Allah içinde herşeyin apaçık bir dille anlatıldığı ve eksik hiçbir konunun bırakılmadığı bir kitap göndererek imani bir olgunluğa nasıl erişebileceğimizi, nasıl düşüneceğimizi, nasıl yaşayacağımızı ve neleri hedefleyeceğimizi bize bildirmiştir. Bunun yanında insanların bu imani olgunluğun nasıl yaşanacağını pratik hayatta da görebilmeleri ve böylece kendilerine örnek alabilecekleri bir ahlakla karşılaşmaları için peygamberler göndermiştir. Onlara iyiliği emredip kötülükten men etmeyi farz kılarak, insanlara kamil imanı yaşamada yardımcı olmalarını sağlamıştır. Ayrıca Allah, Kuran'da geçmişte yaşamış olan peygamberlerin haberlerini aktararak, sahip oldukları üstün ahlak örneklerine yer vermiştir ki iman sahipleri görüp örnek alabilsinler.
Kitabın başında da açıkladığımız gibi insanın imanının ve Allah korkusunun önünde bir sınır konulmamıştır. Dileyen her zaman Rabbimiz'e bir yol bulabilir ve O'na herkesten çok daha fazla yakın olabilir. Bu nedenle kamil iman sahipleri için peygamberlerin ve Kuran'da örnek gösterilen salih müminlerin imanı ve ahlakı önemli bir hedeftir. Ancak bu da onlar için son sınır değildir. Allah Kuran'da, "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının..." (Teğabün Suresi, 16) ayetiyle müminlerin kendilerine takvada hiçbir sınır koymamaları gerektiğine dikkat çekmektedir.
Bu nedenle her müminin hedefi Allah'ın en sevgili ve O'na en yakın kulu olabilmektir.
İşte bu bölümde böylesine şerefli ve üstün bir arayış içerisinde olan herkese, Allah'ın Kuran'da peygamberlerden ve diğer kamil iman sahiplerinden vermiş olduğu örnekleri bir kez daha hatırlatacak ve imani olgunluğu kavramanın yollarını ortaya koyacağız.
Kuran'da bildirilen kıssalardan birinde Allah Hz. Yusuf'un çocukluğundan itibaren belirli bir hikmetle tasarlanmış denemelere tabi tutulduğunu ve onun da tüm bu olaylara karşı en olgun, en teslimiyetli tavrı gösterdiğini haber verir. Şartlar her ne kadar zorlu, kurulan tuzaklar her ne kadar işlemiş gibi görünse de Hz. Yusuf, imanından, Allah'a olan bağlılığından, güveninden ve teslimiyetinden en ufak bir taviz vermemiş aksine Allah'a daha da yakınlaşarak O'na karşı tam teslimiyetli bir ahlak göstermiştir.
Allah'a yakınlaşmakta yol arayanlar için, Hz. Yusuf'un yaşamında gerçekten de çok benzersiz, çok üstün iman ve ahlak örnekleri vardır. Kuran'dan Hz. Yusuf'a dair ilk öğrendiğimiz bilgi onun henüz küçük yaşlarda önemli bir rüya gördüğü ve babası Hz. Yakup'un bu rüya hakkında yaptığı yoruma ilişkindir:
Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde etmektelerken gördüm" demişti. (Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır." "Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Yusuf Suresi, 4-6)
Babası, Hz. Yusuf'un gördüğü bu rüyanın Allah'tan bir işaret olduğunu ve onun ileride Allah Katında üstün bir kimse olacağını düşünerek bu rüyayı kimseye anlatmamasını söylemiştir. Daha sonra babalarının Hz. Yusuf'a olan düşkünlüğünün daha fazla olduğunu hisseden kardeşleri, babalarının bu sevgisini kıskanarak, kardeşlerine bir tuzak kurmuşlardır. Onu öldürmeye ve böylece babalarının sevgisini kendilerine döndürmeye çalışmışlardır:
Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır. Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysaki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir." "Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz. "İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakın da bir yolcu kafilesi alsın." (Yusuf Suresi, 7-10)
Kardeşleri Hz. Yusuf'u bir kuyunun derinliklerine atmış ve babalarına da onu bir kurdun kaptığını söyleyerek üzerine yalandan kan sürdükleri gömleğini getirmişlerdir. Söyledikleri bu yalana rağmen, Hz. Yakup bu olayın bir düzenden ibaret olduğunu anlamış ve Allah'a sığınarak, O'ndan yardım dilemiştir. Her olayı bir kader ve hikmet üzerine yaratan Allah'ın dilemesiyle, kuyunun bulunduğu yerden geçmekte olan bir yolcu kafilesi Hz. Yusuf'u bulmuş ve onu esir olarak Mısır'da bir vezire satmıştır:
... Böylelikle Biz, Yusuf'u yeryüzünde (Mısır'da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galip olandır, ancak insanların çoğu bilmezler. Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. (Yusuf Suresi, 21-22)
Kendisini satın alan vezirin karısı, çarpıcı bir güzelliğe sahip olan Hz. Yusuf'a yaklaşmak istemiş ve bu isteği kabul edilmeyince Hz. Yusuf'a iftira atarak kendisini temize çıkarmak istemiştir:
Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez. (Yusuf Suresi, 23)
Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azabtan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi... (Yusuf Suresi, 25-26)
Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu bu, sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi. "Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile. Doğrusu sen günahkarlardan oldun. (Yusuf Suresi, 28-29)
