Kehf Suresi, 01-10. Ayetler

Kehf Suresi, 1

Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.
(Kehf Suresi, 1)

Kehf Suresi'nin ilk ayetinde Allah şükretmenin önemine dikkat çekmektedir. Allah insana sahip olduğu herşeyi; mükemmel işleyen bedenini, dünyadaki yaşanabilir ortamı, gökyüzündeki düzeni, yiyecekleri, suyu ve daha nicelerini verendir. Allah sonsuz cömert olandır. Rabbimiz insanlara dünya hayatında genellemeyle dahi sayılamayacak kadar çok nimetler vermiştir. Bu gerçek, bir ayette şöyle hatırlatılmaktadır:

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Allah'a, verdiği tüm nimetlerden dolayı sürekli bir şükür halinde olmak iman edenlerin en önemli özelliklerinden biridir. Unutulmamalıdır ki Allah, tüm bu nimetlerle insanları denemektedir. Allah, Nisa Suresi'nin 147. ayetinde "şükrün karşılığını veren" olduğunu haber vermektedir. Buna rağmen insanların büyük bir bölümü kendilerine verilen nimetlere nankörlük etmektedirler. Hz. Süleyman'ın Neml Suresi'ndeki sözleri şöyledir:

... "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40)

Ahir zaman ise insanların şükürden tamamen uzaklaştıkları bir dönemdir. Bu dönemde insanlar tüm nimetleri verenin Allah olduğunu unutur, dünya hayatına büyük bir hırsla bağlanırlar. Sahip oldukları maddi-manevi her türlü zenginliği kendilerinden bilirler. Bu nimetleri kendi çabalarıyla, zekalarıyla ve hak ederek elde ettiklerine inanırlar. Ancak bu şekilde düşünen kişiler, gerçekte Allah'a karşı çok büyük bir nankörlük içinde olduklarını kesin olarak bilmelidirler. Çünkü insana sahip olduğu tüm nimetleri veren Allah'tır. Nitekim ayetlerde bu gerçek şöyle bildirilir:

Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)

Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız. Sonra sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup (hemen) Rablerine şirk koşar; Kendilerine verdiklerimize karşı nankörlük etmek için. Öyleyse yararlanın, ilerde bileceksiniz. (Nahl Suresi, 53-55)

Nahl Suresi'nin yukarıdaki ayetlerinde bildirildiği gibi, insanlar Allah'ın verdiği nimetleri unutmakta ve O'na şirk koşmaktadırlar. İnsanları Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük yapmaya zorlamak ve şükürden uzaklaştırmak ise şeytanın bir taktiğidir. Bu şekilde onları inkara yaklaştırmakta ve Allah'ın yolundan saptırmaktadır. Şeytanın bu sinsi taktiği ve gerçek amacı Kuran'da şöyle bildirilir:

"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 17-18)

kelebek, geyik, meyveler

Allah'a şükretmenin önemine ayetlerde dikkat çekilmesine rağmen insanların şükürden uzaklaşmalarının elbette ki dünyada da bir karşılığı vardır. Dünya üzerindeki yokluk, kıtlık, sefalet, ahlaki çöküş gibi sıkıntıların temelinde insanların Allah'ı unutmaları ve şükretmemeleri yatmaktadır. Şükür insana nimetlerin, refahın ve huzurun kapılarını açarken, şükürden uzaklaşıp, nankörlük etmek ise büyük bir azap getirir. Allah bir ayetinde şu şekilde buyurur:

"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)

Ayette de belirtildiği gibi şükretmeyen, Allah'ın nimetlerine nankörlük eden bir kişi şiddetli bir azabı da hak etmektedir. Nitekim Allah söz konusu kişilere hem dünyada hem de ahirette bir azap vermektedir.

