Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.
(Kehf Suresi, 21)
Bu ayet Kehf Suresi'nde kıyamet alametlerine ve ahir zamana yönelik çok önemli işaretler olduğuna açıkça dikkat çekmektedir.
Kehf Ehli'nin insanlar tarafından bulunması ise, iyi insanların iyilerle kendiliğinden buluşacaklarına, birbirlerinden uzakta bulunsalar da bir gün mutlaka biraraya geleceklerine işaret olabilir. Allah, "... Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir" (Bakara Suresi, 148) ayetiyle de aynı gerçeği haber vermiştir.
Ayette ayrıca, insanların, Kehf Ehli'nin bulunduğu yere bir mescid yaptırmak hakkında konuştuklarından da bahsedilmektedir. Bu ayette, iyi ve güvenilir insanların hayatlarını geçirdikleri yerlere binalar ve mescidler yapmanın makbuliyetine dikkat çekilmektedir. Bunun amacı hem sevilen insanları yadetmek, hem de bu vesile ile o mekanları bir nevi eğitim ve ibadet yeri haline getirmektir. Bu sayede faydalı düşüncelerin ve güzel ahlakın insanlar arasında yaygınlaşması sağlanacaktır. Bu gibi yerler, iman edenlerin biraraya gelecekleri ve birlikte Allah'ın adını anacakları mekanlar olacaktır.
Kuran'da pek çok ayette mescidlerde yalnızca Allah'ın anıldığına ve mescidlerin önemine dikkat çekilmektedir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın). (Cin Suresi, 18)
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
(Kehf Suresi, 22)
Bu ayette Kehf Ehli'nin kaç kişi oldukları hakkında zanla tahminlerde bulunan insanların durumundan bahsedilmektedir. Oysa ayette bu sayıyı sadece gaybın tek sahibi olan Rabbimizin bildiği ve bu bilgiyi de ancak az sayıdaki kullarına bildirdiği ifade edilmektedir.
Ayetin devamında, bilinmeyen bir konu üzerinde tartışmanın, sürekli yeni fikirler getirmenin, tahminlerde bulunmanın doğru olmadığı da bildirilmektedir. Böyle bir tartışma ayette, "bilinmeyene-gayba taş atma" olarak ifade edilmektedir. Aynı ifade başka ayetlerde de bulunmaktadır. Örneğin Sebe Suresi'nde insanların bu özellikleri şu şekilde tarif edilir:
... "Biz O'na iman ettik" derler; ancak onlara uzak bir yerden (ahiretten imana) el uzatmak nerede? Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı). (Şimdi) Kendileriyle istek duydukları şeyler arasında perde çekilmiştir; daha önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü onlar, kuşku verici bir tereddüt içinde idiler. (Sebe Suresi, 52-54)
Allah'ın beğenmediği bu ahlaktan her Müslüman uzak durmalı, bu gibi tartışmalardan, bilmediği konular üzerinde fikir yürütmekten şiddetle kaçınmalıdır. Böyle bir durumda yapılması gereken şey "En doğrusunu Allah bilir" deyip, muteber olmayan sözlere kıymet vermemektir. Müslümanların bu tarz durumlarda verdikleri cevap, "... Sen bende olanı bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri) bilen Sen'sin Sen..." (Maide Suresi, 116) ayetindeki gibi olmalıdır. Çünkü Kuran'ın birçok ayetinde gaybı sadece Allah'ın bildiği haber verilmektedir. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur:
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Ayetteki gibi tartışmaların yapıldığı durumlarda insanların, üzerinde fikir yürüttükleri konulardaki tek dayanakları halktan gelen ifadeler olur. Sokaktan gelen uydurma rivayetlere, konu hakkında bilgi sahibi olmayan bir kişinin söylediği bir söze, bir başkasının yaptığı bir yoruma dayanan bu tartışmaların doğru bir sonuca ulaşmayacağı ise açıktır. İnsan "Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur" (İsra Suresi, 36) ayetiyle de bildirildiği gibi bilmediği konular hakkında etraftan duyduğu dayanaksız açıklamalara kapılmamalıdır.
