Vücut içinde karmaşıklık açısından neredeyse insanlar arasındaki sosyal yaşamdan farklı olmayan bir sistem vardır. Aradaki tek fark, dışarıdaki sosyal yaşamda kahramanları insanların, vücut içinde ise hücrelerin oluşturmasıdır. Buna rağmen, kullanılan yöntemlerin, uygulanan taktiklerin, alınan tedbirlerin birbirlerine son derece benzer olduğunu görürüz. Hücreler de şuurlu insanlar gibi kendilerini koruma, akıllı davranma, tedbir alma benzeri yeteneklere sahiptirler. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi yine savunma hücreleri arasında yaşanır.
Bazı mikroplar, vücut içinde kendilerine saldıracak olan lenfositlerden nasıl korunacaklarını bilirler. Mikrop vücut içindeki bir hücreye yerleşir ve gözden kaybolur. Örneğin verem mikrobu son derece kurnazdır: Özellikle gelip kendisini yok edecek olan makrofajların içine yerleşir.
Allah'ın yarattığı sistemlerin tümünde sonsuz bir aklın tecellileri vardır. Tek hücreli bir mikro canlının insan bedeninde kendisini bekleyen tehlikelerden haberdar olması ve üstün bir şuur gerektiren bir yöntem belirlemesi bu aklın tecellilerinden yalnızca birkaçıdır. Bir verem mikrobunun neye göre böyle davrandığı, nasıl olup da tehlikenin farkına vardığı, nasıl bir olay sonucunda makrofajın içine girmeyi aklettiği ve bunun gibi yüzlerce soru, tüm bunlara tesadüflerle, rastgele mutasyonlarla açıklama getirmeye çalışan evrim teorisi ve taraftarları için cevapsızdır. Evrim taraftarlarının bu mikroalemdeki şuurlu davranışlara tesadüflerle açıklama getirmeleri mümkün değildir. Bu, Allah'ın üstün yaratmasıdır.
Tek bir hücre içinde sergilenen benzersiz aklın daha birçok delili vardır. Örneğin mikroplar her ne kadar hücre içine saklansalar da, vücudun düşmanın saklandığı yeri ortaya çıkaran bir savunma sistemi vardır. Bakteri makrofajın içine sızdıktan sonra makrofajın içinde bulunan özel bir molekül, bakteriden bir parça alır ve onu hücre yüzeyine taşır. Yardımcı T hücreleri ise karşılarındaki bu karışımı tanır ve makrofajların, kendi içlerinde bir yabancının olduğunu anlamalarını sağlayan bir madde salgılarlar. Yeri belirlenen düşman kolayca yok edilecektir.
Öldürücü T Hücreleri, Yok Edici Darbeyi Yapıyor…
1) Yardımcı T hücreleri: Öldürücü T hücrelerinin çoğalmasını sağlayan proteini açığa çıkarır, fagositozu arttırır ve B hücrelerinin plazma hücrelerine dönüşmelerini sağlar.
(2) Öldürücü T hücreleri: antijenleri yok ederek DNA'larına zarar verir.
(3) Geciktirilmişhassas T hücreleri: alerjide ve doku naklinde önemli olan kimyasallar salgılar.
(4) Baskılayıcı T hücreleri: Yardımcı T hücresi ve öldürücü T hücrelerinin faaliyetini, fagositozu ve antikor üretimini baskılar.
(5) Bellek T hücreleri: orijinal antijenleri tanır
Hücreler, insanlar gibi kendilerini koruma, akıllı davranma, taktik geliştirme ve tedbir alma gibi yeteneklere sahiptirler. Aralarında hayranlık uyandırıcı iş bölümü ve denetim vardır. Bu iş bölümü sayesinde düşmanı tespit eder, öldürür ve sonraki nesillere düşmanı tanıtabilirler. Yukarıda solda görülen öldürücü T hücresi tümörü tanır ve ona bağlanır. Daha sonra tümörün zarını delecek proteinler salgılar. Solda ise öldürücü T hücresinin salgıladığı proteinler tarafından delinen tümör görülüyor. Bu delik kısa bir süre içinde tümörün yok olmasına neden olacaktır.
