Peygamber Efendimiz (sav) Kuran’ın en mükemmel uygulayıcısıdır. Tüm hayatı boyunca Kuran’a uygun olarak yaşamıştır ve Müslümanlar için en mükemmel örnektir. Tüm uygulama ve sözleri kuşkusuz ki Kuran’la tam bir mutabakat içindedir ve bunlardan günümüze ulaşanlar bulunmaktadır. Hadis adı verilen bu sözlerin bir kısmı, Kuran’ın uygulamalarını yansıtır. Bu sebeple bunların Peygamberimiz (sav)’e ait olduğu açıktır ve sahihtir. Özellikle ahir zamana işaret eden pek çok hadis hiç değişmeden kalmış ve bu hadislerde gelecekte olacak olağanüstü olaylardan haber verilmiştir. Söz konusu hadisler günümüzde birer birer gerçekleşmektedir. 1400 yıl önce bildirilmiş olan Lulin kuyruklu yıldızının geçişi, Afganistan’ın işgali, Irak savaşı, 11 Eylül gibi insanlık tarihinde sadece bir kere gerçekleşmiş olaylar vuku bulmuştur (Detaylı bilgi için bkz. Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) Bu Yüzyılda Gelecek, Harun Yahya, Global Yayıncılık). Dolayısıyla Peygamberimiz (sav)’in müjdeleri bizim için son derece kıymetlidir ve bu durum hadislerin sahih olanlarını bir müjde ve nimet olarak görmemiz gerektiğini, tümünü yok sayamayacağımız gerçeğini de beraberinde getirir.
Ancak şu bir gerçektir ki, hadis kitaplarına sonradan eklenmiş, Peygamberimiz (sav)’in sözleri ve uygulamalarıyla hiç ilgisi olmayan bir kısım açıklamalar günümüzde hadis kitaplarında bulunmaktadır. Bu sözlerin sahih hadislerden ayırt edici özelliği, Kuran ile tam anlamıyla çelişmeleridir. Kuran ile çelişen bir söz ve uygulamanın Peygamberimiz (sav)’e ait olması imkansızdır.
Dolayısıyla İslam dininden başka bir din olan bağnazların dinini incelerken hadisler konusunda bazı gerçekleri bilmemiz gerekir. Çünkü bağnazların dini, İslam’ın yegane kitabı olan Kuran’da yoktur. Peki bu batıl din nerededir?
Bağnazların dini geleneklerde, dilden dile yayılmış hurafelerde, fakat asıl olarak büyük bir kısmı Peygamber Efendimiz (sav)’e ait olduğu iftirası ile öne sürülen uydurma hadislerdedir.
Kuran’ın indirilişinin ardından geçen yüzyıllarda, Peygamberimiz (sav)’in bazı uygulamaları ve sözleri hadis olarak bir araya toplanmıştır. Hadislerin Hicri 2. yüzyıldan itibaren yazılı hale getirilmeye başlandığı zannedilmektedir. Söz konusu hadislerin bir kısmı korunabilmiştir. Bir kısmı ise yanlış aktarılmış, çarpıtılmış veya tamamen uydurulmuştur.
Daha önce açıkladığımız gibi, bir hadisin gerçekten Peygamberimiz (sav)’in sözü veya uygulaması olup olmadığını bilmek için Kuran’a bakmamız gerekir. Eğer bir hadis, Kuran ile mutabıksa, bu durumda doğrudur. Eğer geleceğe işaret eden bir hadis tahakkuk ettiyse yani gerçekleştiyse, bu durumda yine doğrudur. Ama eğer söz konusu hadis Kuran ile çelişiyorsa, bu konuda artık tereddüt yoktur: Hadis hiçbir şekilde doğru kabul edilemez.
Peki hadisler bir Müslüman için gerekli midir? Öncelikle bir Müslümanın “olmazsa olmaz” yegane kaynağı Kuran’dır ve Kuran bir Müslüman için başlı başına yeterlidir. Yüce Rabbimiz’in hükmü gereği her Müslüman yalnızca Kuran’dan sorulacaktır. Fakat elbette ki Peygamberimiz (sav)’in Kuran’a dayalı uygulamalarını veya mucizelerini bilmek çok büyük bir nimettir. Hadislere uymak bir Müslüman için farz vazifesi değildir fakat Peygamberimiz (sav)’in söz ve uygulamaları, geleceğe dair verdiği müjdeler önemli birer yol göstericidir. İşte bu sebeple, doğru izahı yanlıştan ayırmak ve günümüze ulaşan gerçek hadisleri teşhis edip anlayabilmek çok önemlidir.
Bir kısım İslam toplumları içinse sorun, Kuran’ı tamamen terk etmeleri ve bunun yerine uydurma hadisleri yol gösterici edinmeleridir. Söz konusu uydurma hadisleri “mevzu hadisler” başlığı altında inceleyeceğiz:
Mevzu hadis teriminin sözlük anlamı: “Hz. Muhammed (sav)’in söylemediği bir sözü, yalan ve iftira ile ona nispet etmek”tir. Yani mevzu hadis, Hz. Muhammed (sav)’in hadisi olmadığı, onun tarafından söylenmediği halde kasıtlı olarak onun hadisiymiş gibi anlatılan söz anlamına gelir.
Mevzu hadisler kitabın bundan sonraki kısmının temel konusu olacaktır, çünkü bu hadisler, şu anki bir kısım Müslüman topluluklarda Kuran’ın yerini alan ve yeni ve sahte bir din gelişmesine temel sebep oluşturan ana kaynaklardır. Söz konusu mevzu hadislerin yani iftira niteliğindeki hadislerin en çarpıcı ve en gündemde olanlarını birer birer izah edecek ve tanıtacağız. Bunun sebebi, söz konusu batıl İslam anlayışının hangi hurafelere dayandığının anlaşılabilmesi ve bunun yanlışlığının Kuran’dan gösterilmesidir. Umuyoruz ki böylelikle İslam’ı hatalı tanıyan geniş bir kesim, bağnazların dininin sadece bir yanlış anlaşılmadan ibaret olmadığını, tamamen sahte bir sistem üzerine inşa edildiğini anlayabilirler. Aynı zamanda da kendilerince İslam’a ve Kuran’a eleştiriler yöneltmeye çalışanlar da, yanıldıklarını, “Müslüman” kimliğindeki pek çok kişinin gerçek İslam ve Kuran ile neredeyse hiçbir bağlarının olmadığını görebilirler. Ve yine umuyoruz ki buradaki açıklamalar, samimi olup da bağnaz zihniyetin içinde yaşamak zorunda kalmış, yegane sistem olarak onu görmüş ve bunu doğru zannetmiş olan insanların da Sırat-ı Müstakim yani Kuran’ın dosdoğru yolunu görebilmeleri için bir vesile olacaktır.
Peygamberimiz (sav)’den nakledildiği iddia edilen hadisler ilk olarak Peygamberimiz (sav)’in şehadetinden 2-3 yüzyıl sonra kaleme alınmıştır. |
Tarihi kaynaklardan ve elimize ulaşan ilk hadislerden Peygamberimiz (sav) ve dört halife döneminde hiçbir yazılı hadis bulunmadığı bilinmektedir. Harevi konuyla ilgili olarak şöyle der: "Ne sahabe (Peygamber'i görenler) ne de tabiyun (Peygamber'i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. Bu konuda aktarılanların kaybolmaması için Ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm'a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti." Yezid bin Abdülmelik ise Ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm'ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra gelen Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Bu da, Peygamberimiz (sav)'in şehadetinden 2 ila 3 yüzyıl sonrasına rastlamaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerin yazılmasına izin vermediğine dair başka kaynaklarda da bilgiler mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir:
Allah'ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. (Tirmizi, K. İlm 11)
Biz hadis yazarken Peygamber yanımıza geldi ve "Yazdığınız şey nedir?" dedi. "Senden işittiğimiz hadisler" dedik. Hz. Peygamber dedi ki: "Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah'ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar." (El Hatib, Takyid 33)
Ey insanlar, ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah'a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran'ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran'ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. (İbni Hişam, Siret 4)
Allah'ın Kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah'ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. (Ebu Davud K Etime 39; Tırmizi K Libas 6; İbni Mace K Etime 60; El- Müracaat sayfa 20)
Bu hadislerden yola çıkarak, Sevgili Peygamberimiz (sav)'in, Kuran'ın haram kıldıkları dışında herhangi bir şeyi haram kılmadığı açıktır. Dolayısıyla, hadislerle Kuran'a ilaveler yapanlar ve hadislerden yola çıkarak haramlar uyduranlar veya haram olan bir konuyu örneğin şiddeti meşrulaştırmaya çalışıp helal ilan edenler doğru söylememektedirler.
Dört Halife de, Peygamberimiz (sav)'in izinden gitmiş ve kendi dönemlerinde hadis yazımına, hatta hadislerin nakledilmesine izin vermemişlerdir. Dört Halife, Peygamberimiz (sav)'in söz ve uygulamalarını en iyi bilen kişiler olmalarına rağmen, insanların Kuran'daki dini esas almalarını sağlamak için, hadis nakletmemişlerdir.
Hz. Ebubekir, Peygamberimiz (sav)'in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir:
Sizler Allah'ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah'ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah'ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün. (Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt)
Hz. Ömer ise diğer şehirlerde bulunan sahabeye mektuplar yazarak, ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istemiştir.
Hz. Ömer'den diğer nakiller ise şöyledir:
Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlar ve Allah'ın Kitabı'nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah'ın Kitabı'na hiçbir şeyi karıştırmam. (El Hatip, Takyıdul İlm; İbni Sad, Tabakat)
Hz. Ali de, hadis nakline ve yazılmasına karşı çıkmıştır. Minberden şu hutbeyi vermiştir:
Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran'ı terk etmeleridir. (İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm)
Bir başka hadiste ise şöyle bildirilir:
Bir gün Hz. Ali'ye gelirler ve "Halk hadislere dalmış" derler. Hz. Ali sorar: "Gerçekten öyle mi?" "Evet" derler. Peygamber'den işittim ki gelecekte vuku bulabilecek bir fitneden söz ediyordu. "O fitneden kurtuluş nedir, nasıldır?" diye sordum. Resullullah dedi ki: "Kurtuluş Kuran'dadır. Çünkü sizden öncekilerin haberleri de sizden sonrakilerin haberleri de aranızdakilerin hükmü de ondadır. O, gerçek ile yalanı birbirinden ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş söz değildir. Onu terk eden her zorbanın Allah boynunu kırar. Hidayeti, doğru yolu ondan başkasında arayanı Allah sapkınlığa düşürür. O, Allah'ın en sağlam urganıdır. O, hikmetle dolu Kuran'dır. O en doğru yoldur. O, boş arzuların haktan saptıramayacağı, dillerin, karıştırıp belirsiz edemeyeceği, ilim adamlarının doyamayacağı, çok tekrarlanılmasından bıkılmayan, ilginç özellikleri bitip tükenmeyen bir kitaptır." (Tirmizi; Darimi)
Tanınmış sahabenin de büyük bir kısmı, Peygamberimiz (sav)'in bu önerisini sıkı sıkıya korumuşlardır.
Şeddad, İbni Abbas'a "Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?" diye sordu. O da "Sadece Kuran'ın iki kapağı arasında olanları bıraktı." cevabını verdi. (Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten)
İbni Abbas hadis yazmayı yasaklar ve şöyle derdi: "Sizden önceki ümmetlerin sapmaları bu şekilde kitaplar vücuda getirmek yüzünden olmuştur." (İbn Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm 1)
Abdullah bin Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek yazıları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: "Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar ederse, Allah'a yemin ederim ki, Hindistan'da dahi olsa o hadisi arar bulur ve yok ederdim." (Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetinin Aydınlatılması)
Ludwig Deutsch'nun "The Learned" adlı yağlı boya tablosu, 1901 |
Peygamberler hak dini tebliğ ettiğinde ilk karşı çıkanlardan biri kendi devirlerinin sözde alimleri, kendilerini din adına hüküm koyucu olarak görenler ve toplumun yanlış gelenek ve örflerinin devamından menfaat sağlayanlar olmuştur. Peygamberimiz (sav) de Kuran’ı tebliğ ettiğinde karşısına en çok engel çıkaranlar, hatta kendisini şehit etmeyi hedefleyenler dönemin müşrikleri yani bağnazları olmuştur. Bunlar, Allah’ın dinini kolay olduğu, neşe ve sevinç verdiği, insanların üzerinden ağır baskıları kaldırdığı, insanları yanlış kurallar ve örfler içinde boğulmaktan kurtardığı, düşünüp araştırmayı emrettiği, merhameti, sevecenliği, anlayışı hakim kıldığı, tüm insanların eşit olduğunu öğrettiği, kadına değer verdiği, hayat dolu bir din olduğu için bir türlü kabullenememişlerdir. Peygamberimiz (sav)’e de –haşa- Kuran’ı değiştirmesi için baskı yapmışlar, kendilerinin atalarından öğrenip getirdikleri binbir anlamsız kural ve taassupla dolu olan sistemi yerleştirmek istemişlerdir. Kuran’da müşriklerin, münafıkların ve dönemin bağnazlarının Peygamberimiz (sav)’e yaptıkları baskı şöyle haber verilmiştir:
Onlar neredeyse, SANA VAHYETTİĞİMİZDEN BAŞKASINI BİZE KARŞI DÜZÜP UYDURMAN İÇİN SENİ FİTNEYE DÜŞÜRECEKLERDİ; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın. (İsra Suresi, 73-75)
Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "BUNDAN BAŞKA BİR KURAN GETİR VEYA ONU DEĞİŞTİR." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." (Yunus Suresi, 15)
De ki: "Ben, sizin Allah'tan başka tapmakta olduklarınıza tapmaktan nehyedildim." De ki: "BEN SİZİN HEVA (İSTEK VE TUTKU)LARINIZA UYMAM; yoksa bu durumda ben şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum." (Enam Suresi, 56)
Peygamberimiz (sav)'den nakledildiği iddia edilen sözler (hadisler) ve Peygamberimiz (sav)'in uygulamaları olarak kabul edilen rivayetlerin ilk olarak kaleme alınış tarihi Peygamberimiz (sav)'in şehadetinden birkaç yüzyıl sonradır. Meşhur altı tane hadis kitabının oluşturduğu Kütüb-i Sitte'nin yazarlarından Buhari, Hicri 256'da, Müslim 261'de, Tirmizi 279'da, Ebu Davud 275'de, Nesei 303 yılında, İbni Mace 273'de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve bir kısım Sünniler ve Şiiler birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere denk gelir. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani Hicri 329'da, Babuvay 381'de, Cafer Muhammed Tusi 411'de, El Murtaza 436'da vefat etmiştir.
Buhari'den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. "Sahih" ve "Zayıf" şeklinde hadisleri ayırma çabası Buhari ile başlar. Hadisler incelendiğinde ise, bu çabanın gerekli sonucu vermediği anlaşılır. Zayıf bir yana, tümüyle uydurma olan hadisler İslam adına yaygınlaştırılmış ve sayıları gitgide artmıştır.