Ayette geçen "onları pek az (insan) dışında kimse bilemez" ifadesiyle de Allah, derin bilgiye sahip çok az sayıda kişinin, bu sayıyı bilebileceğine işaret etmektedir. Örneğin bu kişi, kitabın ilerleyen bölümlerinde mucizevi özelliklerini detaylı olarak inceleyeceğimiz Hz. Hızır olabilir. Bunun yanısıra Hz. Hızır'ın eğitiminden geçmiş ve ona tabi olmuş talebelerinin de, Allah'ın dilemesi ve bildirmesiyle bu bilgiye sahip olması mümkündür. Nitekim Kuran'da Allah'ın vahyetmesiyle elçilerin gaybdan yana bazı bilgilere sahip oldukları bildirilmektedir:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz. Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)
Allah Peygamberimiz (sav)'e de gaybdan bazı bilgiler vahyetmiş, sonra ona şu şekilde seslenmiştir:
Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin. (Yusuf Suresi, 102)
Hz. Nuh'a ise Allah, gelecekte yaşayacağı bazı olayları şu şekilde bildirmektedir:
"Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azab dokunacaktır." Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir. (Hud Suresi, 48-49)
Ayetin devamında geçen "... açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma" ifadesi ise Kuran'a uygun tartışmaya işaret etmektedir. Müminler, bir konu üzerinde tartışırken Kuran'a uygun delil getirmeye önem vermelidirler. Dini inkar edenler tam tersi bir tutum içindedirler. Onların tek amacı tartışma çıkarmak, bu vesileyle dine ve inananlara karşı düşmanca tavırlarını ortaya koymaktır. Nitekim Allah Kuran'da bazı insanların "yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye" (Zuhruf Suresi, 58) inkarcı örnekler verdiklerine dikkat çekmektedir. Bunun nedeninin de "tartışmacı ve düşman" bir kavim olmaları olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan insanların tüm bunlardan kaçınmaları ve Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranmaları gerekir. Allah iman edenlerin inkarcılarla konuşurken nasıl bir üslup kullanmaları gerektiğini şu örnekle bildirmektedir:
Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma (ya, huccete gerek)' yoktur. Allah bizi biraraya getirip-toplayacaktır. Dönüş O'nadır." (Şura Suresi, 15)
Kehf Suresi'nin 22. ayetinin sonunda geçen "onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma" şeklindeki ifade ise iman edenlerin vahiyle bildirilenlerin dışında hiçbir bilgiye rağbet etmemeleri gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü gaybı bilen Allah'tır. İnsanların kendi bilgilerine, zanlarına ve yorumlarına dayanarak ortaya attıkları yanlış rivayetlerin müminler nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Dolayısıyla kaynağı belli olmayan, ağızdan ağıza dolaşarak gelen, kulaktan dolma aktarılan, uydurma rivayetlere, haberlere önem vermemeyi Allah bu ayetle yasaklamaktadır.
Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme.
(Kehf Suresi, 23)
Kader gerçeğini unutan insanların tüm hayatları yarın, gelecek ay, gelecek yıl ya da yaşlılık çağları için kesin planlar yapmakla geçer. Kimisi işyerinde yapacağı kariyerin, kimisi hayatını adadığı spor dalında alacağı ödüllerin, kimisi ise sahip olacağı mal ve mülkün hesabını yapar. Bu ayette ise Allah, insanın yarın ne yapacağını dahi bilemeyeceğini hatırlatmaktadır.
