davetin ya da tebliğin bu insanlar üzerinde Allah dilemedikçe etki etmesi mümkün değildir. Allah onların inanmalarını kalplerine perde indirerek engellemiştir. Ayetlerde şu şekilde bildirilir:
Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar... (Enam Suresi, 25)
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)
Allah bu insanların "sonsuza kadar" inanmayacaklarını Kuran'da bildirmiştir. Rabbimiz bu ayetle bizlere kaderin değişmesinin asla mümkün olmadığını, -biz ne kadar çaba harcasak da- bir insanın kaderinin dışında hiçbir şey yaşayamayacağını hatırlatmaktadır.
Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azabla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
(Kehf Suresi, 58)
Ayette Allah'ın kulları üzerindeki sonsuz şefkat ve merhameti hatırlatılmaktadır. Rahman olan Allah sonsuz merhametini ve lütfunu görünen ya da görünmeyen herşeyde tecelli ettirir. İnsanın soluduğu havadan yediği yemeğe, kalbinin her an atmasından doğadaki kusursuz güzelliklere kadar her bir detay Allah'ın kulları üzerindeki sonsuz merhametinin bir tecellisidir. Tüm insanlar Allah'ın rahmetiyle canlılık bulup, Allah'ın rahmetiyle hayatlarını devam ettirirler.
İnsanlardan bu nimetleri gören, yaratılış amacını kavrayarak Allah'a kulluk edenler olduğu gibi nankörlük ederek O'ndan yüz çevirenler de vardır. Allah dünya hayatında nimetlerini tüm insanlara eksiksiz olarak sunmaktadır. İman etmeyenler, münafıklar ve müşrikler de dünya hayatında soludukları hava, içtikleri su dahil olmak üzere gizli açık tüm nimetlerden faydalanırlar. Allah müminlere verdiği gibi onlara da mal-mülk, içinde oturacakları güzel evler ve soylarını devam ettirecekleri evlatlar verir. Onları da güzel rızıklarla besler. Onlara da sağlık, güç ve güzellik verir.
Allah dünya hayatında inkar edenleri belki dine dönerler, düşünüp aklederler ve belki şükrederler diye bu nimetlerden yararlandırmaktadır. Fakat bu yararlandırma sadece dünya hayatındadır. Ahirette ise bütün nimetler, bunları Allah'a yakınlaşmak ve O'nun rızasını aramak için kullanan ve O'na şükreden müminlere aittir. Çünkü Allah Rahimdir ve O, cenneti yalnızca mümin kullarına müjdelemiştir. Ayetlerde bu konuda şöyle buyrulmaktadır:
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar.
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 60-61)
Kehf Suresi'nin burada açıkladığımız ayetinde vurgulanan bir diğer konu ise, Allah'ın azaba uğratacağı her toplum için belirlenmiş bir zaman olduğudur. Her insanın ve her topluluğun hangi gün, hangi saat, ne şekilde bir azapla karşılaşıp helak olacağı Allah Katında bellidir. Allah, "Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tespit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir." (Müminun Suresi, 43) ayetiyle bu gerçeği bildirmiştir.
Ülkeleri helaka uğratacak olan bir depremin, selin, kasırganın ya da herhangi bir azabın geliş vakti, şiddeti, ne kadar süreceği, nasıl bir etki meydana getireceği Allah'ın kaderde takdir ettiği haliyle bellidir. Tüm zamanları kuşatan Rabbimiz, inkar ederek hesap gününe inanmayan bu insanların kaderinde o günü, hatta dakikayı ve saniyeyi belirlemiştir. Allah Taha Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Dedi ki: "Haydi çekip git, artık senin hayatta (hak ettiğin ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (Taha Suresi, 97)
İşte ülkeler (ve onların halkları), zulmettikleri zaman onları yıkıma uğrattık; ve yıkımları için bir buluşma zamanı tespit ettik.
(Kehf Suresi, 59)
Bu ayette Allah'ın hükümlerine karşı çıkan hiçbir milletin ve ülkenin baki kalamayacağına işaret edilmektedir. Allah'a ve dine saygısı olmayan, Kuran ahlakına aykırı hareket eden her toplum mutlaka yıkıma uğrayacak, tarih sahnesinden silinecektir.
Tarih boyunca Allah'ın hükümlerine karşı düşmanca bir politika yürüten, İslam ahlakına karşı adeta savaş açan pek çok topluluk olmuştur. Son 100 yıl içinde dünyayı kana bulayan Komünist yönetimler bunun en yakın örnekleridir. Komünizmin iktidara geldiği ülkelerde dini kurumlar ortadan kaldırılmış, dindar halka karşı çok büyük bir zulüm politikası yürütülmüş, din adamları acımasızca katledilmiş, kutsal kitapların okunması dahi yasaklanmıştır. Ancak bu rejimlerin hiçbirisi kalıcı olamamıştır; bugün geri dönüp baktığımızda her birinin teker teker tarih sahnesinden çekildiğine tanık oluruz.