Söz konusu durumun o dönemde önüne geçilmesi mümkün olmamıştır. Çünkü Peygamberimiz (sav)'in vefatından hadis kitaplarının yazımına kadar 6-7 nesil geçmişti ve bu hadisleri nakleden meşhur hadis kitapları, bunları 6-7 kişinin birbirine söylediği iddia edilen zincirlerle nakletmektedirler. Söz konusu hadisler nakledildiğinde, Peygamberimiz (sav)'den sonraki halkadan sonrakinden sonraki bile vefat etmişti. Yani hadisçilerin hadis nakil eden şahısların doğru sözlü olup olmadıklarını tetkik edecekleri şahıslar hayatta değildi.
Hadis alimleri de bu durumun farkındadırlar. Müslim, sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt). "Hadisler dinin kaynağıdır" diyen Buhari 600 bin hadis bilip 6000-7000 tanesini yani % 1'ini kitabına almıştır. Geriye kalan % 99'unun ise güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır. Dolayısıyla burada, tüm İslam alemi için hadislerin belli kişilerin kanaatine göre belirlenmiş olduğu sonucu çıkmaktadır ki, hadisleri "dinin kaynağı" olarak kabul eden bir kesim için bu vahim bir durumdur. Çünkü başkaları için sahih hükmünde olan, fakat Müslim'in gerek duymadığı için kitabına almadığı diğer hadislerin bilgisine hiçbir zaman ulaşamayacaklardır. Bu arada hatırlatalım; bütün bu değerlendirmeler yapılırken, İslam'ın sahih, korunmuş ve değişmemiş güzeller güzeli kitabı Kuran-ı Kerim bir kenara bırakılmış durumdadır.
Mısırlı mütefekkir Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının boyutlarını gösteren şu akılcı tespiti yapar:
"İlginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduklarını görürüz. Piramitin tepesi Allah'ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramitin eni artmaktadır. Piramitin temeline vardığımızda Peygamber (sav) döneminden ne kadar geniş olduğunu fark ederiz. Halbuki makul olan tersidir. Çünkü Peygamber (sav)'in yanında olanlar hadisleri en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin, bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu görüyoruz." (Ahmed Emin, Duhaul İslam)
Hal böyleyken, birbirinden farklı, hatta kimisi bir diğeriyle çelişen yüzbinlerce hadisin varlığı ve sahihliği, bir kısım hadis alimleri arasında da muhalefete sebep olmuştur. Örneğin İkrime; Buhari ve meşhur birçok hadisçiye göre çok muteber bir nakilci iken, Müslim tarafından yalancılıkla suçlanmıştır. Bu tip örnekler çoktur. Bunlardan belki de en ilginci, İslam'ın en meşhur hadis kitabının yazarı Buhari'nin, dört mezhepten en büyüğü olan Hanefi mezhebinin başı Ebu Hanife'yi "gayri-sika" yani "güvenilmez" ilan edip, ondan tek bir hadis dahi nakletmemesidir. En ünlü hadisçiye göre en ünlü mezhebin kurucusu güvenilmezdir, fakat Müslüman aleminin çok büyük bir kısmı bunları en güvenilir iki hadis alimi olarak kabul eder. Şu bir gerçektir ki, hadis nakil edenlerin güvenilirliği hakkındaki tartışmalarda çelişkili izahlar hadislerdeki çelişkiler kadar çoktur.
Peygamber Efendimiz (sav)'den aktarılan ve Kuran'ın ruhunu yansıtan çok sayıda güzel hadisin arasına çok çeşitli uydurmaların karışmış olmasının dışında bir başka sorun ise hadislerin aktarılış şekilleridir. Pek çok kişi hadislerin Peygamberimiz (sav)'in ağzından doğrudan aktarılan sözler olduğunu zannederler, oysa bu doğru değildir. Bunların, doğrudan aktarılan sözler olduğunu hadis alimleri dahi iddia etmezler. Buhari başta olmak üzere pek çok hadisçi, hadisin sadece anlamının aktarılmasının yeterli olduğunu, asıl metni ezberlemenin şart olmadığını kabul etmişlerdir. Bu da aktarılan sözlere elbette pek çok yorum katılmasına, yanlış anlaşılan konuların doğru gibi aktarılmasına ve konuyu tam anlamayanların aktarımlarda bulunmalarına sebebiyet vermiştir.
Anlam ile hadis nakli makul görülünce kimi zaman hadisin başını ve sonunu duymamak da önemli anlam kaymalarına sebep olmuştur. Örneğin, Ebu Hureyre'den "Uğursuzluk üç şeyde olur; ev, kadın ve at" diye Peygamberimiz (sav)'e hadis atfedildiğini duyan Hz. Aişe: (ra): "Allah'a yemin ederim ki Allah'ın elçisi bunu asla söylememiştir. O ancak şunu söylemiştir. 'Cahiliye ehli şöyle derlerdi: Uğursuzluk şu üç şeyde olur; ev, kadın ve at.'" şeklinde konuşmuştur.
Dört mezhebin kurucuları kuşkusuz ki oldukça değerli birer Müslüman ve kıymetli İslam alimleridir. Ancak şunu bilmeliyiz ki, dört mezhebin kuruluşunda da etkili olan unsur söz konusu hadisler olmuştur. Dört mezhebin kurucuları da kendi seçtikleri hadisleri kendi mezhepleri için esas kabul etmişlerdir.
Dört imam, Kütüb-i Sitte'yi yani altı meşhur hadis kitabının toplandığı külliyatı yazan hadis imamlarının ölçülerinin dışına çıkarak kendi mezheplerini kurmuşlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bunlardan en büyük mezhep olan Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife, hadis bilgisinin zayıflığı ve genellikle kendi görüşlerini ön plana çıkarması iddialarıyla başta Buhari olmak üzere diğer hadis imamlarınca eleştirilmiştir.
Hadis alimleri ve mezheplerin sahih saydığı hadisler arasında bu kadar ayrılık varken, hadislerin reddedilemez olduğunu iddia edenler de ortaya çıkmıştır. Bu kişiler öncülüğünde, örneğin Buhari ve Müslim'deki tek bir hadisi bile inkar edenin kafir olacağı safsataları yayılmıştır. Daha da ileri giderek, kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı anlatılacağı gibi, hadislerin Kuran ayetlerinin hükmünü kaldıracağını dahi iddia edenler çıkmıştır. İşte, İslam aleminin büyük kısmına yayılmış olan bağnazlığınbağnazların oluşturduğu cahiliye topluluklarının oluşmalarının asıl sebebi bu ürkütücü mantık bozukluklarıdır.
Farklı mevzu hadislerin nasıl İslam dini içinde birbirinden farklı hükümleri olan mezhepler ortaya çıkardığını birlikte görelim.
Osman Hamdi Bey’in “Theologist” adlı yağlı boya tablosu, 1907 | Osman Hamdi Bey’in “Girl Reciting Qu'ran” adlı yağlı boya tablosu, 1880 |
Dört mezhebin kurucuları tabi ki değerli İslam alimleridir. Ancak, dört mezhebin kuruluşu temelde birbiriyle çelişen hadisler ile olmuştur. Her mezhep kendi seçtiği hadisleri temel kabul etmiştir. |
| KONULAR | HANEFİ | MALİKİ | ŞAFİİ | HANBELİ |
1 | Ölü hayvanın derisi helal midir? | Haram | Helal | Haram | Helal |
2 | Yılan balığı yemenin hükmü nedir? | Helal | - | - | Haram |
3 | Erkeğin kırmızı elbise giymesinin hükmü nedir? | Mekruh | Helal | Haram | Mekruh |
4 | Erkeğin sarı elbise giymesinin hükmü nedir? | Haram | Helal | Haram | Haram |
5 | Ud, zurna, dümbelek, boru davul çalmak nedir? | Mekruh | Helal | Helal | Haram |
6 | Karga eti yemenin hükmü nedir? | Haram | Helal | Haram | Haram |
7 | At eti yemenin hükmü nedir? | Haram | Helal | - | - |
8 | Midye yemenin hükmü nedir? | Haram | Helal | - | - |
9 | İstiridye yemenin hükmü nedir? | Haram | Helal | - | - |
10 | Kırlangıç yemenin hükmü nedir? | Helal | Helal | Haram | Haram |
11 | Kartal eti yemenin hükmü nedir? | Haram | Helal | Haram | Haram |
12 | Namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinin haram olduğu mesafe ne kadardır? | 40 kulaç | 1 kulaç | 3 kulaç | 3 kulaç |
13 | Namaz içinde unutarak konuşmak namazı bozar mı? | Evet | Hayır | Hayır | Evet |
14 | Namazda "ah" ve "of" demek namazı bozar mı? | Evet | Hayır | Evet | Evet |
15 | Abdestin farzları kaçtır? | 4 | 7 | 6 | 7 |
16 | Abdesti belli bir sıra ile almak farz mıdır? | Hayır | Hayır | Evet | Evet |
17 | Abdesti ara vermeksizin almak farz mıdır? | Hayır | Evet | Hayır | Evet |
18 | Abdesti bozan şeylerin sayısı kaçtır? | 12 | 3 | 5 | 8 |
19 | Namazda kahkaha ile gülmek abdesti bozar mı? | Evet | Hayır | Hayır | Hayır |
20 | Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak abdesti bozar mı? | Hayır | Hayır | Hayır | Evet |
21 | Abdest şüphe ile bozulur mu? | Hayır | Hayır | Hayır | Evet |
22 | Kan akması abdesti bozar mı? | Evet | Hayır | Hayır | Hayır |
23 | Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı kaçtır? | 7 | 4 | 5 | 6 |
24 | Gusül abdestinin farzları kaç tanedir? | 11 | 5 | 3 | - |
25 | Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir? | Hapsedilir, kanatılana kadar dövülür, öldürülür | Tövbe etmezse öldürülür | Üç gün içinde tövbe etmezse öldürülür | Üç gün içinde tövbe etmezse öldürülür |
26 | Namazı bitirirken selam vermenin farz olduğu miktar nedir? | Farz değildir | 1 tarafa vermek farzdır | 1 tarafa vermek farzdır | 2 tarafa vermek farzdır |
27 | Ramazan orucu için her gün ayrı ayrı niyet etmek şart mıdır? | Evet | Hayır | Evet | Evet |
28 | Kan aldırmak orucu bozar mı? | Hayır | Hayır | Hayır | Evet |
29 | Erkek ve kadının ziynet eşyalarından zekat vermeleri farz mıdır? | Evet | Hayır | Hayır | Hayır |
30 | Kadın yanında kocası olmadan hacca gidebilir mi? | Hayır | Evet | Evet | Hayır |
31 | Haccın şartı kaç tanedir? | 2 | 4 | 5 | 4 |
32 | İpeğin üzerine oturmak, yaslanmak, yastık olarak kullanmak, duvar örtüsü yapmak haram mıdır? | Hayır | Evet | Evet | Evet |
33 | Sakalı kesmek haram mıdır? | Evet | Evet | Hayır | Evet |
34 | Tavla oynamak haram mıdır? | Hayır | Evet | Evet | Evet |
35 | Satranç oynamak haram mıdır? | Evet | Evet | Hayır | Evet |
36 | Cinsi tecavüzde bulunulan hayvanın hükmü nedir? | Öldürülür, eti yenmez | Öldürülür, eti yenebilir | Öldürülür, eti yenebilir | Öldürülmesi gerekir |
37 | Şarap ve diğer sarhoş edici maddelerin içilmesinin cezası kaç değnektir? | 80 | 80 | 40 | 80 |
38 | Dinden döndüğü için öldürülen bir kişinin malı mirasçılarına verilebilir mi? | Evet | Hayır | Hayır | Hayır |
39 | Dinden dönen kadın öldürülür mü? | Hayır | Evet | Evet | Evet |
40 | Bir kadının hakimlik yapması caiz midir? | Evet | Hayır | Hayır | Hayır |
41 | Köpek necis bir hayvan mıdır? | Hayır | Hayır | Evet | Evet |
Ludwig Deutsch'un "At Prayer" adlı yağlı boya tablosu, 1923 |
Uydurulan, yanlış nakledilen, saptırılan, kişilerin kendi isteklerine göre yorumlanan binlerce hadis şu anda İslam dininin en önemli kaynağı olarak kabul edilmektedir. İslam dini dörde bölünmüş, dört ayrı mezhep, daha doğrusu birbiriyle tamamen çelişen dört ayrı din oluşturulmuştur.
Birçok Müslüman kardeşimiz dinin gerçeğinin bu olduğunu zannederek bilmeden bunu uygulamakta, sahih olmayan pek çok hadisi gerçek zannetmektedir. Bugün pek çok savaşın temel sebebini oluşturan söz konusu hurafeler, hadisler konusunda birbiriyle anlaşamayan bir zihniyetin ürünüdür. Daha önce belirttiğimiz ve bu kitapta sık sık tekrarlayacağımız önemli bir gerçeği tekrar hatırlatalım, Kuran’da Peygamberimiz (sav)’in Rabbimiz’e yönelttiği tek şikayeti İslam aleminin Kuran’ı terk edilmiş bir Kitap olarak, bir kenara bırakmalarıdır:
“Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar.” (Furkan Suresi, 30)
Eğer Rabbimiz isteseydi, elbette Peygamberimiz (sav)’in sözlerinin tümünü korumaya alır ve 1400 senelik bu sözler -tıpkı Kuran ayetleri gibi- hiçbir değişikliğe uğramadan bugüne ulaşırdı. Ancak Kuran, başlı başına İslam dininin mükemmel şekilde uygulanması için yeterlidir. Zaten Peygamberimiz (sav)’in bütün uygulamaları Kuran’dadır.
İşte bu nedenle Rabbimiz Kuran’ı korumuştur ve bu Müslümanlar için yeterlidir. Kuran korunduğu ve değişmediği için hurafeciler asla Kuran’ı hurafelerine dayanak olarak kullanamamış, zorlaştırmaya çalıştıkları İslam dinine Kuran’dan hiçbir delil getirememişlerdir. Dolayısıyla da hurafelerini sürekli mevzu hadislerle delillendirmeye çalışmışlardır. Çünkü Kuran’da tüm Müslümanların birleşeceği tek yol, tek tarif ve tek akıl vardır.
Kuran, Müslümanlara kılavuz ve rahmet olarak indirilmiştir:
...(Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)
Kuran’da Allah’ın ayetlerini kendilerince yetersiz veya hükümsüz görerek (Allah’ı ve Kuran’ı tenzih ederiz) sahte sözlere uyanların varlığı da haber verilmiştir:
İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler? (Casiye Suresi, 6)
Allah çelişkilerle dolu sahte izahlara karşı Allah’ın değişmemiş hükmü ve İslam dininin hak kitabı olan Kuran üzerinde düşünmeye davet eder:
Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)
Kuran terk edilince, Kuran’daki İslam yetersiz görülünce (Kuran’ı tenzih ederiz) ve yeni bir din arayışı başlayınca, karışıklıklar, anlaşmazlıklar, husumetler de birbiri ardına gelmiştir. Kuran’a kendilerince eleştiriler yönelten ve kendi türettikleri dinin işlerliğini sağlamak isteyenler de, yine hurafeler yoluyla kendilerince gelecek nesilleri de Kuran’dan uzaklaştıracak tedbirler almışlardır.