Ayette bildirildiği gibi geleceğe yönelik kesin bir ifadede bulunan insan, kaderin farkında değil demektir. Oysa insan sadece ve sadece Allah'ın kaderinde yazdığı şeyleri yaşar. Eğer ertesi gün yapmayı planladığı şey kaderinde yazılıysa yapar, eğer Allah bu olayı yaşamasını takdir etmemişse o zaman yaşamaz. Ancak ertesi gün için kaderinde yazılı olmayan bir şeyi planlaması da yine o kişinin kaderindedir. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiğinin ve bir kitapta kayıtlı olduğunun haber verildiği ayetlerden biri şöyledir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Kader, Allah'ın geçmişte yaşanan ve gelecekte yaşanacak olan tüm olayları bilmesidir. İnsanların önemli bir bölümü ise, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiğini sorarlar ve kaderi kavrayamazlar. Oysa yaşanmamış olan olaylar, bizim için yaşanmamıştır. Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir, zaten bunları yaratan Kendisi'dir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir ve hepsi olup bitmiştir. Bizim bir cetvelin başını, ortasını, sonunu ve aralarındaki tüm birimleri bir bütün olarak tek bir anda kolayca görebilmemiz gibi, Allah bizim bağlı olduğumuz zamanı başından sonuna kadar tek bir an olarak bilir. İnsanlar ise sadece zamanı gelince bu olayları yaşayıp, Allah'ın onlar için yarattığı kadere tanık olurlar.
Resimde kırmızı daire içine alınmış insan için geride bıraktığı yol geçmişte, caddenin ilerisi ise gelecekte bulunacağı mekanlardır. Bu caddeye kuşbakışı bakan bir kişi için ise, caddede yürüyen kişinin geçmişi, geleceği ve şu anı tek bir andır. Allah, herşeyin tek Yaratıcısı olarak zamanın ve mekanın dışında olduğu için, tüm bu aşamaları tek bir an olarak bilmektedir. |
Bunun aksini iddia etmek, yani geleceğe dair planlarının mutlaka gerçekleşeceğini öne sürmek, Allah'a karşı büyüklenmek demektir. Bunun sonu ise mutlaka hüsrandır. Ayette bu kişilerin durumunu Allah şöyle haber vermektedir:
Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)
Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir."
(Kehf Suresi, 24)
Ayette herhangi birşeyi unutma durumunda Allah'ın adının anılmasının, unutulan şeyi hatırlamada -eğer hatırlanması hayırlıysa- faydalı bir yol olduğuna işaret edilmektedir. Böyle bir unutma durumunda Allah'ın adının zikredilmesi insan için bir şifa olabilmektedir. Ancak insanın unuttuğu şeyi hatırlaması da Allah'ın dilemesi ile mümkündür. Eğer Allah dilemiyorsa hatırlatmaz, bir hayır görüyorsa da kişinin hatırlamasını sağlar.
Ayetin devamında ise Allah, Peygamberimiz (sav)'e yakın bir başarı için dua etmesini emretmektedir. Dünya hayatında meydana gelen başarılar bazen uzun, bazen de kısa vadede olabilir. Kimi zaman insan çok çalışıp, gayret sarf ettiği bir işte kısa sürede başarı kazanamayabilir. Uzun süre irade göstermesi, sabretmesi gerekebilir. Bunun pek çok hikmeti, insanı eğitici yönleri vardır. Ancak bunun yanısıra iman edenler Allah'tan, kısa dönemde başarılı olmayı da talep edebilirler. Önemli olan Hz. Şuayb'ın sözleriyle, "Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip-dönerim" (Hud Suresi, 88) ayetinde haber verildiği gibi samimi bir kalple Allah'a yönelmektir. Allah'a tevekkül eden ve her türlü işi yapanın sadece Allah olduğunu bilen insan Rabbimizin desteğini her an umabilir. Nitekim Allah A'la Suresi'nde Peygamberimiz (sav)'e "Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız" (A'la Suresi, 8) şeklinde seslenmekte ve dilediği insanı kolayca başarıya ulaştırabilecek olanın sadece Kendisi olduğunu hatırlatmaktadır.
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
(Kehf Suresi, 25-26)
Bu ayetlerde Ashab-ı Kehf'in mağarada uyku halinde üç yüz yıl kaldıkları bildirilmektedir. Uyanmalarına yakın bir zamanda bu süre uzatılmış ve üç yüz yılın üzerine dokuz yıl daha eklenmiş olabilir. Böylece onlar mağarada üç yüz dokuz yıl kalmış olabilirler.