Vücudun diğer hücrelerine sızan düşmanlar ise, öldürücü T hücreleri tarafından saptanıp ortadan kaldırılırlar. Burada hücrenin içine bir yabancının yerleştiğini haber veren ise, hücre içindeki görevli özel moleküllerdir. Hücrenin içine giren virüsün parçalarını yüzeye çıkararak T hücrelerini yardıma çağırırlar. Öldürücü T hücreleri, virüse çarpar ve virüsün istila ettiği hücreyi tümüyle yok ederler.50 Burada aslında virüsün yerleştiği hücrenin bir anlamda fedakarlığı da söz konusudur. Vücudu korumak pahasına öldürücü T hücrelerinin kendisini yok etmesini göze almaktadır.
Dikkat edilirse, bütün bu olup biten işlemlerde rastgele veya şuursuz tek bir aşama gerçekleşmemektedir. Hatta sergilenen olaylar, gözle görülmeyen bir hücreden asla beklenmeyecek üstün bir şuurun göstergesidir. Bahsettiğimiz tüm bu hareketlilik, milimetrik alanlar içinde, boyutları mikronlarla ölçülen tek hücreli canlıların birbirleri ile mücadeleleridir. Beyni, sinir sistemi, karar mekanizması olmayan bir hücreden akıl kullanmasını bekleyemeyeceğimize ve yapılan şuurlu işlemleri onun üstün yeteneklerine bağlayamayacağımıza göre, hayranlığı aklın tek sahibine yöneltmek gerektiği açıktır. Bu üstün gücün ve aklın sahibi, elbette herşeyi mükemmel yaratan Allah'tır.
T Hücreleri Savaşı Sona Erdiriyor…
1) aktif yardımcı T hücreleri lenfokin üretirler.
2) lenfokinler açığa çıkar
3) Lenfokinler, antijene bağlanan bazı T hücrelerine çoğalma emri verirler
4) Öldürücü T hücreleri hasarlı vücut hücrelerini tanır ve yok ederler.
5) Saldırı sakinleşince baskılayıcı T hücreleri hızla çoğalır ve savunma sisteminin durmasını hızlandırır.
6) Az sayıdaki T hücresi bellek hücresi olarak yaşamaya devam eder.
Hücresel savunma sistemi 3 aşamadan oluşur. T hücrelerinin harekete geçerek saldırması, bağışıklık sistemini baskılayıcı hücrelerin çoğalması ve bellek hücrelerinin ortaya çıkışı. Vücut aktif savunmayı tamamladıktan sonra artık geri çekilme zamanı gelmiştir. Bunun için baskılayıcı T hücreleri hızla çoğalmaya başlar ve savunma işleminin durmasını çabuklaştırır.
Yukarıda detaylarıyla bahsettiğimiz bu hareketlilik, vücudun olağanüstü şartlar altındaki durumunu göstermektedir. Eğer bu hareketlilik kontrolsüz bir biçimde sürüp giderse, yani hastalık sonrasında B hücreleri üremeye devam eder, T hücreleri oradan oraya koşturarak tüm savunma hücrelerini hareketlendirirse, kontrolsüz ve amaçsız bir savaş sürmüş olacaktır. Bu durum ise, sağlam hücrelerin de zarar görmesi, vücudun aşırı derecede bitkin düşmesi ve yıkımla sonuçlanacaktır. Bunu önlemek için, savaşın bittiği haberinin tüm bedene yayılması gerekir. İşte bu görev de yine bir başka kan hücresine; "baskılayıcı T hücresine" düşmektedir. Bu hücre, hareketli savunma hücrelerini sakinleştirerek bağışıklık sisteminin tekrar normal hale dönmesini sağlar. Baskılayıcı T hücreleri salgıladıkları maddelerle B hücrelerinin etkinliklerini yavaşlatırlar. Öldürücü T hücrelerinin savaşı durdurmalarını sağlarlar. Yardımcı T hücrelerinin sayısını azaltır ve bedeni sakinleştirirler.
Savaş artık bitmiştir. Ortada pek çok ölü hücre, bakteri artıkları ve enkazlar vardır. İşte bu aşamada devreye fagositler girer. Fagositler savaş alanına yayılır ve ne kadar artık ve ölü hücre varsa bunların tümünü temizler. Temizlik sırasında etrafta zarar görmüş dokulara da bir dizi ilk yardım uygular ve hasar görmüş bölümlerini yenilerler.