Bağnaz zihniyetin kendisine göre doğruları yanlışları, haramları ve helalleri vardır. Bu sistemin içinde yaşayan yüz binlerce insan da farkında olmadan bu yanlış mantığa uyar. Ölçü Allah’ın indirdiği hüküm değil, nesiller boyunca öğrendikleri bilgiler, din adına uyguladıkları kurallardır. Allah’ın insanlara hak dini indirmesinin sebebi ise zaman içinde bir çok yanlış yollara girmiş olan insanlara gerçek kurtuluş yolunu göstermek ve bu kurtuluşun da çok kolay olduğunu müjdelemektir. Ancak bir bağnaz için dinin kolay olması, insanların neşe ve sevinçle müjdelenmesi kabul edilemez bir durumdur. Çünkün bağnaz için din –haşa- insanın hayatını, yaşama sevincini, azmini, zevklerini elinden alan bir sistemdir. Bağnaz için din ne kadar zorsa o kadar makbuldür. Dinin kolay olması demek tüm insanların rahatlıkla seve seve dini yaşaması demektir ve bu da bir çok bağnaz için kendilerince toplumda edindikleri “imtiyazlı, ağır, alim” insan imajının yok olması anlamına gelir. Bu sebeple hemen her devirde bağnazlar Allah’ın indirdiği dine karşı direnmişler ve bir şekilde “atalarından öğrendikleri sistemi” devam ettirmek istemişlerdir. Kuran’da bu gerçek şöyle anlatılır:
Onlardan önde gelen bir grup: "YÜRÜYÜN, İLAHLARINIZA KARŞI (BAĞLILIKTA) KARARLI OLUN; çünkü asıl istenen budur" diye çekip gitti. "Biz bunu, diğer dinde işitmedik, bu, içi boş bir uydurmadan başkası değildir." (Sad Suresi, 6-7)
NE ZAMAN ONLARA: "ALLAH'IN İNDİRDİKLERİNE UYUN" DENİLSE, ONLAR: "HAYIR, BİZ, ATALARIMIZI ÜZERİNDE BULDUĞUMUZ ŞEYE (GELENEĞE) UYARIZ" DERLER. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170)
Dediler ki: "Sen bize yalnızca Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarınızı bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru isen, bize vadettiğin şeyi getir, bakalım." (Araf Suresi, 70)
Onlar, 'çirkin bir hayasızlık' işlediklerinde: "BİZ ATALARIMIZI BUNUN ÜZERİNDE BULDUK. ALLAH BUNU BİZE EMRETTİ" derler. De ki: "ŞÜPHESİZ ALLAH, 'ÇİRKİN HAYASIZLIKLARI' EMRETMEZ. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?" (Araf Suresi, 28)
Müslümanların bir kısmı, yıllar boyunca, yine mevzu hadislere ve bir kısım sözde alimlerin dine katmaya çalıştıkları hurafelere dayanarak Kuran'dan sistematik olarak uzaklaşmışlardır. Söz konusu mevzu hadis ve icmalara (bazı İslam bilginlerinin verdikleri ortak şeriat hükümlerine) göre birçok Kuran'da olmayan uygulama yaygınlaşmıştır.
Bu uygulamalar öylesine zorlu ve engelleyicidir ki birçok insan Kuran'ı "dokunulmaz" olarak görmeye başlamıştır. Örneğin;
◉ "Kuran'a abdestsiz dokunulamaz" hurafesi ile Kuran okumak zorlaştırılmıştır.
◉ Abdest Kuran'da sadece tek bir ayette oldukça açık şekilde açıklanmasına ve son derece kolay olmasına rağmen, bağnazların hurafelerinde, abdesti bozan -ciltlerce kitap ile anlatılmış- binlerce sebep vardır. (Bu konunun detayları "Bağnazların zor dini" başlığı altında anlatılmaktadır.) Dolayısıyla bu sebeple Kuran'a dokunmak, adeta imkansızlaştırılmıştır.
◉ Kuran genellikle okunmaz, sadece bir koruma içinde yüksekçe bir yere asılır ve asla indirilmez.
◉ Kuran'ın bir Müslümanın hayatının en önemli parçası olması gerekirken bu hurafelere göre Kuran, Ramazan ayı, kandil günleri, cenazeler gibi bazı zamanlarda o da sadece Arapça olarak okunabilir. Kişinin, Kuran'ı kendi dilinde okuması ise kesin olarak yasaklanmıştır. Hurafeci inanışta pek çok kişi kendi dilinde Kuran okuduğunda günaha girdiğini zanneder. Bu nedenle Arapça bilmeyen toplulukların büyük bir kısmı Kuran'ın içeriğinden dahi habersizdir.
Söz konusu uydurma hadis ve icmalara göre, Kuran genellikle okunmaz, sadece bir koruma içinde yüksekçe bir yere asılır ve asla indirilmez. |
◉ Hurafeci zihniyet neticesinde dünyada milyonlarca Müslüman Kuran'da ne yazdığını dahi bilmemektedir.
◉ Başörtüsü Kuran'a göre bir yükümlülük olmamasına (bu konu ilerleyen bölümlerde açıklanacaktır) ve "Kuran'a abdestli dokunma" gibi bir şart bulunmamasına rağmen, bir kadının başörtüsüz ve abdestsiz olarak Kuran'a dokunması hurafe dininde yasaklanmıştır. Aynı şekilde erkekler için de uyulması zor pek çok kural ile, Kuran'a dokunmayı engelleyen birçok yanlış hüküm oluşturulmuştur.
◉ Kuran'ı okumayı engellemek için geliştirilen en bilindik hikayelerden bir diğeri de, Kuran'ın tek başına anlaşılamayacağı, anlamak için alimlerin yorum ve tefsirlerine ihtiyaç olacağı düşüncesidir. Bu eğitimi alan bir kısım Müslümanlar, Allah'ın "...Biz herşeyi yeterince açıkladık" (İsra Suresi, 12) ayetine rağmen, Kuran'da yeterli açıklamayı bulamayacaklarına inanmış ve kendilerine dayatılan mevzu hadisleri gerçek yol gösterici zannetmişlerdir.
KUR’AN-I KERİM |
Kuran, hayatın her anında, her yerde okunması gereken bir rehberimizdir ancak söz konusu kurallar neticesinde, bir Müslümanın Kuran’ı eline alması dahi mümkün olamamaktadır.
Oysa, “Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın...” (Ahzab Suresi, 34) ayeti ile daima okunan ve hikmeti akılda kalan bir Kuran tarif edilmektedir. Yine bir başka Kuran ayetinde Allah, “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.” (Bakara Suresi, 2) diye belirtir. Bir kitabın yol gösterici olabilmesi için içindeki yol gösteren hikmetlerin bilinmesi gerekir. Kuran’ın aynı zamanda bir rehber, yolu aydınlatıcı bir ışık, doğruyu yanlıştan ayıran bir ölçü, ihtilaf içinde olanlara karşı bir delil, bir mucize, kalplerinde manevi anlamda hastalık bulunanlara bir ilaç, sıkıntı içinde olan inanç sahiplerine bir müjde, bütün insanlar için bir öğüt ve hatırlatma, her konuyu detaylı açıklayan bir yasa, düşünmeyi derinleştiren bir yol gösterici, herşeyin çeşitli biçimlerde açıklaması, aklını kullananlar için bir uyarı, birbiriyle anlaşmazlık içindeki insanları bir araya getiren bir vasıta olduğu Kuran’ın ayetlerinde bildirilir. Bütün bunların gerçekleşmesi ancak Kuran’ı okumak ve içindeki öğütleri bilmek ve anlamakla mümkündür. Fakat bağnazlığı yayma peşinde olanlar ilk yol olarak Kuran’a ulaşmayı engellemişlerdir.
Kuran’a erişmek engellendiğinde, bir Müslüman için doğrunun yanlışın ayırt edilmesinin yolu da tıkanmış olur. Hadislerin doğruluğunu Kuran’a göre anlamanın imkanı da kalmamıştır. Bunun yerine hurafe ve sahte hadisler konulduğunda ise Kuran’dan ayrı yepyeni bir din oluşturulmuş olur. İşte, bağnaz dini, bu yöntemlerle İslam dünyasına hakim edilmiştir.
KENDİLERİNE OKUNAN BU KİTABI SANA GÖNDERMİŞ OLMAMIZ ONLARA YETMİYOR MU? Elbette inanan bir topluluk için onda rahmet ve ibret vardır. | "EY İMAN EDENLER, ALLAH'IN SİZİN İÇİN HELAL KILDIĞI GÜZEL ŞEYLERİ HARAM KILMAYIN VE HADDİ AŞMAYIN. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez." |
Nesih konusunu önceki bölümlerde incelemiştik. Bir ayetin başka bir ayetin hükmünü ortadan kaldırdığı iddiasının mantıksızlığını tüm delilleriyle açıklamıştık. Buradaki sorun ise, bir kısım sözde ulema ve alimlerin hadislerin bir kısmının ayetlerin hükmünü kaldırdığını söyleyecek kadar ileri gitmeleridir.
Böyle bir iddiayı ortaya atanlar aslında Peygamberimiz (sav)’e iftira etmektedirler. Peygamberimiz (sav)’in sözleri ve uygulamaları ile Kuran ayetlerinin dışına çıktığına ve Kuran dışında başka bir uygulamada bulunduğuna insanları sinsice inandırmaya çalışmaktadırlar. [Peygamberimiz (sav)’i tenzih ederiz]
Peygamberimiz (sav) Kuran’a göre hükmetmiş ve yalnızca Kuran’a göre yaşamıştır. Peygamberimiz (sav)’in Kuran’ın dışında bir helal ya da haram getirme yetkisi asla ve asla yoktur, zaten peygamberliğinin ve güçlü Allah korkusunun sonucu olarak böyle bir şeyi asla yapmaz. Yüce Allah, bunun bir gazap sebebi olduğunu ayetlerde şu şekilde belirtir.
Hiç şüphesiz o (Kur'an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kahinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz. Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir. Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alırdık. Sonra onun can damarını elbette keserdik. O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı. (Hakka Suresi, 40-47)
Kuran, ayette belirtildiği şekilde “herşeyin çeşitli biçimlerde açıklaması”dır ve korunmuştur. Allah ayetinde şöyle bildirir:
... (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)
Kuran’da “Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah’ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Tahrim Suresi, 1) ayetinde açıkça görülebildiği gibi, Peygamberin (sav), kendi özel hayatında dahi, helal kılınanları haram kılma gibi bir yetkisi yoktur. Ayrıca pek çok ayette, “Hüküm yalnızca Allah’a aittir” (Enam Suresi, 57) ve “Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.” (Kehf Suresi, 26) şeklinde belirterek Allah, tek hüküm koyucunun Kendisi olduğunu açıkça belirtmiştir. Allah’ın hükmü ise, Kuran’dadır.
Dolayısıyla Allah’ın vermediği bir hükmü Peygamberimiz (sav)’in vermesi mümkün değildir.
Kuran’a erişmek engellendiğinde ve Kuran’ın hükümlerinin hadisler tarafından neshedildiğini söyleyecek kadar cüret gösterildiğinde; yepyeni bir din uydurmak ve kitleleri bu dine sürüklemek de son derece kolay olmuştur. Bu yeni ve Kuran’daki İslam’dan tamamen farklı dini anlayabilmek için mevzu hadislerin bazılarını inceleyelim.
Adnan Oktar: (Hadislerin ayetleri neshettiği iddiasıyla ilgili) Adamlar Kuran'ı başka şekle sokmaya kalkmışlar. Allah'ın ayetleri için "bunların hükmü kalktı" diyor.
Neye göre? "Bana göre" diyor. Bu alenen küfür. Bu nasıl bir laf? Bir ayeti reddedince, bütün Kuran'ı reddetmiş olursun. "Bunun hükmü kalktı, bunun da kalktı, bunun da kalktı", diyor. Bu nasıl bir Müslümanlık anlayışı? Ne kadar sevgiyi, şefkati, merhameti anlatan ayet varsa, "hükmü kalktı" diyor. Ondan sonra Hristiyanlara, Musevilere saldırmaya sıra geliyor. Musevilere ve Hristiyanlara şefkatli davrananları kafirlikle itham ediyorlar. Kaynak ne diyoruz? "Kuran" diyor. Peki Kuran'da “Allah'ın hükmü var onlara karşı müşfik, şefkatli olmamızla ilgili, bu ayetler var” diyoruz. "Onun hükmü kalktı" diyor. Neye göre? "Bana öyle geliyor" diyor. Allah'ın hükmü nasıl sana göre kalkar? Allah'ın ayetleri kıyamete kadar geçerli...
"Kur'andaki ayetler neshedildi" diye Hristiyan alemiyle, Musevilerle ve diğer Müslümanlarla bağımızı koparacak şeytani bir sistem kurmuşlar. Böyle birşey yok. Neshedilen Kuran ayeti yok. Kuran'ın tamamı geçerlidir. Bir oyun oynuyor şeytan, bu oyuna kimse gelmesin. Cenabı Allah, Kuran'da, Hıristiyanlarla ve Musevilerle evlenebilirsiniz diyor. Düşmanlık için neden yok. (Sn. Adnan Oktar'ın 27 Ocak 2017 tarihli A9 TV canlı yayınından)
KURAN MÜSLÜMANLIĞI YAŞANDIĞINDA BÖYLE KORKUNÇ VE SEVGİSİZ GÖRÜNTÜLER ORTAYA ÇIKMAZ... |
İslam adına vahşetin kaynağı bir kısım mevzu, yani uydurma hadislerdir. Bu hadis ve uygulamalar Kuran'ın içeriğine ve ruhuna tamamen terstir. İşte bu nedenle hurafelerin kaynağı olan bu hadisler deşifre edilmeli ve alınacak tedbirler akılcı şekilde belirlenmelidir. |
Bağnaz zihniyeti eleştiren Batılılar aslında bu zihniyetin ulaştığı sınırları genellikle pek bilmezler. Sahte sözler, sahte hocalar ve hurafelerle geliştirilen bu dinin kuralları, onların bildiklerinden çok daha dehşet vericidir. Bir radikalin aşırılığının göstergesi sadece bomba yüklenip kendisini patlatmasıyla sınırlı değildir. Bir bağnazın hayatının her anında korkunç bir zihniyet kendisini gösterir. Yaşadığı ortamdan ailevi yaşantısına, kadına bakış açısından tüm canlılara bakış açısına, temizlik anlayışından mutluluk anlayışına kadar herşey karanlıklarla doludur.
Burada bu bakış açısını gösterirken, radikallerin kaynak aldığı sahte hadisleri dikkatinize sunacağız ve onlara Kuran ayetleriyle cevap vereceğiz. Bunun sebebi, radikalizmin kaynağını göstermek ve bunun İslam diniyle hiçbir ilgisinin olmadığını anlatabilmektir. Her aşamada yapacağımız hatırlatmayı burada baştan belirtelim:
Burada inceleyeceğimiz söz konusu hurafelerin hiçbiri Kuran’da yoktur. Söz konusu sözde hadisler ve uygulamalar, Kuran’ın içeriğine ve ruhuna tamamen terstir. Hepsi Kuran’la çelişir, dolayısıyla İslam dinine ait değildir. Bu uydurmalar, Müslümanlara daima zarar vermiştir. İşte bu nedenle hurafeler açıkça deşifre edilmeli ve böylelikle bu tehlikeye nasıl tedbir alınacağı belirlenebilmelidir.