Kehf Suresi'nin 26. ayetinde ise Allah'ın gayba tam olarak, her yönden hakim olduğu bildirilmektedir. Çünkü göklerdeki ve yerdeki her türlü olayı yaratan Allah'tır. Ayetlerde Rabbimizin bu sıfatı şu şekilde ifade edilir:
Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Hud Suresi, 123)
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbirşeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Allah, zamanın da Yaratıcısı'dır. Dolayısıyla Kendisi zamandan bağımsız, münezzehtir. Bizim için milyonlarca, milyarlarca yıl sürecek olaylar, Rabbimizin Katında tek bir an olarak mevcuttur. Allah, herşeyi, sonsuz evveli ve sonsuz sonrayı, en mükemmel şekilde, her yönden, cihetli ve cihetsiz olarak görmekte ve işitmektedir. Sesin bildiğimiz ya da bilmediğimiz her şeklini en iyi şekilde duymaktadır. Enbiya Suresi'nde de bildirildiği gibi "... Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen-sözü bilir; O, işitendir, bilendir." (Enbiya Suresi, 4)
İnsan, zamana ve mekana tabi olduğu için -Allah bildirmediği sürece- gayba dair bir bilgiye sahip olamaz. Ancak zamanı ve mekanı yaratan Rabbimiz geçmişi de, geleceği de, şu anı da eksiksiz olarak görmekte ve işitmektedir. Allah zamana, olaylara, tarihe, kadere, maddeye ve canlı-cansız herşeye, sonsuz evvelde ve sonsuz sonrada tam olarak hakimdir. Allah, Bakara Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
"Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Kainattaki herşeyin tek velisi ve tek koruyucusudur. Hiçbir canlının O'nun dışında bir velisi, dostu, koruyucusu yoktur. İnsan çok acizdir. Bu nedenle her an, her türlü zorlukla karşılaşabilir. Maddi ve manevi sıkıntılardan kurtulmanın tek yolu yegane dostumuz ve velimiz olan Allah'a sığınmak, tek koruyucu olarak O'nu bilmektir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirir:
... Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 106-107)
Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Tevbe Suresi, 116)
Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. (Araf Suresi, 196)
Kehf Suresi'nin bu ayetinin sonunda bildirildiği gibi Rabbimizin hiçbir ortağı yoktur. Allah herşeye güç yetiren, zamana, mekana, bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm alemlere hakim olan tek varlıktır. O'nun bir ortağı yoktur ve olması da mümkün değildir. İhlas Suresi'nde Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
De ki: O Allah, birdir. Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O'nun dengi değildir. (İhlas Suresi, 1-4)
Sana Rabbinin Kitabından vahyedileni oku. O'nun sözlerini değiştirici yoktur ve O'nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın.
(Kehf Suresi, 27)
İnsanın gerçek dini öğrenebileceği en doğru kaynak Kuran'dır. Çünkü Kuran herşeyi yaratan, herşeyin en doğrusunu bilen Allah'ın sözüdür. Allah insanlara ihtiyaç duyacakları her konuyu Kuran'da açıklamaktadır. Bu ayetiyle Allah, Peygamberimiz (sav)'e de Kuran'la vahyedilenleri okumasını emretmiştir.
