İslam toplumlarının Peygamberimiz (sav)'in döneminden kısa bir zaman sonra bozulmaya doğru gitmesinin en temel sebebi söz konusu toplulukların Kuran' dan uzaklaşmalarıdır. |
Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi dinin esası olarak Kuran’ı değil sadece kendi kirli ve karanlık zihinlerini ve mantık örgülerini kabul eden bağnazlar, özellikle de kadınları Kuran’dan, ibadetten, fikri mücadeleden, tebliğden uzak tutmak için binlerce hurafe uydurmuşlardır. İslam toplumlarının Peygamberimiz (sav)’in döneminden kısa bir zaman sonra bozulmaya doğru gitmesinin en temel sebepleri söz konusu toplulukların Kuran’dan uzaklaşmaları ve bunun bir tezahürü olarak özellikle kadına yönelik geliştirdikleri hakaretlerdir. Bu yanlış bakış açısı nedeniyle İslam toplumları gerilemiş; fakat bu gerilemede ikinci bir etken de daima devrede olmuştur: Bağnazların sanat nefreti.
Bağnazların sanat nefretini tarif etmeden önce bağnaz zihniyetin temelini oluşturan gerçeği tekrar hatırlatalım. Ayette Rabbimiz “Helalleri haram kılan kişilerin varlığı”ndan bahseder:
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)
Günümüzde elbette haramları kendilerince umursamayan, helal sayan, ölçüsü Allah korkusu olmayan insanlar bulunmaktadır. Fakat ayette bildirilen ve Allah’ın helal kıldıklarını “din adına” haram kılanlar başka bir kategoridir. Söz konusu insanlar Kuran’a göre yapılabilir şeyleri yapılamaz hale getirmekte, özgürlükleri kısıtlamakta, meşru olanı yasaklamaktadırlar. Kitabın başından beri delilleriyle gösterdiğimiz gibi, aslında kendilerince Kuran’daki dini beğenmemekte (Kuran’ı tenzih ederiz) ve yeni bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar.
İşte bu insanlar Kuran’da övülen beğenilen, bir nimet olarak yaratılan neşe, mizah, sanat gibi kavramları da kendilerince haram kılmışlardır:
Uydurma hadisler, bağnaz zihniyetteki insanların, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel nimelerden nasıl da uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir. |
Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Kahkaha şeytandandır.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “(Aşırı) şakalaşmalardan, mizahtan sakının; çünkü o insanın yüzünün suyunu giderir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)
İmam şöyle derdi: “Dişleriniz görünecek şekilde gülmeyin.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Çok gülmek kalbi öldürür.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
İbrahim b. Mihzem, kendisine anlatan biri aracılığıyla rivayet eder. Ebu’l Hasan el-Evvel (Musa b. Cafer) şöyle buyurdu: “Yahya b. Zekeriyya (as) ağlar, gülmezdi. Meryem oğlu İsa (as) ise bazen güler bazen de ağlardı. İsa (as)’ın davranışı Yahya (as)’ın davranışından daha efdaldi (daha üstündü).” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1070)
Hasan b. Kuleyb, rivayet eder: Ebu Abdullah şöyle buyurdu: “Müminin gülmesi, tebessüm etmekten ibarettir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1067)
Aslında bu mevzu hadisler, bağnazların dünyasının ne kadar ürkütücü ve soğuk olduğunu çok iyi izah etmektedir. Hatırlanacağı gibi kitabın başında, bağnazların karanlık dünyasının her yerde kendini gösterdiğine, sadece dış dünyada değil, kendi içlerinde, ailelerinde, kadına, çiçeğe, bir kediye bakış açılarında bile ortaya çıktığına değinmiştik. İşte burada gördüğümüz mevzu hadisler, mutluluktan, insanın en tabi özelliği ve en büyük ihtiyaçlarından biri olan gülmekten, mizah gibi güzel bir nimetten nasıl uzak kaldıklarını açıkça ifade etmektedir. Hayatında gülmeyi yasaklamış bir sistem varken, bu mevzu hadislerden peygamberlerin dahi gülmediği iftirasını öğrenmişken, böyle bir sapkın bağnaz din ile iç içe yaşayan insanların ne hale geldiği çok rahat anlaşılabilmektedir.
Oysa Kuran’daki din Müslümanlara hüznü yasaklamıştır. Müslüman dünyanın en mutlu insanıdır. Çünkü Allah’a tevekkül etmeyi, sabretmeyi, şükretmeyi bilen, Allah’a teslim olmuş bir varlıktır. Gelecekten endişe duymaz, başına gelen zorlukların hayırla yaratıldığını bilir, herşeyin bir kader üzere gerçekleştiğinin farkındadır ve ölüm onun için bir son değil, Allah’a ve sonsuz hayata kavuşma anıdır. Kuran’da Allah, iman edenlere cennetin müjdesini vermektedir. Bütün bunlar zaten Müslümanların sevinmesi içindir. Allah bizim dünyada da cennet ahlakı göstermemizi ister. Çünkü beğendiği ahlak odur.
Hüznün yaygınlaştırılması ve makul gösterilmesi için günümüzde yoğun bir çaba varken iman edenlere düşen huzur ve barışla birlikte neşeyi, sevinci hakim kılmaktır. |
Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)
Dediler ki: “Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.” (Müminun Suresi, 106)
Görüldüğü gibi Kuran’da mutsuzluk, inkar edenlere yakıştırılmıştır. Ayete göre bu kişiler ahirette sapkınlıkların gerekçesi olarak “mutsuzluğa yenik düştüklerini” söylemektedirler. Dolayısıyla mutsuzluk Allah’ın istediği bir şey değildir. Kuran’da inkarcılara mutsuzluk, iman edenlere ise neşe yakıştırılmıştır.
Yine ayetlerde Allah, mutsuzlukları nedeniyle Kuran’ın öğüdünü almaktan kaçınanları haber verir:
Allah’tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. ‘Mutsuz-bedbaht’ olan ondan kaçınır. (A’la Suresi, 10-11)
Ve Yüce Allah, üzüntüyü tüm Müslümanlara yasaklamıştır:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Âl-i İmrân Suresi. 139)
İşte bağnazlar, Allah’ın bu ayetlerini mevzu hadisleri bahane ederek kendilerince hükümsüz kılmaya çalışırlar. Müslümanlara, Allah’ın inkarcılara yakıştırdığı hüznü uygun görürler. Ruhun, bedenin en büyük ihtiyacı olan neşeyi-sevinci yok etmek isterler. Oysa bu Allah’ın istediği bir şey değildir. Allah cenneti bir sevinç yurdu olarak yaratmıştır.
Allah, beğendiği ve sevdiği hayat şeklini sonsuz yurdumuz olan cennette yaratmıştır. Dolayısıyla cennette Rabbimiz’in övdüğü ve beğendiği hayat bizim için ideal hayattır. Allah, cennetteki insanların “sevinç içinde” olduklarını bildirir:
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar ‘bir cennet bahçesinde’ ‘sevinç içinde ağırlanırlar’. (Rum Suresi, 15)
Bağnazlar, sahte hadislerle cennette “sevinç içinde” olan Müslümanları dünyada bu cennet sevincini yaşamaktan mahrum etmek isterler. Hüznün gerçek anlamının farkında dahi değildirler. Bir olay karşısında hüzünlenmek, “keşke olmasaydı” demekle aynı şeydir. Bunun anlamı ise -kişi kabul etse de etmese de, bilerek de yapsa bilmeyerek de- kadere isyandır. Bağnazlar hüzünlenmeyi helal hale getirerek Allah’ın hükmüne ve Allah’ın yarattığı kadere karşı geldiklerini bilmelidirler.
Allah’ın bir insana vereceği en büyük nimetlerden biri imandır. İman sahibi bir insan, dünyanın bütün nimetlerinden uzak olsa, en büyük zorluklarla imtihan olsa, oluşan tüm şartlar aleyhinde görünse bile, imanın kalbinde oluşturduğu huzur ve mutluluk herşeyin üzerindedir. Allah Kendisi’ne yönelenin kalbine huzur ve dinginlik, ruhuna mutluluk verir. Allah’a yönelmeyen bir insanın -kendisi aksini iddia etse dahi- gerçek anlamda mutlu olması imkansızdır. Allah imtihanın bir gereği olarak böyle bir insana da dünya nimetlerinden verebilir; bu kişi bakıldığında birçok nimet ve güzellik içinde olabilir. Geçici heves ve mutluluklar yaşayabilir. Ancak ruhuna sürekli özlemini çektiği daimi mutluluğu yani iç huzurunu yaşatamaz. Allah Kuran’ın Rad Suresi’nin 28. ayetinde “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyurmaktadır. Kalbin tatmin bulması, yalnızca Allah’la bağlantıyla mümkündür.
Dolayısıyla gerçekten Allah’a iman eden bir insan gerçekten mutludur. Zaten mutlu olmak, insanın fıtratına en uygun olan, insanı sağlıklı kılan, daima diri tutan gizli bir sırdır. Hücreler mutlulukla sağlıklı kalır. Bu olumlu etkinin sebebi de, fıtrata uygun şeylerin daima Allah’ın insanlara öğütlediği güzel şeyler olmasıdır. Allah, gülmeyi, neşeyi ve mutluluğu zaten bir güzellik olduğu için yaratmıştır. Hüznün ise, psikolojik ve fiziki anlamda insanı ölüme kadar sürükleyecek ciddi tahrip edici etkileri vardır.
