Yediğiniz lezzetli bir yemek, soluduğunuz hava, içinde bulunduğunuz ortam, tokalaştığınız insanlar sizinle ne kadar fazla yabancı maddeyi buluşturur farkında mısınız? Kimi zaman içtiğiniz suda bile sizi hasta edebilecek mikroplar, ne zaman harekete geçeceği belli olmayan tehlikeli virüsler vardır. Ancak gün içinde defalarca vücudunuza giren bu zararlı maddelerin varlığını anlamazsınız bile. Bunun nedeni size zararlı şeyleri tespit edip yok etmekle özel olarak görevlendirilmiş bir ordunun varlığıdır. Allah'ın insanlar için büyük bir nimet olarak yarattığı ve dünyada eşi benzeri olmayan bu üstün savunma ordusu, damarlarınızın içinde sürekli olarak devriye gezmektedir.
Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka Veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 107) |
Akyuvarlar ya da diğer adı ile lökositler, beyaz kan hücreleridir. Normal şartlarda ortalama 1 mm3 kanda 6-10 bin arasında akyuvar bulunmaktadır. Dolaşım içinde ortalama 500 alyuvara karşılık bir tek akyuvar bulunur. Eğer dolaşımdaki tüm akyuvarlar biraraya toplanabilseler, bir kahve fincanını ancak doldurabilirler.37 Ancak vücutta bir enfeksiyon başgösterdiğinde akyuvarların sayısı 1 mm3 kanda 30 bine kadar yükselebilmektedir.38
Bu hücreler savaşçı hücrelerdir. Vücuda giren her türlü yabancı maddeyi tanır ve onlarla savaşırlar. Bir kısmı doğrudan mikroplarla savaşırken, bir kısmı da yabancı molekülleri ve mikropları tanıyarak sistemi uyarır.
Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri şeylerden Yüce'dir. (Enbiya Suresi, 22) |
Akyuvarlar kemik iliğinde üretilir ve orada yaşarlar. Kemik iliğinin üretim hızı saniyede 1.2 milyon akyuvar hücresidir. Bu miktar bir ömür boyunca yarım ton akyuvar anlamına gelmektedir.39 Kemik iliği, adeta bir sığınak veya bir depodur akyuvarlar için. Kanda bir miktar akyuvar hücresi hazır bulunmaktadır. Kemik iliğindeki akyuvar hücreleri ise, ancak bir tehlike durumu söz konusu olduğunda dolaşıma katılırlar. Onlar için kan, vücudun her yerine hareket edebilecekleri eşsiz bir ulaşım aracıdır. Kan yolu ile vücuda girmiş olan mikroplar yol boyunca yok edilir, dokulara sızmış olanlar da akyuvarların uğradıkları dokular boyunca ortadan kaldırılırlar.
Bir akyuvarın kalpten başa gidip gelmesi yaklaşık 10 saniye, ayak başparmağına yani vücudun kalpten en uzak bölgesine ulaşıp dönmesi ise yaklaşık bir dakika sürer. Tek bir akyuvar hücresinin bir gün içinde vücutta yaptığı tur ise, 1000'den fazladır.40 Akyuvarlar, çekirdekli ve renksiz hücrelerdir ancak çekirdekli olmalarına rağmen dolaşıma katıldıktan sonra bölünme yeteneklerini kaybederler. Amaçları artık bölünmek değil, savaşmaktır. Dolaşıma katılmalarının ardından ömürleri kanda 3-4 saat, dokularda ise 3-4 gündür.41 Allah'ın, vücudu korumak için özel olarak yarattığı bu savaşçılar 3-4 gün içinde, tehlike durumunu ortadan kaldırırlar.
Ciddi enfeksiyon durumlarında akyuvarların yaşam süresi genellikle birkaç saate kadar düşer. Çünkü bu hücreler hızla hasar alan bölgeye ilerler, burada görevlerini yerine getirir ve işleri bittiğinde son derece yorgun düşmüş olduklarından kısa sürede ölürler. Ama bu sırada enfeksiyonun ortadan kaldırılabilmesi için kemik iliğinde üretim devam etmektedir. Vücutta bir enfeksiyon durumu olmadığında da, akyuvarlar başıboş değildirler. Vücudu düşmanlardan korumasalar da yapacak çok önemli bir işleri vardır. Akyuvarlar, vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birini günde birkaç defa kontrol edecek şekilde devriye gezerler. Bu devriye sırasında hastalıklı ve yaşlanmış hücreleri tespit edip yok ederler. Hatta yaşlanmış ve görev yapamayacak olan akyuvar hücreleri de diğer akyuvarlar tarafından ortadan kaldırılır.
Akyuvar kavramı, aslında tek tip bir hücreyi temsil etmemektedir. Genel anlamda akyuvarları oluşturan hücreler, büyüklüklerine ve çekirdekli olup olmadıklarına göre beşe ayrılırlar. Bunlar; lenfositler (T ve B), monositler, nötrofiller, özonofiller ve bazofillerdir. Bu hücrelerin aralarındaki iş dağılımı ise gerçek anlamda kusursuzdur.