İçki içmede beşinci kez ısrar edenleri öldürün.” (1643-Ebû Dâvud-Tirmizî)
Kuran’da asla olmayan bu hüküm işte bu hurafe ile İslam’a dahil edilmiştir. Oysa Kuran ayetlerinde, içki içiyor olduğu halde Müslüman olan hatta ibadetlerini yerine getiren kişilerin varlığından bahsedilmiştir. Ayette şöyle belirtilir:
Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. (Nisa Suresi, 43)
Bu ayette önemli bir hüküm vardır. Bir Müslüman içki içerek günaha girmiş olur ama İslam’dan çıkmaz, kafir olmaz. Ayetteki açık ifadeye göre, Müslümanlar arasında da bir hata olarak, içki içenler olabilmekte fakat onlara namaz kılarken ayık olmaları öğütlenmektedir. Namaz gibi güçlü bir konsantrasyon gerektiren, kişinin Allah’ı zikrederken ne söylediğini bilmesi ve anlaması gereken bir ibadette Allah, dikkat dağınık olacağı için sarhoş bir kişinin o anda namazı kılmasına yasak getirmiştir. Fakat ayetin belirttiği şekle göre, sarhoşluk durumu geçtikten, yani kişi ayıldıktan sonra tekrar namaz ibadetine geri dönmektedir. Yani her hâlükârda bu kişi bir Müslümandır.
Kuran, böyle açık bir hüküm ile insanlara hata yapsalar bile dinden çıkmadıkları mesajı vermişken, uydurma hadisin sahte hükmü ise bir cinayeti tarif etmektedir. Sorun şu ki, radikal dünyada pek çok kişi, bu hadisi ezbere bilirken, Kuran’daki gerçek hükmü bilmezler bile.
A 1. İçki İçenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI |
B 2. Kuran'a göre, bir Müslüman içki içerek günaha girmiş olur ama İslam'dan çıkmaz, kafir olmaz. Günahından dolayı tevbe eder. Allah insanları her zaman kurtuluş yolu göstermiştir. Kuran dışı İslam anlayışında ise insanları kazanmak değil cezalandırıp ezmek esastır. 3. KURAN İSLAMI'NDA İÇKİ İÇENİN ÖLDÜRÜLMESİ HÜKMÜ YOKTUR. |
C 4. İçki İçenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 5. KURAN İSLAMI'NDA İÇKİ İÇENİN ÖLDÜRÜLMESİ HÜKMÜ YOKTUR. |
D 6. İçki içenlerin öldürülmesiyle ilgili sözde hadisler ve rivayetler Kuran'ın içeriğine ve ruhuna tamamen terstir. Hepsi Kuran'la çelişir, dolayısıyla İslam dinine ait değildir. |
John William Waterhouse'un "Thisbe" adlı yağlı boya tablosu, 1909 |
Recm ile ilgili sahte hadisler, Tevrat'ta geçen zina edenin taşlanarak öldürülmesi hükmünü Müslümanlığa dahil etmek ve recm (taşlama) gibi bir vahşeti makul göstermeye çalışmak adına uydurulmuştur. |
Zina edenleri öldürün. (1623-Tirmizî] [1601)
Evliyken zina edenleri taşlayarak (recmederek) öldürün. (1111-Buhârî] [1606-Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud-Nesai-İbn Mace)
Bu sahte hadisler, tahrif edilmiş Tevrat’ta geçen zina edenin taşlanarak öldürülmesi hükmünün Müslümanlığa dahil etmek ve recm (taşlama) gibi bir vahşeti makul göstermeye çalışmak adına uydurulmuştur. Söz konusu uydurmayı, hadis literatürüne dahil edebilmek için bir kısım sözde alimler, başka sahte hadisler uydurmaktan geri kalmamışlardır. Aşağıda birkaç örneğini göreceğiniz bu hadisler, recm cezasını makul gösterebilmek için Peygamber Efendimiz (sav)’e, halifelere ve sahabelere yöneltilmiş iftiralarla doludur:
“Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe’nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri giren bir keçi, o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran’dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.” (İbn-i Mace 36/194; Hanbel 3/61,5/131)
“Keçinin yemesi sonucu Kuran’dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran’a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi” (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
“Cenab-ı Allah Muhammed (s.a.s)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (s.a.s) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır.” (Müslim, Hudûd, 15)
Halife Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cemaatten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir. (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097)
İslam’a, Kuran’a Peygamber Efendimiz (sav)’e ve sahabelere yöneltilmiş sayısız iftiralarla dolu olan yukarıdaki uydurma hadisleri detaylı inceleyelim:
Öncelikle Allah ayetleriyle, Kuran’ın İlahi koruma altında olan bir kitap olduğunu açıkça ifade etmiştir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Elbette bu, bir Kur’an-ı Kerim’dir. Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (yazılı)dır. (Vakıa Suresi, 77-78)
Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Biz’e ait (bir iş)tir. (Rahman Suresi, 17)
RECM KURAN'DA OLMAYAN, İSLAM DIŞI, PUTPEREST BİR UYGULAMADIR. |
Dünya üzerinde halihazırda "İslami şeriat" adı altında İran, Afganistan Suudi Arabistan gibi ülkelerde uygulanan recm cezası hem İslam'a ve Kuran'a aykırıdır, hem de cinayettir. Yanda İran'da taşlama uygulaması (recm) resmedilmiştir. |
Allah açıkça Kuran’ın koruyucusu olduğunu, ayetleri bir araya getirip onları saklayanın Kendisi olduğunu ayetlerinde belirtmiştir. Son indirilen vahiy olan Kur’an’ın ilahi bir koruma altında olduğunu yine Kur’an’ın kendisinden öğreniriz. Zira Kuran son Kitap olduğu için kıyamete kadar insanların hidayet bulmasına vesile olacaktır. Bu nedenle de son vahiy Allah tarafından koruma altına alınmıştır.
Nitekim bunu Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)’e “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.” (A’la Suresi, 6) ayetiyle vahyetmiştir. Bu ayetin de bildirdiği şekilde, Allah, Peygamberimiz (sav)’e okutulan hiçbir ayeti unutturmamıştır. Dolayısıyla Kuran’da unutulan veya eksik kalan bir ayet bulunması imkansızdır.
Zina ile ilgili ayeti keçinin yemesi iddiasında ise Allah’ın ayetinde “saklanmış ve korunmuş” bir kitap olarak tarif ettiği Kuran’dan bir ayetin çıktığı, bir başka deyişle -Haşa- Allah’ın ayeti koruyamadığı iddia edilmektedir (Allah’ı tenzih ederiz). Bu, başlı başına söz konusu ayetleri reddetmek, Allah’ın sözünden şüphe etmek ve dinden çıkmak anlamına gelir.
Dahası, uydurma hadisler ile Halife Hz. Ömer’e açık bir iftira yöneltilmektedir. Bu iftiraya göre, Hz. Ömer “Kuran’da olmayan bir hükmü biliyor, Kuran’da olmamasına rağmen Medine minberinde bunu bir ayet olarak açıklıyor, buna hiçbir sahabe karşı çıkmıyor, Hz. Ömer de dedikodudan “korktuğu” için bunu Kuran’a dahil edemiyor” gibi bir konuma getirilmektedir.
Kuşkusuz ki, Kuran’da olmayan bir hükmü “aslında bu Kuran’da vardı” diyerek Peygamberimiz (sav)’in halifesinin açıklıyor olması imkansızdır. Bu, Hz. Ömer’in, Kuran’ın korunmuş bir kitap olduğu gerçeğini reddettiği anlamına gelmektedir ki, bunun anlamı da Allah’ın hükmüne karşı gelmesi olacaktır (Hz. Ömer’i tenzih ederiz). Bu kuşkusuz sahte hadislerle Hz. Ömer’e yöneltilmiş çok çirkin ve büyük bir iftiradır.
Bununla birlikte, Kuran’daki bir ayetin korunmadığına dair minberde yapılan açıklamaya hiçbir sahabenin karşı çıkmadığı belirtilerek sahabelere de büyük bir iftira yöneltilmektedir. Böylesine sapkınca bir iddiaya sahabelerin tümünün şiddetle ve hemen Kuran’dan delil göstererek karşı koyacakları açıktır.
Hz. Ömer’e söz konusu sahte hadislerle yapılmış bir diğer çirkin iftira ise, “Kuran’da olduğunu düşündüğü bir hükmü, dedikodudan çekindiği için açıklayamadığı” iddiasıdır. Bu, söz konusu hadisi uyduran sahte alimlerin Allah’a, Peygamberimiz (sav)’e, halifelere ve sahabelere bakış açısının ne kadar çarpık ve korkunç olduğunu açıkça göstermektedir. Hz. Ömer, Peygamberimiz (sav)’i örnek almış, tüm hayatı boyunca Allah için yaşamış, bu uğurda çok çeşitli zorluklara göğüs germiş, Allah’a, Peygamber (sav)’e ve Kuran’a iman ve koruyuculuk konusunda ölümü göze almış salih bir Müslümandır. Hayatı boyunca kınayanın kınamasından, ölümden, savaşlardan, tehditlerden asla çekinmeyen, Allah’tan başka kimseden korkmayan bu üstün ve mübarek insanın “dedikodudan korktuğu için Kuran’dan çıkarılmış bir ayeti açıklamaktan çekindiği” izahı İslam ile alakası olmayan hasta bir beynin ürettiği kirli, iftira dolu bir açıklamadır.
Bütün bunların yanı sıra, zina konusunun hükmü Kuran’da oldukça detaylı bir şekilde açıklanmıştır ve recm adı verilen vahşet Kuran’da hiçbir şekilde yoktur. Eğer recm söz konusu sözde alimlerin uydurmalarına göre Kuran’da var ise, zina konusunda iki farklı hüküm nasıl mümkün olmuştur? Elbette böyle bir şey olamaz. Bu da sahtekarlığın bir başka kanıtıdır. Şimdi, zina konusunda Kuran’da Rabbimiz’in verdiği tek geçerli hükmü ayetlerle açıklayalım:
Bağnazların mevzu hadislerle uydurduğu, zina ile ilgili ayeti keçinin yemesi iddiasında -Haşa- Allah'ın ayeti koruyamadığı iddia edilmektedir (Allah'ı tenzih ederiz). Bu, söz konusu ayetleri reddetmek, Allah'ın sözünden şüphe etmek ve dinden çıkmak anlamlarına gelir. |
KURAN'DA ZİNA EDENİN ÖLDÜRÜLMESİNE YA DA RECM EDİLMESİNE (TAŞLANARAK ÖLDÜRÜLMESİNE) DAİR HÜKÜM YOKTUR. |
Zina konusuyla ilgili hüküm Kuran’da şöyledir:
Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. (Nur Suresi, 2)
Ayette kullanılan “celde”, kalın bir sopa olmayıp, ince bir değnektir. Ve Peygamberimiz (sav) döneminde bu hüküm, yüz değneğin bağlanıp bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmiş, zina eden kişiye birbirine bağlanmış yüz değnekle bir kere vurularak bu hüküm yerine getirilmiştir.
Bunun dışında asıl olarak vurgulanması gereken bir gerçek vardır ki, Kuran’da bu konuyla ilgili diğer açıklamalardan, söz konusu değnek cezasının bile bir caydırma amacı taşıdığı, pratikte uygulanmasının pek mümkün olmayacağı anlaşılmaktadır:
Korunan (iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahid getirmeyenlere de seksen değnek vurun ve onların şahidliklerini ebedi olarak kabul etmeyin. Onlar fasık olanlardır. (Nur Suresi, 4)
Vasily Polenov'un "Zina ile suçlanan kadın ve Hz. İsa verdiği karar" adlı yağlı boya tablosu, 1888 |
Ayetten de anlaşıldığı gibi bir kadının zina suçu ile suçlanabilmesi için, onu zina anında gören dört kişinin varlığı şarttır. Bu dört kişinin, zinanın öncesini veya sonrasını değil, tam olarak zina anını görmesi onları şahit yapar. Çünkü öncesinde veya sonrasında bu iddia ile ortaya çıkmak yine bir zan olacaktır. Pratikte, zina anına şahit olan dört kişinin varlığı mümkün olmadığından, bunun sadece caydırıcı bir ceza olduğu rahatça anlaşılabilmektedir.
Bu ayette ayrıca, zina suçunu atmasına rağmen şahit getirmeyenlere seksen değnek cezasının olması da bu konuda iftirayı engelleyici oldukça caydırıcı bir hükümdür. Yine bir başka ayette bir kadına zina suçu atan fakat şahit getirmeyen kişilerin Allah Katında yalancılar sayılacağı belirtilmektedir:
Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah Katında yalancıların ta kendileridir. (Nur Suresi, 13)
RECM, KURAN'DA OLMAYAN, İSLAM DIŞI, PUTPEREST BİR UYGULAMADIR. |
Görüldüğü gibi, şahit getiremeyen bu kişi, iftira atmakla ve yalancılıkla suçlanmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu kişinin burada doğru söyleyip söylemediğinin anlaşılması için tek geçerli yol, onunla birlikte zinaya şahit olmuş 4 kişinin varlığıdır. Bunun dışında sözü geçerli olmayacaktır.
Kuran’a göre zinanın hükmü bu şekildedir. Bu hüküm son derece detaylı ve açıktır ayrıca recmin dışında tamamen farklı bir yöntem tarif edilmektedir. Ayetin bu açık hükmüne rağmen İslam’a çeşitli sahtekarlıklarla recm vahşetini katmaya çalışanlar, çok büyük bir iftirayı yüklenmiş olmaktadırlar. Şu anda “İslami şeriat” adı altında İran, Afganistan Suudi Arabistan gibi ülkelerde uygulanan recm cezası hem İslam’a ve Kuran’a aykırıdır, hem de cinayettir. Bu ülkelerde söz konusu uygulama ile, açıkça İslam’ın adı kullanılarak cinayet işlenmektedir.
