Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.
(Kehf Suresi, 31)
Bu ayette güzel davranışlarda bulunup, Allah'ın rızasını kazanmak için çaba sarf eden müminlerin karşılık olarak bulacakları sonsuz cennet nimetleri tarif edilmektedir. Allah Kuran'daki pek çok ayetiyle iman edenleri cennet ile müjdelemiştir. Örneğin Nahl Suresi'nde müminlerin, güzel bir karşılanma ile bölük bölük cennete sevk edilecekleri bildirilir:
Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 31-32)
Bu onurlu karşılanmanın ardından Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu, sayısız nimetlerle dolu cennette sonsuz hayatlarına başlayacaklardır. Cennet hayatında müminlerin layık görüldükleri çok fazla güzellik vardır. Ancak bu güzelliklerin hepsinin üstünde Allah'ı razı etmiş ve O'nun cennetine kavuşmuş olmanın verdiği manevi haz olacaktır. İnkar edenler, içine atıldıkları cehennem azabında tarifsiz pişmanlıklar içinde azap çekerlerken, müminler Allah'ın sevdiği ve kendilerinden razı olduğu kullar olarak yaşamlarını sürdüreceklerdir.
Dar ve sıkışık olan cehennemin aksine "genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resulü'ne iman edenler için hazırlanmış" (Hadid Suresi, 21) olan cennette konaklayacaklardır. Cennette her baktıkları yerde büyük bir mülk ve güzellik görecek olan müminler, ağır işlenmiş atlastan yataklar üstüne yaslanıp, devşirilmesi kolay meyvelerden yiyeceklerdir. Altlarından ırmaklar akan köşklerde konaklayıp, yüksek tahtlarda oturacak, birbirleriyle karşılıklı sohbet edeceklerdir. Allah'ın Kuran'da tarifini yaptığı cennette ne sıcak, ne soğuk tam kararında gölgelikler olacaktır.
Kehf Suresi'nin 31. ayetinde belirtildiği gibi, hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler ile altın bilezikler cennet ehline layık kılınan giysilerdir. Güzel giyimlerinin yanı sıra Allah cennet ehlini güzel yiyecekler ve içeceklerle rızıklandıracaktır. Çeşitli meyveler, kuş eti ve içenlere lezzet veren içkiler, nice bahçeler ve üzüm bağları, eşsiz hurma ve nar ile dalları bükülmüş kiraz ağaçları, üst üste dizilmiş meyveleri sarkmış muz ağaçları Kuran'da Allah'ın bildirdiği cennet rızıkları arasındadır.
Bütün bu güzelliklerin yanı sıra dünya hayatında sabredilmesi gereken zorlukların hiçbiri cennette olmayacaktır. Yorgunluk, korku, hüzün ve akla gelebilecek hiçbir olumsuzluğun olmadığı, sonsuz güzelliklerle dolu bir ortam olacaktır. Bir ayette Allah cennet güzelliklerini şöyle haber vermektedir:
Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır... (Muhammed Suresi, 15)
Allah cennet nimetlerini ve cehennem azabını Kuran ayetleriyle ayrıntılı olarak tarif etmiştir. İnsanların bu apaçık gerçeği anlamazlıktan gelmeleri kendilerine kayıptan başka birşey getirmeyecektir. Bu nedenle de insanın yapması gereken cennetin eşsiz nimetlerine kavuşmak için ahirete yönelik ciddi bir hazırlık yapmak ve çaba göstermek olmalıdır.
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.”
(Kehf Suresi, 32-34)
Ayetlerde verilen bu örnekle Allah insanların, hidayet ehli bir kişi ile Allah'a iman ettiğini söylediği halde gerçekte inkarcılardan olan bir kişi arasında kıyas yapmalarını istemektedir. Ayette bahsi geçen bağ sahiplerinden biri diğerinden daha zengindir. İşte maldaki bu üstünlük, söz konusu kişinin Allah'a karşı büyüklenmesine, enaniyete kapılmasına neden olmuştur.