Mizah konusu hakkındaki yasaklamaya burada ayrıca değinmekte fayda vardır. Başarılı mizah bir sanattır. Bunu mükemmel yapan insanlar genellikle akıl ile sanatı birleştirerek müthiş eserler meydana getirirler. Mizah ile kimi zaman ortama neşe getirilir kimi zaman da açıkça eleştirilemeyecek konular üstü kapalı ama gönül alıcı ve yapıcı şekilde ifade edilir. Karşı tarafı neşelendiren, öğüt veren ama aynı zamanda da kalbe hitap eden şekilde kullanıldığında mizah çok büyük bir nimettir. Sanatın her türlüsü gibi mizah da ufku açan, ortama, toplumlara incelik, zarafet, nezihlik getiren bir güzelliktir. Mizah, demokrasilerin de güzel bir yönüdür. Bağnazlar böyle önemli bir nimeti de kendilerinden uzaklaştırarak, hiçbir inceliği olmayan, kaba ve ruhsuz bir hayatın içine sürüklenirler.
Bağnazların neşe, kahkaha ve mizah konusundaki bütün olumsuzlukları yukarıda belirttiğimiz gibi Kuran ile yalanlanmaktadır. Peygamberimiz (sav) ve sahabe de Kuran’ın bu ruhuna uygun hareket etmiş ve imanın getirdiği neşeyi, sevinci yaşamışlardır:
Hz. Aişe anlattı; seferlerinden birine, Rasulullah’la (s.a.v.) çıktım. Rasulullah (s.a.v.) sahabilere: “İlerleyin” dedi. Onlar da ilerlediler. Daha sonra: “Gel, seninle yarışalım” dedi. Onunla koşu yarışına girdim ve onu geçtim. Bana bu konuda bir şey demedi... Yine seferlerden birine Rasulullah’la (s.a.v.) birlikte çıktım. O, sahabilere yine: “İlerleyin” dedi. Onlar da ilerlediler. Bana: “Haydi gel yarışalım” dedi. Onunla koşu yarışına girdim. Ama bu defa da o beni geçti. Gülmeye başladı ve: “Bunu sen hak ettin” dedi. (Beyhakî, Sünenu'l-Kubra, X/18; İmam Ahmed, Musnsd, VI/264)
Ebu Usame: “Onunla şakalaşırdı” demiştir. (Ebu Davud, Sünen, kitabu'l-edeb, bab: 91; Tirmizî, Sünen, 192, 1992, 3828; İmam Ahmed, Taberanî, Tirmizî, Ibn Asakir)
Ebu Hureyre (r.a.) şunu söyledi: “Rasulullah (s.a.v,), Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’e dilini çıkarır, çocuk onun dilini görünce sevincinden çırpınırdı.”
Abdullah Ibnu’l-Haris Ibn Cez’ şöyle dedi: “Rasulullah’tan (s.a.v.) daha şakacı birisini görmedim.”
Hz. Aişe şunu söyledi: Rasulullah (s.a.v.): “Ben şaka yaparım ama ancak hakkı söylerim” buyurdu. (Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, Xll/391; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, IX/17; Aclunî, Keşfu'l-Hafa, I/572).
İbn Abbas şöyle demiştir: “Peygamber’in (s.a.v.) şakacılığı vardı.”
Enes: “Peygamber (s.a.v.), insanların en şakacı ve nüktedanlarındandı” demiştir.
Bağnazların neşe, kahkaha ve mizah konusundaki bütün olumsuz iddiaları Kuran ile yalanlanmaktadır. Peygamberimiz (sav) ve sahabe de Kuran'ın ruhuna uygun olarak mutluluk içinde yaşamışlardır. |
Kadı Ebu Bekir İbnu’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’an’ında, Abdullah bin Mübarek ve İmam Mâlik’in Hz. Enes’ten rivâyet ettiği bir hadisi nakleder: “Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse ahiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir.”
“Sizden birinizin içinin kusmuk ve kanla dolu olması şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” (M. Mesabih, 4/4809)
Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni verilmez. (Kurtubi, 14/53)
Şarkı kalpte nifak bitirir. (Ebu Davud)
Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve dinlemeyi haram kılmıştır. (Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet)
Bütün bu mevzu hadislerin aksine, Kuran’da müziğin, dansın ve eğlencenin yasaklandığı tek bir hüküm yoktur. Allah mutluluğu, zevki, neşeyi Müslümanlara helal kılmıştır. Dans ritimdir, ahenktir. Allah bütün kainatı bir ritimle yaratmıştır. Kuşlar, böcekler, kelebekler bile dans ederler. Kuşlar doyulmaz ses ve ritimde birbirinden güzel şarkı söylerler. Zevktir onları dinlemek. Denizin sesi, doğanın hışırtısı, ağaçların dalgalanışı her zaman ritimlidir. Allah ritmi, dansı, müziği, güzel sesi sever. Cennet de bu ritim ile yaratılmıştır. Cennette bütün ağaçlar, çiçekler, hayvanlar dans edeceklerdir. Bu konuyu haber veren bir hadis şöyledir:
Ebu Musa el-Eş’ari’den nakledilen rivayet ise şöyledir: O Basra minberinde şöyle dedi: “Allah cennet ehline haber salıp sordurdu: “Allah size verdiği sözü yerine getirdi mi?” O anda, onlar kendilerine verilen ziynetlere, elbiselere, meyvelere, tertemiz eşlere, nehirlere şöyle bir bakacaklar ve sonra şöyle demekten kendilerini alamayacaklar: “Allah bize verdiği sözü yerine getirmiştir. Melek tam üç kere “Allah size verdiği sözü yerine getirdi mi?” diye soracak, onlar kendilerine vaad edilen herşeyin eksiksiz yerine getirildiğini görünce, “Evet!” diyecekler. “Bir şey daha kalmıştır” diye karşılık verecek melek. Çünkü Allah Teala, kullarına tecelli edip de gözlerinden perdeyi kaldırıp, O’nu gördüklerinde, bütün nehirler coşacak, ağaçlar sallanıp sesler çıkaracak, bütün köşkler, ateş kıvılcımları avaz verecek, pınarlar şarıl şarıl daha da hızlı akacak, güzel kokular avluları ve köşkleri saracak, her tarafta, güzel kokan misk ve kafur hissedilecek. Kuşlar ötüşecek, huriler bütün güzellikleri ile göz kamaştıracak. (Ölüm, Kıyamet, Diriliş, İman Şarani, s. 370)
Allah, cennetin güzelliğini ve cennetteki ahenkli müziğin coşkusunu Peygamberimiz (sav)’e işte böyle ilham etmiştir. Allah’ın cennette yarattığı ve övdüğü bir güzellik, insanlara nasıl haram olabilir? Elbette ki haram değildir.
Anadolu’nun her yerinde folklor vardır, dans vardır. Horon, halay, zeybek oyunu vardır. Dünyanın her yerinde insanlar dans ederler. Müziğin ve dansın yasak olduğu bir dünya insanın fıtratına uygun değildir. Bu büyük bir boşluk ve nimet eksikliği olur. Yüce Rabbimiz’in övdüğü ve güzel gördüğü bir nimeti haram kılmaya kalkmak Allah’ı ve yüce sanatını anlamamak demektir.
Bütün bunlara değinirken, bağnazların gerçek hayatlarını da incelemek gerekir. Kuran’da olmayan sahte bir haram türettiği için bu insanların büyük bir kısmı, günlük hayatta sürekli bir çelişki ve sahtekarlık ruhu içinde yaşarlar (samimi olanları tenzih ederiz). Şöyle ki:
- “Müzik haram” diyenler genellikle müzik kanallarını sürekli seyredip müzik dinleyen, hatta müzik eşliğinde eğlenen insanlardır.
- Söz konusu kişiler gerçek hayatlarında düğünlere gitmekte, halay çekmekte, kına geceleri düzenleyip şarkı söylemektedirler.
- Bu kişilerin arabalarının radyolarında ayarlı kanallar genellikle hep müzik kanallarıdır.