A 1. Zina Edenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 2. KURAN'DA ZİNA EDENİN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR HİÇBİR HÜKÜM YOKTUR. RECM HADİSLERİ UYDURMADIR. |
B 3. Allah'ın sözü olan Kuran yerine uydurma hadislerle hüküm verildiğinde dehşet verici bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Zina edenin taşlayarak öldürülmesini öne süren uydurma hadisler de bu ürkütücü sistemin örneklerinden biridir. |
C 4. Peygamberimiz (sav)'in Allah'ın indirdiğiyle hükmetmiştir ve zina edenin taşlanarak öldürülmesine dair hiçbir uygulama yapmamıştır. Bu hadisler doğru değildir. |
D. 5. Zina Edenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 6. KURAN'DA ZİNA EDENİN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR HİÇBİR HÜKÜM YOKTUR. RECM HADİSLERİ UYDURMADIR. |
E 7. Kuran'a göre kadın veya erkeğin zina yaptığına hüküm verilebilmesi için dört şahidin olay anında orada bulunması ve dördünün aynı anda eyleme tanıklık etmesi gerekir. Pratikte bu mümkün olmadığından Kuran'daki seksen değnek cezası sadece caydırıcı niteliktedir. |
F 8. Zina Edenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 9. KURAN'DA ZİNA EDENİN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR HİÇBİR HÜKÜM YOKTUR. RECM HADİSLERİ UYDURMADIR. |
G. 10. Kuran'da zina edenin öldürülmesine dair hüküm yoktur. Buna dair sözde hadisler Peygamberimiz (sav)'e iftiradır. Resulullah Kuran'a aykırı hüküm vermez. |
H 11. Zina Edenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 12. KURAN'DA ZİNA EDENİN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR HİÇBİR HÜKÜM YOKTUR. RECM HADİSLERİ UYDURMADIR. |
Albert Samuel Anker'in "Old age" adlı yağlı boya tablosu, 1885 |
Hırsızlıkta ısrar edenlerin öldürülmesi hükmü, Kuran'da asla mevcut olmayan bir başka uydurma hadis ürünüdür ve yine, korkunç bir cinayettir. |
Hırsızlıkta ısrar edenleri öldürün. (1631-Ebû Dâvud-Nesâî)
Hırsızlıkta ısrar edenlerin öldürülmesi, Kuran’da asla mevcut olmayan ve tabi ki bir başka uydurma hadisin ürünü olan bir hükümdür. Ve yine, korkunç bir cinayettir.
Kuran’da hırsızlık yapan kişilerle ilgili hüküm şu şekildedir:
Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, ‘tekrarı önleyen kesin bir ceza’ olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Maide Suresi, 38)
Bu ayette kesme fiili için kullanılan terimin Arapçası “İktauu”dur. Bu kelime, “kataa” yani kesmek fiilinin çoğul halidir. Kuran’da “kataa” fiilinin nasıl bir kesme şeklini tarif ettiğini, aynı fiilin geçtiği aşağıdaki ayetten anlayabiliriz:
(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) “Çık, onlara (görün)” dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir” dediler. (Yusuf Suresi, 31)
Burada ellerine meyve soymak için bıçak verilen kadınların şaşkınlıktan ellerini kesip koparmadıkları açıktır. Tarif edilen ortamda elden kayan bıçağın deri üzerinde bir çizik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kelimenin anlamını dikkate aldığımızda, kesme fiilinin “kesip, koparma” gibi bir hüküm taşımadığı, sadece caydırma amaçlı veya o kişinin hırsızlık yaptığına dair belirleyici ve böylece tekrarı önleyen bir çiziği ifade ettiği ortaya çıkmaktadır.
Hırsızlık hükmü ile ilgili olarak Kuran’a bakıldığında, her suçta olduğu gibi burada da affetmenin ön plana çıktığını görürüz. Kuran’da hırsızlık ile ilgili hükmün tarif edildiği Maide Suresi 38. ayetten bir sonraki ayet, bu eylemi yapan kişinin affedilmesi üzerinedir. Elbette bunun için en büyük şart, yaptığı eylemin ardından kişinin tevbe etmesi ve davranışlarını düzeltmesidir. Ayette bu, açıkça belirtilmiştir:
Ancak kim işlediği zulümden (hırsızlıktan) sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)
Burada belirtilmesi gereken önemli bir diğer nokta da, hırsızlık eyleminin sebebi olmalıdır. Hırsızlıkla ilgili Kuran’dan söz konusu hükmün uygulanacağı toplumlar kuşkusuz ki Kuran’ın şeriatına bağlı İslam toplumlarıdır. Kuran’ın şeriatına bağlı bir İslam toplumunda ise bir yanda zenginlerin olup diğer yanda fakirlerin olduğu bir yapının bulunması mümkün değildir. Çünkü Kuran’ı esas alan toplumlar infak sisteminin mükemmel şekilde yaşandığı toplumlardır. Yani maddi imkanı olanlar, imkanı olmayanların daima koruyucusudur ve malı daima yoksullara vermekle yükümlüdürler. Konuyla ilgili ayetler şu şekildedir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Kuran'ın gerçek şeriatına bağlı bir İslam toplumunda bir yanda zenginlerin, diğer yanda fakirlerin olduğu bir yapı bulunması mümkün değildir. Zenginler, muhtaç durumdakilerin daima koruyucusudur ve malı daima yoksullara vermekle yükümlüdürler. |
Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.” (Bakara Suresi, 215)
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.” (İnsan Suresi, 8-9)
Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. (İsra Suresi, 26)
Bu genel bilgiyi verdikten sonra şu soruyu soralım: Hırsızlık neden yapılır?
Birinci sebep ihtiyaçtır. Bir insan zor durumda kaldığı, borçlandığı, yoksullukla boğuştuğu için yanlış bir tercih olarak hırsızlığa başvurabilir. Oysa Kuran’ın himayesi altındaki böyle bir toplumda zor durumda kalan, borçlanan, yoksullukla boğuşan bir insanın olması mümkün değildir. Yoksullar, maddi imkanı olanlar tarafından korunurken, zor durumdaki kişilerin borçlarıyla ilgili hüküm Kuran’da; “...(Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (Bakara Suresi, 280) ayetiyle net olarak belirtilmiştir.
Hırsızlığın muhtemel ikinci sebebi ise zihinsel, psikolojik rahatsızlıklar olabilir. Bu, zaten kişinin tedavisini ve rehabilitesini gerekli kılan özel bir durumdur ve söz konusu kişi suçlu değil hastadır. Bu ikisi dışında insanları hırsızlığa sürükleyebilecek pratikte bir sebep bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, İslam toplumlarında hırsızlık gibi bir suçun meydana gelmesi en baştan önlenmiş olmaktadır.
Bütün bunları göz ardı eden hurafeciler İslam’ı ölüm ve vahşet dini olarak tanıtmaya çalıştıklarından, bu konuda da Kuran’a tamamen aykırı bir hüküm koymuşlardır. Hırsızlık haram bir fiil olmakla birlikte çoğu zaman hırsızlık yapmış olan kişinin ihtiyaç içinde veya hasta olup olmadığı onları ilgilendirmez bile. Oysa ihtiyaç içinde olan da, hasta olan da Müslümanların sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğu görmedikleri gibi, bu bağnazca hüküm nedeniyle pervasızca cinayet işleyebilmektedirler. Bu sahte hükmü koyanlar, kendilerince Kuran’ı (Haşa) beğenmemekte, kendi sapkın zihniyetlerine uygun bulmamakta, Kuran’ın adalet sistemi yerine kendi adalet sistemlerini kurmaya kalkmaktadırlar. Kuran’a baktığımızda ise bu vahşetin yerine daima sevgi ve bağışlayıcılığı görürüz.
Dinden dönenleri öldürün. (1585-Muvatta] [1558-Ebu Dâvud-Nesâî] [676-Nesâî] [1586-Ebu Dâvud-Nesâî)
“İslâm’ı terk eden hangi erkek olursa onu tekrar İslam’a davet et. Dönmezse boynunu vur.” (Taberani)
İşte Kuran dışı sahte şeriat sistemleriyle yönetilen ülkelerin sevgisizlik, öfke ve şiddetlerinin en önemli kaynaklarından biri bu uydurma hadislerdir. İslam dininin özüne yönelik geliştirilmiş en büyük aldatmacalardan biri olan böyle bir hükmün Kuran’da hiçbir yeri olmadığı gibi, Kuran böylesine bağnazca mantığı temelinden yasaklamakta ve bu mantığa lanet etmektedir. Kuran’da fikir ve inanç özgürlüğünü ifade eden ayetlerden bazıları şöyledir:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 6)
...Sen onların üzerinde bir zorba değilsin... (Kaf Suresi, 45)
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin... (Kehf Suresi, 29)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin. (Gaşiye Suresi, 21-22)
Kuran’da tarif edilen İslam dininde herkes dilediği gibi inanma ve inanmama özgürlüğüne sahiptir. Kuran’daki dinde Müslüman sadece güzel ahlakı anlatmakla yükümlü bir tebliğcidir. Hidayet Allah’ın elindedir. Müslümanın sorumluluğu, inansın veya inanmasın, her insana şefkatle yaklaşabilmektir. Müslümanı bir katil gibi göstermeye çalışanlar Kuran’daki bu gerçeklerin üstünü örtmeye çalışırlar.
Kuran’da tarif edilen İslam dininde herkes dilediği gibi inanma ve inanmama özgürlüğüne sahiptir. Ancak bağnazlığın yansıttığı yanlış İslam anlayışından dolayı Batılı dergiler sıklıkla İslamofobi ile ilgili haberler yayınlarlar. |
Kuran’da tarif edilen İslam dininde bir Müslüman, kendisi, anne-babası ve yakınları aleyhine bile olsa, adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür (Nisa Suresi, 135). Bu ayete göre, her ne din ve inançta olursa olsun herkesin hakkını savunmakla, onlar için adalet getirmekle sorumludur.
Yine bu kitapta daha önce hatırlattığımız ve sıkça hatırlatacağımız bir ayette, Allah Müslümanlara kendilerini siper ederek bir müşriği yani iman etmeyen bir insanı korumalarını emretmektedir:
Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Bir inkarcıyı korumakla sorumlu tutulmuş olan Müslümanların benimsemesi gereken din anlayışı açıktır. Nitekim Allah, Peygamberimiz (sav)’e, kafirlere şu şekilde hitap etmesini Kuran ile haber vermiş ve açık demokratik sistemi tarif etmiştir:
De ki: “Ey kafirler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 1-6)
“De ki” diye başlayan bu ayetler, Peygamberimiz (sav)’e en mükemmel demokratik sistemi ve bu demokratik sistem içinde izlenecek yöntemi tarif etmektedir. Sure, “Sizin dininiz size, benim dinim bana” hükmü ile bitmektedir; yani bir Müslüman kendi dinini yaşarken başkalarının inancına karışmayacak, zor ve baskı uygulamayacak, Müslüman olmuyor diye ona zulmetmeyecektir. Onlara “sizin dininiz size” diyerek saygı gösterecek ve karışmayacak, “benim dinim bana” diyerek de aynı saygıyı onlardan isteyecektir. Zor ve baskının kesin olarak reddedildiği, müşriklerin can pahasına korunduğu, inkarcılar hakkında dahi adaletle hüküm verildiği ve demokrasinin tam ve en mükemmel şekliyle tarif edildiği Kuran gerçek Müslümanların yol göstericisidir.
A. 1. KURAN'DA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ VARDIR. DİNDEN ÇIKANLARIN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR BU HADİSLER UYDURMADIR. 2. İslam, aklın tasdiğine ve gönül rızasıyla kabule dayanır. Dayatma, insanları mümin değil münafık yapar. Dinden döneni öldürmek Kuran'da olmayan bir hükümdür. |
B. 3. Dinden Dönenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI |
C. 4. Dinden Dönenin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI |
D. 5. KURAN'DA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ VARDIR. DİNDEN ÇIKANLARIN ÖLDÜRÜLMESİNE DAİR BU HADİSLER UYDURMADIR. 6. Kuran'da tarif edilen İslam dininde herkes dilediği gibi inanma ve inanmama özgürlüğüne sahiptir. Müslüman sadece güzel ahlakı anlatmakla yükümlü bir tebliğcidir. Hidayet Allah'ın elindedir. |
Namazı terk edenler öldürülebilir. (2117-Ebû Dâvud)
İslam’ı terk edenlerin katledilmesine hükmeden yukarıda bahsettiğimiz uydurma hadisin bir diğer muadili de bu hadistir. İbadetlerde ve hiçbir konuda zorlama olmayacağının açıkça belirtildiği bir dinde bir insanın baskıyla namaz kılmaya zorlanmayacağı da çok açıktır. “... Sen onların üzerinde bir zorba değilsin...” (Kaf Suresi, 45) diye emreden bir dinde hangi hükme göre böylesine vahşet dolu bir baskıcılık yapılabilir? Elbette yapılamaz. Kuran’a baktığımızda bir Müslümanın, namaz kılan veya kılmayan her insana saygı ve şefkat duyması gerektiğini açıkça görebiliriz.
Kitabın başında da belirttiğimiz önemli bir gerçeği tekrar hatırlatalım: Zorlama ile gerçekleşecek bir ibadet, ibadet niteliğini yitirebileceği gibi aynı zamanda da nefret ve öfkenin kaynağı olabilir. Bir insan namaza zorlandığında, zorla bir Müslüman haline gelmez. İstemeye istemeye, zorla namaz kılan bir insan, ikiyüzlü bir münafık, bir din karşıtına dönüşebilir. Namazı bıraktığında öldürüleceğini düşünen bir insan, öldürülme riskini göze almaktansa dindar taklidi yapacak, ikiyüzlü davranacak ve daima o yaşadığı hayattan da, dolayısıyla kendisine dayatılan dinden de nefret edecektir. Bir münafık oluşturmak ise, İslam’a yöneltilmiş en büyük zarardır. Dolayısıyla baskı, zulüm ve ölüm tehdidiyle ayakta tutulan bir dindarlık, hiçbir zaman gerçek dindarlık değildir. Bu sadece İslam’a zarar verir.
Alphons Leopold Mielich’in “Prayer at the Muhammad Ali Mosque” adlı tablosu |
Hiçbir konuda zorlama olmayacağının açıkça belirtildiği bir dinde bir insanın baskıyla namaz kılmaya zorlanmayacağı çok açıktır. |
Eğer bir insan zihinsel ve fiziki bir özrü olmadığı halde namazı terk ettiyse, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bu kişi, yeteri kadar dindar olmayabilir, Allah kalbine yeterince güçlü bir iman koymamış ya da yeterince Allah’tan korkmuyor olabilir. Hidayet Allah’ın elindedir ve hidayeti sağlayacak olan hiçbir zaman bir insan değildir. Namaz kılmıyor olması bu kişiyi dinden çıkarmaz. Namazı terk eden, yarın bir gün tekrar namaza başlayabilir; bu onun için büyük bir kazanç olur. Veya başlamayabilir ama iyi ve faydalı bir insan olur; ya da bunların hiçbiri olmayabilir. Dini tamamen terk etse bile kişi Müslümanlar tarafından şefkatli bir tavır görmelidir. Kuran’a göre yapılması gereken budur. Herkesin hükmü Allah Katındadır.
Böyle bir sebeple bir insanı öldürmek ise tam anlamıyla cinayettir. Ve bunun asla ve asla Kuran’da yeri yoktur.
A. 1. Namazı Terk Edenlerin Öldürülmesi ile ilgili HADİS KAYNAKLARI 2. DİNDE ZORLAMA YOKTUR. NAMAZ KILMAYANIN ÖLDÜRÜLMESİ HÜKMÜ KURAN'DA YOKTUR. |
B. 3 .Bu hadisler uydurmadır. Kuran'a baktığımızda bir Müslümanın, namaz kılan veya kılmayan her insana saygı ve şefkat duyması gerektiğini açıkça görebiliriz. |
Zaman içinde hadislere ve çeşitli itikatlara göre türetilen ve İslam dinine dahil edilen dört mezhep pek çok konuda birbiriyle çelişkili adeta dört ayrı din gibidir. (Dört mezhep arasındaki derin farklılıklar önceki satırlarda maddeler halinde belirtilmiştir.) Dört mezhep, tembellik yüzünden namazı bırakanlara çeşitli cezalar yüklemiş fakat bu hükümde de birbirleriyle ihtilaf etmişlerdir. Örneğin Hanbelilere göre namazı tembellik yüzünden terk edenin hükmü ölümdür. Hanefilere göre ise tembelliğinden dolayı namazı terk eden kimse küfre girmez ve öldürülmez. Fakat namaz kılıncaya kadar hapsedilip kan akıncaya kadar dövülmesi gerektiği düşünülür. (Reddil Muhtar Haşiyesi 1/62) Oysa bunların hiçbiri Kuran’da yoktur.