Birçok insan sistemin kusursuzluğunun bir gereği olarak kanda pıhtı oluşumunun vücuda getirebileceği risklerden genelde habersiz yaşar. Oysa birazdan detaylarına değineceğimiz gibi kanın pıhtılaşması işlemi, benzersiz, kusursuz ve hayat kurtarıcı bir sistem olmasının yanında, yanlış işleyip vücut içinde pıhtı oluşturduğu takdirde insan yaşamı için büyük bir tehlike oluşturabilecek bir sistemdir.
Kan, dışarıya çıkıp hava ile birleştiği anda pıhtılaşmaya başlar. Bu, bizim hayatımızı kurtaran mükemmel bir sistemdir. Ancak kan, eğer dışarıda olduğu gibi gezdiği damarlar içinde de pıhtılaşırsa, işte bu durum yaşamı çok kısa bir sürede sona erdirebilir. Bunun için küçücük bir kan pıhtısının, kalbe giden damarlardan bir tanesini tıkaması yeterlidir. İşte bu tehlike, bazofiller tarafından ortadan kaldırılmaktadır.
100 Trilyon Hücreyi Koruyan Akyuvarlar
Genel anlamda akyuvarlar adını verdiğimiz savunma hücreleri aslında farklı görevlere sahip çeşitli askerlerden oluşmuştur. Yukarıdaki şemada görülen mükemmel iş bölümü ile her savunma hücresi, nerede hangi görevi yerine getirmesi gerektiğini bilir. Allah'ın insanlar için bir nimet olarak yarattığı bu sistem sayesinde vücudun savunması son derece hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleşmektedir.
Bazofiller kana "heparin" adı verilen bir madde bırakırlar. Bu özel madde, kanın damarların içinde iken pıhtılaşmasını önler. Bir başka deyişle, vücutta meydana gelebilecek muhtemel bir tehlike, daha tehlike ortaya çıkmadan alınan bir önlem ile giderilmektedir. İşte bu, insan vücudunu incelerken sürekli olarak karşılaştığımız önemli bir gerçektir. Tedbir, tehlike başgöstermeden önce alınmaktadır.
Heparin, kanı sadece pıhtılardan değil damarı tıkayacak başka maddelerden de korur. Kandaki yağ, bunun bir örneğidir. Heparin maddesi, yağlı bir yemek yendikten sonra da faaliyet halindedir ve yapılan bu temizlik yaşamın devamı için son derece önemlidir.42
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20) |
Heparin, insan bedeninin her detayında ortaya çıkan yaratılışın bir başka örneğidir. Diğer tüm organlar, dokular, moleküller yerinde olsa, ancak heparin olmasa, insan yaşamı süremeyecektir. Birçok insanın tüm bu kompleks sistemden habersiz bir şekilde, rahatça yaşayabilmesi sistemin mükemmelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu kadar kompleks, iç içe geçmiş, son derece hassas dengelere dayalı bir sistemin Darwinizm'in iddia ettiği gibi kör tesadüflerin ürünü olması ise olanaksızdır. Yaşam incelendikçe, evrimin gerçekleşmesi kesin olarak imkansız bir süreç olduğu tekrar tekrar ortaya çıkmakta, yaratılış delilleri de bütün açıklığı ile gözler önüne serilmektedir.
Bu akyuvar türünün düşmanları yakalama konusundaki yetenekleri, vücudun dev savunucuları olan makrofajlar kadar gelişmiş değildir. Ancak eozinofiller bir konuda ustadırlar: Vücuda giren parazitleri hemen ortadan kaldırırlar.
Parazitler, vücuttaki diğer savunma hücreleri tarafından ele geçirilemeyecek kadar büyüktürler. Bu nedenle vücudun savunma hücreleri, tüm mikroplara karşı mükemmel bir savaş verebilmelerine karşın parazitler üzerinde etkili değildirler. Ancak elbette bu insan bedeni için bir eksiklik değildir. Eozinofillerin varlığı, parazitlerin ortadan kalkması için yeterlidir. Aslında parazitler, eozinofillerden de büyüktür. Buna rağmen eozinofiller parazite tutunup onu öldürmeyi başarırlar.43
Kemik iliğinde üretilmelerinin sonrasında, eozinofiller dokulara doğru yolculuk ederler. Parazitler vücuda girdiklerinde, lenfosit ve nötrofiller, hemen eozinofilleri harekete geçirecek enzimler salgılarlar. Eozinofillerin parazitleri öldürme yöntemleri ise söz konusu yabancı hücrenin içine toksik madde salgılama şeklindedir. Bu savunma hücreleri, bizleri oldukça önemli tehlikelerden her saniye korumalarına rağmen, eozinofillerin yapısı ve fonksiyonları hakkında bilinenler oldukça azdır.44 Darwinistlerin gelişimini tesadüflere bağlamaya çalıştıkları bu mükemmel yapı henüz tam olarak çözülememiştir. Elde edilen her detay bu hücreleri Allah'ın kusursuz bir yaratılışla var ettiğini ortaya koymaktadır.
