Çoğu zaman bedeninizde sizi yaşatmak için büyük bir çaba sarf edildiğini fark etmezsiniz. Siz; çalışır, yorulur, uyur, yemek yer veya spor yaparken, içinizdeki hummalı çalışma hiç durmadan devam eder. Sizi yaşatmak için programlanmış moleküller, size fark ettirmeden, hata yapmadan, sıkılmadan, dinlenmeden görev başındadırlar.
Kana kırmızı rengini veren hemoglobin, insan bedenini oluşturan sayısız molekülden sadece bir tanesidir. Görevi ise hayatidir: Vücudun her hücresini o yaşatır. Vücudun yaşamasını sağlayan oksijen onun sayesinde dağılır, vücuttan atılması gereken karbondioksit onun sayesinde toplanır. Yaşamamız için sırf nefes alıp vermemiz yeterli değildir. Bedende saniyeler içinde gelişen bir hareketlenme ile alınan oksijenin yaklaşık 100 trilyon hücreye teker teker dağıtılması, dışarıya verilecek karbondioksitin ise teker teker toplanması gerekmektedir. Hayatta kalabilmemiz, tümüyle kompleks olan bu mikro sistemin faaliyetine bağlıdır. Yeryüzünde yapılan hiçbir bilimsel çalışma, hemoglobin gibi oksijen taşıyabilen bir mekanizmanın geliştirilmesini sağlayamamıştır.
O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. (Rum Suresi, 19) |
Hemoglobin, kendine has özelliklere sahip, olağanüstü kompleks bir moleküldür. Bu kompleks molekül de, tüm özellikleriyle, herşeyi bilen, herşeye gücü yeten Hayy (diri) olan Allah'ın bir mucizesidir. Bu büyük mucizenin özelliklerini incelerken, Allah'ın birbirinden muhteşem eserler yaratmaya kadir olduğu ve bu eserleri her insanda eksiksiz olarak var ettiği gerçeğini sürekli akılda tutmak gerekmektedir. Bu gerçeği görmek, Allah'a şükredip O'nu yüceltmenin en önemli yollarından biridir. Allah bir ayette şu şekilde buyurmuştur:
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi'ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun. (Mümin Suresi, 65)
Bilim adamlarının "olağanüstü bir molekül" tanımı, hemoglobinin birbirinden farklı işleri aynı anda yapabilmesinden kaynaklanmaktadır. Hemoglobin, akciğerlerdeki kılcal damarlardan geçerken etrafındaki milyonlarca molekül içinden oksijeni seçer. Yöntemi ise son derece akılcı, bir o kadar da şaşırtıcıdır. Hemoglobin, oksijen atomlarını kendine has yöntemi ile adeta "yakalar". Ancak bu işlemin çok hassas bir şekilde yapılması gerekmektedir, çünkü oksijen bağlandığı molekülleri okside etme özelliğine sahiptir. Oksidasyon ise söz konusu molekülün tüm işlevlerini yitirmesine neden olan bir tür zehirlenmedir.
Hemoglobin, oksijenin beraberinde getireceği bu tehlikeye karşı Allah'ın yarattığı mükemmel bir sistemle var edilmiştir: Hemoglobin oksijeni taşırken ona tam olarak bağlanmaz, oksijeni tıpkı bir maşa ile tutar gibi bir ucundan yakalar ve götüreceği yere kadar bu şekilde taşır. Bu kuşkusuz son derece tedbirli bir yöntemdir. Yüce Allah, oksijenin oksidasyon özelliği ile bu önemli tedbiri birlikte yaratmıştır. Kuşkusuz bu uyuma ön yargısız bir biçimde bakanlar, buradaki mükemmelliği açıkça görebilirler. Hemoglobinin, oksijendeki tehlikeyi keşfederek bir tedbir geliştirmek, deneyip yanılarak ona göre sistem belirlemek gibi bir imkanı yoktur. Herşeyden önce bahsettiğimiz yalnızca bir moleküldür. Bu önemli tedbir, tüm kompleksliği ile, hemoglobinin ilk ortaya çıktığı anda, hemoglobin ile birlikte yaratılmıştır. Hemoglobinin oksijeni yakalamasını sağlayan biyokimyasal detaylar ise, böyle bir mekanizmanın tesadüf eseri meydana gelemeyeceğini açıkça sergiler niteliktedir.