şelale, manzara

Geçmişte yaşanan olaylar bu konuda önemli ibretler içermektedir. Geçtiğimiz yüzyılda dünyayı, Allah'ın dinini inkar üzerine kurulu ideolojileri benimsemiş kişiler yönetmiştir. Faşizm ve komünizm gibi ideolojiler, insanları hak dinin güzelliklerinden uzaklaştırmış, onlara inkarı çekici göstermiştir. Bu zalim ideolojilerin peşinden sürüklenerek Allah'ı inkar eden insanlar, şükretmeyi de bunun bir neticesi olarak unutmuş ve yıllar boyu çok büyük belalarla karşılık bulmuşlardır. İnsanlar Allah'ın nimetlerine nankörlük yapmalarının karşılığını, nimet eksikliği olarak almışlardır. Kuran'da nankörlüğün karşılığı şöyle haber verilmiştir:

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)

20. yüzyıl boyunca tüm dünyanın açlık, yokluk, korku ve acı yaşamalarının temelinde de bu nankör tutumları bulunmaktadır. Kuran'da Allah'ın nimetlerine nankörlük eden insanların cezalandırılacağı şöyle haber verilmiştir:

Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 17)

Kehf Suresi, 2

Dosdoğru (bir Kitaptır) ki, Kendi Katından şiddetli bir azapla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan müminlere müjde vermek için (onu indirdi); şüphesiz onlara güzel bir ecir vardır.
(Kehf Suresi, 2)

Kehf Suresi'nin 2. ayetinde Kuran'ın önemine ve dosdoğru bir kitap olduğuna dikkat çekilmektedir. Kuran, Allah'ın izniyle insanlara öğüt veren ve sonsuz yaşamları için onları uyaran ve doğru yolu gösteren, Allah'ın vahyidir. Rabbimizin rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için sarılmamız gereken yegane yol göstericidir. Doğru ile yanlışı birbirinden ayıran mutlak ölçüdür. Bakara Suresi'nin 120. ayetinde de bildirildiği gibi "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur." Rabbimiz iman edenlere yol olarak Kuran'a sımsıkı sarılmaları gerektiğini şöyle açıklamaktadır:

"Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız." (Zuhruf Suresi, 43-44)

Kehf Suresi'nin 2. ayetinde aynı zamanda ayetlere uymanın önemine de Allah dikkat çekmektedir. İman eden bir kişi tüm hayatı boyunca Allah'ın hükümlerine, emir ve tavsiyelerine titizlikle uymakla yükümlüdür. Hiçbir zorluk, baskı ya da sıkıntı onu bu konuda bir gevşekliğe ve gaflete sürükleyemez. Şartlar ne olursa olsun her zaman bu konularda titiz, gayretli ve kararlıdır.

Ayette dikkat çekilen hükümlerden bir diğeri de insanları uyarıp korkutmaktır. Allah Kuran'ın pek çok ayetinde iman edenlere bu önemli sorumluluğu hatırlatmakta, insanlara iyiliği emretmenin ve onları kötülükten men etmenin önemine işaret etmektedir. Ayrıca Allah Kuran'da bu görevin bir ibadet olarak yerine getirilmesini emretmiş ve bunu yapan insanların kurtuluş bulacağını da müjdelemiştir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)

Her konuda olduğu gibi bu konuda da en güzel örnekler peygamberlerdedir. Bu şerefli görevi üstlenen elçiler, tarih boyunca insanları türlü şekillerde uyarmışlar ve Allah'a iman etmeye davet etmişlerdir. Elçiler insanları uyarırlarken, onlara cehennemin varlığını hatırlatıp, sonsuz bir azapla da korkutmuşlardır. Allah bu gerçeği Leyl Suresi'nde şu şekilde bildirir:

Artık sizi, 'alevleri kabardıkça kabaran' bir ateşle uyardım. Ona, ancak en bedbaht olandan başkası yollanmaz. (Leyl Suresi, 14-15)

Kehf Suresi'nin 2. ayetinde dikkat çekilen bir diğer önemli konu da salih amelin önemidir. Salih amel insanın sadece Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini hedefleyerek, samimi bir kalple yaptığı hayırlı fiillerdir. Salih amelin önemi ile ilgili bir başka ayet şöyledir:

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)

Kuran'ın daha pek çok ayetinde Rabbimiz salih amel işlemenin önemini belirtmiş ve salih amelin Kendi Katında güzel bir karşılık bulacağını müjde vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)

Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)