Sürekli müzik dinlemenin, düğünlerde halay çekmenin hiçbir mahzuru yoktur, aksine bunlar zaten birer güzellik ve nimettir. Burada eleştirdiğimiz bu kişilerin dini kullanarak müziği yasaklama iddialarının sadece göstermelik olması, samimiyetsizliklerini yansıtmasıdır. Din adına yasak koyanların bu gerçek yüzünü bilmek önemlidir. Onların durumu, Kuran ayetlerinde tasvir edilmiştir. Kuran dışında kendilerine din edinenlerin durumunu Yüce Rabbimiz şöyle açıklar:
...(Bir bid’at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah’ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. (Hadid Suresi, 27)
Allah bu ayetinde bidat olarak türetilen sahte dinin Allah’ın kitabında olmadığını ve bu dini üretenlerin kendilerinin de ürettikleri dine uymadıklarını belirtmektedir. Bu gibi ayetlerle biz söz konusu insanların ikiyüzlü dünyalarını Kuran’dan öğreniriz. Özel yaşamları ise Kuran’da haber verilen bu gerçeği daima teyid eder. Pek çok kişi bütün bu kısıtlamalar içinde söz konusu kişilerin gerçekten çok takva bir hayat yaşadıklarını zannedebilir. Aralarında samimi olarak buna inanan insanlar olsa da gerçekte öyle değildir. Zaten samimi olanlar eninde sonunda Kuran Müslümanlığını anlayan uygulayan insanlar haline gelirler. Bir insanın samimi olup, sahte bir dinin içinde yaşaması mümkün değildir. Çünkü Allah’ın vaadi vardır:
Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Ayette belirtildiği gibi samimi olan her insan, doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir anlayışa da mutlaka sahip olur.
Anadolu'nun her yerinde horon, halay, zeybek oyunu, folklor vardır, dans vardır. Dans, dünyanın her yerinde ihtiyaç duyulan bir eğlence şeklidir. Müziğin ve dansın yasak olduğu bir dünya insanın fıtratına uygun değildir. |
Müzik de, dans da İslam’da helal kılınan cennet nimetlerindendir. Müziği, şarkıları, müzik aletlerini, güzel kıyafetleri, ziynetleri, dansı ve güzel olan herşeyi yaratan Allah’tır. Allah, bunların tümünü insanlara sevdirmiş, ruhu bu güzelliklerden zevk alacak şekilde yaratmıştır.
Tevrat’ta Hz. Davud (as)’ın lir, tef, ziller ve çıngırak eşliğinde ezgiler okuyarak Allah’ın huzurunda dans ettiği anlatılır. Hatta Hz. Davud (as)’ın bu dansına haset eden insanların olduğu da belirtilir. Tıpkı bugün Müslüman toplumlarda helali, haram kılmaya kalkışanlar olduğu gibi o dönemde de Museviler arasında müzik ve dansı kendilerince haram kılmaya kalkışanların varlığını Tevrat’tan öğreniriz. Bu kişiler, Hz. Davud (as) gibi bir peygamberin uygulamalarını bile kendilerince eleştirmişlerdir.
... Bu arada Davut’la bütün İsrail halkı da RAB’bin önünde lir, çenk, tef, çıngırak ve ziller eşliğinde ezgiler okuyarak var güçleriyle bu olayı kutluyorlardı... (Tevrat, 2. Samuel, 6:5)
Keten efod kuşanmış Davut, RABB’in önünde var gücüyle oynuyordu. Davut’la bütün İsrail halkı, sevinç naraları ve boru sesi eşliğinde RABB’in Sandığı’nı getiriyorlardı. RABB’in Sandığı Davut Kenti’ne varınca, Saul’un kızı Mikal pencereden baktı. RABB’in önünde DANSEDEN Kral Davut’u görünce, onu küçümsedi. (Tevrat, 2. Samuel, 6:14-16)
* Saul’un kızı Mikal Hz. Davud’un eşlerindendir
Davut ailesini kutsamak için eve döndüğünde, Saul’un kızı Mikal onu karşılamaya çıktı. Davut’a şöyle dedi: “İsrail Kralı bugün ne güzel bir ün kazandırdı kendine! Değersiz biri gibi, kullarının cariyeleri önünde soyundun.” Davut, “Baban ve bütün soyu yerine beni seçen ve halkı İsrail’e önder atayan RABB’in önünde oynadım!” diye karşılık verdi, “Evet, RABB’in önünde oynayacağım. Üstelik kendimi bundan daha da küçük düşüreceğim, hiçe sayacağım. Ama sözünü ettiğin o cariyeler beni onurlandıracaklar.” (Tevrat, 2. Samuel, 6:20-22)
Tanrı’nın Sandığı’nı Avinadav’ın evinden alıp yeni bir arabaya koydular. Arabayı Uzza’yla Ahyo sürüyordu. Bu arada Davut’la bütün İsrail halkı da Tanrı’nın önünde lir, çenk, tef, zil ve borazanlar eşliğinde ezgiler okuyarak, var güçleriyle bu olayı kutluyorlardı. (Tevrat, 1. Tarihler 13:7-8)
Böylece İsrailliler sevinç naraları atarak, boru, borazan, zil, çenk ve lirler çalarak RABB’in Antlaşma Sandığı’nı getiriyorlardı. RABB’in Antlaşma Sandığı Davut Kenti’ne varınca, Saul’un kızı Mikal pencereden baktı. Oynayıp zıplayan Kral Davut’u görünce, onu içinden küçümsedi. (Tevrat, 1. Tarihler 15:28-29)
Görüldüğü gibi o dönemde Hz. Davud (as)’ın kendi eşi dahi Hz. Davud (as)’ın insanlar arasında eğlenerek, sevinçle, mutlulukla dans etmesine karşı gelmiş, bunu kendince küçük görmüştür. Oysa Allah bu eğlenceli ortamı Tevrat’ta överek anlatmıştır. Kuşkusuz, Hz. Davud (as) da Allah’ın müzik ve dansa yönelik hükümlerine uyarak en güzel tavırda bulunmaktadır. Fakat dışarıdan bakanlar, Hz. Davud (as)’ın peygamberliğine güvenemeyenler ve kendi kendilerine bir taassup dini oluşturmaya çalışanlar onu yargılamaktadırlar.
Peygamberlere yapılan bu yargılama şu an günümüzde de gerçek Kuran Müslümanlarına yapılmaktadır. Kuran’daki din yerine taassubu seçmek zaten tarih boyunca en büyük belalardan biri olmuştur. Kadın, müzik ve dans bunun en belirgin ortaya çıktığı alanlardır.
Oysa Hz. Davud (as) örneğinde olduğu gibi bizim Peygamberimiz (sav) de Allah’ın bir nimeti olan müzik ve danstan çok hoşlanırdı. Nitekim, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde dans eden sahabeden bahsedilir, hatta Peygamberimiz (sav)’in oynayan ve eğlenenleri teşvik eden sözleri vardır. Kuran ile mutabık olmaları sebebiyle aşağıda birkaç örneğini verdiğim hadislerdeki bu sözlerin sahihliği kuvvetle muhtemeldir:
Âmir b. Sa’d’den nakledilmiştir: “Bir düğün münâsebetiyle Karaza b. Ka’b ve Ebu Mes’ûd el-Ensârî’nin yanına gittim. Küçük bir kız çocuğu şarkı söylüyordu. Ben: “Siz Rasulullah (s.a.s.)’ın arkadaşları ve Bedir ashabından olduğunuz halde, sizin yanınızda bunlar (nasıl) yapılıyor?” dedim. Onlar: “İster bizimle kalırsın, istersen gidersin. Bize, düğünde eğlenmeye, izin verildi.” dediler. (İbn Hacer, Metâlib, II, 54; Cüdey’, Ehâdîs-ü Zemmî’l-Gınâ, s., 50)
Seleme b. Ekva’dan rivâyet edilmiştir: “Peygamber (sav) ile birlikte Hayber’e yola çıkmıştık. Gece gidiyorduk. Kafileden bir kişi Âmir b. Ekva’a -Âmir şairliğiyle bilinen bir kişi idi. “Bize bildiğin şeylerden bir şeyler söyle, dinleyelim.” dedi. Âmir devesinden inerek şu türküyü söylemeye başladı: “Ey Allahım! Sen olmasaydın biz hidayet bulamazdık. / Sadaka verip, namaz kılamazdık. / Herşeyimiz sana feda olsun, bizi bağışla. / Düşmanla karşılaşırsak, ayaklarımızı sabit kıl. / İçimize huzur ve güven ver. / Biz, çağrılınca gideriz. / Seslendikçe yardıma erişiriz.” Peygamber (sav) “Kim bu sürücü?” dedi. “Âmir b. Ekva’” dediler. Peygamber (sav) “Allah onu esirgesin.” buyurdu. (Beyhakî, Şuab, 5112)
Aişe (ra) rivayet ediyor: Resulullah SAV bir düğünlerinde Ensar kadınlarına uğradı. Onlar şarkı söylüyorlardı... (İbni Mace, Nikah: 21, Buhari, Nikah: 48, Megazi:12)
...Muavviz b. Afra’nın kızı er-Rubey gelin olduğu zaman, düğün törenine Peygamberimiz (sav)’de gitmiş ve onun yanına oturmuştu. Bu sırada bazı kızlar, def çalıp Bedir günü şehit olanların menkıbelerini şarkı şeklinde söylemeye başlamışlardı... (Buhari, Nikah, 49/1, VII/25, Tirmizi, Nikah, III/399)
Yine Hz. Aişe (ra), bir kadını Ensar’dan bir adamla evlendirmişti. Peygamberimiz (sav): Ya Aişe, sizin beraberinizde def çalan, şarkı söyleyen şarkıcılarınız yok mu? Çünkü Ensar oyun ve eğlencelerden hoşlanır.” dedi. (Buhari, Nikah 64/1, VII/28)
Resulullah (sav) Medine’de bir yere uğradığında def çalarak şarkılar söyleyen genç kızların şöyle dediklerini işitir: “Biz, Beni Neccar kızlarıyız, Muhammed ne güzel (sevimli) komşudur”. Resulullah (sav) bunun üzerine; “Allah biliyor ki, elbette ben de sizleri sevmekteyim” buyurur. (İbni Mace, Nikah, 21/1899, I/612)
Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır. (Buhari-Tesavir, 89)
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kim resim yaparsa, Allah onu kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azap eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir.” (Buhârî, Tâ’bir)
Allah’ın yanında azabı en şiddetli olan insanlar tasvircilerdir. (Müslim, 6:369)
Şu suretleri yapanlar kıyamet gününde azap görürler ve kendilerine yaptığınız suretlere can verin denilir. (Müslim, 6:368)
İçinde suretler bulunan eve melekler girmez. (Buhari, Libas 91)
Her musavvir cehennemdedir. Musavvirin, tasvir ettiği her surete kıyamet gününde Allah hayat verir de o canlı suret cehennemde kendini yapana azap eder. (Müslim, 6: 370)
İşte bu sahte hadisler yoluyla bağnazlar tarafından Müslümanlara resim ve heykel sanatı da haram kılınmıştır. Hatta uydurulan bazı hadislere göre ressamlar ahirette en büyük azap gören insanlar arasında sayılmaktadır. Bu çarpık anlayışa göre bu kişiler, Allah’ın yarattıklarını taklit ederek –haşa– ilahlık iddiasında bulunmaktadırlar. Oysa bir ressamın veya bir heykeltıraşın bir sanat eseri meydana getirmesinin ilahlık iddiasıyla nasıl bir bağlantısı olabilir? Bir ressam veya heykeltıraş eğer böylesine sapkın bir iddiayla ortaya çıkıyorsa bu onun icra ettiği sanat yüzünden değil, ancak ve ancak aklen ve ruhen içine düştüğü zaaf nedeniyle olabilir. Bu ise, her meslekten her insan için geçerli bir ihtimaldir.