Yukarıda saydığımız beyaz kan hücrelerinin tümü insan bedenini korumak için görevlendirilmiş askerlerdir. Aldıkları isimler, farklı fonksiyonlar göstermelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte aralarında nasıl bir görev dağılımı olduğunu bilmek önemlidir. Bu nedenle, öncelikle nötrofillerin gerçekleştirdikleri "fagositoz" işlemini incelemekte fayda vardır. Bu işlem, monositlerin gelişmiş şekilleri olan makrofajlar tarafından da uygulanan bir yöntemdir.
Fagositoz işlemi, aslında bir hücrenin nasıl "akıl" kullandığını anlayabilmek için yeterli bir delildir. Vücuda giren sinsi bir saldırgan, bu yöntemle önce kelepçelenir, sonra etkisiz hale getirilir ve ardından da yok edilir. Yöntem son derece sistemli ve her türlü yabancı maddeyi ortadan kaldırabilecek kadar da etkilidir.
(a) Makrofaj, çoğalmış olan bakterinin üzerine doğru bir uzantı fırlatır. (b) Böylece bakteri makrofaj tarafından yakalanır. (c) Daha sonra makrofaj, bakterinin hücre zarını delerek onun içini boşaltır. Ancak savunma işlemi burada sona ermez. Bakteriden kalan artık parçaların temizlenmesi için makrofaj, bakterinin kimlik bilgilerini alır ve bir flama gibi kendi üzerine yapıştırır. Bu flama, bir başka savunma hücresi olan lenfositlerin daha önce vücuda giren bakteriler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlar.
Fagositoz işlemini gerçekleştiren hücrelere genel olarak "fagositler" adı verilmektedir. Fagositlerin en önemli özelliği daha önce de belirttiğimiz gibi, akıllı birer varlık gibi hareket etmeleri adeta etrafı teftiş ederek düşman hücreyi hemen teşhis etmeleri, ona kaçış ve hayatta kalma imkanı vermemeleridir. Bu hücreler, yalancı ayaklar yardımı ile düşman hücreyi kendi içlerine alarak parçalar ve sindirirler. Bunu yaparken, bu hücrelerin vücuda girmiş olan bir yabancıyı nasıl tanıdıklarının üzerinde durmak gerekmektedir. Bu oldukça önemlidir çünkü vücut içindeki mikroskobik canlıların tümü birbirlerine benzerler. Peki bu ayırım nasıl yapılır?
Vücudun doğal yapıları, fagositoza dirençli pürüzsüz yüzeylere sahiptir. Allah'ın vücut hücrelerine doğal pürüzsüz bir yapı vermesinin özel bir hikmeti ve önemi vardır. Fagositler genellikle saldırgan hücreleri dış yüzeylerinden tanırlar. Pürüzsüzlük, onlara karşılaştıkları hücrenin "dost" olduğu mesajını verir. Ama eğer bu dost hücrenin yüzeyinde herhangi bir sebeple bir pürüzlenme meydana gelirse bu durumda fagositleri durdurmanın imkanı yoktur. Vücudun kendi dokusu, kendi savaşçısı tarafından yok edilir.
Pürüzsüz yapının yanı sıra vücudun doğal yapılarının pek çoğu fagositleri iten koruyucu protein kılıflarına sahiptir. Bu kılıfın özel ve gerçek anlamda mucizevi bir savunma mekanizması vardır. Fagositlerin avı olan yabancı parçalarda ve ölü dokularda söz konusu koruyucu kılıf bulunmamaktadır.
Bütün bunların dışında bağışıklık sisteminin fagositlere yardımcı olan özel bir fonksiyonu bulunmaktadır. Bağışıklık sistemi, genellikle bakteri gibi yabancılara karşı antikorlar geliştirir. Bu antikorlar belirledikleri bakterilerin üzerlerine tutunur ve bakteriyi fagositoz için elverişli hale getirirler. Antikorun yöntemi ise şaşırtıcıdır. Antikor bunu, bir yandan bakteriye bir yandan da fagositlere tutunarak gerçekleştirir.45
Makrofajlar yüzeylerinden tanıdıkları düşman hücrelerine saldırır ve hücrenin bir bölümünü kendi üstlerine yapıştırırlar. Bu, vücutta düşman olduğunu haber veren ve savunma hareketini başlatan en önemli uyarıdır. (1) makrofajlar mikroba saldırır
(2) makrofajlar mikrobu parçalar ve bu parçalardan bazılarını kendi yüzeyine yapıştırır.
(3) savunma hareketi başlar
(4) proteinler salgılanır
(5) monositler olgun makrofaj haline dönüþmeye başlar.
(6) vücut ısısı artar
(7) monasitler
(8) Olgun makrofaj
(9) Doğal öldürücüler
(10) Doğal öldürücüler hastalıklı vücut hücrelerine saldırı.