Kehf Suresi'nin 2. ayetinde Allah'ın dikkat çektiği bir diğer önemli konu da müminlere müjde vermektir. Kuran'ın pek çok ayetinde elçilere, iman edenlere müjde vermeleri emredilmiştir. Dünya hayatının tüm sıkıntılarının, zorluklarının, eksikliklerinin geçici olduğu, Allah'ın yardımının, rahmet ve merhametinin daima inananlarla birlikte olduğu gibi haberlerle müjdelenmek müminler için çok büyük birer sevinç vesilesidir. Sonsuz ahiret nimetlerinin yakınlığı da hiç şüphesiz müminlerin şevkini, çabalarını ve azimlerini artıracaktır. Bir ayette Allah şöyle buyurur:

Biz bunu (Kuran'ı) senin dilinle kolaylaştırdık, takva sahiplerine müjde vermen ve direnen bir kavmi uyarıp-korkutman için. (Meryem Suresi, 97)

Kehf Suresi'nin 2. ayetinde dikkat çekilen konuların tümü, ahir zamanda da tüm Müslümanların titizlikle üzerinde durmaları gereken konulardır. Ahir zamanda yaşanacak olan fitne ve bozgunculuktan, dinsiz ideolojilerin getirdiği belalardan insanları koruyacak olan, bu ayette de dikkat çekildiği gibi Kuran'a sımsıkı sarılmak olacaktır. Kuran'ın rehberliğinde salih amellerde bulunmak, insanlara iyiliği emretmek ve onları sonsuz cennet nimetleriyle müjdelemek, aynı zamanda da ebedi cehennem azabı ile korkutarak Kuran'ın hükümlerinden taviz vermeme yönünde uyarmak, ahir zamanda vicdan sahibi Müslümanların en önemli vazifelerindendir.

Kehf Suresi, 3

Onlar orda ebedi olarak kalıcıdırlar.
(Kehf Suresi, 3)

İnsanların büyük bir bölümü Allah'ın varlığını, cennet ve cehennem hayatının yakınlığını inkar ederler. Bu kişilere göre ölüm bir yok oluştur. Hesap günü yoktur. Bazı insanlar ise cehennem azabının varlığını kabul eder, ancak bu azabın sayılı gün süreceğine inanırlar. Buna göre insan cehennemde kısa bir süre kalacak, günahlarının kefaretini ödeyecek, daha sonra da buradan çıkıp, sonsuz cennet nimetlerine kavuşacaktır. Oysa Kuran ayetlerinde bu şekilde geçici bir azaptan bahsedilmemektedir. Allah Al-i İmran Suresi'nde şu şekilde bildirir:

Bu, onların: "Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. (Al-i İmran Suresi, 24)

İşte Kehf Suresi'nin 3. ayetinde geçen ifadede de Allah, insanların cehennem konusundaki bu yanılgılarına dikkat çekmekte ve cehennem azabının inkarda diretenler için ebedi olduğunu bildirmektedir. Dünya hayatına kapılıp Allah'ın varlığını inkar eden, Allah'ın Resulü'nün yolunu izlemeyen, ayetlerdeki hükümleri uygulamayan insanların kalacağı yer, -Rabbimizin dilemesi dışında- ebediyete kadar cehennemdir. Bu, Allah'ın adaletidir. Kuran'da inkarda direten insanların cehennemde de azgınlıklarını sürdürdükleri haber verilir:

Şüphesiz suçlu-günahkarlar, cehennem azabı içinde süresiz kalacaklardır. Onlardan (azab) hafifletilmeyecek ve orda onlar umutlarını kaybetmiş kimselerdir. Biz onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri zalimlerdir. (Cehennem bekçisine:) "Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi bitirsin" diye haykırdılar. O: "Gerçek şu ki siz, (burda) kalacak kimselersiniz" dedi. (Zuhruf Suresi, 74-77)

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, inkar edenler cehennemde dahi acizliklerini görmemekte, büyüklenmeyi sürdürmektedirler. Allah'a yönelmemekte, bunun yerine "Rabbin bizim işimizi bitirsin" diye bir meleğe seslenmektedirler. Bu, onların azgın karakterlerini sürdürdüklerinin bir delilidir. Nitekim Allah ayetlerinde "geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak" (Araf Suresi, 53) diyen inkarcıların yalancı olduklarını da bildirmiştir:

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir. (Enam Suresi, 27-28)

Başka ayetlerde de dünyada insanlara yeteri kadar mühlet verildiği, ancak onların büyüklenmekten vazgeçmedikleri bildirilmektedir:

Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). "Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun." (Zümer Suresi, 58-59)

Tüm bunlardan anlaşıldığı gibi bu tür insanlar düzelmemektedirler. Allah müminlere karşı çok merhametli olduğu için, bu tip azgın insanları cennete, müminlerin arasına sokmamaktadır. Cennet, içindeki tüm nimetler ve tüm insanlarla bir güzellik mekanıdır; Allah'ın hoşnut olmadığı hiçbir varlık cennette bulunmamaktadır. Bu da Allah'ın salih kullarına olan şefkatinin ve adaletinin sonuçlarından biridir.

Sonsuz cennet nimetleri ise yalnızca salih müminlerindir. Allah ayetlerinde şu şekilde bildirmektedir:

İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.) (Al-i İmran Suresi, 136)

Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır. (Nisa Suresi, 14)

Bilmiyorlar mı, kim Allah'a ve elçisine karşı koymaya çalışırsa, gerçekten onun için, onda ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır? İşte en büyük aşağılanma budur. (Tevbe Suresi, 63)

Kehf Suresi, 4-5

(Bu Kur'an) "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarıp-korkutur. Bu konuda ne kendilerinin, ne atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne (kadar da) büyük. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.
(Kehf Suresi, 4-5)

Kehf Suresi'nin 4. ve 5. ayetlerinde Hıristiyanların Allah hakkındaki büyük iftiralarına dikkat çekilmektedir. Hıristiyanlar ortaya attıkları sapkın teslis inancıyla kendi dinlerini bozmuş ve batıl bir din oluşturmuşlardır. Ayetlerde onların yaptıkları bu büyük tahrifat şu şekilde ifade edilmektedir:

Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek ilahtır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 171)

"Allah çocuk edindi" dediler. O, (bundan) yücedir; O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur. Allah'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? (Yunus Suresi, 68)

İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz". Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir. Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: "Ol" der, o da hemen oluverir. (Meryem Suresi, 34-35)

Kuşkusuz Kehf Suresi'nin bu ayetlerinde ve yukarıdaki ayetlerde dikkat çekilen bu zihniyet tam olarak bir müşrik inancıdır. Kuran'da bildirildiği gibi, Allah, eşi ve benzeri bulunmayan, çocuk edinmekten münezzeh olan, herşeyin tek hakimi ve hükümdarı, göklerin ve yerin Rabbidir. Ahir zamanda yaşayan Müslümanlar, Hıristiyanların, kendi kutsal kitaplarını tahrif ederek ortaya attıkları bu sapkın iddialarının geçersizliğini insanlara anlatmakla yükümlüdürler.

Kehf Suresi, 6

Şimdi onlar bu söze (Kur'an'a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşi sıra esef ederek kendini kahredeceksin (öyle mi)?
(Kehf Suresi, 6)

Bu ayette Allah'ın elçisinin ve iman edenlerin yaptığı tebliği dinlemeyenlere dikkat çekilmektedir. Salih müminler Allah'ın Kuran'da emrettiği iyiliği emretme ve kötülükten men etme sorumluluğu gereği, insanları Allah'a iman etmeye davet eder, onlara Kuran ayetlerinde bildirilen gerçekleri haber verirler. Ancak insanların büyük bir bölümü elçilerin tebliğinden yüz çevirir, inkarda diretirler. Bu, Allah'ın, "Şüphesiz kıyamet-saati, yaklaşarak gelmektedir; bunda hiçbir kuşku yok. Ancak insanların çoğu iman etmiyorlar." (Mümin Suresi, 59) ayetiyle bildirdiği bir gerçektir.