Hemoglobin, Oksijeni Taşımak İçin
Gerekli Önlemlerle Birlikte Yaratılmıştır
Hemoglobin molekülündeki 4 hem grubu oksijeni yakalayıp taşımakla görevlidir. Oksijensizken birbirine paralel durumda olan bu hem grupları, oksijene bağlandıklarında paralel şekillerini kaybedip, çarpılıp bükülmeye başlarlar. Bunun nedeni oksijenlerin birbirlerine yaklaşarak demir iyonları arasında oksijen köprülerinin oluşmasını engellemektir. Bu önlem son derece önemlidir. Bu tedbir sayesinde iki hemoglobin molekülünün oksitlenerek bozulması önlenmiş olmaktadır. Her kırmızı kan hücresindeki yaklaşık 270 milyon hemoglobin, bu önemli tedbiri sürekli olarak almaktadır.
Hemoglobin molekülünde dört zincirden oluşmuş globin adı verilen bir protein bulunmaktadır. Her globin, "hem grubu" adı verilen bir başka moleküle bağlıdır. Hem grupları, oksijenin hemoglobine bağlanmasında son derece önemlidirler. Hem gruplarının her biri birer demir iyonu taşır. Bu durumda karşımıza, dört hem grubunun sahip olduğu dört demir iyonu çıkar. Aslında akciğerlerdeki oksijeni kendisine bağlayan ve bunu dokularda serbest bırakan daima bu demir iyonlarıdır. Ancak globinin de bu işlemde son derece önemli bir rolü vardır. Globinin şekli, birazdan inceleyeceğimiz gibi önemli bir kontrol mekanizması ve eşsiz bir yaratılış harikasıdır. Ayrıca bu molekülün amino asit dizilimindeki en küçük bir değişiklik, hemoglobinin oksijen taşıma kabiliyetini tümüyle değiştirmektedir.
Hemoglobin, beraberinde taşıdığı azotmonoksit sayesinde hangi dokuya ne kadar oksijen vereceğini bilmektedir. Hemoglobinin taşıdığı azotmonoksit, vücuttaki kan basıncının sabit kalmasını sağlamaktadır. Dokulara hangi miktarda oksijen dağıtılması gerektiği, kan basıncının sabitliği ile sağlanır.
Kanın özelliklerini anlatmaya başlarken, her ayrıntının birbirinden farklı ve kompleks detaylar içermekte olduğunu belirtmiştik. Sistemin küçük parçalarına doğru inildikçe, bu komplekslik ve çeşitliliğin daha da artmakta olduğuna dikkat çekmiştik. Allah'ın bu gibi detaylar ve komplekslikler yaratması, sistemin işleyebilmesi için bunların varlığını zorunlu kılması, yaratılış gerçeğini kabullenmek istemeyenleri açıklamasız bırakır. Bu gibi örnekler Allah'a iman edenlerin ise inançlarını güçlendirir. Verdiğimiz tüm bu teknik detaylar, bu kompleksliği daha ayrıntılı gözler önüne serdiği için, inkarcıları daha fazla şüphe içinde bırakmakta, iman edenler için de güven ve kararlılık vesilesi olmaktadır.
Sistemin detaylarını incelemeye devam ettiğimizde globinin, demirin oksijen alımını kontrol altında tutan özel bir şekle sahip olduğunu görürüz. Hemoglobin molekülündeki dört hem, normal şartlarda birbirlerine paralel, globin molekülüne ise dikey durumdadır. Ancak hem grupları kendilerine oksijen bağladıklarında, bu paralellik kaybolur. Paralelliğin kaybolma sebebi hem gruplarının birbirlerinden mümkün olduğunca uzaklaşmasıdır. Kendisine oksijen atomu bağlayan hem gruplarından bir tanesi, bu bağlanmanın ardından öyle çarpılır ve bükülür ki, kendisinden sonra gelen diğer grubun da çarpılmasına neden olur. Böylece ikinci hem, daha kolay oksijen bağlayabilmekte ve bu bağlanmalar sırasında demirler arasında oluşabilecek bir oksijen köprüsünün kurulması önlenmiş olmaktadır. Eğer hemlerin birbirine paralelliği nedeni ile oksijen atomları arasında köprüler oluşmuş olsaydı, iki değerli hemoglobin molekülü oksitlenerek bozulacaktı.24
Bu durumu bir çubuğa asılı bıraktığımız dört ayrı mıknatısa benzetebiliriz. Mıknatıslar aynı kutuplara sahip olduklarından birbirlerini iteceklerdir. Birbirine yaklaşan her mıknatıs parçasının diğerini ittiğini düşünürsek, birbirinden uzaklaşmaya çalışan ve bu nedenle de şekilden şekile giren mıknatıslarla karşılaşırız. İşte demir iyonları da oksijene bağlandıklarında, tıpkı aynı yüklere sahip mıknatıslar gibi hareket eder ve mümkün olduğunca birbirlerinden uzaklaşmaya çalışırlar. Burada mıknatısların asılı olduğu çubuk, globin molekülleri, hareketlerini sağlayan unsur yani mıknatısların asılı olduğu "ip" hem grupları, mıknatıslar da oksijenlerdir. Hemoglobinin 4 ayrı oksijen molekülüne bağlanması vücudun oksijen ihtiyacını karşılamak üzere meydana getirilmiş özel bir yaratılıştır.