Kuran dışında bir din arandığında işte böyle çelişkiler, vahşet hükümleri ve din dışı uygulamalar ortaya çıkar. Kuran dışında bir din yaşandığında işte böylesine nefret ve öfke insanları meydana gelir. Bağnazların dini, Kuran’ın hükümlerini reddetmiş ve yetersiz bulmuş insanların dinidir (Kuran’ı tenzih ederiz).
İlerleyen sayfalarda bağnazlık dinindeki, “namaz kılmayan çocukların dövülmesi, zekat vermeyenin ya da sarhoşun öldürülmesi” benzeri vahşi uygulamalara yer verilecektir. İslam adına uygulanan benzer vahşetlerin gerekçelerini incelerken bir gerçeğin hiçbir zaman unutulmaması gerekir:
Kuran’da bu uygulamaların hiçbiri yoktur. Bağnazların dini, uydurma bir dindir.
10 yaşında namazı terk eden çocuklarınızı dövün. (2336-Ebû Dâvud, Tirmizî)
İbadet, Allah’a olan sevginin bir tezahürü olarak, isteyerek ve şevkle yapılan bir uygulamadır; zorbalıkla dayatılan değil. Bu uydurma hadisten anlaşılan ise, bir çocuğun, daha on yaşına gelmeden namaza zorlandığıdır. Henüz Allah’ı tanımayan, bu dünyada neden var olduğunu bilmeyen, Yaratıcı’nın ve yaratılmanın sırlarının farkında olmayan bir çocuğun, farziyetini hiç bilmediği bir hükme zorlanması ona nasıl bir fayda getirebilir? Bir çocuğun dindar olabilmesi için yapılması gereken şey onu bir ibadete zorlamak değil; ona, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delilleri sunmak, onun Allah’ı anlamasını ve sevmesini ve dine muhabbet duymasını sağlayabilmektir. Bunları anladıkça bir çocuk, zaten Allah’a karşı sorumlu bir varlık olduğunu kavrayacak, şükredici olacak ve Allah’a ibadeti de zevkle yapmaya başlayacaktır. O zaman ibadet, kalpten, şevkle, sevgiyle yapılmış bir ibadet olacaktır.
Fakat daha henüz Allah’ı tanımayan bir çocuk, tanımadığı bir dinin hikmetini bilmediği ibadetlerini yerine getirmeye zorlanır ve sonra da bunu yapmadığı için dövülürse, çocuk muhtemelen hayatının geri kalan bölümünde o dine ve ibadetlere gizli bir nefret ile yaşayacaktır. Belki de hayatının geri kalanını bu korkunç önyargıyla geçireceği için Allah’ı da yanlış tanıyacak ve doğru hükümleri görmeye ve anlamaya çalışmayacaktır. Aklı henüz pek çok şeye zor eren bir çocuğu, sevgi ve güzellikle Allah’a yaklaştırmak yerine, döverek onu ibadetleri yapmaya zorlamak, İslam adına İslam karşıtı yapmak anlamına gelir ki bu İslam dünyasına zarar getirir. Fakat Kuran’dan uzaklaşmış olan bağnazlar bunu kavrayamazlar.
Bu anlattığımız kin, aslında pratikte de yaşanmaktadır. Koyu bağnaz bir hayat yaşayan bazı ailelerin kimi çocukları, ilerleyen yaşlarında ya din karşıtı haline gelmiş ya da toplumda az rastlanılır bir dejenerasyon batağının içine girmektedirler. Hemen her konuşmalarında İslam ya espri ya da nefret konusudur. Pek çok dinsizin bile dine saygısı vardır, fakat onlar hem saygıdan uzaklaşmış hem de öfkeye bürünmüşlerdir. Bunun en temel sebebi, Kuran’da olmayan “ibadete zorlama” hükmünün, zor ve baskının “İslam” adına çocuk yaşlardan itibaren dayatılıyor olmasıdır.
Zekat vermeyenden zorla alınması, direnirse savaş açılması ve öldürülmesi: Ebu Bekr radiyAllahu anh: “VAllahi her kim namazla zekâtı aynı görmezse onunla harb ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki bunlar Rasulullah'a verdikleri bir keçi yavrusunu dahi benden esirgerlerse bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum.” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Zekat, Kuran’da bildirilen bir ibadettir. Her ibadet gibi Müslümanlara farz kılınmıştır ve Allah’a olan sevgi nedeniyle kalpten ve içten yapılır. Buna göre bir Müslüman, kendi vicdanı gereği başka bir insanın darlıkta olmasına ve zorluk çekmesine izin vermeyerek, kendi malından ona da verir. Bu zaten Müslümanlığın bir gereği olarak içten, kalpten gelen bir uygulamadır.
İbadeti ibadet yapan onun aşkla, istekle, şevkle yapılmasıdır. Allah tüm insanları dilediği gibi zenginleştirmeye, onlara dilediği zaman dilediği rızkı vermeye kadirdir ama bazı kimselere fakirlik vererek, zenginin de fakirin de bu imtihan karşısındaki tavrını dener. Fakir, durumuna sabretmek ve her ne olursa olsun Allah’a yönelip ona şükretmekle, zengin ise verilen nimet için Allah’a şükrederek fakirin de bakımını üstlenmekle sorumludur.
Allah Kuran’da, Allah’a ve ahiret gününe inananların zekatı verdiğini belirtir. Dolayısıyla zekat, tüm ibadetler gibi Allah’a kalpten gelen bir inançla yapılması gereken bir ibadettir, ölüm tehdidiyle değil:
...Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)
Yoksulu doyurmak, Kuran’da Müslümanın üzerindeki en büyük sorumluluklardan bir tanesidir. Ancak bu sorumluluğun yerine getirilmemesini hükmü uydurma hadisteki gibi değildir:
Hadisteki ifadeye göre herhangi bir sebeple zekat vermek istemeyen bir insana bu ibadetin zor kullanılarak yaptırılması ve malının yarısının cebren alınması gerekmektedir. Öncelikle malı cebren alınan bir insan ibadet yapmış olmaz. Kişinin kendi vicdanını kullanarak yapmadığı bir şeyin adı ibadet değildir. Ondan zorbalıkla bir ibadeti yapmasını istemek ise Kuran’a tamamen aykırı bir uygulamadır. Bu aynı zamanda onun dine ve dindarlara öfke duymasını da vesile olabilecek, dindar toplumlara zarar verici bir eylemdir.
Fakat elbette asıl vahşet, zekat vermemekte direnen kişinin öldürülmesi hükmüdür. Kuran’da kesinlikle olmayan bu hüküm yine bir cinayettir. Kuran, dinde zor kullanmayı yasaklamıştır. Ayrıca Kuran, bir insanın canını almayı da -savunma durumu gibi haklı bir durum dışında- yasaklamıştır. Kuran’daki hükme göre,
...Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur... (Maide Suresi, 32)
Görüldüğü gibi cinayet, İslam’a göre büyük bir suçtur. Şu durumda, cinayet gibi böylesine ağır bir suçu, dinin hükmü haline getirip bunu umarsızca uygulayanlar, hem İslam’a ve Peygamberimiz (sav)’e büyük bir iftira atmış olurlar hem de büyük bir harama girerler. Yine bu sahte hadis, hurafelerle İslam dininin Kuran’daki gerçek hükümlerinin ne kadar çeliştiğinin bir diğer önemli delilidir.
Orucu kasten terk eden kişi kâfir olmayıp hapsedilir, yemek ve su verilmez. (Eş-Şerh-is Sagir 1/239) (Kıfeyet-it Tafib 2/252) (El-Mugni- 2/408)
Söz konusu mevzu hadis de yine yukarıda anlattığımız aynı mantıklar nedeniyle din ve vicdan ile çelişmektedir:
1. Aşkla yapılması gereken bir ibadet zorla yaptırılmaya çalışılmakta,
2. Dinde zorlama ve baskı yoktur ayetine tamamen muhalefet edilmekte,
3. Dinin şefkat esasının tam tersine vahşet esasına dayanmakta,
4. Dinin esas amacı olan Allah’ı ve ibadeti sevdirmek yerine, din ve ibadete öfke ve nefret duymaya sevk etmektedir.
Bütün bunların yanı sıra, oruç, kimi insanların zor güç yetirebileceği, hasta insanların ise sorumlu olmadığı bir ibadettir. Allah, oruç hükmü ile ilgili Kuran’daki ayetlerde, bu önemli şartı açıkça belirtmiştir:
(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. (Bakara Suresi, 184)
... Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez... (Bakara Suresi, 185)
Oruç hükmünün çok açık anlatılmış olduğu bu iki ayette, Ramazan ayında hasta veya yolculukta olanın tutamadıkları günler sayısınca başka günlerde tutmaları, eğer hastalık veya zor dayanma gibi sebeplerle oruç ibadetini hiç yerine getiremiyorlarsa bu durumda kefaret olarak bir yoksulu doyurmaları hükmü bulunmaktadır. Ve Allah ayetinde: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” diye bildirir.
Hasta ve zor dayanabilenlere yönelik böyle kolaylaştırıcı ve net bir hüküm varken artık bu kişilerin oruç tutmak için ısrar etmeleri, kendi nefislerine zulmetmeleri anlamına gelir. Kuran’a göre Müslümanların, kendilerine zarar verecek uygulamalara girmeleri ise yasaklanmıştır.
Kuran’daki bu kadar açık bir hükmü tamamen değiştirerek, Kuran’a muhalif sahte hadislerle adeta bir zulüm sistemi oluşturmak, bağnaz zihniyettekilerin uygulamalarını göstermesi açısından önemlidir. Bu kişiler, Kuran’ın şefkatli üslubundan kendilerince hoşlanmaz (Allah’ı ve Kuran’ı tenzih ederiz) kendi karanlık dünyalarına göre bir din üretmeye kalkarlar. Söz konusu zulme dayalı hurafeleri dine eklemeye çalışmalarının nedeni işte budur.
Bir insan hasta olabilir, zor dayanabilir. Elbette ki hiç kimsenin bünyesi diğeriyle aynı değildir. Pek çok insan, bu dünya hayatında çeşitli hastalıklarla imtihan olur. Allah, üstün şefkati ile böyle bir hükümle hasta ve zor dayananları ayrı tutmuşken, şu an halen bazı ülkelerde zorla oruç tutturma eylemi bu sahte hadislere dayanarak uygulanmaktadır. Hasta olduğu için oruç tutamayan bir insanın, bu sahte hadise dayanarak bir yere hapsedilip su ve yiyecek verilmeden tutulduğu bir ortamı ise tahmin etmek güç değildir. Böyle bir durumda kuşkusuz ki, kısa sürede hastalığı artacak ve bir süre sonra hayatını kaybedecektir. İşte bağnaz zihniyet, insan canına zarar verme pahasına böyle bir zulmü dayatmaya çalışmaktadır.
“Sarhoşun irtidatı (dini terk etmesi) geçerlidir. Fakat sarhoş kendine gelmeden ve tevbeye çağrılmadan öldürülmez.” (İmam Şafii el-Um c: 6 s: 148 -El-İnsaf c:10 s: 331-332 -Muğnil Muhtac 4/137 - Haşiyetül-Desuki 4/363 -İbn Kudame el-Muğni 9/25-26)
Söz konusu mevzu hadise göre içki içip sarhoş olan kimse eğer bilinci yerinde olmadığı bu süre içinde irtidatta bulunur yani dinden çıktığını söylerse, dinden çıkmış olarak kabul edilir. Bu, son derece ürkütücüdür. Sarhoşluk anında, bir kimsenin bilincinin yerinde olmadığı, mantıklı konuşamayacağı, ne dediğini bilmediği açıktır. Söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı da ortadadır. Fakat bağnaz zihniyet, bu uydurma hadisi esas alarak bu kişinin öldürülmesine hüküm verir. Ve yine, Kuran’da asla olmayan böylesine sahte bir uygulamayı hüküm haline getirir ve cinayet kararı verilmiş olur.
Bu sahte ve ürkütücü zihniyet Kuran ile yalanlanmıştır. Allah, “Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. laşmayın....” (Nisa Suresi, 43) ayetinde “iman edenlere” seslenmektedir. Açıktır ki, bu kişilerin arasında içki içip sarhoş olan da olmuştur. Bu kişiler namaz kılan insanlardır. Bütün bunlar ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Namaz sırasında kişinin ne dediğini bilmesi, şuurunun açık olması, Allah ile derin bir bağlantıya geçmesi gereklidir ve sarhoş bir durumda insanın bu dikkati sarf etmesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir kişi yaptıklarından ve söylediklerinden de sorumlu tutulamaz, bu nedenle Allah, sarhoş olduğu süre boyunca bir insana namazı yasaklamıştır. Ayette geçen ...“ne dediğinizi bilinceye kadar” ifadesiyle de, sarhoşluk durumunda kişinin bilinçsizce hareket ettiği ve “ne dediğinin farkında olmadığına” dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla ancak ve ancak bu şuursuzluk durumu bittiğinde bu kişinin namaza devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Sarhoşluk gibi bilincin bulandığı bir anda bir kişi dinden çıktığını iddia edebilir, son derece mantıksız sözler söyleyebilir. Kişinin, bilincinin yerine geldiğinde yaptıkları ve söyledikleri esastır. Dahası, bir kişi gerçekten dinden çıkmış olabilir ve bunu açıkça dile getirebilir. Bunun öldürme sebebi haline getirilmesi hem Kuran’a yönelik bir iftira, hem de adı üzerinde bağnazlıktır. Kuran, bu vahşi zihniyeti lanetlemektedir.
Yüce Allah, Kuran’da sarhoşlukla ilgili özellikle böyle bir hükme yer vererek, bir insanın harama girmesinin onun Müslüman olarak Allah’ı sevmesine ve ibadet etmesine bir engel olmadığını belirtmektedir. Bu ayet, İslam’ın her insana şefkatli ve sevgi dolu yaklaşımının da ayrı bir göstergesidir. Fakat her fırsatta ölüm isteyen bağnaz zihniyet, Kuran’daki hükme rağmen kendi sahte hükümlerini türetmiştir.