Doğadaki tüm güzellikler Yüce Rabbimiz’in birer sanat eseridir. Bizler, bir sanatın nasıl muhteşem olabileceğini Rabbimiz’in bu eserlerine bakarak anlarız. Nitekim yeryüzünde neredeyse her teknoloji Allah’ın yarattıklarının taklit edilmesiyle geliştirilmiştir. Teknoloji için yaratılan güzelliklerin varlığı bir nimettir. Örneğin, uçak inşasında insanlar Allah’ın yarattığı kuşları ve bazı sinek türlerini taklit ederler. Bu uçaklar, bir canlıdan esinlenilerek geliştirilmiş olduğu için mükemmel uçma ve manevra kabiliyetlerine sahip olurlar. Bu bir ayrıcalıktır, çünkü doğada zaten yaratılmış ve mükemmel işleyen bir örnek vardır. İşte bu örnek, Allah’ın bütün mühendislere bir model olarak verdiği armağandır. Şu anki teknolojik dünya, hayatımızı kolaylaştıran ve konforumuzu artıran her türlü bilimsel gelişme, doğadaki bu sanat eserlerinin birer kopyasıdırlar. Allah doğadakileri de, teknolojik taklitlerini de bize birer nimet olarak yaratır.
Bağnazlar tarafından heykel sanatının özellikle hedef alınması aslında sadece geçmişten gelen bir gelenek nedeniyledir. Geçmişte putperestliğin yaygın olduğu dönemlerde bazı yöneticiler, halklarından bir kısım kişilerin put inşasına yönelmelerini engellemek için heykel yapımına dair çeşitli tedbirler almışlardır. Geçmişte toplumların içinde bulundukları muhtemel tehlikeleri önlemek amacıyla alınan bu tedbirler, Kuran’da herhangi bir hüküm olmamasına rağmen, adeta dinin bir yasağı olarak yaygınlaştırılmıştır. İşte bu bazı insanların, Kuran yerine gelenekleri benimsemelerinin getirdiği en büyük tahribatlardan biridir.
Mecusiler ateşe, Hindular ineğe, bazı topluluklar güneşe tapıyor diye, inekleri öldürüp, ateş veya güneşten uzak bir hayat süremeyeceğimize göre, puta tapan putperestler var diye tüm heykelleri yasaklamanın olağanüstü derecede ilkel bir düşünce tarzı olduğu ortadadır. Burada anormal olan nesneleri ve varlıkları ilahlaştırmaktır ve harama girenler bunu yapan insanlardır, nesnelerin kendileri değil.
Bağnazların Müslümanlara haram kılmaya çalıştıkları resim ve heykel sanatı, Müslümanların yol gösterici kitabı Kuran’a göre kesinlikle haram değildir. Allah sanatı sever ve kullarına da sevdirmiştir; bütün kainatı sanat ile yaratmıştır. Kuran’da resim ve heykel gibi güzel sanatları haram kılan bir ayet bulunmamaktadır. Tam aksine Kuran’da sanat eserlerinden övgüyle bahsedildiğini görürüz.
Şu anki teknolojik dünya, hayatımızı kolaylaştıran ve konforumuzu artıran her türlü bilimsel gelişme, doğadaki bu sanat eserlerinin birer kopyasıdır. |
Allah doğadakileri de, teknolojik taklitlerini de bize birer nimet olarak yaratır. |
Hz. Süleyman (as)’ın sarayında bulunan ve saltanatının bir ihtişamı olarak övülen heykeller ve sanat eserleri Kuran’da şu şekilde geçer:
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.” Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13)
Bu Kuran ayetine rağmen sanata yasaklar getiren bağnazlar, sarayında olağanüstü güzellikte heykeller bulunan Hz. Süleyman (as) hakkında ne düşündüklerini de açıklamak zorundadırlar.
Söz konusu hurafecilerin İslam toplumlarına zararı çok büyük olmuştur. İslam dünyasında heykel ve resim sanatı hurafelerin yayıldığı dönemlerin sonrasında hiçbir zaman gelişememiştir. Sanatını geliştiremeyen toplumlar donuk, ruhsuz ve köhne kalırlar. Yeniliklere kapalıdırlar. Yaratıcılıklarını, pratik düşünme yeteneklerini, detay görme anlayışlarını zamanla yitirirler. Zevksizlik ve donukluk ruhlarına, yaşadıkları mekanlara, birbirlerine karşı davranış biçimlerine de yansır. Bağnazların kapkaranlık dünyasında, sanattan uzaklaşmalarının bir sonucu olarak da incelik ve detaylardan uzak, ürkütücü bir tekdüzelik ve donukluk ve zevksizlik hakimiyeti vardır.
Resulullah (sav) bir miktar ipek alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol eline koydu sonra da: “Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır” buyurdu. [Tirmizi, ve Nesai’de Ebu Musa’dan gelen diğer bir rivayette; “Ümmetimin erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılındı” buyrulmuştur.]
Bağnazlar erkeklere altın ve ipeği de yasaklamış, bunun için yukarıdakine benzer birçok hadis uydurmuşlardır. Oysa Kuran’da altın ve ipeğin yasaklandığına dair hiçbir ayet bulunmamaktadır. Aksine altın da ipek de Kuran’da birçok ayette cennet nimeti olarak tanıtılmaktadır:
Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 31)
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde de ipek kumaşlar kullanıldığına dair hadisler bulunmaktadır:
Ebû Dâvud dedi ki: Resulullah (s.a.v)’ın sahabilerinden yirmi kişi yahutta daha fazlası ipek giymiştir. Enes ile Bera b. Azib bunlardandır. (Buhâri, eşribe 6. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, amil Yayınevi: 14/112-113)
Müslümanların güzel giyinmeleri ve güzelliklere layık oldukları gerçeği, görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav)’in sünnetinde de vardır.
Peygamberimiz (sav)’in sünnetinde elbet vardır, çünkü Kuran’da övülmüş bir nimeti Peygamberimiz (sav) de sever ve teşvik eder. Buradaki mevzu hadisin bir uydurma olduğunun en büyük kanıtlarından biri, Kuran’da hiçbir şekilde adı geçmeyen bir fiilin Peygamberimiz (sav)’in hükmüyle haram kılınması gibi bir izahın geçmesi iddiasıdır. Böyle bir şeyin olması kuşkusuz ki mümkün değildir.
Altın bir ziynettir. Ve daha önce açıkladığımız gibi Allah Kuran’da ziynetlerin güzelliğini övmüş ve “Ey Ademoğulları, her mescit yanında ziynetlerinizi takının… “ (Araf Suresi, 31) ayetinde olduğu gibi Müslümanları güzel ziynetler için teşvik etmiştir.