Savaş sonrasında T ve B hücrelerinin çoğu birkaç gün içinde ölürler. Geriye kalan küçük bir grup ise yaşamını uzunca bir süre sürdürür. Bu hücreler vücutta yaşanan olayların "şahitleridir" ve kendi nesillerinin devamı için hayatta kalmaları son derece önemlidir. Onlar savaşın başlamasına neden olan saldırganın "tanınma işaretini" yani antijenini tanımakta ve bu özelliklerinden dolayı artık savunma hücresi değil, "bellek hücresi" olarak anılmaktadırlar. Daha önce saldırmış olan bir virüse karşı kazanılmış olan "bağışıklık" bu bellek hücrelerinin sayesinde gerçekleşmektedir. Bellek hücresi vücuda istila amacı ile giren aynı hücreyi bir sonraki seferde kapıda karşılayacak ve güçlenmesine izin vermeden onun yok edilmesini sağlayacaktır.
Burada bahsettiğimiz iki düşman, birbirinden habersiz iki farklı hücredir. Bir tanesi vücudun içinde yaşar, diğeri ise dışarıdan gelen bir ziyaretçidir. Bu hücreler, birbirlerini "tanıma" gibi bir mekanizmaya nasıl sahip olabilirler? Bir hücre, tehlikeli gördüğü hücre ile ilgili bilgileri hangi kararla ve nasıl üzerinde taşır? Tüm diğer arkadaşları ölürken o neden ve nasıl hayatta kalır? Sayısız detayını gördüğümüz kusursuz savunma sisteminin rastgele gelişen olaylar, kontrolsüz ve kör tesadüflerle meydana gelebileceğine inanabilir misiniz? Bu kadar delil karşısında buna inanmak elbette olanaksızdır. Burada meydana gelen bilinçli olaylar, şuurlu bir insanın bile idare yeteneğini aşacak kadar kusursuz ve kontrollüdür. Bu durum bizi daima aynı gerçekle karşı karşıya getirir: Değil tesadüfi mutasyonlarla, bilinçli insanların müdahalesiyle bile oluşamayacak bu sistem açıkça yaratılış gerçeğini gösterir.
Herşeyi "ol" emri ile yaratan Allah, bu küçücük canlıları yoktan var etmiş, onlara mükemmel bir uyum ve düzen vermiş ve yapmaları gereken görevleri ilham etmiştir. İşte bu nedenle bu savunma hücresi vücudun düşmanını tanımakta, onu hafızasında tutmakta, onun sonraki nesillere zarar vermesini engellemek için nöbet beklemektedir. Allah'ın üstün bir ilimle yarattığı bu canlıların varlığı tek başına bir insanı imana yöneltmek için yeterli bir sebeptir ve Allah'ın Yüce kudretinin bir delilidir.
Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Şu halde hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi Allah'ındır. Göklerde ve yerde büyüklük O'nundur. O, Üstün ve Güçlüdür, Hüküm ve Hikmet sahibidir. (Casiye Suresi, 36-37)
1-Aktive olmuş kompleman aşama aşama patojenin zarına bağlanır ve zar saldırı kompleksini oluşturur.
2-Zar saldırı kompleksi ağzı hücrenin yok edilmesini sağlar.
Çok fazla çeşitte hücre tipine sahip olan beyaz kan hücreleri yani akyuvarlar, nefes almaya başladığınız andan itibaren sizler için zararlı olabilecek herşeyle savaşmaya programlanmışlardır. Sahip olduğunuz bu kusursuz mekanizmanın en küçük parçasının bile eksik olması, basit bir hastalıktan dolayı ölmenize neden olabilir.
Bedeninizde bu mükemmel mekanizmanın yanı sıra, siz hastalanmasanız da faaliyet halinde olan koruma görevlileri bulunmaktadır. Bu koruma görevlileri, sizin doğumunuzdan ölümünüze kadar vücuttaki "her hücreye" saldırmaya programlanmıştır. Bu gerçekten de şaşkınlık uyandırıcıdır, bedeni savunmak için var olmalarına rağmen, bedeni oluşturan tüm hücreleri düşman görürler. Bunların oluşturduğu sisteme "kompleman sistemi" adı verilir. Kompleman molekülleri 20 farklı proteinden oluşan moleküllerdir. Karaciğerde üretilir ve dolaşım sistemine oradan katılırlar. Normal şartlarda kanın içinde gelişigüzel ve etkisizce dolaşan hücrelerdir. Ancak uyarıldıklarında, aniden, gördükleri bütün hücreleri yok etme kararı alırlar.