Ayetin devamında ise Kuran'ın sözlerinin kesinlikle değişmeyeceği bildirilmektedir. Kuran'da Allah'ın haber verdiği gibi, daha önce gönderilen kutsal kitaplar insanlar tarafından tahrif edilmiş, ekleme ve çıkarmalarla değiştirilmiştir. Ancak bu durum Kuran için geçerli değildir. Allah'ın "Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle de bildirdiği gibi Kuran Allah'ın koruması altındadır. Kuran'ın bu özelliğini Rabbimiz ayetlerde şu şekilde haber verir:
Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (Enam Suresi, 115)
Batıl, ona önünden de, ardından da gelemez. (Çünkü Kur'an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir. (Fussilet Suresi, 42)
Ayetin devamında geçen "...O'nun dışında kesin olarak bir sığınacak (makam) bulamazsın" ifadesiyle ise insanların düştükleri büyük bir yanılgıya işaret edilmektedir. İnsanların büyük bir bölümü Allah'ın sonsuz kudretini takdir edemezler. Başka dost ve veliler edinir ve bunların bir zorluk anında kendilerine yardım edeceklerine, destek olacaklarına inanırlar. Oysa insan, Allah'ın dışında sığındıklarının da kendisi gibi Allah'ın yarattığı, aciz kullar olduklarını unutmamalıdır. Kendisine sığınılan varlıklara da Allah güç vermektedir ve her biri Allah'ın tecellileridir. Kainattaki her varlık ancak Allah'ın dilemesiyle hareket etmektedir:
Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler. Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." Hiç şüphesiz, benim velim Kitabı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. O'ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 194-197)
Ayette de bildirildiği gibi insanların Allah'ı bırakıp, dünya hayatında kendine dost ve veli olarak seçtiği kişiler Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyen aciz varlıklardır. Bu varlıkların insanı herhangi bir zorluktan, sıkıntıdan ya da afetten kurtarması kesinlikle mümkün değildir. Bir başka ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir." (Yunus Suresi, 18)
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
(Kehf Suresi, 28)
Bu ayette sadece Allah'ın rızasını hedefleyerek, sabah akşam sürekli Allah'a dua etmenin önemine dikkat çekilmektedir. Dua insan için çok büyük bir nimet ve Allah'a yakınlaşmak için bir yoldur. İnsan, günün her anında, her ortamda Allah'a dua edebilir. Allah "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?..." (Furkan Suresi, 77) ayetiyle duanın önemini bildirmektedir. Bir başka ayette Allah insanlara şu şekilde seslenmektedir:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Ayetin devamında Allah insanlara dünya hayatının geçici metalarından etkilenmemeleri gerektiğini tekrar hatırlatmaktadır. Çünkü bu dünya hayatı –daha önce de belirttiğimiz gibi- insanlar için bir denemedir. Kehf Suresi'nde dünya hayatındaki evlerin, arabaların, yatların, villaların, altınların, gümüşlerin, gösterişli kıyafetlerin ve daha binlerce süsün yaratılış amacını Allah şu şekilde bildirir:
Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye. (Kehf Suresi, 7)
İnsan dünyada sadece birkaç 10 yıl kalacak ve sonra bir anda kendini hesaba çekilirken bulacaktır. Çünkü dünya hayatı çok hızlı geçmektedir. Allah "Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar" (İnsan Suresi, 27) ayetiyle insanlara bu gerçeği hatırlatmaktadır. İnsanların göz ardı ettikleri ahiret hayatı ise sonsuza dek sürecektir ve insanın, kendisinden kaçamayacağı bir gerçektir. O nedenle insanın bu geçici dünya süslerine aldanıp, sonsuz ahiret hayatını unutması çok büyük bir hatadır. Allah ayetlerinde şu şekilde bildirir:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Ayette ayrıca iman edenlerin birarada olmalarının önemine de dikkat çekilmektedir. Allah'ı anmak, O'na dua etmek, herşeyi yalnız O'nun rızası için yapmak salih müminlerin davranışıdır. Salih müminlerle birarada olmanın, Allah'ı her an anan insanlarla birlikte bulunmanın önemi açıktır. Müminlerin vakitlerini birlikte geçirmelerinin birçok açıdan faydası vardır. Onlar aralarında sürekli Allah'ı zikrettikleri, birbirlerine Kuran ayetlerini hatırlattıkları için, birlikteyken gaflete düşme ya da ibadetlerini aksatma ihtimalleri en aza iner. Birlikte Allah'ı tesbih eder, insanlara iyiliği tavsiye eder ve onları kötülükten men ederler, bilgi ve kültür yönünden birbirlerini geliştirirler. Huzurlu, neşeli, temiz, güvenilir ve rahat bir ortam içinde yaşarlar. Birbirlerini korur ve kollarlar. Ayette müminlerin birbirlerine düşkünlükleri şu şekilde tarif edilir:
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Allah'ı inkar edenlerle birlikte olmanın ise pek çok olumsuz yönü vardır. İnkar edenler sürekli Allah'a, iman edenlerin mukaddes değerlerine karşı bir saldırı ve iftira içindedirler. İçlerindeki düşmanlığı sürekli dile getirir, iman edenlerle alay ederler. Allah, iman edenlerin bu gibi ortamlarda bulunmasını şöyle yasaklamıştır:
O, size Kitapta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kafirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır. (Nisa Suresi, 140)
İnkar edenlerle birlikte olmanın bir başka olumsuz yönü ise, yakini çok güçlü olmayan bir insanın, Allah'ın zikrinden uzak, nefsinin peşinden koşan bu insanlardan olumsuz anlamda etkilenmesi ihtimalidir. İmanda derinleşmiş, salih Müslümanların inkarcılardan etkilenmesi Allah'ın izniyle mümkün değildir. Ancak dini yeni tanıyan, Kuran ahlakını tam olarak yaşamayan bir insan inkar edenlere uyabilir, onların süslü sözlerinden, aldatıcı konuşmalarından etkilenip, peşleri sıra gidebilir. Bu da onu, dünyada ve ahirette zarara uğratabilir.