Yine hatırlatalım, Araf Suresi’nde ise dünyada da ziynetlerin kadın ya da erkek ayrımı olmadan herkese helal olduğu bildirilmektedir:
De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)
Camiye gelirken kokulanan kadın evine dönüp de cünüplükten ötürü boy abdesti alır gibi yıkanmadıkça, Allah Katında onun namazı kabul olmaz. (Avnül Mabül, 11/230)
İmam Cafer-i Sadık: “Hiç bir kadının, evinden dışarı çıkarken elbisesine güzel koku sürmemesi gerekir.” (El-Kafi, C.5, S.519)
Resul-i Ekrem (s.a.v): “Bir kadın kocasından başkası için güzel koku sürünürse; cenabetinden yıkandığı gibi yıkanıp o kokuyu vücudundan temizlemediği müddetçe namazı kabul olmaz.” (Men La Yahzurh-ul Fakih, C.3, S.440)
Resul-i Ekrem (s.a.v): “Kadının kocasından başkası için güzel koku sürünmesi, ateş ve zilleti satın alması demektir.” (Nehc-ül Fesaha, C.1, S.36)
Dövme yapan ve yaptırana, yüzdeki tüyleri aldıran ve estetik için dişlerini seyrelttiren kadınlara Allah lanet etsin. (Sahih-i Buhari)
Takma saç takan, taktıran, kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir. (Ebu Davut, Tereccul, 5)
Resul-i Ekrem (s.a.v) kızı Hz. Fatıma’ya (s.a) hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma, herhangi bir kadın güzel bir şekilde süslenir ve güzel bir elbiseyle evinden çıkarak insanların dikkatini üzerinde toplar ve kendisine bakmalarını sağlarsa, yedi göğün ve yerlerin melekleri ona lanet eder ve ölüp de cehenneme girinceye kadar, Allah’ın gazabına mazhar olur. (Elbette tevbe edip dönüş yapar ve bir daha tekrarlamazsa o başka.)” (Şehab-ül Ahbar)
İmam Sadık: “Bir insanın alçalıp rezil olması için, onu meşhur edecek (yani başkalarının dikkatini üzerinde yoğunlaştırıp, parmakla gösterilecek duruma getirecek) bir elbise giymesi yeterlidir.” (Bihar-ül Envar, C.78, S.252)
Hz. Ali şöyle buyurmaktadır: “Kalın olan (vücudu göstermeyen) elbiseler giyin; zira elbisesi ince olanın dini de ince (gevşek) olur.” (Bihar-ül Envar, C.79, S. 298)
Bir hadiste şöyle geçmektedir: “Allah Resulü (s.a.v), kadınları dışarıya çıkarken başkalarının dikkatini üzerinde toplayacak elbiseler giymekten ve ses çıkaracak takılar takmaktan nehyetmiştir.” (Müstedrek-ül Vesail, C.14, S.280)
“Cennete baktım, gördüm ki cennet ahalisinin en azını kadınlar teşkil ederler. Bu durum karşısında sordum: Kadınlar nerede? Cennetin hazini bana şu cevabı verdi: ”Onları iki kırmızı yani altın ve boyalı elbiseler cennetten meşgul etti.”
“Kendilerini iyi giydirmeyerek kadınlara yardım ediniz.”
Burada kadınların bakımı ile ilgili mevzu hadisleri peş peşe vermemizin sebebi, hurafecilerin dini içinde kadınların nasıl aşağılandıkları, nasıl akılsız, kişiliksiz, önemsiz görüldüğünü gösterebilmek içindir. Kadını aşağı bir varlık olarak görmek ve kadına öfke duymak, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, İslam’dan önceki cahiliye toplumunun en korkunç yönlerinden biridir. Nitekim Kuran’da müşriklerin kadın nefretine özel olarak dikkat çekilmiş ve Allah bu nefreti lanetlemiştir:
Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür? (Nahl Suresi, 58, 59)
Peygamberimiz (sav) hayattayken müşriklerin ve münafıkların kadın karşıtlığına karşı set olmuştur. Nitekim münafıkların ve müşriklerin Resulullah’a en çok itiraz ettikleri konulardan biri de kendisinin kadınlara gösterdiği ilgi, saygı, sevgi ve hürmettir. Kadını ikinci sınıf varlık olarak gören putperest geleneklerinden bir türlü kopamayan söz konusu kişilere Peygamberimiz’in kadın sevgisi ağır gelmiştir. Mümin kadınların güzellikleri, Peygamberimiz (sav)’e olan sevgileri ve bağlılıkları, bu içli sevgilerinin onları daha da güzelleştirmesi, Peygamberimiz’in yanında hayat bulmaları ve rahat etmeleri müşrikleri ve münafıkları kıskançlıktan adeta çıldırtmıştır. Bu öfke ve kıskançlıkla Peygamberimiz (sav)’in şehadetinin hemen ardından ilk olarak kadınları baskı altına almaya başlamışlar ve akıl almaz hurafelerle kadınları İslam’dan uzaklaştırmak için çaba göstermişlerdir.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz ve Kuran'ın hiçbir yerinde olmayan bu hükümler, söz konusu mevzu hadislerle dinin bir parçası gibi gösterilmiş ve böylelikle sadece kadının güzelliği ortadan kaldırılmakla kalmamış aynı zamanda kadının aklını, kişiliğini de ortadan kaldıran bir toplum modeli çizilmiştir. Bu tarihten sonra zaten donuk ve ruhsuz, sevgisiz ve güzelliklerden uzak bir hayat yaşayanların yaşamı gitgide daha da körelmiştir. Dünyanın en büyük nimetlerinden biri olan kadın güzelliği ortadan kaldırılınca, hem kendi ruhları hem de toplum anlayışları gitgide dibe batmıştır. Önceki bölümde ayrıntılı olarak bahsettiğimiz gibi keskin ve detaylı düşünebilen, tedbirler alabilen ve pek çok yönden erkek aklından çok daha kapsamlı anlayış gücüne sahip kadın aklı ortadan kaldırılarak, kadınların fikirleri engellenerek, söz konusu toplumlar büyük gelişmelerden mahrum kalmışlardır. İlginçtir ki, bu toplumlardaki kadınlar da bu sahte dine inanmış ve kendilerini ikinci planda görmekte sakınca görmemişlerdir. Söz konusu kadınlar genellikle kendilerine ihtimam göstermeyen, görünüm olarak erkekten farksız ve son derece bakımsız olan, hiçbir konuda fikir yürütemeyen, kendilerini cahil bırakmış ve her türlü kararı erkeğe yüklemiş, erkeklerin boyunduruğu altına girmekte sakınca görmemiş varlıklar halini almışlardır.
Oysa, daha önce de hatırlattığımız gibi, Allah ayetinde süsü ve güzel rızıkları haram kılanlardan bahseder. Bunlar Kuran’a aykırı davranmaktadırlar:
De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır.” Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)
Daha önce detaylı açıkladığımız gibi Kuran’a göre kadın süstür, değerlidir; kadın güzelliği bir nimettir, kadın aklı çok geniş ufuklara yönlendirir toplumları. Allah hem bu güzel özellikleri kadına vermiş, onu ihtimamla korumuş ve onu övmüştür. Yukarıda mevzu hadislerde geçen bu sahtekarca ifadeler Kuran tarafından reddedilmiştir.
Şu unutulmamalıdır ki, güzellikleri ve Allah’ın sevip beğendiği nimetleri yasaklamaya çalışanlar bağnazlardır. Dolayısıyla bağnazların dünyasını gerçek sanıp, bilgisizce gerçek Müslümanlığa karşı gelenlere tepki göstermek büyük bir yanlıştır. Süs ve güzellikleri yasaklayanlar değil, bunların Allah’ın bir nimeti olduğunu bilenler asıl Kuran’a uyanlardır.
Hurafecilerin resim ve heykel yasaklamaları eğer günlük hayatta uygulansaydı dünyanın hiçbir yerinde tablo, resim ya da reklam-ilan-duyuru panoları olmayacak, saray sanatı, resimli ve görsel medya ortadan kalkacaktı. |
YASAK LİSTESİ |
Şimdi bağnazların bu yasaklamalara göre gerçekte nasıl bir dünyanın kendilerini beklediğine bir göz atalım. Hurafecilerin resim ve heykel yasaklamaları eğer günlük hayatta uygulansaydı dünyanın hiçbir yerinde tablo, resim ya da reklam-ilan-duyuru panoları olmayacaktı. Dolayısıyla,
◉ Yazılı tebliğ yapılırken resimli anlatımlar kullanılamayacaktı.
◉ Okul kitaplarında resimli anlatımlar olmayacaktı.
◉ Para banknotlarında resim kullanılamayacaktı.
◉ Saraylardaki ihtişamlı resimler, tablolar, duvar süslemeleri olmayacaktı.
◉ Anatomide insanın faydasına olan, insan bedenini tanıtan çizimli anlatımlar kullanılamayacaktı.
◉ Güzel sanatlar akademisi benzeri sanat okulları olmayacaktı.
◉ Resimli gazete, dergi, kitap, internet olmayacaktı. Televizyon genelde tümüyle resimden oluştuğu için seyredilmesi yasak olacaktı.
◉ Medya organlarının yasaklanmasıyla medyadan alınacak binlerce fayda da terk edilmiş olacaktı. Bunun yanında güzel ahlakı tebliğ etme, Kuran’ın bir şartı olan iyi ve güzeli insanlara anlatma imkanı da ortadan kalkmış olacaktı.