(11) saldırıya uğrayan vücut hücresi
(12) mikrop
Makrofajlar, mikrobu ele geçirdikten sonra
(1) bölgesel bir iltihaplanma başlar. Makrofajlar mikrobun yüzeyinden parçaları kendi üzerlerine yapıştırırlar.
(2) Bu da savunma sisteminin harekete geçmesini
(3) ve proteinlerin salgılanmasını sağlar.
(4) Bazı proteinler monositlerin gelişmesini hızlandırır
(5), bazıları da ateşin yükselmesine neden olur.
Vücut içindeki bir hücrenin kendi görevini bilerek, vücutta yabancı avına çıkması ve bunun için çeşitli donanımlara sahip olması akıl sahibi her insanı biraz durup düşündürmelidir. Fagositler bir gün, aniden karar değiştirip oksijen taşımaya başlamaz veya bir kas hücresi haline gelmezler. Onlar, savunmanın bir parçası olarak yerine getirmeleri gereken görevi, her yeni gün mutlaka eksiksizce gerçekleştirirler. Yaptıkları iş son derece zor ve aynı zamanda da oldukça risklidir. Ama bakteriyi tanıyıp teşhis etme konusunda hiçbir zaman yanılmazlar. Onlar, gözleri olmadığı halde görür, beyinleri olmadığı halde "aklederler ve düşünürler". Bu durumda yaptıklarının gözle, beyinle veya bir başka fiziksel özellikle bağlantısının olmadığı açıktır. Onlar, yeryüzündeki her canlıyı kusursuz özelliklerle donatan ve "her an" gözetimi altında tutan Allah'ın emri altındadırlar. Sahip oldukları sistemlerdeki mükemmelliğin sebebi budur. Allah ayetinde şöyle bildirir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Dokulara giren nötrofiller olgun hücreler oldukları için hemen fagositoza başlayabilirler. Nötrofil, yabancı hücreye yaklaşınca, önce bu hücreye dokunur ve hücre etrafında çeşitli yönlere doğru giden yalancı kollar uzatır. Karşılıklı kollar hücreyi sarar, hücre etrafında karşılaşır ve birbirleriyle kaynaşırlar. Yabancı hücre artık nötrofilin içindedir. Hücre daha sonra hücre zarını kaybederek nötrofil sitoplazmasının içine doğru çöker. Bir nötrofil, ölmeden önce genellikle 5-20 bakteriyi fagosite edebilir, yani yok eder.
Monositlerin ise görevlerini yerine getirmek için önce gelişmeleri gerekmektedir. Makrofajların ilk hali olan monositler, dokulara geçmeden önce kanda 10-20 saat kadar dolaşırlar. Dokulara geçtikten sonra şişerek genişler ve makrofaj halini alırlar. Fagositoz işlemleri sırasında parçalanmadıkça aylarca hatta yıllarca yaşayabilirler. Doku makrofajları dokularda sürekli olarak enfeksiyonlara karşı savunma sağlayan kusursuz bir sistemdir. Fagositoz yöntemleri ise nötrofillerden daha farklıdır. Genellikle 100 bakteriyi fagosite edebilecek yeteneğe sahiptirler. Nötrofiller, bakterilerden büyük parçaları fagosite edemezken, makrofajlar çok daha büyük parçaları da ortadan kaldırabilirler.
Antijen Tanıtıcı Makrofaj
Makrofajın vücuda giren istilacı hücreyi yakalayıp, yok etme yöntemi son derece sistemlidir. Makrofaj, antijenik maddeyi yakalar ve onu MHC klas 1 ve 2 bölgelerini oluşturmak için kullanır, işleme tabi tutar. Antijen, MHC proteinine bağlanarak T hücrelerinin yüzey reseptörlerine uyacak yüzey kompleksini meydana getirir. Kompleksin içerdiği MHC proteini öldürücü T hücresine mi yoksa yardımcı T hücresine mi bağlanacağına kendisi karar verir.
Nötrofiller fagosite ettikleri hücreleri genellikle kendi içlerinde sindirirler. Bu sindirim sonucunda bakteriden zehirli maddeler salgılanır ve nötrofil en fazla 25 bakteriyi fagosite ettikten sonra, bu zehirli madde kendi ölümüne neden olacak kadar artar. Bir anlamda nötrofil, bizi yaşatmak için kendini feda etmektedir. Bundan sonra artık zehirli bir zararlı madde haline gelen nötrofil, makrofajlar tarafından fagosite edilerek yok edilir.
Savunma sisteminin elemanları sadece düşmanı öldürmekle kalmaz aynı zamanda düşmanın vücuda bir daha girmesi durumunda hazırlıklı olmak için önlem de alırlar. Bütün bunlar olup biterken, birçok insan Allah'ın yarattığı bu mükemmel sistemden habersiz bir yaşam sürer.