Yan sayfada, Rusya'da din düşmanı komünist rejimin yıkıp, tahıl ambarına çevirdiği ibadethanelerden biri. |
Kuran'da da insanlara zulmetmeyi bir politika haline getirmiş pek çok kavmin örneği verilmektedir. Bu kavimlerden biri de Firavun ve önde gelen çevresidir. Firavun Hz. Musa'nın tebliğini açıkça inkar etmiş, iman edenlere büyük zulümler uygulamıştır. Ancak onun baskı ve şiddet bakımından güçlü olan yönetimi de kalıcı olmamış, çok büyük bir felaketle yeryüzünden silinmiştir. Firavun'un başına gelenler ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-92)
Tarihte zalimliği ile bilinen diktatörlerden biri de Firavun'dur. Hz. Musa'ya ve kavmine eziyet eden, onları dinlerinden geri çevirmek için uğraşan Firavun için Allah'ın belirlediği kader ibret verici olmuştur.Firavun ve ordusu, Allah'ın dilemesiyle yarılan denizde boğulmuştur. Dine karşı yürütülen savaşın en önemli delillerinden biri de yıkılan mabedlerdir. Üstte solda Bosna'da yıkılan bir cami, sağda ise Makedonya'da son dönemde yakılan bir cami görülüyor. |
Bu gibi zalim rejimlerin belli bir süre iktidarda kalmaları, zulümlerini belli bir dönem boyunca devam ettirmeleri ise Allah'ın dünya hayatında yarattığı imtihanın bir gereğidir. Allah bir ayetinde Hz. Muhammed (sav)'e "Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir." (İbrahim Suresi, 42) şeklinde seslenerek, zulmedenlerin mutlaka karşılık göreceklerini bildirmektedir. Dünya üzerindeki bu zulmün yaratılış hikmeti ise Bakara Suresi'nde şu şekilde açıklanır:
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 155-156)
Tarihte zalimliği ile bilinen diktatörlerden biri de Firavun'dur. Hz. Musa'ya ve kavmine eziyet eden, onları dinlerinden geri çevirmek için uğraşan Firavun için Allah'ın belirlediği kader ibret verici olmuştur.Firavun ve ordusu, Allah'ın dilemesiyle yarılan denizde boğulmuştur. |
Ayette ayrıca bu ülkelerin "zulümleri"nden dolayı azapla karşılık gördüklerinden bahsedilmektedir. Bu noktada Kuran'daki zulüm kavramını incelemek gerekir. Kuran'da zulmedenlerin Allah'a şirk koşan, O'nun ayetlerini inkar eden, elçileri yalanlayan kimseler oldukları haber verilir. Allah "... Zulmedenlerden başkası, Bizim ayetlerimizi inkar etmez." (Ankebut Suresi, 49) ayetiyle bu gerçeği bizlere bildirmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şunlardır:
İnkâr edenler dedi ki: "Biz kesin olarak, ne bu Kur'an'a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne." Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler)..." (Sebe Suresi, 31)
(Tura gitmesinin) Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular. (Araf Suresi, 148)
Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahid oldukları halde, imanlarından sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez. (Al-i İmran Suresi, 86)
Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (Enam Suresi, 68)
Yukarıdaki ayetlerde haber verildiği gibi, Allah'ın kitaplarını inkar edenler, Allah'tan başka varlıkları ilah olarak kabul edenler, elçilerin hak olduğunu gördükleri halde imanlarından sonra inkara sapanlar, Allah'ın ayetleri ile alay edenler zalimlerdir. Rabbimizin Kuran'da zulüm olarak nitelendirdiği daha pek çok kötü davranış vardır. Kısaca zulüm, Allah'ın emrettiği ahlakı benimsemeyen ve O'nun emrettiği ibadetleri yerine getirmeyen, Allah'a ve dine karşı büyüklenen, ahireti ve hesap gününü inkar eden insanların ve kavimlerin tüm davranışlarıdır.
Allah zalimlik yapan ve ilahlık iddiasında bulunan Firavun'a ibret verici bir son hazırlamıştır. Kuran ayetlerinde Firavun'un başına gelen olaylar detaylı anlatılır ve cesedinin de ibret için bulunacağı bildirilir. |
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, Kuran'da inkar eden her kavmin ve her insanın, hem dünya hayatında hem de ahirette çok büyük bir azaba uğrayacağı bildirilmiştir. Allah bir ayette şu şekilde bildirir:
İnkâr edenleri ise, dünyada ve ahirette şiddetli bir azabla azablandıracağım. Onların hiç yardımcıları yoktur. (Al-i İmran Suresi, 56)
Geçmişte Lut kavminin yaşadığı tahmin edilen Lut gölü ve çevresi. |
Görüldüğü gibi ayette zulmeden her topluluğun mutlaka Allah'ın sonsuz azabıyla karşılaşacağı, dünya hayatında da azaba uğrayacağı bildirilir. Bu azap anı ise Kehf Suresi'nde bir "buluşma zamanı" olarak ifade edilmiştir. Bu an geldiğinde zulmeden topluluk ne kadar güçlü, ne kadar kalabalık ya da ne kadar zorlu olursa olsun mutlaka yıkılacak, yeryüzünden silinip gidecektir. Çünkü bu, Allah'ın bir kanunudur.