Yandaki şemada kılcal damarla doku arasındaki gaz alışverişi gösterilmektedir. Kılcal damarın arteriyole bağlandığı noktada kan basıncı, ozmotik basınçtan daha yüksektir ve bu nedenle su, oksijen, amino asitler ve glikoz kan dolaşımından ayrılmaya eğilim gösterirler. Kılcal damarın toplardamara bağlandığı noktada ise bu durumun tam tersi olarak ozmotik basınç, kan basıncından daha yüksektir. Bu nedenle de su, karbondioksit ve diğer atık moleküller kan dolaşımına dahil olurlar. Basınç farklarından oluşan bu mükemmel yaratılış, oksijen ve besinlerin tüm vücuda dağılmasını sağlar.
Her kırmızı kan hücresinin ortalama 270 milyon hemoglobin molekülü taşıdığı göz önüne alındığında, vücutta oksijen dağıtımının ne kadar gelişmiş bir boyutta olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu mükemmel dağıtımın yukarıda anlattığımız özel yaratlışa sahip olması da, son derece önemlidir. Söz konusu moleküller, sanki oksijenin beraberinde getireceği tehlikeyi hesap edebilir, buna göre birbirlerinden uzaklaşmaları gerektiğini bilir gibi davranırlar. Daha da önemlisi, yeryüzündeki her insan vücudunda trilyonlarca molekülde aynı tedbir mutlaka alınmıştır. Çünkü onlar, Allah'ın yarattığı ve her an kontrolünde tuttuğu yaratılış örnekleridir. Her biri Allah'ın, "hükmünü yerine getiren" anlamına gelen Kadi sıfatının tecellileridir. Ve bu nedenle yeryüzündeki her yaratılış örneği gibi, Allah'ın varlığını, sonsuz gücünü ve ilmini bize tanıtırlar. Rabbimiz'in üstün ilmi Kuran'da şu şekilde bildirilir:
İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 6-7)
Bu taşıma serüveninde hemoglobin ile oksijen arasında gerçekten de son derece zayıf bir bağ meydana gelmiştir ve bu bağ herhangi bir durumda hemen kopmaya hazırdır. Bu zayıf bağın, bir başka yaratılış harikası olduğu gerçeği ise bir sonraki aşamada karşımıza çıkar. Gerekli dokulara oksijenin bırakılabilmesi için iki molekülün kolayca birbirlerinden ayrılmaları gerekmektedir. Aradaki zayıf bağ, bu işlemi kolaylaştırmaktadır. Eğer arada sağlam bir bağ meydana gelseydi, oksijen molekülü vücutta taşınmasına rağmen dokularda bırakılamayacak, oksijen yüklü alyuvarlar dokuların yanından geçip gidecekti. Bu ise bizim için mutlak bir ölüm demektir.
Alyuvarların Mükemmel Mekanizmalarından Biri: Haldane Etkisi
Hemoglobin hem yapısı hem de görevleri itibariyle son derece özel bir moleküldür. Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bağ ile bağlanıp, onu dokulara taşımasını, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp oksijeni akciğerde yeniden bırakmasını sağlayan çok özel yapısına ilk andan itibaren sahip olmasaydı kan dolaşımı mümkün olmazdı. Kuşkusuz hemoglobin de, kan dolaşım sisteminin diğer elemanları ile birlikte aynı anda yaratılmıştır. Bir diğer deyişle, kan dolaşımının kökeni evrim değildir. Bu sistem Rabbimiz'in üstün yaratışının delillerinden sadece bir tanesidir.