Makrofajlar ise düşmanlarını sindirdikten sonra, atık parçaları dışarıya bırakabilme yeteneğine sahiptirler. Bu nedenle zehirlenme tehlikeleri yoktur. Bunun bir sonucu olarak oldukça fazla sayıda bakteri öldürdükten sonra bile aylarca hatta yıllarca yaşayabilirler.46
Bütün bu anlattıklarımız, karşılaştığımız her sistemde hayranlıkla izlediğimiz Allah'ın sonsuz aklının birer delilidir. Vücut içindeki küçücük canlıların, bir düşmanı fark edip ona karşı tedbirler alması, hayranlık uyandırıcı bir durumdur. Ancak bu küçük canlılar, düşmanlarını sadece öldürmekle kalmazlar. Bu düşmanın bir daha vücuda girmesi durumunda ona karşı hazırlıklı olmak için önlem de alırlar. Bu amaçla makrofaj, düşman hücreyi yutunca, ondan, antijen olarak isimlendirilen ve düşmanın kimlik bilgilerini içeren bir bölümü koparır. Bu antijeni bir flama gibi kendi yüzeyine yerleştirerek taşımaya başlar. Bu flama, savunmanın baş kahramanları olan lenfositlerin rehberidir. Makrofajların sağladığı bu ön eğitim sayesinde vücudun diğer savunma hücreleri olan lenfositler, vücudun ana düşmanlarını tanırlar. Bu düşmanlar vücuda tekrar girdiklerinde lenfositler tarafından aniden yok edileceklerdir.
Tüm bu gerçekleri akılcı ve önyargısız bir biçimde değerlendiren bir insan, canlıların kökeninin rastlantılara dayalı bir "evrim süreci" olduğu hikayesinin geçersizliğini kavrayacaktır. Elbette bütün bu gerçekleri bildiği hatta detaylarını incelediği halde ısrarla evrim teorisinin savunuculuğunu yapan kişiler de vardır. Fakat bu kişiler, bu konuda son derece dogmatik davranmakta, sadece Allah'ın apaçık varlığını kabul etmemek için yaratılış delillerine direnmektedirler. Yeryüzündeki birbirinden çeşitli ve hiçbir şüpheye yer vermeyen delillere rağmen, delilsiz bir teoride saplanıp kalmaları, başka açıklama kabul etmemeleri, inkarlarının psikolojik temelli olduğuna işaret eder.
Üstün güç sahibi Rabbimiz olan Allah'a boyun eğip, O'nun yarattıklarını takdir edip O'nu yüceltmek, kendi benliklerini ilah edinmiş bu insanlara zor gelir. Oysa yapmaları gereken sadece Allah'ın mutlak hakimiyetini görüp, bunu gereği gibi takdir edip Allah'a şükretmektir. Allah'ın yeryüzündeki eserlerini inceleyip tanıyan, her geçen gün yeni muhteşem özellikler keşfeden ve Allah'a iman eden insanlar gün geçtikçe artmaktadır. Öyle ki günümüzde evrim saplantısından kurtularak bu gerçekleri görmeye başlayan çok fazla sayıda bilim adamı vardır.
Makrofajların sağladıkları koruma vücut için gerçekten de son derece önemlidir. Düşmanların istilası, birinci planda bu akıllı hücrelerin faaliyetleri sayesinde sindirilmektedir. Peki makrofajlar bu kadar yoğun bir faaliyet içindelerse, bir başka öldürücü hücre olan lenfositlerin varlığı neden gereklidir? Neden vücut için ikinci bir korumaya ihtiyaç duyulmaktadır?
Bunun nedeni istilacıların farklı özelliklerde olabilmeleridir. Her an bizimle buluşabilecek muhtemel düşmanlara karşı beden içinde ayrı ayrı tedbirler alınmıştır. Kimi zaman çok kapsamlı ve kuvvetli bir orduya ihtiyaç duyulabilir. Çünkü bazı düşmanlar, işgal ettikleri bedeni tümüyle ele geçirebilecek kadar güçlü olabilmektedirler. İşte böyle tehlikeli durumlarda lenfositler devreye girer ve işgalcilerle sıcak bir savaşa başlarlar.
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78) |
Lenfositler, düşmanları durduracak zehirli kimyasal silahlara sahiptirler. Birkaç mikron büyüklüğündeki bir hücrenin, zehir üretimine başlayabilmesi ve bunu gerekli yer ve durumlarda da kullanmayı başarabilmesi kuşkusuz muhteşem bir yaratılış delilidir. Teknolojik imkanları olan akıl sahibi bir insan için bir zehirin üretilebilmesi son derece kompleks bir işlemdir. Oysa buradaki üretici, kanda dolaşan herhangi bir hücredir ve kuşkusuz hiçbir kimya bilgisine sahip değildir. Dahası, üstün yetenekli lenfosit için sadece bu zehire sahip olması da yeterli değildir. Onu nerede muhafaza etmesi ve nerede kullanması gerektiğini tespit etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kendisi taşıdığı zehirden dolayı zarar görecek hem de vücut, kendi askerlerinin saldırısı ile yenik düşecektir.