Oysa herşeyi yoktan var eden Rabbimiz mülkün tek sahibidir. Allah mal ve mülk vererek insanları nasıl davranışta bulunacaklarıyla denemektedir. Kimi insanlar bu mal ve mülkü kendi başarıları, çabaları ve zekalarıyla elde ettiklerini zannederek nankörlük yaparlar. Malın çokluğuyla sevinir, bunu insanlar arasında bir böbürlenme ve prestij konusu haline getirirler. Salih müminlerin tavrı ise Al-i İmran Suresi'nde bildirildiği gibidir:
De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Al-i İmran Suresi, 26)
Ayette bildirilen bağ sahiplerinden biri, bahçeleri ve ürünleri kendisinin zannederek Allah'a karşı çok büyük bir nankörlükte bulunmuştur. Aslında kendine ait olmayan, Allah'ın yalnızca bir nimet ve deneme konusu olarak verdiği mallara kendince sahip çıkmıştır. Bu sahiplenme duygusu ile şiddetli bir enaniyete kapılmıştır. Allah böbürlenmenin çirkinliğini ayetlerde şu şekilde haber vermektedir:
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. Bütün bunlar, kötülüğü olan, Rabbinin Katında da hoş olmayanlardır. (İsra Suresi, 37-38)
Allah Kuran'ın daha pek çok ayetinde böyle kişilerin alacağı karşılığı tarif etmiştir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' "Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü." Hayır; ileride bileceksiniz. Yine hayır; ileride bileceksiniz. Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız, Andolsun, o çılgınca yanan ateşi de elbette görecektiniz. Sonra onu, gerçekten yakîn gözüyle (Ayne'l Yakîn) görmüş olacaksınız. Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz. (Tekasür Suresi, 1-8)
Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım."
(Kehf Suresi, 35-36)
Ayetlerde nankörlük yapan bağ sahibinin açıkça Allah'a karşı büyüklendiği bildirilmektedir. Bu kişi, sahip olduğu bağların başına sonsuza kadar birşey gelmeyeceğini iddia etmekte, bu sözleriyle bir nevi ilahlık iddiasında bulunmaktadır.
Oysa sonsuz olan sadece Allah'tır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, bunlardan münezzehtir. Allah'ın Halık ismi "Herşeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hadiseleri tayin ve tespit eden, ve ona göre yaratan, yokluktan var eden" anlamındadır. İnsanın, ilk var olduğu zamandan ölümüne kadar her anı Allah Katında canlı olarak mevcuttur. Allah'ın sonsuz hafızasında herşey olduğu gibi durmaktadır. İnsanların yaşadıkları olayları, başlarından geçen hadiseleri ve hayatlarındaki her türlü detayı Allah yaratmıştır ve bunların hiçbiri yok olmaz. "... Bu, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten herşeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir" (Maide Suresi, 97) ayetinde bildirildiği gibi, herşey en küçük ayrıntıya kadar Allah Katında muhafaza edilir.
Allah zamandan münezzeh olduğu için, O'nun Katında herşey bir anda gerçekleşmiş ve sonucuna ulaşmıştır. İnsan yaratılışı gereği zamana bağlı olarak yaşadığı için yaşadıklarını geçmiş, şimdi ve gelecek süreci içinde izler. Oysa bizim hafızamızda bir hatıra olarak yer eden ve "geçmiş" diye tanımladığımız olaylar sadece bizim için "geçmiş"tir. Planlarını yaptığımız ve "gelecek" diye isimlendirdiğimiz bilinmezler ise yine sadece bizim için bilinmezdir. Allah için geçmiş, gelecek, şimdi hepsi birdir. İşte bu nedenle Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. Çünkü bunların hepsini yaratan Allah'tır ve Allah herşeyi tek bir anda bilmektedir. Nitekim Lokman Suresi'nde de bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Tüm olaylar Allah'ın "Ol" demesiyle olmuş ve bitmiştir. Tüm zamanların, boyutların, mekanların üstünde olan ve tüm eksikliklerden bağımsız olan Allah için, yarattığı evrendeki tüm olaylar tek bir an hükmündedir. Hz. Musa'nın, Kehf Ehli'nin, Hz. Hızır'ın, Hz. Zülkarneyn'in, Hz. Muhammed (sav)'in ve diğer peygamberlerin hayatlarından verilen örneklerin gerçekleştiği zamanla bizim içinde yaşadığımız zaman da Allah Katında tek bir andır. Bizim torunlarımızın hatta onların torunlarının ve kıyamete kadar yaşayacak tüm insanların hayatları da aynı "an"ın içinde devam etmektedir. Allah Katında kıyamet kopmuş, tüm insanlar sonsuz hayatlarını geçirecekleri yerlere gitmişlerdir. Allah'a iman edenler şu anda cennettedirler, inkarcılar ise şu an cehennemde azap çekmektedirler.