Zayıf bağın oluşup kırılma oranı da ince bir düzenle belirlenmiştir. Oksijen molekülünün hemoglobine bağlanmasını sağlayan ortam, yüksek oksijen basıncıdır. Vücutta oksijen basıncı düştüğünde oksijen ve hemoglobin arasında meydana gelmiş olan zayıf bağ kırılır ve oksijen hemoglobinden ayrılır. İşte bu mekanizma akciğerlerden dokulara oksijen taşınmasının temelini oluşturmaktadır.25 Vücutta böyle bir mekanizmanın hiç kesintiye uğramadan işliyor olması gerekmektedir. Eğer oksijen basıncı ihtiyaç duyulan zamanda ve ihtiyaç duyulan yerde düşmezse, dokular hiçbir zaman nefes alamazlar. Oksijensiz bir doku ise varlığını uzun süre devam ettiremeyecektir.
Aynı durum kan basıncı için de geçerlidir. Hemoglobinin bir dokuya ne kadar oksijen vereceğini belirlemesi, ancak bir kan basıncı sabitliği söz konusu olduğunda mümkün olabilmektedir. Kandaki bu basıncın sabit durabilmesi ise hemoglobin molekülünün oksijen ve karbondioksit dışında taşıdığı bir başka molekül ile mümkün olur: Azotmonoksit. Eğer hemoglobin beraberinde azotmonoksit taşımıyor olsaydı, kan basıncı sürekli olarak değişim gösterecek ve gerekli dokulara gerekli miktarda oksijen verilmemesi ya da aşırı oksijen verilmesi durumu ortaya çıkacaktı.26 Bu durumda da dokular ya yanacak ya da oksijensizlikten öleceklerdi.
Hemoglobin molekülü ile ilgili şimdiye kadar verdiğimiz tüm bilgiler onun yaşam için özel yaratılmış bir yapı olduğunu açıkça doğrulamaktadır. Bu molekül, canlıların yeryüzündeki gelişimini tümüyle rastlantılara bağlayan Darwinistler için önemli bir sorun teşkil etmektedir. Eğer Darwinistler hemoglobinin rastlantıya dayalı mutasyonların bir eseri olduğu iddiasında ısrar edeceklerse; vücudun içinde, oksijen ile son derece hassas bir kimyasal uyuma sahip olan hemoglobin adlı molekülün genetik bilgisinin nasıl ortaya çıktığını ve bu genetik bilgi var olmadan önce, kan dolaşımlı canlıların nasıl solunum yaptıklarını, oksijeni nasıl dokulara taşıdıklarını açıklamalıdırlar.
Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz. (Mearic Suresi, 40) |
Unutmamak gerekir ki, hemoglobinin varlığı kan dolaşımı için zorunludur ve oksijen soluyarak yaşayan hiçbir organizma, bu molekülün rastlantısal mutasyonlarla oluşmasını ve zaman içinde mükemmelleşmesini bekleyemez. Eğer hemoglobin, oksijene zayıf bir bağla bağlanacak ve böylece onu dokulara taşıyacak, sonra da dokulardaki atık maddeyi toplayıp bunu akciğerde yeniden bırakacak olan çok özel yapısına ilk andan itibaren sahip olmasaydı, kan dolaşımı mümkün olmazdı. Bu da bizlere kan dolaşımının, kalp, damar ağı, kan sıvısı gibi zaten kendi içinde son derece kompleks olan dokuların yanında, hemoglobin gibi özel moleküllerle birlikte bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmış olması gerektiğini gösterir. Bir diğer ifadeyle kan dolaşımının kökeni evrim değil, yaratılıştır.
Canlılar alemi içinde 'nasıl' ve 'neden' sorularına verilebilecek her cevap, açıkça yaratılış gerçeğinin birer izahı olacaktır. Bundan dolayıdır ki, Darwinistler, yaşamın kompleks yapısının nasıl ortaya çıktığı sorusuna hiçbir zaman cevap getirememektedirler. Karşılarına çıkan her eser, istediğini istediği gibi yapmaya gücü yeten, Kadir olan Allah'ın yaratmasıdır. Kuran'da bu gerçek şu şekilde bildirilir:
Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz. (Mearic Suresi, 40)
Haldane etkisi, dokularda oksijen ihtiyacı oluştuğunda, hemoglobinin oksijenden ayrışıp daha fazla karbondioksite tutunmasını sağlar. Aynı kimyasal etki, akciğerlerde tam tersi bir etki göstermektedir. Bu etki ile hemoglobinin oksijen ve karbondioksit alışverişi yaptığı noktalar mükemmel bir hassasiyetle belirlenmiş olur.