Sağda T hücreleri kanser hücresine saldırıyor. Aşağıda bu işlem sırasında T hücresinin yaptıkları görülüyor. Öldürme işlemi sırasında T hücresi içindeki perforin proteinini açığa çıkarır. Perforin proteinleri hedefteki hücrenin zarında delik açarlar. Böylece sıvı ve tuzlar hedef hücrenin içine girer ve sonunda zararlı hücre içine çökerek ölür.
(1)T hücresi çekirdeği,
(2) T hücresi boşluğu,
(3) perforin molekülleri,
(4) öldürücü T hücresinin içi,
(5) hedef hücrenin içi,
(6) hedef hücrenin zarı,
(7) T hücresi zarı
Lenfositler o kadar tedbirli ve akıllıdırlar ki, özelliklerini anlatırken adeta şuurlu bir insandan bahsediliyor izlenimine kapılabilirsiniz. Aslında bu karşılaştırma bile yeterli değildir. Çünkü şuurlu ve tedbirli bir insan bile ister istemez hata yapabilir. Oysa lenfositler için bu ihtimal geçerli değildir. Bu akıllı hücrelerin öncelikle vücut tarafından kendileri için üretilen zehiri ne kendilerine ne de bizlere zarar vermeyecek şekilde taşımaları gerekmektedir.
Lenfositler, bu maddenin muhtemel zararını bilircesine zehiri kendi hücre zarlarında bulunan keseciklerin içinde taşırlar. Lenfositlerin büyük bir tedbirle taşıdıkları bu zehiri hangi hücreye enjekte edeceklerini biliyor olmaları gerekmektedir. Bu bilgiden yoksun olmaları son derece büyük bir tehlikedir, çünkü bu usta savaşçılar vücuttaki "her hücreyi" ortadan kaldırabilecek kadar güçlüdürler. Düşman ile dostu ayırt edememeleri vücuttaki tüm hücrelerin ölümüne neden olabilir.
Tıp bilimi ile uğraşanlar, bu üstün yeteneğe hayretle şahit olurlar. Lenfositler düşman hücreleri tanır, bu hücrelere yaklaşır ve yanlarında taşıdıkları zehiri bu düşman hücrenin içine enjekte ederler. Gözleri veya kolları olmayan bir mikroorganizma nasıl olup da, görünürde birbirinden pek farkı olmayan bu mikro canlıları ayırt edebilmektedir? Lenfositlerin bu işlem sırasında kullandıkları yöntemler gerçekten de şaşırtıcıdır.
İnsanlar birbirlerini dış görünümlerinden ve seslerinden tanırlar. Lenfositler ise düşmanlarını sahip oldukları protein moleküllerinden tanırlar. Bakteri ve virüs proteinlerinin her biri, insanın sahip olduğu proteinlerden farklıdır. Bağışıklık hücreleri bu farklılığı hemen algılarlar.47 Bu oturduğunuz eve bir hırsızın girmiş olması gibidir. Siz eve bir yabancının girmiş olduğunu nasıl hemen hissederseniz lenfositler de vücuttaki bu beklenmedik misafiri, sahip olduğu bu farktan dolayı hemen anlamaktadır.
Bu mucizevi durumu Darwinistlerin kendi teorilerine göre açıklamaları gerekir. Lenfosit bir hücredir ve yaptığı şeyleri deneyip yanılarak "öğrenme" gibi bir durumu yoktur. Evrim savunucularının tüm bunları açıklayabilmeleri için, söz konusu savunma hücresinin zaman içinde vücut hücreleri ile düşman hücrelerini ayırt etmeyi öğrenmesi, bunları nasıl öldüreceğine karar vermesi, bunun için zehir üretmesi, kendine ve içinde bulunduğu bedene zarar vermemek için bu zehiri taşıyacak keseler meydana getirmesi gibi aşamaları izah etmeleri gerekmektedir. Ayrıca tüm bunları yaparken hayatta kalmayı da başarması gerekmektedir. Evrime göre bütün bu aşamalar tesadüfen meydana gelmelidir. Çünkü evrimin temelinde şuurlu ve planlı gelişmeler yoktur. Herşey kontrolsüz bir ortamda rastgele gelişmelidir.
Resimde HIV virüsünün saldırısına uğramış olan bir T lenfositi görülmektedir. T lenfositleri son derece güçlü hücreler olmalarına rağmen, HIV virüsünün kendisini yenileme hızı karşısında etkisiz kalırlar. Vücuttaki savunmaya tanıtılamayan sürekli değişime uğrayan HIV virüsü, savunma hücrelerine saldırır ve vücuttaki bu sistemi etkisiz hale getirir.