Aldıkları bu uyarı tek bir kompleman hücresi kanalı ile vücuttaki sistemin tümüne yayılır. Uyarı ile vücutta dost düşman ayırımı yapmazlar. Bu nedenle vücudun kendi hücrelerine de bağlanıp onları yok etmeye de yönelebilirler. Ama vücut hücrelerini öldürmelerine izin yoktur. Çünkü vücut hücreleri, kendilerini koruma yeteneğine sahip oldukça akıllı hücrelerdir. Kompleman moleküllerini gördükleri anda "tanırlar". Kompleman molekülleri bedene ait hücrelere değer değmez, vücudun kendi hücreleri onları etkisiz hale getirir. Böylelikle vücut kendi askerleri tarafından vurulmamış olur. Vücuda girmiş olan yabancı organizmalar ise, hiç beklemedikleri bu koruma görevlilerinin mutlaka saldırısına uğrayacaklardır. Kompleman moleküllerinden bir tanesi yabancı organizmaya bağlandığında, şekil değişikliğine uğrar. Bunu, kompleman molekülünün sahip olduğu ilk proteinin bakteriye bağlanması izler. Daha sonra, kompleman sisteme ait diğer proteinler de bakteriye teker teker bağlanırlar ve kompleman avcıları, istilacı bakterinin yüzeyini sarmış olur. Kompleman sisteminin son elemanı ise hücre zarına saldırmakla sorumludur. Bu akıllı molekül, savunmasız kalmış bakterinin tek koruması olan hücre zarında bir delik açar.51 Saldırı sonrasında bakteri içine su alarak patlar. Bazen de kompleman molekülleri başka bir yöntem kullanırlar. Düşmanlarını ince bir zarla kaplar ve bu şekilde onları diğer yiyici hücreler için işaretlerler.
Kompleman hücreleri saldırgan hücrenin yüzeyinde delik açarak lezyona neden olur. Böylece saldırgan hücrenin zararı engellenmiş olur.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, insan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Bu akla, bedeni koruyan, savunan, yaşatan her organizma sahiptir. Bedene ait hücrelerin, kompleman saldırganlarını tanımaları şarttır. Yoksa tek bir saldırı, insan yaşamını sona erdirebilir. Bu güçlü korumaların her an görev başında olmaları gerekmektedir. Şimdi bir düşünelim:
İnsan bedenindeki bu kusursuz kompleman sisteminin varlığının kaç kişi farkındadır? Konunun uzmanı bilimadamları dışında söz konusu mekanizmayı tanıyanların sayısı kuşkusuz son derece sınırlıdır. Bu gerçeğe rağmen, istisnasız her insan bu mükemmel sistem ile donatılmış durumdadır. Bu sistem, her an hiç durmadan faaliyet halindedir. Çünkü onları Rabbimiz olan Allah yaratır ve onlara vücutta savaşma veya korunma bilgisini Allah verir. Nerede kime karşı mücadele edeceklerini onlara Allah ilham eder. Görevlerini Allah belirler ve sahip oldukları kusursuzluk Allah'ın onlara bir lütfudur. Ve siz, Allah dilediği için ve dilediği şekilde vücudunuza giren istilacılardan korunursunuz. Anlattığımız bu mükemmel sistem, her detayı ile, sonsuz kudret ve güce sahip olan Rabbimiz'in bir eseridir.
Vücut içindeki savaş her zaman zafer ile sonuçlanmayabilir. Kompleman moleküllerinden daha becerikli bakterilerin vücuda girmesi, bu moleküllerin tüm düzenini altüst edebilir. Bu durumda ortaya çıkan karşılıklı akıl gösterisi ise son derece hayret vericidir. Örneğin, akciğer enfeksiyonlarına neden olan pnömokok bakterileri, kendilerine saldıracak olan savaşçı molekülleri daha vücuda girmeden tanımaktadırlar. Onlara bu molekülleri tanıtan, her iki organizmanın da niteliklerini tanıyan, onları yaratmış olan, onları her an izleyen ve denetimi altında bulunduran Yüce Rabbimiz'dir. Vücuda enfeksiyon amacı ile giren bu bakteriler, kendilerini kompleman moleküllerine karşı tanınmaz yapan kaygan bir zarla kaplıdırlar. Bu sayede kompleman molekülleri, bu bakterilerin davetsiz ve zararlı misafirler olduğunu anlamayacaklardır.
İnsan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Vücudu korumakla görevlendirilmiş hücreler düşmanı tanıyıp yok edecek mükemmel sistemlerle donatılmışlardır.