Hemoglobin ile ilgili olarak Darwinistleri açmaza sokan, sadece hemoglobinin oksijen taşıma özelliği değildir. Hemoglobin aynı zamanda verdiğimiz nefes ile dışarı attığımız karbondioksiti de hücrelerden teker teker toplama yeteneğine sahiptir.
Karbondioksitin kanda taşınması oksijen kadar riskli değildir. İşte bu nedenle karbondioksit kanda oksijenden çok daha büyük miktarlarda taşınabilir. Dinlenme sırasında 100 ml kan, dokulardan akciğerlere ortalama 4 ml karbondioksit taşır. Oksijen taşıyan hemoglobin kana parlak kırmızı rengini verirken, karbondioksiti akciğerlere geri döndüren hemoglobin parlaklığını kaybeder ve koyu kırmızı, mora yakın bir renk alır. Deri yüzeyindeki damarların koyu renk görünmesinin nedeni işte budur.
Karbondioksit, kan içinde genellikle karbonik asik formunda taşınır. Sadece ortalama %5'lik bir kısmı hemoglobine bağlanarak akciğerlere iletilmektedir. Karbondioksidin %10'luk bir kısmı ise çözünmüş gaz halindedir.
Karbondioksit, hemoglobine oldukça zayıf bir bağ ile bağlanır. Serbest kalıp hemoglobinden uzaklaşması aşamasında ise devreye giren faktör yine oksijendir. Haldane etkisi dediğimiz bu kimyasal olayda, karbondioksitten daha kuvvetli bir asit olan oksijen hemoglobine bağlanır ve karbondioksitin kandan uzaklaşmasını sağlar. Haldane etkisi, dokularda oksijen ihtiyacı baş gösterdiğinde, hemoglobinin oksijenden ayrışıp daha fazla karbondioksite tutunmasını sağlarken, aynı kimyasal etki akciğerlerde tam tersi etki göstermektedir. Oksijen miktarının daha fazla olduğu akciğerlerde, güçlü asit etkisi ile oksijen hemoglobine bağlanmakta ustaca davranır ve karbondioksit, çıkış kapısına geldiğinde, "mecburen" bağlı olduğu hemoglobinden ayrılmak zorunda kalır.27
Bahsettiğimiz bu işlem, son derece kompleks kimyasal bir olaydır. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta ise, hemoglobinin oksijen ve karbondioksit alışverişini yaptığı noktaların mükemmel bir hassasiyetle belirlenmiş olmasıdır. Hemoglobin, dokularda oksijeni bırakmalı ve karbondioksiti yüklenmelidir, karbondioksitin çıkış yeri olan akciğerlerde ise söz konusu alışverişin tersi yapılmalıdır. Bu değişim, bedenin hiçbir zaman bir başka noktasında gerçekleşmez. Bu dönüşüm sistemini sağlayan kimyasal dengenin, kan dolaşımıyla aynı anda ortaya çıkmış olması ise zorunludur, zaman içinde, rastlantısal mutasyonlarla, kademe kademe evrimleşmesi mümkün değildir.