Müslüman elbette ki bakımlı yaşayacak, temiz olacak, güzel olacaktır. Çünkü güzellik, bakım, estetik, sanat zevki Allah’ın beğendiği özelliklerdendir ve yukarıdaki ayette belirtildiği gibi özellikle iman edenlere verilmiş bir nimettir. Kuran’da Müslüman kadınların makyaj yapması ve bakımlı olmasının haram olduğuna dair hüküm yoktur. Nitekim Peygamberimiz (sav) döneminde de hanımlar hep en güzel, en bakımlı halleriyle toplum içine çıkmışlardır. O dönemde de kadınlar makyaj yapıyorlardı, hatta Peygamberimiz (sav) başta olmak üzere dönemin erkekleri de gözlerine sürme çekerlerdi. Bir hadisi şerifte şu şekilde bildirilmektedir:
Aişe (ra) rivayet ediyor: Resulullah oruçlu iken sürme sürmüştür. (İbni Mace, Sıyam, 17)
O dönemde Müslüman hanımlar allık, sürme, ruj kullanıyorlar, ellerini ve tırnaklarını kına ile boyuyorlardı. Kadınlar da erkekler de saçlarını özel boyalarla boyamaktaydılar. Öyle ki Peygamberimiz (sav), saçın boyanmasını teşvik eder hatta kendisi de boyardı.
Pek çok hadis kitabında zikredilen bir rivayete göre, Ümmü Habibe’nin babası Ebu Süfyan ölünce üç gün yas tuttuktan sonra, yanaklarına “haluk” sürdüğü ifade edilmiştir. (Belazuri, 1987:184-185) (Haluk sahip olduğu pembemsi sarı renk ile sürüldüğü yerde allık görevi görmektedir.)
Bu konudaki diğer bazı hadisler ise şunlardır:
Taberânî’nin bir rivâyetinde: “Saçların renginin değiştirilerek yabancılara (eâcim) muhâlefet edilmesi” emredilir. (2111)
Hz. Ebû Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yahudîler ve Hristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhâlefet edin.” [Buhârî, Libâs 67, Enbiya 50; Müslim, Libâs 80, (2103); Ebû Dâvud, Tereccül 18, (4203); Nesâî, Zînet 14, (8, 137); Tirmizî, Libâs 20, (1752).]
Buhari ve Müslim’de, Hz. Enes’ten gelen bir rivayette şöyle denir: “Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra) (saçlarını) kına ve ketem ile boyarlardı.”
Süheybü’I-Hayr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “(Ağaran saç ve sakallarınızı boyamada) kullandığınız en iyi boya şüphesiz şu siyahtır. (Çünkü siyah boya) kadınlarınızı size daha çok rağbet ettiricidir, muhalifleriniz içinde de hakkınızda daha çok çekinmeye vesiledir.” (Ebu Davud, Libas 18, (4064), Tereccül 19, (4210); Nesai, Zinet 17, (8,140). Buhari, Libas 66, Menakıb 23; Müslim, Fedail 100-105, (2341); Ebu Davud, Tereccül 18, (4209); Nesai, Zinet 17, (8,140, 141))
Peygamberimiz (sav)’in en çok sarı saçı beğendiği yine hadislerden anlaşılmaktadır:
İbnu Abbâs anlatıyor: “(Saçlarına) kına yakmış bir adam gelmiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu ne güzel!” buyurup takdir etti. (Az sonra) kına ve ketem ile boyanmış biri geldi. “Bu evvelkinden de güzel!” buyurdu. Sonra (saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti ki: “Bu öbürlerinden de güzel!” buyurdu.” Ebü Dâvud, Tereccül 19, (4211); İbnu Mâce, Libâs 34, (3627).
Kadınlar çok güzel ve bakımlı olmalı, tavırları da her zaman çok asil olmalıdır. Bu kalite anlamına gelir ki, kalite insanların o kişiye saygı duymasına, hürmet göstermesine vesile olur. |
Ahmed ibnu Hanbel’in bir rivâyetinde, Ensâr’dan yaşlanmış, sakalları aklaşmış bir ihtiyarlar grubuna rastladığı vakit: “Ey Ensar topluluğu (saçlarınızı) kızıla boyayın, sarıya boyayın!” tavsiyesinde bulunur.
(Sahabe ve Tabiinin) çoğu sarıya boyamayı uygun bulmuşlardır. Hz. Ali, İbnu Ömer, Ebû Hüreyre vs. bunlardandır. Bir kısmı kına ve ketem ile, bir kısmı za’feran ile bir kısmı siyah boya ile boyamışlardır. Siyahı tercih edenler arasında Hz. Osman Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (yani Hz. Ali’nin iki oğlu), Ukbe İbnu Âmir, İbnu Sîrîn, Ebû Bürde vs. zikredilir.”
Hz. İbnu Ömer’den rivâyete göre, sakalını sufra denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu.” [Ebû Dâvud, Libâs 18, (4064), Tereccül 19, (4210); Nesâî, Zînet 17, (8, 140)]
Ebu Katade ra’dan, “O, Peygamber (sav)’e dedi ki: “Omuzlarıma kadar uzanan (gür) saçlarım var, tarayabilir miyim?” “Evet, ona iyi bak!” Ebu Katade, Peygamber (sav)’in bu “Evet, ona iyi bak” sözünden dolayı çoğu kez saçlarını günde iki kere yağlardı. (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul Feaid er-Rudani, 2. Baskı, İst, 2009)
Ebu Zer ra’dan: Allah Resulu (sav) buyurdular ki: Beyaz saçları boyayan en güzel şey kına ve ketemdir.
Peygamberimizin (sav) döneminde hanımların oje yerine ellerini ve tırnaklarını kınayla boyadıkları ve Peygamberimizin (sav) de hanımları buna teşvik ettiği pek çok rivayette geçer:
Elinde Resûlullaha mektup bulunan bir kadın, perdenin arkasından işaret etti (elini uzattı) Resûlullah elini tuttu (mektubu almadan çekti) ve: “Bu erkek eli mi, yoksa kadın eli mi bilmiyorum?” buyurdu. Kadın: “Kadın elidir” dedi. Resûlullah (sav): “Eğer sen kadın olsaydın tırnaklanın (rengini) kına ile değiştirirdin” buyurdu. (Ebu Davud, 1992)
Aişe (r.a)’den rivayet edildiğine göre: Hind Binti Utbe: “Yâ Resüllah, benimle bîyat et” dedi. Resûlullah (sav); “Ellerinin (rengini) değiştirinceye kadar seninle bîyat etmeyeceğim...” buyurdu. (Ebu Davud, 4165)
Kadınlar elbette çok güzel ve bakımlı olacak, tavırları çok asil olacaktır. Bu kalite anlamına gelir ki, kalite insanların o kişiye saygı duymasına, hürmet göstermesine vesile olur. Bunun için çok güzel ve zengin olmak değil, Kuran’ın ruhundaki o tertemizliği, güzel ve tertipli görünme isteğini barındırmak gerekir. Müslüman üzerindeki nurunu tamamlayacak şekilde bakımlı ve güzel görünerek kalitesini, görünüm olarak itibar ve saygınlığını artırır. Dünyada herkes saygın, kültürlü ve kendine güvenli bir Müslüman kadın görmekten çok etkilenir. Bu, Allah’ın istediği, beğendiği bir şeydir.
Makyaj; bakımlı ve güzel görünmenin yollarından biridir ve Allah’ın nimetidir. Allah, güzelliğin her türlüsünü sever. Bu nedenle kadınlar, çiçekler, ağaçlar, kelebekler, kuşlar güzel yaratılmıştır. Bir kelebeğin üzerindeki birbiriyle uyumlu renklere, olağanüstü simetriye, uyumlu şekillere daima hayran kalırız. Allah bu güzelliği sever, bu yüzden onu süslü yaratır. Kadınlar da dünyadaki bu süsün bir parçası, hatta en güzelidirler. Kelebek nasıl Rabbimiz tarafından narin yaratılmışsa, kadın da nadir yaratılmıştır. Kendisine nimet olarak verilen bakımla o güzelliği ortaya çıkar ve değerli hale gelir. Kendine özen göstermeyen, kendisine değer vermeyen bir kadının kuşkusuz o süslü, hoş, göze ve kalbe hitap eden güzelliğinin de bir değeri kalmamaktadır.
Makyajı haram kılmaya kalkanlar genellikle güzelliklerden zevk alma ruhunu yitirmiş insanlardır. Onların köhne dünyasında sanat, zevk, mutluluk, neşe, güzellik olmadığı için, ayrıca kendilerince kadını kapatılması ve yok edilmesi gereken bir varlık olarak gördükleri için bir kadının güzelleşmesi yerine çirkinleşmesini tercih ederler. Şu durumda bir soralım: Dünyada hangi ilerici, modern ve kültürlü insan veya toplum, kadını değersiz ve bakımsız kılan bir dini kabul eder? Hangisi bu dinin bir temsilcisi olmak ister? Hangisi böyle bir dini savunur?
Bir kısım Batı toplumları bu sebeple bağnazlığa karşıdırlar ama yanılgıları, bu dinin adını İslam zannetmeleridir.