Şu durumda evrimin iddialarına göre lenfosit de ancak vücudun savunma ihtiyacı başgösterdiğinde, tesadüfi mutasyonlar sonucunda yavaş yavaş bahsettiğimiz özelliklere sahip olacaktır. Tabi, yüzlerce, hatta binlerce yılı alacak olan hayali tesadüfi aşamalar sırasında insan vücudunun nasıl korunacağı meçhuldür. Bu şartlar altında, savunma sistemi gelişmemiş bir vücut, içine giren bakteri veya virüs nedeni ile birkaç gün içinde ölebilir. Ama bu mükemmel ve akılcı sistemi meydana getirdiği öne sürülen tesadüfler her nasılsa, o kadar yerli yerinde ve planlı meydana gelmiştir ki, tek bir hatadan bile bahsetmek mümkün değildir.
Yukarıdaki hikayeyi kabul etmek elbette ki mümkün değildir. Ancak şaşırtıcı olan evrimcilerin temel iddiasının bu olmasıdır. Şuursuz tesadüflerin hata yapmadan mükemmel organizmalar, sistemler ve kompleks yapılar meydana getirmesi mümkün değildir çünkü zaten tesadüflerin kendileri mevcut sistem içinde hataya sebep olurlar. Belirli bir kompleksliğe sahip herhangi bir mekanizmaya bile yapılan rastgele bir müdahale, mutlaka zarar getirecektir. Savunma sistemi gibi olağanüstü derecede kompleks bir sistemin tesadüfen oluşmayacağı ve gelişmeyeceği ise açıktır. Hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan bir masalı, bilimsel terimlerle süslemek, bu masalı kurtarmayacaktır kuşkusuz.
Bütün bu anlatılanlar karşısında insanın vereceği bir karar vardır. Ya şuursuz tesadüflerin bütün bunları başardığına ve mucizeler meydana getirdiğine inanacak ya da bu iddianın son derece temelsiz ve mantıksız bir hikayeden ibaret olduğu gerçeğini kabul edecektir. Eğer tüm özellikleriyle kusursuz bir savunma hücresinin varlığından bahsediyorsak, burada şuursuz ve plansız tek bir aşamanın bile devreye giremeyeceğini açıkça görmek gerekir. Lenfosit, kendisini yaşatan tüm organelleri, zehirini taşıyabileceği keseleri, düşmanlarını tanıma kabiliyeti ve savaşma yeteneği ile birlikte var olduğu sürece işlevini görebilir ve varlığını sürdürebilir. Bu özelliklerden bir tanesini ayırıp bir kenara atmamız, tek bir tanesini alıp "bu uzun zaman içinde aşamalarla oluştu" dememiz mümkün değildir. Bu hücre, diğer herşey gibi Allah dilediği anda, tüm özellikleri ile insan vücudundaki yerini almıştır. Allah dilediği için her bedende görevini mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir, her an, her yaptığı işte Rabbimiz'in gözetimi altındadır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şu şekilde bildirir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yüce'dir. (Mümin Suresi, 64) |
B hücreleri vücudun silah fabrikalarıdır. Kemik iliğinde oluşur, kan yolu ile lenflere geçer ve burada yaşamlarını sürdürürler. Tehlike anında lojistik destek B hücreleri tarafından sağlanır. Düşmanı öldürmek için üretilen silahlar antikorlardır. B hücreleri Y şeklinde antikorlar meydana getirir ve bunların binlercesini yuvarlak bedenlerine yapıştırırlar. Hücrenin kılıfını artık bu algılayıcı antikorlar oluşturmaktadır. Vücuda giren bir yabancının bu algılayıcı radardan kaçması mümkün değildir. B lenfositleri bu şekli aldıktan sonra yıllar boyunca bedende tıpkı bir dedektif gibi dolaşırlar. Vücuda bir yabancı girdiğinde ise alarm durumu başlamış olur. B lenfositleri bunları hemen algılar ve düşmanın bulunduğu yere doğru hızla ilerler. Bu hücreler, yakaladıkları düşmanın, örneğin bir virüsün tüm proteinlerini içlerine alır ve onu parçalarlar. Daha sonra virüs parçalarını ise kendi hücrelerinin yüzeyine yapıştırırlar. Olay sona erdiğinde B lenfositinin üzerinde virüs parçaları kalır. Bu parçalar, artık düşmanın kime ait olduğunu belirleyen "antijenlerdir".
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir?Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.Dilediği bir surette seni tertib etti. (İnfitar Suresi, 6-8) |
Antikor ve Antijenin Birbirine Uyumu
T hücrelerinin taşıdıkları antijenleri B lenfositlerine tanıtmalarının ardından B hücreleri çoğalır. Bunun sonrasında ise bunlara uygun antikorlar üretmeye başlarlar. Antikorun antijene olan uyumu ise kusursuz bir tasarımdır.
Bu aşamadan sonra B hücrelerinin desteğe ihtiyacı vardır. Destek için yaratılmış olan yardımcı T hücreleri hemen bir ihtiyaç durumu olduğunu fark eder. Yardımcı T hücreleri antijen parçaları taşıyan B hücrelerini tanır ve onlara yaklaşıp çarparlar. Bu çarpışma sırasında B lenfositleri T hücrelerine bir dizi direktif içeren bir madde salgılar. Bu direktiflerde söz konusu antijenin bir "düşmana" ait olduğu ve bu düşmanın kimliğini diğer T ve B hücrelerine ya da bir başka deyişle diğer polis birimlerine göstermesi gerektiği belirtilmektedir.48 Yardımcı T hücreleri direktifleri alır almaz oradan uzaklaşırlar.