“Peygambere söven kişi tevbeye çağırılmadan hemen öldürülür.” (İbni Teymiye)
İbni Münzir dedi ki: İlim ehlinin hepsi, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven kimsenin öldürülmesi hususunda birleşmişlerdir. (2. hadis kaynak: Enverşâh, el-Keşmîrî, “İkfâru’l-Mulhidîn”, sf. 64. “Tenbihu’l Ğafilîn ila Hükmi Şatimillahi ve’d-Dîn” adlı eserden naklen. Bkz. sf. 14)
Abdullah'ın rivayetinde şöyle diyor: Tevbeye çağrılmadan öldürülür. Halid b. Velid, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'e söven bir adamı öldürdü ve tevbeye çağırmadı. (İbni Teymiye)
Bir insanın Allah’a, Peygamberlere, manevi değerlere karşı uygunsuz ifadelerde bulunması elbette asla tasvip edilmeyecek bir durumdur. Fakat elbette her insan bir değildir. Kimi imansız olur, kimi çeşitli sebeplerle dine önyargılıdır, kimisi öfkeli yetiştirilmiştir, bazıları cahildir, kimisi Kuran hakkında hiçbir şey bilmez... Dolayısıyla çeşitli sebeplerle insanların zihinlerinde dine karşı önyargı oluşması mümkündür, özellikle günümüzde öfke ve nefret içinde yaşayan çok insan vardır.
İmtihana geldiğimiz bu dünyada, her görüşten, her fikirden insan olacak ve imtihanımız bu görüşler, bu fikirler ve bu insanlarla beraber sürecektir. Bir Müslümanın görevi, karşıdaki insan her ne kadar önyargılı, öfkeli dahi olsa, ona Kuran’daki güzel ahlakı güzellikle anlatmak ve kararı ona bırakmaktır. Kimi zaman bu güzel tavırdan karşı taraf etkilenir ve yaptığı hatanın farkına vararak kendisini değiştirebilir. Nitekim bu, yine Kuran ayetinde bildirilmiş olan bir gerçektir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuştur. (Fussilet Suresi, 34)
Ayette Müslümanlara, kötü bir tavra güzel bir karşılıkla karşılık verilmesi emredilir. Ve bunun getireceği sonuç şöyle bildirilir: “(görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) olmuş...”
Ludwig Deutsch’nun “The Chess Game” adlı yağlı boya tablosu, 1896 |
Bütün bunlara rağmen karşıdaki insan eğer yine uygunsuz tavır ve sözlerine devam ediyorsa, bu durumda yine Kuran’da ne yapılması gerektiği açıklanmıştır:
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler. (Furkan Suresi, 63)
O, size Kitap’ta: "Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi... (Nisa Suresi, 140)
Görüldüğü gibi Kuran’daki hüküm, böyle cahil topluluklarla karşılaşıldığında onlarla oturmamak, oradan uzaklaşmak ve onlara sadece “Selam” diyerek karşılık vermek, yani onlara barışı hatırlatmaktır.
Ayetlerde dikkat çekilen iki özellik vardır. Bu insanlar, muhatap alınamayacak kadar cahil ve belki de defalarca uyarılmış fakat doğruyu kabul etmemiş insanlardır. Çünkü görevi tebliğ olan ve dolayısıyla sürekli doğruyu anlatmakla yükümlü bir Müslüman, bu defa bu kişilerle hiç muhatap olmamakta, onların yanlarından ayrılmaktadır.
Yine ayette dikkat çekilen bir diğer husus, “onlar başka söze dalıp geçinceye kadar” onlarla oturmamaktır. Dolayısıyla bu insanlar, belki de bir Müslümanın daima yakın çevresinde olan, sürekli muhatap olduğu insanlar olabilir. Öyle ki başka söze daldıklarında onlarla sıcak bağlantı devam etmektedir.
Bu demektir ki, Müslümandan beklenen, yukarıdaki mevzu hadiste belirtildiği gibi vahşi bir yöntem değildir. Bazı insanlar uygunsuz söz söylediklerinde onların yanlarından ayrılmak, fakat öğüt aldıkları sürece mümkün olduğunca da onlara doğruyu anlatabilmektir.
Bu konudaki uydurma hadislerin Kuran’la çeliştiğini görebilmenin bir diğer önemli delili ise “tevbeyi engellemesidir”. Allah Kuran’da insanları her konuda tevbeye çağırmışken; tevbe, kişinin kendisi ile Allah arasındayken; Allah “affedici ve bağışlayıcı” olduğunu ayetlerinde sık sık belirtmişken; Kuran’da tevbe edenler sürekli övülmüşken; nasıl bir insanın tevbe etmesi engellenebilir? Kişi Allah’tan af dilemekten nasıl alıkonabilir? Rabbimiz’in “...tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 37) ayetini görmezden gelerek, bir insandan yaptığından pişmanlık duymak ve Allah’tan af dilemek hakkı nasıl alınabilir?
Elbette kimsenin böyle bir hakkı asla ve kesinlikle yoktur.
Yine Rabbimiz, bir başka ayetinde de şöyle bildirir:
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)
Allah’ın “tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim”, hükmünü adeta kendilerince reddederek yanlış uygulamalarını bu uydurma hadislere dayandırmaya çalışanlar, açıkça Kuran’a muhalif hareket etmektedirler.
Av, koyun ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürün. (4949-Buhârî-Müslim-Muvatta-Tirmizî-Nesâî)
“Tüm kara köpekleri öldürünüz. Çünkü onlar şeytandır.” (Hanbeli 4/85, 5/54)
Eşeğin şeytan gördüğü için anırdığı söylenir. (Müslim)
Farenin aslında Yahudi olduğu, bu yüzden deve sütü içmediği başka bir hadistir. (Müslim Zühd)
Karganın sapkın (fasık) olduğu da hadistir. (Buhari 59/16; Hanbeli, Müsned 2/52)
Güvercin şeytandır. (5331-Ebu Davud-İbnu Mace)
Kertenkele fasıktır (günahkardır). (Müslim 2239/145, İbni Mace 3230, Ebu Davud 5262)
Kertenkeleyi ilk vuruşta öldüren kimse için yetmiş sevap vardır. (Ebu Davud 5264, Müslim 2240/147)
“Zina yapan” maymunların taşlanarak öldürülmesi... (Buhari 63/27) – (zina eden bir maymunun yakalanıp taşlanarak öldürüldüğü ve sahabelerden birisinin de maymunu recm etme olayına katıldığı bir başka uydurma hadistir.)
“Şeytan gören eşek, Yahudi fare, sapkın karga, şeytan güvercin, zina eden maymun, öldürülmesi gereken zavallı kara köpekler ve kertenkeleler”...
Bu tanımlamalar bağnaz zihniyetin Kuran’dan ne kadar uzak ve korkunç bir hayat sunduğunun bir özetidir. Bu garip zihniyet, av ve çoban köpekleri dışındaki köpekleri öldürmeyi emreden bir dine aittir. Bu din dünyanın en tatlı varlıklarından biri olan, Allah’ın çeşit çeşit ve müthiş bir sevgi ve koruma duygusuyla yarattığı birbirinden muhteşem özelliklerdeki ev köpeklerinin, süs köpeklerinin, bekçi köpeklerinin hepsinin öldürülmesini emreder. Oysa Kuran’a göre; “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tespih eder; O'nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tespihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İsra Suresi, 44) ayetiyle belirtildiği şekilde, bizim kavrayamadığımız bir yöntem ile Allah’ı tespih eden, Allah’ın, sevimlilikleriyle cennet için özel olarak yarattığı bu canlılar, nasıl fasık ya da şeytan olabilir? Bir fare nasıl Yahudi olabilir ve Yahudi olmak nasıl olur da bir suç olur?
Dahası, bir maymun nasıl zina yapabilir? Bir maymunun ahlaki değerleri, sadık olması gereken bir evlilik kurumu, bütün bunları idrak edebilecek bir şuuru ve onunla bağlantılı olarak bir sorumluluğu mu vardır ki bir maymun zina ile suçlanmaktadır? Bu son derece cahilce bir iddiadır. Fakat bağnazlar, böylesine sahtekarca bir iddiaya sahabeleri de dahil ederek, kendilerince iftira atmaya çalışmaktadırlar.
Elbette bunların tümü uydurma hadislerdir ve böylesine zalimane hükümlerin Kuran’da olması mümkün değildir. Kuran’da Allah övgüyle tanıttığı Kehf ve Rakim ehlinin yanında köpeklerinin bulunduğunu belirtir:
Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu... (Kehf Suresi, 18)
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez."... (Kehf Suresi, 22)
Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Müslümanların yanında bir koruma ve bir dost olarak köpek bulunabilir. Köpeklerin yanısıra Kuran’da zikredilen başka hayvanlarda vardır.
O (Süleyman) da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbim'i zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. "Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 32-33)
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin." (Süleyman) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 18-19)
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? (Ğaşiye Suresi, 17)
Şüphesiz Allah, bir sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkar edenler ise, "Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?" derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tespih eden, akıllı, muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin hayvanlara olan sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını överek açıklamıştır. |
Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun" dedi. "Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?" Artık o, pişman olmuştu. (Maide Suresi, 31)
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. (Yasin Suresi, 71)
Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (Hac Suresi, 18)
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tespih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tespihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)
Görüldüğü gibi Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tespih eden, akıllı, muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını açıklamıştır. Bağnazların hayvan nefretini ön plana çıkaran sapkın din anlayışı Kuran’ın hiçbir yerinde yoktur.
Kuran’ın uygulayıcısı olan Peygamberimiz (sav)’in yaşamında da hayvana karşı verilen değer ve gösterilen sevginin örneklerini görürüz. Peygamberimiz (sav), bağnaz zihniyetin iftiralarına set oluşturacak şekilde hayvanlara sevgi dolu ve şefkatliydi. İşte Peygamberimiz (sav)’in hayvanlara karşı derin şefkatini gösteren uygulamaları:
Peygamberimiz (sav) tebliğ görevine başladığı sırada toplumdaki cehalet, hayvanlara olan muamelelerine de yansıyordu; canlı hayvanları ok atışlarında hedef dikerler, kendi hayvanlarını diğerlerinden ayırmak için kulak ve kuyruklarını keserler, hatta dağlarlardı. Çölde acıktıkları zaman canlı devenin hörgücünü yarıp bir parça yağ çıkararak ilgili yeri tekrar dikerlerdi.
Peygamberimiz (sav), cahiliye toplumunun bu konudaki çirkin âdetlerini de tamamen ortadan kaldırdı. Hayvanların da merhamete muhtaç olduklarını öğretti. Hayvanlara zulmeden tüm uygulamalar Peygamberimiz (sav) tarafından durduruldu.
Peygamberimiz (sav), hayvanların aşırı çalıştırılmalarını da engellemiştir. Yüzyıllardır devam eden hayvan sırtlarında karşılıklı oturarak saatlerce yapılan hitabet ve şiir törenleri yasaklandı. Sahiplerinin sadece gerçek ihtiyaç süreleri kadar hayvanlarına binmelerine izin verildi. Peygamberimiz (sav): "Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakkak ki tek başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için Allah onları sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse ihtiyaçlarınızı (duran hayvanının sırtında değil) arz üzerinde görün." Ebu Davud, Cihad 61, (2667) şeklinde uyarıda bulunmuştur.
Bir başka hadis ise şöyledir: “Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde bırakıp istirahat ettirin! Onları, yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durup muhabbet etmeyin).” (Ahmed, III, 439)
Peygamberimiz (sav), çalıştırılan hayvanlara, insanlar gibi dinlenme hakkı vermiş ve yolculuk sırasında yapılan dinlenmelerde öncelikle hayvanların ihtiyaç ve istirahatlerinin sağlanması gerektiğini vurgulanmıştır.
Peygamberimiz (sav), “Cenab-ı Hakkın haksız olarak bir serçeyi öldürenden kıyamet gününde hesap soracağını” (Ebu Davud, 2/11) bildirmiş; “Kuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta ve yavrularının alınmamasını” (Buhari Edebü’l-Müfred, 139) emretmiştir.
Peygamberimiz (sav) bindiği hayvanın yüzüne sert bir şekilde darbe atan birini gördüğünde durdurur ve bu hareketinin Allah’ın hukukunu çiğnemek anlamına geldiğini belirtirerek, “Allah hayvanları bunu yapasınız diye yaratmadı” (Ahmed, Müsned, 4/131)demiştir.
Peygamberimiz (sav) savaş sırasında, on bin kişilik ordusuyla ilerlerken, yolları üzerinde yeni doğum yapmış dişi bir köpekle yavrularını görür. Efendimiz (sav) Suraka oğlu Cuayl'i çağırarak emir verir. “Anneyle yavrularının önünde duracak ve ordunun tamamı geçinceye kadar onlara nöbetçilik edip, ezilmekten koruyacaksın.” (eş-ŞÂMÎ, Sübülü'l-hüda ve'r-reşâd, VII, 51) Peygamberimiz (sav)’in şefkatiyle dişi köpekle yavrularını rahatsız etmemek için on bin kişilik ordu istikametini değiştirmiştir.
"Yalnız faydalı olan köpekler değil, zararı olmadığı, saldırgan ve yırtıcılığa soyunmadığı sürece bütün köpeklerin canı muhteremdir, dokunulamaz." (Haşyetu'l-Beycermî Ala'l-Menhec-el-Mektebetu'ş-Şamile, I/474)
Peygamberimiz (sav)’in kedisinin ismi Müezza’dır. Peygamberimiz (sav), kedisi Müezza'yı o kadar çok severdi ki, Müezza bir gün sedirde oturan Peygamberimiz (sav)’in giysisinin ucunda uyuyakalınca, kediye kıyamayan Peygamberimiz (sav), giysisini keserek sedirden kalkmayı tercih etmiştir.
Ek Bilgi: Peygamberimiz (sav)’den hadisler aktaran Ebu Hureyre’nin anlamı “kedi babası”dır.
“Allah'ın Resulüyle birlikte idik. Yanında iki yavrusu bulunan serçe biçiminde bir kuşa rastladık. Yavruları yakalayıverdik. Bunun üzerine anneleri, feryat ederek kanatlarını çırpmaya başladı Hz. Resulullah dönüp de yaptığımızı görünce: 'Bunu yavrusundan kim ayırdı? Yavrularını iade edin (yerine koyun)’ dedi. Biz de onları serbest bıraktık.” (Ebu Davud, "Edeb", 163-164)
Peygamberimiz (sav), bir keçiyi sağan adama uğradığında ona şunları söylemiştir: "Sağdığında yavrusu için de süt bırak." (Mecmua'z-Zevaid, 8:196)
Peygamberimiz (sav) Medineli Müslümanlardan birinin bağında bir devenin açlıktan bağırdığını görmüş bundan rahatsız olmuştu. Devenin yanına gelerek onu okşamış ve sahibinin kim olduğunu sormuş ve öğrenmişti. Sonra da: “Hayvanlara gösterdiğiniz muamelede Allah’tan korkmuyor musunuz?” (Ebû Davud, "Cihad", 44) buyurarak devenin sahibini uyarmıştı. Başka bir hadiste ise Peygamberimiz (sav): “Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allah’tan korkun!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2548) buyurmuştur.
Peygamberimiz (sav), bir sefer esnasında sıcak bir gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan görmüştü de, bir sahabisine, herkes geçinceye kadar orada bekleyip kimseye hayvanı rahatsız ettirmemesini emretmişti. (Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78)
Hazret-i Peygamber (sav), bir gün yolda yüzü dağlanmış bir merkep gördü ve: “Allah’ın laneti onu dağlayanların üzerine olsun!” (Müslim, Libâs, 107) buyurdu. İşaret olarak yapılan dağlamanın, hayvanların acı vermeyecek yerlerine uygulanmasını tavsiye etti.