Buraya kadar bağnaz zihniyetin, kadının güzel ve bakımlı olmasına nasıl karşı olduğunu, kadının hayatın içinde olmaması için ellerinden geleni yaptıklarını gördük. Ancak bağnaz zihniyetin kadın güzelliğinden şiddetli rahatsızlık duymasının bir çok kişi tarafından bilinmeyen hastalıklı bir yönü daha vardır. Kadınların tüm güzelliğini elinden alan bağnaz zihniyet küçük erkek çocuklara da yönelmiştir. Bu zihniyete göre sadece kadınlar değil, genç erkek çocuklar da baskı altına alınmalıdır. Çünkü bu zihniyet, genç erkek çocuklarının da tahrik unsuru olduğunu, dolayısıyla varlıklarının potansiyel suç ve tehlike olduğunu iddia eder. Kuşkusuz bu son derece sapkın bir bakış açısıdır. Ne var ki, bu ürkütücü ve dehşet verici sapkınlık Kuran’dan uzak bağnaz anlayışın içine yerleşmiştir. İlerleyen satırlarda örneklerini göreceğimiz üzere, hurafe hadis ve rivayetlerde ve bazı alimlerin anlatımlarında bu konu geniş bir şekilde yer almaktadır. Bu kaynaklara baktığımızda, erkek çocuk görünce aynı ortamda olmamak için kaçıp saklanan, güzel erkek çocuklarının kadından kat kat tehlikeli olduğunu anlatan, bu çocukların sözde yanlarında şeytanla birlikte dolaştıklarına inanan, tertemiz masum el kadar çocuklara bile şehvet gözüyle bakabilen korkunç bir zihniyetle karşılaşırız. Bu gerçek bir kez daha bağnazlığın kendi içinde ne kadar çarpık, hastalıklı ve sorunlu bir zihniyeti barındırdığını gözler önüne serer. Şimdi konuyla ilgili farklı kaynaklarda yer alan bilgileri inceleyelim:
Rivayet ederler ki Abdullah Ibni Ömer bir gün evinin kapısı önünde oturuyorken parlak yüzlü ve yakışıklı bir delikanlı görür, hemen içeri kaçıp kapıyı üzerine kitler. Bir müddet sonra dışardakilere, “O fitne geçip gitti mi?” diye sorar, ona “Gitti” diye cevap verirler, bunun üzerine dışarı çıkar. Orada bulunanlar ona, “Sana ne oldu, yoksa bu hususta Peygamberimiz (sav)’den bir şey mi duydun?” diye sorarlar. O da “Evet, duydum. Böylelerine bakmak, onlar ile konuşmak ve yine onlar ile bir arada oturmak haramdır” diye cevap verir. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi)
Bağnaz zihniyetin en çirkin yönlerinden biri kendi hastalıklı zihniyetlerini sözde meşrulaştırabilmek için Peygamberimiz (sav) adına yalan söylemeleri, Resulullah (sav)’e iftira atmalarıdır. Peygamberimiz (sav)’in asla erkek çocuklarının fitne olmasıyla ilgili bir sözü olmamış, onlarla konuşmayı, yanlarında bulunmayı yasaklamamıştır. Tam tersine çocuklara gösterdiği ilgi, şefkat ve sevgi tüm ümmete örnek olmuştur.
Fetâvâ-i Hayriyye’de diyor ki; Fitne tehlükesi olunca, âkıl ve bâlig olan güzel oğlanı, babası, kendi evine, terbiyesi altına alır. Sefere, ilm öğrenmeğe, hacca sakalsız göndermez. Bunu kadın gibi korur. Fekat yüzüne peçe örtmez. Sokakda her kadının yanında iki seytân vardır. Oğlanın yanında on sekiz şeytân vardır. Bunlara bakanları aldatmaya çalışırlar. (Tam İlmihal, Seadeti Ebediyye, sf. 164)
Dikkat edilirse bağnazlık, kadınların eve kapatılması, okula gönderilmemesi, kimseyle görüştürülmemesi sapkınlığını yakışıklı erkek çocuklarına da uygulatmaya çalışır.. “Fakat yüzüne peçe örtmez” ifadesi ise bu çocuklara nasıl çarpık bir bakış açısıyla bakıldığını vurgulaması açısından önemlidir. Kuran’da olmayan şekliyle kadınları örtmekle yetinmeyen bağnaz zihniyet, küçük erkek çocuklarının dahi peçe takıp takmamasını gündeme getirmekte, hacca ve ilim öğrenmeye gönderilmemelerine hükmetmektedir. Durumu daha da vahim hale getiren ise, “Oğlanın yanında on sekiz şeytan vardır” ifadesidir. Bu ifade, küçük yaştaki tüm erkek çocuklarını toptan “şeytani” varlıklar olarak itham etmekte ve bu çocukların toplumda güven ve huzur içinde yaşamasını neredeyse imkansız hale getirmektedir. Küçük ve yakışıklı erkek çocuklarının şeytani varlıklar olduğunu düşünen bir zihniyetin sağlıklı, neşeli, huzurlu, bereketli bir toplum meydana getirmesi ise mümkün olmaz.
İmam Muhammed hazretleri, bir gün hamama gitti. Bir oğlan çocuk gelip hamamda oturdu. İmam Muhammed onun kim olduğunu sordu. Kendisine “tellak” olduğunu söylediler. Talebelerini azarladı ve genç tellakı dışarıya çıkarttı. Sebebini soranlara şöyle buyurdu: “Erkeklerde kadın şehveti aynıdır; fakat güzel emred (tüysüz oğlanın) şehveti on dokuz (19) kattır!” buyurdular. Emrede (küçük erkek çocuklarına) şehvetsiz olarak bakmak bile haramdır. Zira şehvetle bakmaya yol açar. Elle tutmak ise şehvetten daha büyük bir günahtır. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu'l Beyan Tefsiri, 4/452-553)
Buradaki rivayette de küçük erkek çocuklarına duyulan şehvetin kadınlara duyulandan daha fazla olduğu iddia edilerek son derece anormal bir zihniyet sergilenmektedir. Kadını, akıl ve vicdan sahibi, kıymetli bir varlık olarak görmeyen bağnaz zihniyet için erkek çocuklarının varlığı da adeta suçtur. Öyle ki erkek çocuklarına karşı kadına duyulan şehvetten 19 kat daha fazla şehvet duyulacağı iddia edilmekte, erkek çocuklarının değil yanında bulunmak, yüzüne bakmak dahi haram ilan edilmektedir. Yanında olan her insanda, baktığı her yerde potansiyel suç ve tehdit gören bir insanın sağlıklı düşünmesinin ve yaşamasının mümkün olmayacağı açıktır.
El-Hindiye adlı kitapta şu hüküm yer almaktadır: “Erkek çocuk erkeklik çağına vardığında eğer parlak yüzlü değilse onun hükmü erkeklerin, eğer parlak yüzlü ise onun hükmü kadınların hükmüdür. O tepesinden tırnağına kadar avrettir...” (İbn-i Abidin, Reddü'l Muhtar Fıkıh Külliyatı, Yasaklar, Mubahlar, Bakma ve Dokunma Faslı)
Şehvetle bakıp bakmayacağı hususunda emin olsun veya olmasın, kadına bakmak gibi güzel yüzlü oğlanlara bakmak da haramdır. Zira genç oğlan, kadın gibi güzeldir, kadına arzu duyulduğu gibi ona da arzu duyulur. Kaldı ki kadına ulaşmak imkânından daha çok genç oğlanla bir araya gelmek imkânı vardır. (Fetâvâ-i Hindiyye)
Erkek çocuğunu kadın hükmünde görmek kuşkusuz çok sapkınca bir yorumdur. Milyonlarca okulda yüzbinlerce erkek çocuğu eğitim görmekte, on binlerce öğretmen görev yapmaktadır. Hiçbir öğretmen bu çocuklara şehvetle veya sapkınca bir duyguyla bakmaz. Böyle anormal bir fikir akla dahi gelmez. Ancak bağnazlığın karanlık dünyasında her türlü çarpıklık ve dehşet vardır.
Küçük yaştaki erkek çocuğuna dahi kadın gözüyle bakan bir zihniyetin ne kadar korkunç bir dünya tasavvuru olduğu açıktır. Böyle bir dünyada güzellik, sevgi, dostluk, arkadaşlık yoktur. Bu dünyada sanat yoktur, özgür düşünce yoktur, insanların telif gücü kalmamıştır. Bu dünya insanları, içine kapalı, her şeyi suç olarak gören, korku dolu ve tedirgin insanlardır. Bu zihniyetin hakim olduğu bir toplumda, huzurun ve mutluluğun olması imkansızdır. Bu karanlık dünyayı ortadan kaldırmanın yolu ise Allah’ın Kitabı’na sarılmak, Kuran’ın güzel ruhuyla yaşamaktır.