Savunma sisteminin en temel elemanlarından olan T hücreleri timus bezinde üretilirler. Üretimin ardından bir dizi eğitim başlar. Çünkü T hücreleri, karşılarına çıkan antijenleri tanımak zorundadırlar. Bu mucizevi eğitim sonucunda hücreler laboratuvarda yapay olarak üretilen antijenleri bile tanıyabilmektedirler.
Bu aşamada T hücrelerini yakından tanımak yerinde olacaktır. T hücreleri, kalbin hemen üzerinde yer alan timus bezinde oluşurlar. Olgunlaştıktan sonra burada çeşitli antijenleri tanımayı öğrenirler. Bu eğitim yaşantımızın geri kalanı için son derece önemli bir eğitimdir. Antijeni tanımayan bir savunma hücresinin vücudu savunması kuşkusuz ki mümkün değildir. Timusta oluşan T hücreleri o kadar kapsamlı bir eğitimden geçerler ki, doğada bulunan "yüz milyonlarca" antijeni rahatlıkla tanıyabilmektedirler. Aldıkları eğitimi mucizevi ve olağanüstü kılan ise bedenimizde, laboratuvarda oluşturulan yapay antijenleri bile tanıyabilen T hücrelerinin bulunmasıdır. Vücudun içindeki gözle görülmeyen bir hücrenin, dış dünyadaki tehlikelerden haberdar olup ona göre tedbir geliştirdiği gerçeğine karşı evrimcilerin getirdiği veya getirebilecekleri herhangi bir açıklama yoktur. Bu müthiş gerçeğin tek açıklaması, dış dünyanın da bedenin içindeki yapıların da Yaratıcısı'nın "tek" olmasıdır. Kuşkusuz, bu Yaratıcı herşeyi kusursuz yaratan Allah'tır.
Tehlike anında direktifi alan yardımcı T hücreleri aldıkları bilgiler doğrultusunda bedene yayılırlar. Artık vücuttaki tüm B hücreleri düşmanın varlığından haberdardır ve onun tüm özelliklerini tanımaktadır. Bu tehlike karşısında yardımcı T hücreleri tarafından uyarılan B lenfositleri çoğalmaya başlarlar. B hücreleri adeta birkaç bin kez bölünürler. Ancak üretilen yeni hücreler daha önceki B hücreleri gibi algılayıp yok etme kabiliyetine sahip değildirler. Onların görevi bu kez, beden içine yayılarak antijenleri aramaktır. Bu hücreler uygun antijenleri bulduklarında onlara yapışırlar. Böylece savunma sisteminin bir başka kan hücresi olan "doğal öldürücüleri" harekete geçirirler. Yok etme işlemini kendilerinden daha güçlü olan bu hücrelere bırakırlar.
B lenfositlerinin antikor fabrikalarını üretmeleri ve antikor üretimine başlamaları yaklaşık 5 gün sürer. Bu süre içinde vücudun savunmasını, doğuştan var olan bağışıklık sisteminin görevli hücreleri devralır. İnsan bu süre içinde kendisini oldukça halsiz hisseder ve genellikle ateşi yükselir. 5 günün ardından B hücreleri görevi devraldıklarında, düşman hücreler hızla öldüğünden iyileşme baş gösterir.
Kızamık gibi bazı hastalıkları hayatımız boyunca sadece bir kere geçirmemizin sebebi B lenfositlerinin artık kızamık virüsünü tanıyor olmasıdır. Virüs, vücuda girer girmez bu hücreler tarafından tanındığından hemen sindirilir ve ortadan kaldırılır. Virüsün tekrar hastalığa sebep olmak için fırsatı yoktur. Vücuda aşı ile hastalık mikrobu enjekte edilmesinin sebebi de B hücrelerine bu hastalığı tanıtmaktır.49
38- Regina Avraham, The Circulatory System, The Encyclopedia of Health, sf. 50
39- www.libertasmedia.com/alan/sirlar/vuc.html
40- www.libertasmedia.com/alan/sirlar/vuc.html
41- Ayten Sucu, Semra Bayar, Melahat Küpeli, Biyoloji Lise 2, MEB Devlet Kitapları, İstanbul 2000, sf. 26
42- Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 84
43- Arthur C. Guyton, Tıbbi Fizyoloji, Cilt 1, 7. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf. 83-84
44- http://www.hon.ch/Library/Theme/Allergy/Glossary/eosinophil.html
45- Arthur C. Guyton, John E. Hall, Tıbbi Fizyoloji, 9. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf.437
46- Arthur C. Guyton, John E. Hall, Tıbbi Fizyoloji, 9. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, sf.436-437
47- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, Sayı 363, sf. 65
48- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, Sayı 363, sf. 65
49- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, Sayı 363, sf. 65-66