Kimi zaman da kandaki hemoglobin genellikle dış etkilerle oluşan karbonmonoksite bağlanır. Karbonmonoksit zehirlenmesi adı verilen olay işte budur. Hava gazı, kömür gazı veya egzozdan çıkan gazların havaya karbonmonoksit olarak karışmasının ardından vücuda alınan bu gaz kandaki hemoglobine bağlanır. Böylece hemoglobine bağlı veya bağlanacak olan oksijenin yerine geçer. Hemoglobinin karbonmonoksite ilgisi ise oksijene olan ilgisinden daha fazladır. Hemoglobin karbonmonoksite 500 kez daha sıkı bağlanır ve bu durum oksijen eksikliğinden ölüme neden olabilir.28
Hemoglobinde bulunan ve oksijenin taşınması işleminde büyük bir payı olan demir, Allah'ın yarattığı büyük mucizelerden bir tanesidir. Çeşitli yollarla vücuda ve doğruca ince bağırsağa alınan demir bir globin proteinine bağlanarak kan plazmasına doğru hareket eder. Burada demiri taşıyan moleküle "apotransferrin" adı verilir. Demir globin molekülüne serbest olarak bağlanmıştır ve vücudun herhangi bir yerinde, herhangi bir dokunun hücrelerinde serbest kalabilir. Demirin hücreler tarafından alımının kontrolü büyük ölçüde demir taşıyan molekül olan apotransferrine aittir. Apotransferrin, kanda sadece demiri taşımakla kalmaz, aynı zamanda hücre içine girerek bu molekülü gerekli bölgeye bırakır. Vücut demire doymuş duruma geldikten sonra, karaciğer daha az miktarlarda apotransferrin üretmektedir. Bir başka deyişle, karaciğer vücudun ihtiyacını belirler ve ihtiyaca göre bir üretim yapar. Böylece vücut içinde demirin taşınma işlemi azalır.29
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2) |
Bu durumda vücut içinde oldukça düzenli bir haberleşme sisteminin olduğuna bir kez daha şahit oluruz. Demirin vücutta fazla miktarda yayılması son derece ciddi rahatsızlıkları da beraberinde getirecektir. Ancak Allah'ın bir nimet olarak yarattığı söz konusu kontrol mekanizması ile üretimin hangi miktarda yapılması gerektiği adeta bellidir. Her an vücutta bu hassas ölçüm yapılır ve yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin hangi miktarda demire ihtiyacı olduğu belirlenir. İhtiyaca göre yapılan üretim aynı zamanda bir nevi tasarruftur.
Demirin vücuttaki emilim hızı oldukça yavaştır. Maksimum hız, günde ancak birkaç miligramdır. Bu demektir ki, besinlerle aşırı miktarda demir alınsa bile bunun yalnızca az bir bölümü vücutta kullanılacaktır.
Karaciğer Hücresi
Vücuda alınan demirin oldukça az bir miktarı kullanılır. Ancak vücut için son derece önemli olan bu özel malzemenin geri kalanı hiçbir zaman israf edilmez. Vücuttaki fazla demir iyonları, sonra kullanılması gerektiği bilinircesine, vücuttaki bazı hücreler tarafından depo edilir. Depo görevi yapan bu hücrelerden biri de karaciğer hücresidir. Karaciğer hücreleri adeta bir fabrikanın depolama bölümü gibi çalışarak vücuttaki fazla demiri ileride kullanılmak üzere depolarlar.
Ancak geri kalan miktar israf edilmez. Kanda dolaşan demire artık vücudun ihtiyacı yoksa, bu durumda fazla demir iyonları daha sonra kullanılmak üzere saklanır. Vücuttaki bütün hücreler, özellikle karaciğer hücreleri, adeta daha sonra kullanılacağını bilircesine, söz konusu fazla demiri kendi içlerinde depo ederler. Böyle bir depolama işleminden hücrelerin haberdar olması ise son derece önemlidir. Hiçbir hücre, kendisine gelen demiri başıboş ve kontrolsüz olarak kullanmaz. Hiçbir hücre, diğerlerinden farklı bir karar vererek demir iyonlarını bir kenara atmaz. Ellerinde çok değerli bir hazine sakladıklarının farkında gibi hareket ederler. Bu gerçek bize gösterir ki, hücreler içinde kusursuz bir planlama vardır. Söz konusu bu plan, sürekli olarak kontrol altında tutulmaktadır. Açıktır ki, bu plan ve kontrol, herşeyi idare edip ayakta tutan, Kaim olan Allah'a aittir. Bu harika sistemdeki kusursuzluğun sebebi budur.
Allah'ın Zatını görmemiz kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak akıllı ve vicdanlı bir insan, çevresindeki bu gibi yaratılış örneklerine bakarak Allah'ın mutlak ve Yüce varlığını hemen görüp anlayabilir. Allah'ın mutlak varlığına ilişkin delliler, tüm açıklığıyla gözler önündedir. Rabbimiz, Kendi üstün sanatını bir ayette şu şekilde tarif eder:
O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
24- Mutahhar Yenson, İnsan Biyokimyası, Beta Basım Yayın Dağıtım, sf. 484
25- Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 709
26- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, Sayı 363, sf. 61
27- www.library.uthscsa.edu/ms2/ICS/Respiratory/Note%20Cards/ICS-%20Acute%20Respiratory%20Failure.ppt; Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 716
28- Mutahhar Yenson, İnsan Biyokimyası, Beta Basım, Yayın, Dağıtım, sf. 486
29- Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 66-67-68