Bakterinin bundan sonra vücutta dilediği gibi yoluna devam ettiğini zannedebilirsiniz. Oysa mükemmel bir mekanizmaya sahip olan insan bedeninde, birinci tuzaktan kurtulan yabancılar ikinci büyük engelle karşılaşacaklardır. Dev makrofajlar bakterinin tanınmasını engelleyen kaygan kılıfı yırtar, onu uzun kolları ile yakalayıp yerler. Bu yöntemi tercih etmediklerinde ise, bakterileri işaretleyen bir madde salgılarlar. Bakteriler işaretlenince, kompleman molekülleri ve diğer yiyici hücreler onları tanır ve yok ederler.52
Bütün bunlar, vücuda giren yabancı bakterinin de, vücut içinde onunla savaşan moleküllerin de tek bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu göstermektedir. Bakteriler, nasıl bir tehlikeyle karşılaşacaklarının açıkça farkındadırlar. Vücut hücreleri ise, vücuda girecek muhtemel bir bakteriye karşı, henüz onu tanımadan tedbir geliştirmişlerdir. Bu elbette herşeyi, bütün kainatın Sahibi ve mutlak surette Hükümdarı, Melik olan Allah'ın yarattığı gerçeğini gözler önüne sermek için vücudumuzda var edilmiş örneklerden bir tanesidir. Ayetlerde bu gerçeğe şu şekilde dikkat çekilir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların Malikine, İnsanların (gerçek) İlahına; (Nas Suresi, 1-3)
Hak Melik olan Allah pek Yücedir, O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Mü'minun Suresi, 116)
Henüz çaresi bulunamamış öldürücü bir hastalık olan AIDS ise saldırganın da savunucunun da tek bir Yaratıcının eseri olduğu gerçeğine bir başka önemli örnektir. Bu hastalığın sebebini oluşturan HIV virüsü, vücudun savunma mekanizmasına karşı planlanmış bir taktikle beraber vücuda girer. Daha önce görmediği bir bedende adeta kendisi ile kimin savaşacağını bilmektedir. İşte bu nedenle vücuda girdiği anda, diğer virüsler gibi herhangi bir hücrenin içine sızmaktansa, doğruca vücuttaki yabancıları yok edip bunu diğer savunma elemanlarına haber vermekle görevli olan "Haberci T" hücresinin içine girer. Hücreyi bozar ve onun tehlikeyi haber vermesine izin vermez. Elemanları hasar görmüş olan bağışıklık sistemi artık eskisi gibi işlevini göremez hale gelir. Bunun sonucunda vücut artık en basit bir grip mikrobu ile bile çarpışamayacak durumdadır. HIV virüsünün savunma sistemini yıkıcı etkisi nedeniyle, bir grip virüsü bile insanı öldürebilir.
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç etirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12) |
HIV virüsü, daha önce hiç bulunmadığı bir bedende kendisi ile kimin savaşacağını bilir. Bu nedenle vücuttaki hücrelere teker teker saldırmaktansa, kendisine savaş açacak olan savunma hücrelerinin içine girip yerleşir ve onları enfekte eder. Savunma elemanları hasar görmüş olan bir bağışıklık sistemi artık işlevini yitirmiştir.
Savunma sistemini oluşturan hücreler kompleks bir ağ ile birbirlerine bağımlı hareket ederler. Bunlardan bazıları tehlikeyi fark eder, bir kısmı ön durdurma harekatını başlatır, bir kısmı diğer savunma hücrelerine haber verir, bir kısmı asıl öldürücü darbeyi vurur, bir kısmı da gelecekteki tehlikelere karşı hatırlatıcı olarak bir kenarda bekler. Meydana gelen bu ağın sadece tek bir parçasını çıkarırsanız, artık savunma sisteminiz yoktur. Örneğin bu sistemden eğer yardımcı T hücrelerini çıkarırsanız, vücutta öldürücü hücrelerin bulunmasına rağmen bunlar tehlikenin farkına bile varmayacaklardır. B hücreleri ve öldürücü T hücrelerini çıkarırsanız, yardımcı T hücrelerinin tehlikeyi haber vereceği herhangi bir üst birim olmayacaktır. Bu sistemden Doğal Öldürücüleri çıkarırsanız, vücuda giren dirençli düşmanların ortadan kalkması mümkün olmayacak, tek bir güçlü bakteri bedenin felç olmasına neden olacaktır. Bellek hücrelerini çıkarırsanız, vücudun yabancı organizmalara karşı bağışıklığı olmayacak ve vücuttaki savunma hücreleri içeri giren aynı düşman ile defalarca savaşmak zorunda kalacaktır. Bu da kısa bir süre içinde savunma sisteminin güçsüz düşmesi anlamına gelecek, vücudu yeni hastalıklara açık hale getirirken, aynı zamanda sürekli aynı hastalıklara yakalanmamıza sebep olacaktır.