Kuran'da dikkat çekilen bir diğer konu ise yıkım öncesinde, eğer bir ülke halkı toplu olarak helak edilecekse, o kavme gönderilen elçi ile yıkımı yapmakla görevli meleklerin bir buluşma zamanı olduğudur. Bu buluşmada, elçi ve görevli melekler söz konusu kavim için azabın geleceği anı tespit ederler. Kuran'da bu konuda verilen bir örnek Hz. Lut'u meleklerin ziyaret etmesidir.
Hz. Lut sapkın kavmini uzun süre boyunca iman etmeye davet etmiş, içinde bulundukları sapkınlıklardan vazgeçmeleri için onlara hatırlatmalarda bulunmuştur. Ancak Allah'ın ayetlerini inkar eden ve ahlaksızlığı bir yaşam şekli haline getiren Lut kavmi, Hz. Lut'un bu davetini sürekli reddetmiş ve inkarda diretmiştir. Bunun üzerine helak, onların üzerine hak olmuştur. Bu helak haberini ise melekler Hz. Lut'a yaptıkları ziyaret sırasında bildirmişlerdir. Ayetlerde bu ziyaret şu şekilde aktarılır:
Elçilerimiz Lut'a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler ki: "Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın dışında, seni ve aileni muhakak kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır." "Şüphesiz Biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azab indireceğiz." (Ankebut Suresi, 33-34)
Böylelikle elçiler Lut ailesine geldiklerinde, (Lut) Dedi ki: "Sizler gerçekten tanınmamış bir topluluksunuz." "Hayır" dediler. "Biz sana, onların hakkında kuşkuya kapıldıkları şeyle geldik." "Sana gerçeği getirdik, biz şüphesiz doğru söyleyenleriz." "Hemen aileni gecenin bir bölümünde yola çıkar, sen de onların ardından git ve sizden hiç kimse arkasına bakmasın; emrolunduğunuz yere gidin." (Hicr Suresi, 61-65)
Ayetlerde de görüldüğü gibi elçiler Hz. Lut'u ziyaretlerinde ona, olacak olan yıkımı bildirmiş ve azabın "vuruş anı"nı belirlemişlerdir. Bu zaman Hz. Lut'un kavmi için "tan yerinin ağarma vakti" olarak belirlenmiş ve ayetlerde şöyle haber verilmiştir:
Ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler. Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır. (Hicr Suresi, 72-75)
Hani Musa genç yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim."
(Kehf Suresi, 60)
Bu ayette kullanılan "genç" kelimesi ile, bir iş yapılırken genç insanların da yardımını almanın ve onlarla birlikte hareket etmenin önemine işaret ediliyor olabilir.
Gençlerin yaşlarının getirdiği enerjilerini, dinamizmlerini, güçlerini, şevk ve heyecanlarını Allah rızası için hayır işlerinde kullanmalarını teşvik etmek gereklidir. Nitekim ayetlerde de bu konuya dikkat çekilmekte, Hz. Musa'ya kavminden sadece bir bölüm gencin iman ettiğinden bahsedilmektedir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Kehf Suresi'nin 60. ayetinde dikkat çekilen bir diğer konu ise Hz. Musa'nın üzerinde durduğu buluşma yeridir. Hz. Musa çıktığı yolculukta bir kişiyle buluşmayı hedeflemektedir ve kendisine bu buluşma yerinin "iki denizin birleştiği bir bölge" olarak bildirildiği anlaşılmaktadır. Hz. Musa'nın bahsettiği yer de dünya üzerinde bu tarife uyan bölgelerden herhangi birinde bulunabilir.
Ayette haber verilen "uzun zamanlar geçireceğim" ifadesi ise buluşma yerinin kesin olarak belirlendiğine dikkat çekmektedir. Çünkü Hz. Musa başka bir yere değil, çok uzun zaman geçse bile, mutlaka daha önceden belirlenen o yere gitmesi gerektiğini bilmektedir. Buluşmanın başka bir yerde olması mümkün değildir. İki denizin birleştiği yerde buluşacakları kesindir ve bu, buluşmanın bir şartı olarak bildirilmiştir. Bu nedenle Hz. Musa aradan ne kadar süre geçerse geçsin, bu mekana ulaşmak için çaba sarf edecek ve gerekirse orada bekleyecektir.