Arkadaşları: “Hayvanları sulamakta bize de sevap var mıdır?' diye sorduklarında Rasulullah şöyle cevap verdi: "Yaşamakta olan her canlıyı sulamakta sevap vardır " (Tecrit, c. vii, s. 223)
Söz konusu hadisleri sahih birer delil olarak vermemizin sebebi Kuran ile mutabık olmalarıdır. Peygamberimiz (sav)’in hayvanlara bu denli şefkatli olmasının nedeni, Kuran’dan aldığı eğitimdir. Peygamberimiz (sav), Allah’ın çeşit çeşit, birbirinden güzel, birbirinden yetenekli ve özel canlıları bir delil, bir güzellik, bir rahmet olarak yarattığını kuşkusuz ki en iyi takdir edebilen kişidir. Aynı zamanda Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerinin, Allah’ın munis sanatının canlılarda tecelli ettiğini de açıkça görebilmektedir. Sevgiyi öven Kuran’daki merhamet ve şefkat öğütlerinin bir Müslümanda nasıl tecelli edeceğini Peygamberimiz (sav) uygulamalarıyla göstermiştir. Bunu, Peygamberimiz (sav)’in merhamet konusundaki öğütlerinde de görmek mümkündür:
“Rıfktan (yumuşaklık ve güzel muâmeleden) mahrum olan, her türlü hayırdan mahrumdur…” (Müslim, Birr, 76)
Dolayısıyla hurafecilerin İslam dininde veya Peygamberimiz (sav)’in uygulamalarında hayvanlara yönelik vahşet aramaları ve bu konuda sahtekarlık yapmaları boşunadır. Kuran; insana, hayvana ve bitkiye karşı en mükemmel sevginin tarif edildiği kitaptır ve Peygamberimiz (sav) de hayatı boyunca Kuran’ı uygulamıştır.
“Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi.” (Buhari Tıp5/1, Hanbel 3/107, 163)
“Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman, o kişi onun her tarafını batırsın, sonra çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, öbüründe de şifa vardır…” (Diyanet Yayınları, Cilt 9, s.70 ve d. Hadis no. 1365))
İbnu Abbas radıyAllahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz yemek yeyince, yalamadıkça veya yalatmadıkça elini (mendile) silmesin." (Buhari, Et'ime 52; Müslim, Eşribe 129, (2031); Ebu Davud, Et'ime 52, (3847)).
Resulullah (sav)'a yağa düşen fareden soruldu. Aleyhissalatu vesselam: "Onu ve etrafındaki kısmı atın, yağınızı yiyin!" buyurdu. [Buhari, Vudu 67, Zebaih 34; Muvatta, İsti'zan 20, (2, 971, 972); Ebu Davud, Et'ime 48, (3841, 3843)]
Burada sadece birkaç tanesi örnek verilmiş olan bu sahte hadisler, bağnaz zihniyetin insanlara ne kadar büyük bir rezalet ve pislik içinde bir yaşam sunduğunun önemli delillerindendir. Bu uydurma hadislerle bağnazlar, Peygamberimiz (sav)’e bile kendilerince iftira atabilecek büyük bir cesarette bulunurlar. Bu sahte, fakat bağnazlar tarafından uygulanan hadisler aynı zamanda bu kişilerin temizlik ve görgü anlayışlarını da gözler önüne sermektedir.
Kuran’a göre Müslümanlar temiz olmakla, evlerini temiz tutmakla, temiz giyinmekle ve temiz yiyecekler yemekle yükümlüdürler. Kuran’a göre Müslümanlar temizdirler fakat müşrikler pistirler. Kuran’ın dışında bir hayat yaşayan, Allah’ın indirdiğinin dışında bir din getiren ve bu sebeple de şirk içinde olan bağnazlar da kuşkusuz bu tanıma dahil olurlar. |
Böylesine bir iğrençliğe Allah asla izin vermemiştir. Kuran’a göre Müslümanlar temiz olmakla, evlerini temiz tutmakla, temiz giyinmekle ve temiz yiyecekler yemekle yükümlüdürler. Kuran’a göre Müslümanlar temiz fakat müşrikler pistirler. Kuran’ın dışında bir hayat yaşayan, Allah’ın indirdiğinin dışında bir din getiren ve bu sebeple de şirk içinde olan bağnazlar da kuşkusuz bu tanıma dahil olurlar. Allah şöyle haber vermiştir:
Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler ... (Tevbe Suresi, 28)
... Allah, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)
Görüldüğü gibi Allah ayetlerde “akıl erdiremeyen” bir topluluktan bahsetmektedir. Aklını kullanamayan topluluk, Kuran’daki gerçeklere rağmen hurafelere uyan bağnazları çok iyi tarif eder. Ellerinde Kuran olmasına rağmen başka bir din üreten ve körü körüne ve sahtekarca olduğunu bilmelerine rağmen, akıllarını kullanmayarak bu hurafelere uyan toplulukların üzerine Allah “iğrenç bir pislik” vermektedir. Bu gerçekten de böyle olmakta, bağnaz topluluklar, akılsızlıkları neticesinde yukarıdaki mevzu hadislerde geçen iğrençliklere inanmakta ve pislikle dolu bir hayat yaşamaktadırlar.
Elbette aralarında cehalet ve bilgisizlik nedeniyle istemeyerek bu hayatı yaşayan kişiler de bulunur, ki bunlar çoğunluktadır. Onları söz konusu akılsız bağnaz topluluğundan ayrı tutmak gerekir. Onların doğruyu bulması için, bu kitapta detaylı açıklanan bilgilere, yani Kuran’dan delillerle bir eğitime daima ihtiyaç vardır.
Kuran’a göre Allah’ın Müslümanlardan istediği, çok detaylı ve kusursuz bir temizlik anlayışı içinde olmalarıdır. Kuran’da Müslümanları temizliğe çağıran ayetlerden birkaçı şu şekildedir:
Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş. (Müdessir Suresi, 4-5)
Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)
...Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, maddi ve manevi temizlenmeyi içten-arzulayan adamlar vardır. Allah temizlenip arınanları sever. (Tevbe Suresi, 108)
Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah'a şükredin. (Bakara Suresi, 172)
İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır... (Nisa Suresi, 57)
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı..." (Maide Suresi, 4)
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı... (Maide Suresi, 5)
De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor... (Araf Suresi, 157)
Hani Biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut." (Hac Suresi, 26)
Müslümanlara temizliğin emredildiği ayetler Kuran’da çok fazladır. Burada sadece birkaç tanesine yer verdik. Araf Suresi 32. ayette ise özellikle dikkat çekilen önemli bir nokta vardır, o da Müslümanlara ziynetleri haram kılanlar olduğu gibi, temiz rızıkları da haram kılanların var olduğudur. Gerçekten de bağnazların yaşam tarzına dikkatli baktığımızda, temizliği Müslümanlara haram kılanların yine bağnaz zihniyetteki bu insanlar olduğunu görürüz.
Kuran’a göre bir Müslüman en temizdir, en bakımlıdır, en temiz ve modern giyinen olmalı, temiz yiyecek yemeli, yaşadığı yeri temiz tutmalıdır. Yani her anında tertemiz olmalıdır. Peygamberimiz (sav) olağanüstü titizdi. Böylesine titiz olan Peygamberimiz (sav)’e yukarıda bahsettiğimiz tarzda mevzu hadislerle iftira atılmaya çalışılması Allah’ın Katında kuşkusuz ki büyük bir suçtur. Fakat bağnazlar, bu gerçekten habersiz gibi davranırlar.
Mevzu hadislerin yanlışlığını göstermek için Peygamberimiz (sav)’in gerçek uygulamalarına bakalım. Peygamberimiz (sav)’in temizliği ve temizliğe titizliği konusundaki bazı sahih hadisler şöyledir. (Bu hadisler Kuran ile mutabık oldukları için sahih kabul edilmektedir):
"Müslümanlık temizdir, kirsizdir. Siz de temiz olun, temizlenin, Zira cennete temizler girer." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. Cilt, / Deylemi)
Mümin pis olmaz. (Buhari, Gusul/276)
Herşeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da cennete götürür. (Taberani)
Temizlik imanın yarısıdır. (Müslim)
Hz. Selmân R.A. anlatıyor: "Tevrat'ta okudum; "Yemeğin bereketi, yemekten sonra (el ve ağzı) yıkamadadır" diyordu. Bunu Resûlullah (s.a.v.)’e söyledim: "Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonraki yıkamalardadır!" buyurdular." (Ebu Davud, Et'ime 12, (3761); Tirmizi, Et'ime 39, 1847)
Sarmısak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur. (Taberani)
Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun! (İbni Asakir)
Sarımsak veya soğan yiyen kimse bizden ve mescitlerimizden uzak dursun, evinde otursun.” (Buharî, Edeb, 76)
Namazın anahtarı temizliktir. (Tirmizi)
Güzel giyinin ki, Allah’ın size verdiği nimetlerin eseri görülsün! (Taberânî)
(Bahr-ür-raık)da buyuruluyor ki: Cemal, çirkinliği gidermek vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir. Allahü Teâlâ cemal sahibi olmayı övmektedir. Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. (Oruç bahsi)
Allah bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever. [Taberânî]
Ebu Süfyan radıyAllahu anh anlatıyor: "Bana Ebu Eyyûb el-Ensâri, Câbir İbnu Abdillah, Enes İbnu Mâlik haber verdiler ki, Tevbe suresinin 108. ayeti -ki meal-i şerifi şöyledir: "Orada maddi ve manevi pisliklerden temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever" nazil olduğu vakit Resûlullah: "Ey Ensar cemaati! Allah sizi temizlik hususunda övmektedir, (bu övgüye sebep olan) temizliğiniz nedir?" diye sordular. Onlar da: "Biz namaz için abdest alırız, cünüblüğe karşı yıkanırız" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Övgü işte bunun için! Buna devam edin!" buyurdular." (Kütüb-i Sitte, 6066)
Hz. Enes anlatıyor: "Bana kadın ve güzel koku sevdirildi, gözümün nuru namazda kılındı." (Nesâî, İşretu'n-Nisâ 1, (7, 61))
Kuran'da kalite, sanat ve temizlik övülmüştür. Peygamberimiz (sav), Kuran'ın mükemmel uygulayıcısı olarak döneminin en kaliteli ve modern insanıydı. Bakımsız, sanatsız, görgüsüz, kalitesiz bir hayat ise Kuran dışı İslam zihniyetinin sebep olduğu manevi bir beladır. |
Bağnazların, çeşitli mevzu hadislerin etkisiyle türlü iğrençlikleri mübah gören ve pisliği bir hayat şekli olarak benimsemiş yaşam tarzları beraberinde ürkütücü bir kalitesizliği de getirir. İşte bu nedenle genel olarak bir kısım İslam toplumlarında ciddi şekilde yaygınlaşmış bir kalitesizlik modası vardır. Bu kalitesizlik anlayışına göre bir Müslüman görünüm itibariyle kirli, bakımsız, özensiz, estetik ve nezaketten uzak, kaba, güzelliğe ve nezakete önem vermeyen, hatta bunlardan anlamayan bir insan modelinde ortaya çıkar. Dikkat edilirse söz konusu toplumlarda “Müslüman” denilince böyle bir görünümün hakim edilmesine özen gösterilir.
Bu insanların İslam anlayışına bakıldığında böylesine kalitesiz ve ürkütücü bir yaşam biçiminin ortaya çıkması hiç de sürpriz değildir elbette. Kadınların kaşlarını dahi almalarını yasaklayan (bu konu sonraki bölümde detaylı açıklanacaktır), yemekten sonra ellerini yıkamak yerine ellerini yalatan, içine sinek düşen çorbada şifa olduğunu iddia eden bir anlayıştan kalite beklenmesi elbette söz konusu değildir. Mevzu hadislerin biçimlendirdiği bu sahte din anlayışı o kadar yaygındır ki, bir Müslümanın güzel ve kaliteli görünmesi söz konusu kişiler tarafından tepkiyle karşılanır.
İslam adına oynanan bu oyun, bütün İslam camiasını o veya bu şekilde sarmış durumdadır ve bu ürkütücü görünüm elbette diğer toplumları tedirgin etmektedir.
Oysa Kuran’da müthiş bir kalite vardır. Peygamberimiz (sav), Kuran’ın mükemmel uygulayıcısı olarak döneminin en kaliteli ve akıllı insanıydı. Daima temizdi, en kaliteli ve en temiz kıyafetleri giyer, en nezaketli davranışı sergilerdi. Peygamberimiz (sav) bugün yaşasa, kuşkusuz ki yine bu dönemin en kaliteli insanı olurdu. Çünkü Peygamberimiz (sav)’in rehberi Kuran’dır ve Kuran, her dönemde en üstün kaliteye hitap eder.
Şunu önemle belirtmek gerekir: Kalite; parayla, mal-mülkle veya marka giysilerle sağlanacak bir şart değildir. Kalite; temizlik, özen, güzelliğe ve estetiğe değer verme, tavır, davranış, tutumda mükemmellik, şefkat ve akılcılık, saygı ve güzel ahlak ile sağlanabilecek bir özelliktir. İnsan her gün aynı kıyafeti giyebilir fakat onu her gün temiz ve özenli şekilde giydiğinde kaliteli olur. İnsan bir başkasının görüşüne katılmayabilir, fakat onun fikrine saygı gösterip ona şefkatle davrandığında kaliteli olur. İnsanın kalitesinin anlaşılacağı en önemli detaylardan biri davranışlarıdır; pisliğe, tamahkarlığa, kalitesiz tavırlara tenezzül etmeyen kişi zaten doğal olarak kalitelidir. Güzel konuşan, güzelliği öven, her fırsatta sanat ve zerafeti üstün tutan, karşı tarafa doğal olarak değer veren insan kalitelidir.
İşte kaliteyi gerektiren bütün bu özellikler büyük ölçüde İslam toplumlarında unutulmuştur. Bunun da sebebi yine, bir kısım İslam toplumlarının düştüğü en büyük hata olan Kuran’ı terk etmeleri olmuştur. Kaliteye değil çoğalmaya, sevgiye değil nefrete, temizlik ve bakıma değil pislik ve özensizliğe önem veren toplumlar meydana gelmiştir. Bunun tek ilacı Kuran’dır. Müslümanın üstün kalitesini, Kuran’dan delillerle söz konusu toplumlara göstermek şu an en acil ihtiyaçlardandır. Kuran’dan delil vermedikçe söz konusu toplumlar demokrasiden uzaklaşmaya, öfke toplumları olmaya, kalitesizliği yaygınlaştırmaya ve sanat ve temizliğe önem vermemeye devam edeceklerdir. Bu ise, her geçen gün dozajı gitgide artan ciddi bir beladır.
Kalite; parayla, mal-mülkle veya marka giysilerle sağlanacak bir şart değildir. Kalite; temizlik, özen, güzelliğe ve estetiğe değer verme, tavır, davranış ve tutumda mükemmellik, şefkat ve akılcılık, saygı ve güzel ahlak ile sağlanabilecek bir özelliktir. Gerçek Kuran Müslümanlığı bu kalite anlayışını şart koşar. Bağnazların dünyası ise alabildiğine kirli ve kalitesizdir. Kuran'a muhalefet etmenin bir sonucudur bu. |