Ve de ki: "Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir.
(Kehf Suresi, 29)
Müminler insanlara Allah'ın dinini ve Kuran ayetlerini anlatıp, onları iman etmeye davet ettikten sonra o kişiler üzerinde bir baskı oluşturmazlar. Kitabın ilk bölümlerinde de anlattığımız gibi hidayeti verecek olan Allah'tır. Müminlerin inkar edenlere karşı kullandıkları üslup ayetlerde şu şekilde belirtilir:
"Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 2-6)
Ancak müminin görevi, karşısındaki kişiyi inkar ettiği takdirde, öldükten sonra karşılaşacağı cehennem azabıyla korkutmak ve bu büyük tehlikeyi haber vermektir. Bu ayette de inkar edenlerin karşılaşacakları sonsuz cehennem azabı anlatılmaktadır. O gün inkar edenlerin hiçbir yardımcıları ve şefaatçileri olmayacaktır.
Allah, "Cehennem ateşine, 'küçültücü bir sürüklenme ile' sürüklenecekleri gün" (Tur Suresi, 13) ayetiyle cehennem ehlinin nasıl küçük düşürüleceklerini bildirmiştir. Dünya hayatında sadece mal ve mevki sahibi oldukları için kibirlenenler, insanlara zulmedenler cehennemde çok zavallı ve aciz olduklarını anlayacaklardır. Cehennem ehli "Elleri boyunlarına bağlı olarak..." (Furkan Suresi, 13) ateşin sıkışık yerine atılacak, dumanlı bir gölge içinde konaklayacaktır. Ateşin uğultulu homurtusunu sürekli işitecekler, kemikleri çatırdatan inlemeler ile muhatap olacaklardır. Onlar bir azaptan bir başka azaba sürüklenecekler, tüm yakarışlarına rağmen azap onlardan kesinlikle hafifletilmeyecektir. Çünkü cehennem azabından, "Kapıları kilitlenmiş bir ateş..." (Beled Suresi, 20) ayetinde belirtildiği gibi kesinlikle bir kaçış yoktur.
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız.
(Kehf Suresi, 30)
Salih amelin önemini önceki bölümlerde anlatmıştık. Bu ayette de Allah en güzel davranışlarda bulunmanın önemine dikkat çekmektedir. En güzel davranış Allah'ın en çok razı olacağı, Kuran ahlakına tam uygun ve ihlasla yapılan salih davranıştır. Allah bir ayetinde güzel davranışların önemini şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (Necm Suresi, 31)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, iman eden insanların Allah'ı razı edecek güzel davranışlarda bulunmaları da son derece önemlidir. Rabbimiz güzel davranışlarda bulunanların daha güzel bir karşılığı umabileceklerini haber vermiştir. İnsanın yaptığı güzel davranışların karşılığını sadece Allah'tan beklemesi gerekir.
Allah insanın her yaptığını sarıp kuşatandır. Rabbimizin yaptığımız tüm güzel davranışlardan haberdar olması yeterlidir. Çünkü bize bunların karşılığını verecek olan, sinelerimizin özünü bilen Allah'tır. Allah, Kuran ahlakına uygun, güzel davranışlarda bulunan müminlerin ecirlerini eksiksiz vereceğini söylemekte, onları cennetle şöyle müjdelemektedir:
Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 62-64)