İnsanlar arasında yaygın olan batıl bir inanca göre, Allah evreni ve insanı yaratmış, onlara bir süre vermiştir ve onların denenmelerini beklemektedir. Evrenin ömrü bitene kadar da bekleyecektir. (Allah'ı tenzih ederiz) Fakat gerçekte Allah'ın beklemesi asla söz konusu olamaz. Beklemek insana özgü bir acizliktir. Allah ise insanların yaşadığı bütün acizliklerden uzak ve Yücedir. Allah'ın Kuran'da Kendisi'ni tanıttığı Kuddüs sıfatı, "hatadan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten çok uzak" anlamındadır. Bu nedenle Allah tüm insanların geçmişlerine, geleceklerine ve yaşadıkları tüm olaylara bütün detaylarıyla hakimdir. Fakat insan, sınanma yeri olan bu dünya hayatında zamanı, geçmişten geleceğe doğru akışlı, yani önceli ve sonralı zanneder. Oysa Allah Katında önce-sonra, geçmiş-gelecek diye bir şey yoktur. Herşey, tüm insanlar, tüm canlılar aynı anda yaşamakta, tüm zamanlar, tüm devirler, tüm çağlar, tüm tarihler ve hatta tüm günler, tüm saatler, dakikalar aynı anda bulunmaktadır. İnsan sınırlı zihin kapasitesi nedeniyle bunu göremiyor olsa da bu gerçek açıktır.
İşte müminlerin Allah'ın büyüklüğünü takdir edebilmelerinin, Allah'a olan teslimiyetlerinin ve güvenlerinin ana sebebi budur. Müminler, Allah'ın kendilerini ve herşeyi nasıl sarıp kuşattığının ve Allah'a ne derece muhtaç olduklarının, O'nun büyüklüğü yanında ne denli küçük olduklarının bilincindedirler.
Müminler Allah'ın yüceliğini ve kudretini takdir edebilen, olayların ardında saklı hikmetleri, incelikleri kavrayabilen kimselerdir. Bundan dolayı da Allah'a gönülden boyun eğmişlerdir.
Kehf Suresi'nin 36. ayetinde geçen "... Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım" ifadesi ise Allah'tan korkmayarak, Allah'ın hükümlerini yerine getirmeyerek cennete gideceklerini zanneden insanları tarif etmektedir. Bu insanlar kendilerini müstağni görmekte, Allah'a karşı büyüklenmektedirler.
Dünya üzerinde Allah'a iman ettiğini ve Kuran'ın hak olduğuna inandığını söyleyen, ancak Allah'tan hiç korkmayan insanların sayısı oldukça fazladır. Bu insanlar Allah'ın hükümlerini yerine getirmez, helal ve haramlara riayet etmez, elçinin yolunu izlemezler. Ancak buna rağmen öldüklerinde cennete gideceklerine dair çok güçlü bir inançları vardır.
İman edenler ise "Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 26-28) ayetlerinde bildirildiği gibi cennet nimetlerinden yana bir umut, cehennem azabından yana bir korku içindedirler. İman edenlerin bu ruh haline "O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır" (Araf Suresi, 56) ayetinde de işaret edilmektedir. Çünkü Allah ayetlerinde hiçbir insanın cehennem azabı ile karşılaşmaktan emin olamayacağını hatırlatmakta, inkar edenlerin ise muhakkak bu şiddetli azapla karşılık bulacaklarını haber vermektedir:
Şimdi bunlar, kendilerine Allah'ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular? (Yusuf Suresi, 107)
Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? (Nahl Suresi, 45)
Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin?"
(Kehf Suresi, 37)
Bu ayette bir kişiyi güzel ahlaka davet ederken ya da bir hatırlatmada bulunurken müminlerin nasıl bir yol izlenebileceği tarif edilmektedir. Eğer bu kişi Allah karşısındaki acizliğini unutmuşsa ve büyüklenmekteyse, yapılacak en iyi şey, ona aczini hatırlatmaktır.
Nitekim ayette de diğer bağın sahibi olan iman ehli kişi, büyüklenen kişiye "topraktan ve bir damla sudan yaratıldığını" hatırlatarak onu güzel ahlaka davet etmektedir. Bu davetin -Allah dilerse- kişi üzerinde olumlu bir etki oluşturabileceği açıktır. Diğer bağın sahibi büyüklenen bağ sahibinin imanının zayıf olduğunu fark etmiş, ona imani takviye yapma ihtiyacı hissetmiştir. İman hakikati anlatmak da bir insanın imanını güçlendirmede izlenebilecek en güzel yollardan biridir.