İman edenlerin tebliği karşısında inkar edenler çok çeşitli olumsuz tavırlar gösterirler. Bazıları İsra Suresi'nin 90. ayetinde haber verilen, "Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız" benzeri ifadelerle Allah'ın elçisinin bir mucize getirmesini bekler, bazıları ise iman edenlerle alay ederler. İnkarcıların alaylarına Bakara Suresi'nde şöyle bir örnek verilmektedir:

Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)

Her peygamber gönderildiği kavimden bu ayetlerdekine benzer karşılıklar görmüş, çoğu zaman baskı ile karşılaşmıştır. Örneğin Hz. Nuh'un her yolu deneyerek yaptığı ihlaslı tebliğine karşılık, kavminin olumsuz tepkileri Kuran'da şu şekilde anlatılır:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler. Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim. Bundan böyle" dedim. "Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. (Nuh Suresi, 5-10)

Ayetlerde de bildirildiği gibi insanlar her dönemde kendilerine hak dinin tebliğ edilmesine genellikle olumsuz karşılık vermişlerdir. Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır: Tebliğ yapılan kişinin verdiği karşılık, tebliğ yapan Müslümanı hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez. Çünkü hidayeti verecek olan Allah'tır. İnsan ne kadar güzel anlatırsa anlatsın, ne kadar etkili ve hikmetli konuşursa konuşsun, Allah dilemedikçe karşısındaki kişinin kalbinde etki meydana getiremez. Kuran'da bu gerçeği bildiren başka ayetler de vardır. Örneğin Allah Nahl Suresi'nde şöyle hükmetmektedir:

Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar tutkuyla istesen de, Allah, şüphesiz saptırdığına hidayet vermez, onlar için yardım edecek yoktur. (Nahl Suresi, 36-37)

Allah'ın bu ayetlerinde bildirdiği gibi insanın diğer insanlar üzerinde hidayet verici bir etkisinin olması mümkün değildir. O halde iman edenlerin tek sorumlulukları tebliğ yapmak ve hidayet vermeyi Allah'ın takdirine bırakmaktır. Tevekküllü davranmak, sabır göstermek, güzel sözle Allah'ın dinine davet etmek hiç şüphesiz insanların kalplerinde çok büyük bir etki yaratacaktır. Ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:

Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara 'zor ve baskı' kullanacak değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkar ederse Allah, onu en büyük azap ile azablandırır. Şüphesiz onların dönüşleri Bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de elbette Bize aittir. (Gaşiye Suresi, 21-26)

Hidayeti verecek olan, tebliğ yapılan kişinin iman etmesini sağlayacak olan Allah'tır. Başka ayetlerde de hidayeti verenin sadece Allah olduğu şu şekilde bildirilir:

Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur... (Yunus Suresi, 99-100)

Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)

Yusuf Suresi'nde de yine aynı konuya dikkat çekilmiştir. Bir Müslüman ne kadar salih niyetle tebliğ yapsa da Allah'ın hidayet vermediği insanların iman etmesi mümkün değildir. Müslümana düşen öğüt vermek ve hatırlatmaktır; bir mümin bu sorumluluğunu yerine getirirken, karşısındaki kişinin hidayetinin Allah'ın takdirinde olduğunu bilir. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, iman eden bir insanın gösterdiği çaba -Allah'ın izniyle- kendisine bir ecir olarak yazılacak, onun hakkı söylemesine karşı direnenler ise yaptıklarının karşılığında azaba uğrayacaklardır. Allah Yusuf Suresi'nde bu gerçeğe şöyle dikkat çeker:

Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.' Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. Şimdi bunlar, kendilerine Allah'ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular? De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim." (Yusuf Suresi, 103-108)

Kehf Suresi, 7

Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
(Kehf Suresi, 7)

İnsanların büyük bir bölümü dünya hayatının bir deneme olarak yaratıldığı gerçeğini bilmez ya da bildiği halde bu büyük gerçeği görmezden gelir. Bu nedenle de dünya hayatına şiddetle bağlanır, ölümü ve ahiretin varlığını aklına dahi getirmek istemez. Oysa Allah, "Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155) ayetiyle insanların dünya hayatında bir denemeden geçirildiklerini bildirmiştir. Mülk Suresi'nde de dünya hayatının ve ölümün yaratılış amacı şu şekilde bildirilir:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Unutulmamalıdır ki insanın "iman ediyorum" demesi Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanması için yeterli değildir. Kişinin imanının sağlamlığını ve Allah'ın ayetlerine olan titizliğini tüm hayatı boyunca, her durumda göstermesi şarttır. Bir zorluk, hastalık, sıkıntı ya da açlık anında olduğu gibi zenginlik, güç, iktidar sahibi olduğunda da her zaman Allah'a yönelmeli ve Allah'ın hükümlerini titizlikle uygulamalıdır. Allah Ankebut Suresi'nde şu şekilde bildirir:

İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)

yelkenli, altın, gökdelen

Ancak insanların büyük bir bölümü dünya hayatının süslerini ahiret hayatına tercih ederler. Son model bir spor araba, lüks bir villa, mücevherler ya da gösterişli kıyafetlere sahip olmanın bu dünya hayatının tek amacı olduğu yanılgısına düşerler. Daha zengin, daha güzel, daha ünlü olabilmek için yarışır, hayatlarını bu değerlerin peşinde koşarak geçirirler. Oysa bunlar amacına uygun kullanılmadığı takdirde insana hiçbir kazanç getirmeyecektir. Bu gerçek Al-i İmran Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 14-15)

Ayetlerde de bildirildiği gibi dünya hayatı geçicidir ve dünya hayatının süsleri de aldatıcıdır. Tarih boyunca olduğu gibi ahir zamanda da dünya üzerinde var olan tüm saraylar, şatolar, dev fabrikalar, köprüler, kasalar dolusu altın ve mücevherler, bankalarda biriken paralar, hisse senetleri, arabalar, sürat motorları, uçaklar kısacası herşey insanların denenmesi için yaratılmıştır. Bunlara sahip olmak bir üstünlük olmadığı gibi, bunlara sahip olmamak da bir kayıp değildir.

Asıl önemli olan insanın Allah'a imanı, samimiyeti, güzel ahlakıdır. Her insan mutlaka ölümle karşılaşacak ve sonsuz ahiret hayatının bir gerçek olduğunu mutlaka anlayacaktır. O halde dünya hayatının süslerine aldanmak çok büyük bir hata, çok kötü bir alışveriş olur.

Doğru olan inananların davranışlarıdır ki, onlar sonsuz ahiret hayatı karşılığında canlarını ve mallarını satmışlardır. Ve bu alışverişten dolayı çok büyük bir neşe içindedirler. Allah müminleri bir ayetinde şöyle müjdelemektedir:

Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

Kehf Suresi, 8

Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru-çorak bir toprak yapabiliriz.
(Kehf Suresi, 8)

Önceki bölümde açıkladığımız gibi yeryüzündeki tüm güzellik ve zenginlikler insanları denemek için Allah'ın yarattığı metalardır. Bu ayette ise Rabbimiz, insanlara sahip oldukları metalar ne kadar değerli, ne kadar ihtişamlı, ne kadar güzel olursa olsun bunların tümünün muhakkak kuru bir toprağa dönüşeceğini hatırlatmaktadır.

Allah dilerse, dünya hayatının süslerine kapılıp Allah'ın varlığını unutan insanların ellerindeki tüm varlıklarını bir anda alıp, onları yokluk içinde bırakabilir. Allah herşeye güç yetirendir. Dilediğini zengin kılar, dilediğini fakirleştirir. Tüm mülkün sahibidir ve mülkü dilediğine verir. Bu gerçek Kuran'ın pek çok ayetinde bildirilmiştir. Bu ayetlerden birkaç tanesi şöyledir:

Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve kısar da. Çünkü O, herşeyi bilendir. (Şura Suresi, 12)

Görmüyorlar mı ki, Allah, dilediğine rızkı yayıp-genişletir ve kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 37)

Allah, kullarından dilediğine rızkı yayıp-genişletir, (ve) kısar da. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Ankebut Suresi, 62)

Kehf Suresi, 9-10

Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).
(Kehf Suresi, 9-10)

Bu ayetlerde Kehf ve Rakim Ehlinin olağanüstü durumlarına dikkat çekilmektedir. Kıssanın devamında da görüleceği gibi, Kehf Ehli'nin yaşadıkları alışılmışın dışında, metafizik olaylardır. Hayatlarının her anı mucizevi gelişmelerle doludur. Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde ahir zamanla bağlantısına dikkat çekilen Kehf Ehli'nin Kuran'da anlatılan bu durumu, ahir zamanda da insanların olağan dışı, metafizik olaylarla karşılaşabileceklerine bir işarettir.