Kadınların tüm güzelliğini elinden alan bağnaz zihniyet küçük erkek çocuklara da yönelmiştir. Ve bu zihniyet, genç erkek çocuklarının da tahrik unsuru olduğunu, dolayısıyla varlıklarının potansiyel suç ve tehlike olduğunu iddia eder. Kuşkusuz bu son derece sapkın bir bakış açısıdır. |
Kadın, kız veya parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek, mahremleri olmayan [yabancı] erkeklere haramdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, kararır, hasta olur, za’îfler. Nefs zevk alır, kuvvetlenir, azar. Şeytân, nefsin, hareketine yardım eder. (Tam İlmihal, Seadeti Ebediyye, sf. 720)
Küçük yaştaki erkek çocuğunu cinsel bir obje gibi görmek tarif edilmesi zor bir sapkınlıktır. Bağnaz zihniyetin bu konudaki açıklamaları dehşet vericidir. Öyle ki erkek çocuğunun sesi duyulsa dahi “nefsin azacağını” iddia eder ve bu sözde “tehlikeyi” ortadan kaldırmak için erkek çocuklarının sesini de yasaklar.
Kadın güzelliğine karşı olan, kadını ya eve kapamayı ya da adeta insanlıktan çıkacak derecede bakımsız ve özensiz hale getirmeyi amaçlayan bağnazlık bununla yetinmez, erkek çocuklarını da tehdit unsuru olarak görür. Hatta bununla da yetinmez oyuncak bebekleri ve hatta su bidonlarını dahi “tahrik edici” olarak niteler ve yasaklamak ister. Görüldüğü gibi, Kuran dışı din anlayışının türettiği kadın ve dekolte karşıtlığının geldiği aşama erkek çocuklarının yüzlerine bakmanın dahi haram kılındığı çok çarpık bir dünya oluşturmaktadır. Allah ayette bu zihniyette olanların batıl dinlerinin nasıl karmakarışık olduğunu şöyle bildirmiştir:
Yine bunun gibi onların ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterdiler. Hem onları helake düşürmek, hem kendi aleyhlerinde dinlerini karmakarışık kılmak için. Allah dileseydi bunu yapmazlardı; sen onları ve düzmekte oldukları iftiraları bırak. (Enam Suresi, 137)
Hurafelere dayalı İslam anlayışında kişilerin şahsi görüşlerine göre farklı yorumlar yapılır. Müslüman ise sadece Allah’ın indirdiğiyle yani Kuran ile hükmetmekle yükümlüdür.
Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle (Kuran ile) hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma... (Maide Suresi, 48)
Peygamberimiz (sav) ve onunla birlikte olan sahabe devrin en kaliteli, en modern görünümlü ve en temiz insanlarıydı. Peygamberimiz (sav) şu an yaşasa, kuşkusuz ki bu dönemin en kaliteli insanı olurdu. İçinde bulunduğumuz dönemin en modern ve güzel kıyafetlerini giyer, en modern ve güzel evlerinde oturur, en modern ve güzel arabalarını kullanırdı. Bütün insanlar içinde seçkinliğiyle hemen fark edilirdi. Nitekim hadislerde de Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi döneminin en seçkin ve gösterişli kıyafeti olan altın işlemeli kaftan giydiği şöyle bildirilmiştir:
“Üzerinde altın işlemeli bir kaftan olduğu halde çıktı ve dedi ki: Ey Mahreme! İşte bunu sana sakladım...” (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, Min Cami’il-usul ve Mecma’iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed Bin Süleyman, Er-Rudani, İz Yayıncılık/2. Baskı İstanbul 2009, Sayfa 257-261-262-265-271-272-273)
Hurafelerden oluşan geleneklerini din haline getirmeye çalışanlar genellikle kendilerine güzellikleri layık görmediklerinden ve çoğu zaman aşağılanma duygusu içinde hareket ettiklerinden, güzel, kaliteli, marka kıyafeti, güzel evleri ve arabaları da kendilerine ve Müslümanlara yakıştırmazlar. Herhangi bir insanın en lüks evde, en lüks ve güzel arabada yaşamasına ve en güzel kıyafetler giymesine itiraz etmezler. Fakat bunu bir Müslüman yapınca adeta deliye dönerler. Bu durum, üzerlerindeki aşağılanma duygusunun dolayısıyla da kızgınlıklarının artmasına neden olur. Bu gibi kişiler sadece dış dünyaya değil, Müslümanlara da nefretle yaklaşmaya başlarlar.
Hurafelerden oluşan geleneklerini din haline getirmeye çalışanlar genellikle kendilerine güzellikleri layık görmezler ve çoğu zaman aşağılanma duygusu içinde hareket ederler. Güzel, kaliteli, marka kıyafetleri, güzel evleri ve arabaları da kendilerine ve Müslümanlara yakıştırmazlar. |
Müslümanlar elbette ki bütün güçleriyle zor durumdaki kişileri koruyacak ve bu uğurda Allah rızası için en fazla çabayı göstereceklerdir. Fakat bu durum, onların bakımsız, kirli ve pejmürde yaşamasını gerektirmez. Müslüman sadece görünümü ile bile müthiş bir tebliğ gücüne sahiptir. Görünümü ne kadar temiz, kaliteli, görgülü, modern olursa, ne kadar dışadönük, neşeli, açık fikirli davranırsa, gerçek İslam dininin tebliğini o kadar mükemmel yapmış olur. Elbette bu sadece tebliğ anlarına has değil, tüm hayata hakim bir yaşamdır. Müslümanlar zaten Kuran’a göre bu şekilde yaşamakla yükümlüdürler, zaten bundan zevk alırlar.
İnsanlar, pejmürdeliğin hakim olduğu o korkunç hayat tarzı yerine, kalitenin hakim olduğu barışçıl bir İslam anlayışı görüntüsünden etkilenirler. Bunu gördüklerinde artık korku değil sevgi duymaya başlarlar, Kuran’a uygun olan da budur. Nitekim Peygamberimiz (sav) döneminde, Peygamberimiz (sav)’in müthiş kaliteli, neşeli ve modern tavrı ve görünümü görenleri daima olağanüstü etkilemiştir. Bilinen bir gerçektir ki, Peygamberimiz (sav), yabancı elçilerle görüştüğünde üzerinde daima Bizans cübbeleri ve dönemin diğer kaliteli giysileri vardı. Yine Peygamberimiz (sav), İslam’ın halklara tanıtılması için çeşitli ziyaretlere Hz. Dıhye (ra)’ı gönderirdi. Hz. Dıhye, muhteşem yakışıklıydı ve İslam’ı tebliğ için gittiği yerlerde üzerinde daima çok pahalı ve kaliteli giysiler olurdu. Öyle ki hem görünümüyle hem de kalitesiyle Hz. Dıhye tebliğe gittiği bölgelerdeki halkı sokağa dökmüş, insanları kendisine hayran bırakmıştı. Buradaki amaç, İslam’ın güzelliği ve kaliteye önem veren bir din olduğunun insanlara gösterilmesiydi.
Peygamberimiz (sav)’in Müslümanların güzel giyinmeleri ve kaliteli olmalarıyla ilgili bazı hadisleri şunlardır:
İnsanlar, pejmürdeliğin hakim olduğu o korkunç hayat tarzı yerine, kalitenin hakim olduğu barışçıl bir Müslüman görüntüsünden etkilenirler. Bunu gördüklerinde artık korku değil sevgi duymaya başlarlar. Kuran'a uygun olan da zaten budur. |
Ebul Ahvas’dan o da babası ra’ dan: “Üzerimde dökük elbiselerle Peygamber sav’in yanına gittim. Şöyle buyurdu: ‘Malın var mı?’ ‘Evet.’ ‘Hangi tür mal?’ ‘Allah’ın bana ihsan ettiği deve, sığır, koyun, at gibi her türlü malım var.’ ‘Allah sana mal vermişse onun eseri ve cömertliği üzerinde görülsün’ buyurdu.” (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, Min Cami’il-usul ve Mecma’iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed Bin Süleyman, Er-RUDANİ,
İz Yayıncılık/2. Baskı İstanbul 2009, Sayfa 257-261-262-265-271-272-273)
Cabir ra dan: Enmar savaşına Peygamber sav ile beraber çıktık. ... Ey Allah Resulü Medine’den bir arkadaşımız vardır. Onu da hazırladık, bizim arkamızdan gelip bizi koruyor. Derken adam üzerinde yırtık iki elbise olduğu halde geldi. Peygamber (sav) onu görünce sordu: “Bu iki yırtık elbisesinden başka elbisesi yok mudur?” “Heybesinde giymesi için verdiğim iki elbisesi daha var.” “Çağır da o elbiseyi giydir.” Onu çağırdım, elbiselerimi giydi. Adam dönüp giderken, Resulullah şöyle buyurdu: “Ne oluyor da (yeni elbiseleri varken eskileri giyiyor) bu onun için daha hayırlı değil midir?” Adam bunu duydu ve “Ey Allah Resulü! Allah yolunda cihad ederken de mi yeni elbise giyeyim?” “Evet, Allah yolunda cihad ederken de.” buyurdu. (Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, Min Cami’il-usul ve Mecma’iz-zevaid, İmam Muhammed Bin Muhammed Bin Süleyman, Er-Rudani, İz Yayıncılık/2. Baskı İstanbul 2009, Sayfa 257-261-262-265-271-272-273)