Kendi ürünlerinin daha üstün olduğunu iddia eden bağ sahibinin konuşmaları bir Müslümanın konuşmalarına benzememektedir; aksine inkarcı bir üslubu hatırlatmaktadır. Bu nedenle de iman ehli olan bağ sahibi, sorusunun sonunu "inkar mı ettin?" şeklinde bağlamaktadır. Belki diğer kişi açıkça Allah'ı inkar ettiğini söylememektedir, ama kullandığı kelimeler Allah'a kesin bilgiyle iman etmediğini göstermektedir. Diliyle "inanıyorum" demekte, ama fiilen Allah'ın hükümlerini uygulamamaktadır. Bu çelişki aslında açıkça dini ve Allah'ı inkar etmek anlamına gelmektedir.
Halk arasında böyle çelişkili karakterlere sıkça rastlanmaktadır. İnsanların büyük bölümü iman ettiklerini söylemekte, ancak Allah'ın razı olacağı gibi bir hayat yaşamamaktadır. Kuran ahlakına aykırı davranmakta ve Peygamberimiz (sav)'in yolunu izlememektedir. Kitabın önceki bölümlerinde de üzerinde durduğumuz gibi, bu ahlaka sahip olan insanlar tüm bu inkar ifade eden sözlerine ve davranışlarına rağmen, cennete gideceklerine inanmakta, kendilerini doğru yolda sanmaktadırlar. Ama aslında kendilerini kandırmaktadırlar. Allah böyle insanların durumuna Kuran'da şöyle dikkat çekmiştir:
Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Araf Suresi, 147)
"Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
(Kehf Suresi, 38)
Kehf Suresi boyunca insanların çok büyük bir bölümünün Allah'a şirk koştuklarına sık sık dikkat çekilmektedir. Kuran'da şirk, herhangi birşeyi, bir kimseyi ya da bir kavramı, tercih etme ya da kıymet verme bakımından Allah'la eşit veya daha ileri bir düzeyde görmek ve bu çarpık bakış açısıyla hareket etmek anlamında kullanılır. Kuran'da bu tutum, "Allah'tan başka ilah edinmek" olarak tanımlanır. İnsanın, Allah'ın rızasına muhalif olacak şekilde kendisine hayat amacı olarak belirlediği, kendisinden medet umduğu, rızasını aradığı her varlık, Allah'ın rızasına tercih ettiği herşey Allah'tan başka edindiği birer ilahtır aslında.
Şirk, insanın kaçınması gereken günahların en başında gelmektedir. Çünkü bu, Allah'a karşı işlenebilecek en büyük suç olarak bildirilmiştir. İşte bu yüzden Allah dilediği günahı affedeceğini, ancak şirki asla affetmeyeceğini bildirmiştir (Nisa Suresi, 116). Allah'ın bağışlamayacağını bildirdiği, sapkınlık olarak nitelendirdiği bir günah, elbette ki Müslümanların en çok kaçınacakları durumdur. Üstelik Kuran'ın pek çok yerinde Allah müminleri şirke karşı uyarmış, onları bu en büyük kötülükten şiddetle sakındırmıştır. Hz. Lokman'ın oğluna verdiği, "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür" (Lokman Suresi, 13) şeklindeki öğüt de bunlardan biridir. Şirkin bu derece önemli bir konu olmasının bir diğer sebebi ise insanın amellerinin boşa gitmesine ve hüsrana uğramasına neden olmasıdır. Bu gerçek de Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu: Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer Suresi, 65)
Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Allah'a şirk koşmak telafisi mümkün olmayan, insanı cehenneme kadar sürükleyebilecek bir günahtır. Bu nedenle Allah'tan korkan bir kişinin bu tehlikeye karşı çok dikkatli olması gerekir.
"Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan."
(Kehf Suresi, 39)
Bu ayette "maşaAllah" kelimesinin önemine dikkat çekilmektedir. MaşaAllah "Allah'ın dilemesiyle" anlamında kullanılan bir ifadedir. Müminler Allah'ın yaratışındaki üstün sanatı ve kudreti ifade etmek istediklerinde "maşaAllah" der ve Allah'ı tesbih ederler.