Ayetin devamında ahir zamanda gençlerin büyük sorumluluklar yükleneceklerine işaret ediliyor olabilir. Bu dönemde inkarcı felsefelerle fikri bir mücadele yürütülmesinde, hak dinin anlatılmasında, insanlara yönelik zulmün kaldırılmasında gençler önemli görevler üstleneceklerdir. Kuran'da dinin anlatılması konusunda gençlerin taşıdığı öneme başka ayetlerde de dikkat çekilmektedir. Örneğin Kehf Suresi'nde Hz. Musa'nın "genç bir yardımcısı" olduğu haber verilir. Bir ayette ise Hz. Musa'ya kavminden sadece genç bir topluluğun iman ettiğini Allah şöyle bildirir:

Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı... (Yunus Suresi, 83)

Kehf Suresi'nin 10. ayetinde gençlerin bir yere "sığındıkları" bildirilmektedir. Kıssanın sonraki ayetlerinden anlaşıldığına göre, Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı sisteminin oluşturduğu ortamdır. Kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, doğruları anlatamayan, Allah'ın dinini gerektiği gibi tebliğ etmeleri engellenen Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşmakta bulmuştur.

Bu ayette, ahir zamanda da komünist, faşist veya başka ideolojideki totaliter yönetimler nedeniyle benzer bir ortam oluşacağına, bu yönetimlerin fikir ve düşünce hürriyetini kısıtlayacağına ve dini yaşamak isteyenlerin üzerinde bir baskı oluşturacağına işaret ediliyor olabilir. Kendi dönemlerindeki benzer bir baskı nedeniyle Kehf Ehli mağaraya sığınmış ve inkarcı kavimlerinden ayrılmışlardır. Ahir zamanda da insanlığa belalar getiren komünist ve faşist sistemlerin baskısından kurtulmak için samimi Müslümanların gözlerden uzak olmaları, gaybet yani gizlilik içinde olmaları muhtemeldir. Bu baskıdan uzaklaşan Müslümanlar, insanlar arasında fazla gözükmeyecekler, kendilerini toplumdan uzakta tutacaklardır.

Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında değildir. Kehf Ehli mağaraya sığınmış, yaptıkları işleri Allah'ın kolaylaştırması, kendilerine rahmetinden yayması için dua etmişlerdir. Kısacası Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmasının nedeni sadece beklemek değil, kendilerini bu süre içinde geliştirmek olmuştur. Ahir zamanda da totaliter rejimlerin olduğu yerlerde baskı altında olan Müslümanlar kendilerini gizleyeceklerdir. Bu vesileyle Allah'ın kendi üzerlerindeki rahmetini artırmasını, işlerini ve dine düşman fikir akımlarına karşı yürüttükleri mücadeleyi daha da kolaylaştırmasını umacaklardır.

Kehf Ehli'nin duasını Allah'ın bildirdiği 10. ayette çok önemli bir konuya daha dikkat çekilmektedir. İman edenler her işi yapanın sadece Allah olduğunu hiç unutmamalıdırlar. İnsan her zaman ihtiyaç içindedir, Allah karşısında aciz ve muhtaçtır. Kendi aklı, kendi çabası ve gücü ile birşey yapması mümkün değildir. Allah dilemediği zaman insanın değil bir işi sonuçlandırması, elini kaldırması, yürümesi, hatta nefes alması dahi mümkün olmaz. İnsanın her an Allah'ın yardımına, desteğine ve rahmetine ihtiyacı vardır. Kuran'da da insanın bu aczine ve her işi yapanın Allah olduğuna dair pek çok ayet bulunmaktadır. Allah Enfal Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:

Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Enfal Suresi, 17)

Herşeyi yaratan, tüm işleri evirip çeviren Allah'tır. İnsan ise samimiyetiyle ve teslimiyetiyle denenmektedir. Kehf Ehli de bu gerçeği bilen samimi Müslümanlar oldukları için mağaraya sığındıkları anda hemen Allah'a yönelmiş, dualarıyla Allah'a teslimiyetlerini ifade etmişlerdir. Kehf Ehli, ilimde derinleşmelerini sağlayacak olanın da, her yönden işlerini kolaylaştıracak olanın da Allah olduğunu bilmekte, bu nedenle öncelikle Allah'tan yardım istemektedirler. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki, asıl olan insanın samimi Müslüman olması ve Rabbimize dua edip herşeyi O'ndan istemesidir.