Dolayısıyla kan dolaşımının savunma sistemini oluşturan lökositler, "indirgenemez kompleksliktedir". Bunun anlamı şudur: Bu mekanizmadaki herhangi bir parçayı eksiltmeniz, devreden çıkarmanız mümkün değildir. Eğer parçalardan birisi eksilirse, sistemin hiçbir işlevi kalmayacaktır. Sistemin işlev görememesinin sonucu ise, basit bir nezle virüsünün bile kısa bir süre içinde ölüme sebep olmasıdır. Vücuda giren virüs, hiçbir engelle karşılaşmayacağı için dilediği hücreye yerleşecek ve dilediği kadar üreyecektir. Normal şartlarda vücut hücrelerinin üretimi son derece kontrollü bir biçimde denetlenir. Ancak virüsün kendi mekanizmasında buna benzer bir denetim olmadığından virüs, içine girdiği hücrenin imkanlarını kullanarak kısa sürede vücudu istila edecektir. Savunma sistemi "kemoterapi" gibi tedavi yöntemleri ile yok edilmiş olan kişilerin ve AIDS hastalarının her hastalığa son derece açık olmalarının nedeni budur.
Savunma sistemini meydana getiren tek bir elemanı devreden çıkarırsanız savunma sistemi işlev göremez hale gelir. Savunma sistemini oluşturan akyuvarlar indirgenemez kompleksliktedirler. Allah'ın yarattığı üstün eserlere muazzam bir örnek teşkil ederler.
Savunma hücreleri olmasa, vücuda bu savunmayı yapabilecek bir sistemin dahil edilmesi şarttır. Eğer bu mümkün değilse sonuç kaçınılmaz olarak ölümdür. Lösemi hastalığı da savunma hücrelerinin deformasyonundan kaynaklanan AIDS gibi öldürücü bir hastalıktır. Bu hastalıkta kandaki lökositlerin şekilleri anormalleşir ve farklılaşır. Farklı şekildeki lökositler artık görevlerini yapamazlar ve bu durum, genel savunma mekanizmasının geri kalmasına neden olur. Hemen bütün lösemilerde kontrolsüz çoğalan hücreler çevredeki dokulara yayılır ve bunların imkanlarını kullanırlar. Bu nedenle dokular kısa bir süre içinde eski fonksiyonlarını yerine getiremeyerek bozulurlar.
Lösemili dokuların büyük bir hızla yeni hücreler üretmeye başlaması, vücut sıvılarında çok fazla miktarda besin maddesine, özellikle amino asit ve vitaminlere gereksinim doğurur. Bunun sonucunda vücudun enerjisi gitgide azalır. Aşırı amino asit kullanımı normal vücut proteinlerinin tükenmesine neden olur. Böylece lösemili dokular büyür ve diğer dokular zayıflar. Sistemin bu şekilde devam etmesi bile kısa bir süre içinde ölüme neden olabilir.53 Hastanın iyileşmesinin en etkili yolu, kendisine sağlam ve sağlıklı kan hücreleri üretebilecek yeni bir kemik iliğidir.
Görüldüğü gibi, sistemin evrimle ortaya çıkmış olması mümkün değildir, çünkü ancak tüm unsurlarıyla birlikte çalıştığında işe yaramaktadır. Bu sistem, tüm özellikleri ile birlikte yaratılmış olan ve tüm parçaların birarada koordinasyonu ile işleyen bir mükemmellik örneğidir. İşte bu nedenle önemli bir yaratılış delilidir. Allah'ın yaratmasındaki kusursuzluk bir kez daha karşımızdadır. Bir ayette Allah yaratılış gerçeğini şu şekilde bildirir:
Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Şu halde, O'nun dışında olanların yarattıklarını Bana gösterin. Hayır, zulmedenler, açıkça bir sapıklık içindedirler. (Lokman Suresi, 11)