Bu kelimeyi kalpten hissederek kullanmak, çevredeki kişilere de herşeyin sahibinin Allah olduğunu, her olayın kaderde ve Allah dilerse gerçekleştiğini hatırlatır. Herşeyi yapanın Allah olduğunu sık sık hatırlatmak ise, hiç şüphesiz insanlara çok büyük fayda verir. Çünkü insan kendi aczini unutmaya ve gaflete düşmeye yatkın bir varlıktır.
Örneğin burada söz ettiğimiz inkara yönelmiş olan bağ sahibi, tüm malın ve mülkün kendine ait olduğunu ifade ederken aslında Allah'a şirk koşmaktadır. Bunu açıkça ifade etmese de buradaki ifadelerinden ve tavrından, "gizli şirk" içinde olabileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenle arkadaşı onu her türlü şirke karşı uyarmakta ve herşeyin Allah'a ait olduğunu ona tekrar tekrar hatırlatmaktadır.
'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31)
Özellikle içinde yaşadığımız çağda, insanların böyle bir tehlikeye karşı daima uyanık olmaları gerekmektedir. Çünkü bu gibi konulara insanlar hayatlarında çok sık rastlamaktadırlar. Örneğin "Gani" yani "Zengin" terimi Allah'ın bir vasfıdır. Ancak aynı tanımlama insanlar için de kullanılmaktadır. Gerçi bu vasfı kullanmanın, bu kişinin mali durumunu tarif etmek açısından hiçbir sakıncası yoktur. Ancak, şirke yol açan durum, kişinin bu zenginliğin sebebi olarak kendisini, kendi zekasını, çabasını görmesidir.
Durum böyle olunca -bağ sahibinde olduğu gibi- zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğu unutulur. Bu kişi sahip olduğu herşeyi kendisine Rabbimizin verdiğini, Allah'ın Gani sıfatıyla kendisini zenginleştirdiğini, verdiği herşeyi dilerse bir anda alabileceğini göz ardı etmiş olur. Dolayısıyla Allah'tan başka herkesin mutlak fakir ve aciz olduğunu, Allah'ın dilediği kulları üzerinde dilediği sıfatlarıyla tecelli edebileceğini düşünmez. Bu, çok cahilce bir yaklaşımdır ve insanı şirke sürükleyen bir düşünce tarzıdır. Çünkü bu bakış açısıyla hareket edildiğinde Allah'ın sonsuz kudreti ve hakimiyeti tamamen unutulur ve kişi hakkı olmayan bir ilahlık vasfını kendisine verir.
Doğru olan tavır ise zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilmektir. O'nun, göklerin ve yerin mülkünün tek hakimi olduğunu takdir etmek ve insana verdiği bu zenginliği dilediği anda alabileceğinin de bilincinde olmaktır. Zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olması önemli olmamalı, onun Allah'ın nimet verdiği bir kulu olduğu düşünülmelidir. Örneğin bu kişinin aile üyeleri malın asıl sahibi olarak onu görürlerse, yalnızca ondan medet umarlarsa, malın esas malikinin Allah olduğunu unutup, bu kişiye de bu gerçeği hiç hatırlatmazlarsa bu çok yanlış bir bakış açısı olur. Aynı şekilde bu kişinin yanında çalışan insanlar da kendilerini yediren ve içirenin, barındıranın Allah olduğunu unutmamalıdırlar. Allah'ı unutup, yanında çalıştıkları kişiyi pek çok şeye muktedir, Allah'tan bağımsız bir güce sahip olarak değerlendirirlerse, bu çok büyük bir akılsızlık olur. Nitekim bu gerçek insanlara Kuran'da da bildirilmiştir:
"… Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17)
"Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir." "Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin."
(Kehf Suresi, 40-41)
Bu ayetlerde de iman ehli olan bağ sahibi, böbürlenen arkadaşına acizliğini hatırlatmaktadır. Allah'tan gelecek herhangi bir belaya karşı koyamayacağını, buna rağmen büyüklenmesinin ne kadar büyük bir akılsızlık olduğunu anlatmaktadır.
Sahip oldukları mallarla ve zenginlikleriyle övünen insanların en büyük yanılgılarından biri de, dünya hayatındaki tüm güzellikler gibi, bunların geçici olduğunu unutmalarıdır. Güzellik ve gençlik birkaç on yılda ortadan kalkacak yerini yaşlılığa bırakacaktır. Sağlık da aynı şekilde yerini hastalıklara, acizliklere ve zayıflıklara terk edecektir.
Önceki ayette de açıkladığımız gibi zenginlik de geçicidir. Allah dilediği zaman fakir bir insanı bir anda zenginleştirebilir ya da zengin olanın malını bir anda yerin dibine geçirebilir. İnsan evlerini, yatlarını, arabalarını, mücevherlerini bir selle, depremle ya da başka bir felaketle bir anda kaybedebilir. Kimsenin Allah'tan gelen bir afeti engellemeye gücü yetmez. İnsan, hiç ummadığı bir anda tüm yakınlarını kaybedebilir, kendisi de hiç beklemediği bir anda ölümle karşılaşabilir, kaza geçirerek sakat kalabilir, kalıcı bir şekilde yaralanabilir, hafızasını yitirip tüm yeteneklerini kaybedebilir. Bu felaketlerin hepsi, "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez... " (Teğabün Suresi, 11) ayetinde bildirildiği gibi Allah'ın dilemesiyle ve Allah'ın istediği zaman gerçekleşebilir. Hiç kimse bu felaketi engelleyemez, geri alamaz ya da erteleyemez. Böyle bir günde ne malı ne de zenginliği kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Allah'ın ayetiyle de bildirdiği gibi "Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz." (Al-i İmran Suresi, 10)
Yatlarının, villalarının ve diğer mallarının başına sonsuza kadar birşey gelmeyeceğini iddia eden insan, bir kasırga sonrasında ne kadar aciz ve çaresiz olduğunu hemen fark eder. İnsana güç, zenginlik, sağlık, dinçlik veren Allah'tır. Allah, dünya hayatında insanları bir ibret olarak yaşlandırmakta, bedenlerinin de -tıpkı diğer dünya nimetleri gibi- kendi kontrollerinde olmadığını onlara göstermektedir. |
İnsan, hayatının hiçbir anında Allah'ın, kaderinde yazdığı dışında birşey yaşayamaz. Dolayısıyla yapması gereken Allah'a teslim olmak ve tevekkül etmektir. Allah'a karşı büyüklenen bağ sahibi, bahçesinin ve ürünlerinin başına sonsuza kadar birşey gelmeyeceğini iddia ederken bu gerçeği görmezden gelmektedir. Bahçesini sulayan akarsuyun sonsuza kadar yerinde duracağından, ürünlerine hiçbir salgın hastalığın musallat olmayacağından, kuraklık gibi bir bela ile hiçbir zaman karşılaşmayacağından emindir. Zenginliğinin, zekasının ve çabasının mallarını korumaya yeteceğini sanmaktadır.
Ancak Allah için bunu tersine çevirmek çok kolaydır. Bahçeyi sulayan akarsu, ufak bir yer hareketiyle bir anda yerin derinliklerine doğru akmaya başlayabilir. Bu olay, bağ sahibinin gözleri önünde çok kısa zamanda gerçekleşebilir. Böylece o verimli arazi bir anda kupkuru bir hal alabilir. İnsanın böyle bir durumda ne suyu geri getirmeye, ne de tarlasını eski verimli haline döndürmeye gücü yetmez. Medet umduğu malları ve tüm zenginlikleri de kendisine bir yarar sağlamaz. Bunlar o kişinin büyüklenmesinin ve nankörlüğünün dünya hayatındaki karşılığıdır. Ahiret hayatında ise şirk koştuğu, değer verdiği, sahiplenip Allah'a karşı iftirada bulunmasına neden olan metalar kendisine bir fayda vermeyecektir. Ayetlerde inkar edenlerin bu durumu şöyle bildirilir:
Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar. O, onların üzerine kilitlenecektir; (Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 2-9)
Ayette hatırlatılan bir diğer konu ise suyun yerin derinliklerinden yeryüzüne çıkmasının ne kadar büyük bir nimet olduğudur. Yerin kilometrelerce derinliklerinde olan su, Allah'ın dilemesiyle yeryüzüne çıkmakta, insanlar için şifa olmaktadır. Eğer bu suyu kullanma imkanı olmasaydı, insanlar için çok büyük zorluklar ve sıkıntılar oluşacaktı. Ancak su kuyuları ve suya ulaşmamızı sağlayan diğer yöntemler sayesinde yerin dibindeki tertemiz, mineral yönünden çok zengin sulara ulaşabilir ve bunları kendi faydamız doğrultusunda kullanabiliriz.