Ancak gömleğin arkadan yırtıldığı anlaşıldığı ve Hz. Yusuf'un suçsuzluğu çok açık bir biçimde görüldüğü halde, onu zindana atmaktan vazgeçmemişlerdir. Hz. Yusuf ise karşılaştığı tüm olaylarda olduğu gibi, içinde bulunduğu durumdan Allah'a sığınmış ve kendisine bir çıkış yolu göstermesi için O'na teslim olmuştur. Allah onun bu duasını kabul etmiş ve kadının hileli düzenini ondan uzaklaştırmıştır:
"... Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı. (Yusuf Suresi, 32-35)
... böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı. (Yusuf Suresi, 42)
Kardeşlerinin kendisine kurduğu tuzak ile başlayan ve iftira atılmasıyla devam eden bu olaylar Yusuf Peygamberin uzun yıllar boyu bu zindanda kalmasıyla devam etmiştir. Ancak bu süre boyunca o, bir an için bile ümitsizliğe kapılmamış, Allah'tan umutla yardım dilemiş, tüm bu olayların bir hayır üzerine yaratıldığını bilmiş, sabrında ve imanında kararlılık göstermiştir. Nitekim yıllar sonra hükümdar, gördüğü bir rüyanın yorumunu sorduğunda, Hz. Yusuf'u zindandan tanıyan ve onun rüyaları özel bir bilgiyle yorumladığını bilen bir kimse, bu durumu hükümdara haber vermiştir. Hz. Yusuf'tan, rüyasının en doğru yorumunu öğrenen hükümdar onu çağırtmıştır. Fakat peygamber, hükümdarın önce vezirin karısını ve ellerini kesen kadınları çağırtıp geçmişte yaşanan bu olayın aslını onların ağzından öğrenmesini istemiştir. Onlar da şöyle cevap vermişlerdir:
... Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir." (Yusuf Suresi, 51)
Onların bu itiraflarının ardından Hz. Yusuf ise şu açıklamayı yapmıştır:
(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi. (Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir." (Yusuf Suresi, 52-53)
Yusuf Peygamberin bu sözleri onun nasıl bir imani olgunluğa ve nasıl üstün bir ahlaka sahip olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. O, en başından beri Allah'ın yardımının mutlaka iman edenlerle ve sabredenlerle birlikte olduğunu ve Kendisi'ne ihanet edenlerin hileli düzenlerini mutlaka boşa çıkardığını bilmektedir. Allah'a duyduğu güven, kadere olan teslimiyetinden ve tevekkülünden anlaşılmaktadır. Şartlar her ne kadar aleyhine gibi görünse de aslında tüm bunların gerisinde Allah'ın yakın bir takibi olduğunu çok iyi görmektedir.
Yusuf Peygamberin üstün ahlakında dikkat çeken çok önemli bir başka özellik de, onun en haklı olduğu durumlarda bile nefsine arka çıkmaması, ona asla güvenmemesi ve onun Allah'ın dilemesi dışında mutlaka kötülüğü emredici bir güç olduğunu çok iyi bilmesidir. Bu, ancak kamil iman sahiplerinin yaşayabileceği bir ahlaktır. Çünkü nefis, şeytanın yöntemlerine sığınarak insana çok sinsice yaklaşır ve vicdanının sesini gözardı eden kimselere yaptıklarını süslü göstererek onları kötülüğe ikna eder.
Hz. Yusuf'un nefsine karşı olan tutumu ise, onun imani olgunluğunun tavırlarına bir yansımasıdır. Kuşku yok ki Allah'a böylesine güven duyan ve teslimiyet gösteren bir insanın sonu da mutlaka hayır olacaktır. Nitekim onun hayatı boyunca gösterdiği bu teslimiyete karşı Allah ona dünyada güç ve iktidar vermiştir. Ayrıca ona, dünyada güzel bir yaşam vererek ve ahirette de cenneti müjdeleyerek "iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayacağını", mutlaka iyiliklerinin karşılığını vereceğini müjdelemiştir:
İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasip ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır. (Yusuf Suresi, 56-57)
Allah Hz. Süleyman'ın samimi imanını Kuran'da şöyle bildirir:
Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. (Sad Suresi, 30)
Hz Süleyman'ın Kuran'da anlatılan en önemli özelliklerinden biri, büyük bir güç, iktidar ve ihtişama sahip olmasıydı. Ona Allah Katından pek çok üstün yetenekler verilmişti. Hz. Süleyman kendisine verilen bu nimetlerden dolayı daima Allah'a şükredip, dua ederek O'na yönelmişti. Allah Hz. Süleyman'ın dualarından birini Kuran'da şöyle bildirir:
"... Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat." (Neml Suresi, 19)
Hz. Süleyman'ın samimi bir diğer duası da şöyledir:
"Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin." (Sad Suresi, 35)
Allah bu duasına karşılık, Hz. Süleyman'a dünyada özel bir yetenek, zenginlik ve ilim konusunda bir üstünlük verdiği gibi onu ahirette de en güzel şekilde mükafatlandıracağını vaat etmiştir. Allah Kuran'da Hz. Süleyman için şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz, onun Bizim Katımız'da gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır. (Sad Suresi, 40)
Hz. Süleyman'ın böylesine üstün ve seçilmiş bir makama layık kılınması, elbette elinde bulunan maddi imkanları Allah rızası için kullanması dolayısıyladır. Bu imkanlar onun Allah'a yakınlığının daha da artmasına, Allah'ı anmasına vesile olmuştur. Nitekim onun "... gerçekten ben mal sevgisini Allah'ı zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32) dediği bir ayette bildirilmektedir. Nimetler ve imkanlar ne kadar çok olursa olsun, bunlardan dolayı herhangi bir şımarıklığa kapılmamak ve böbürlenmeden yalnızca Allah'a yönelmek, ancak kamil iman sahiplerine has bir ahlaktır. Allah, Hz Süleyman'ın bu ahlakını tüm insanlara örnek olarak bildirmiştir.
Firavun'un karısı, Mısır'da İsrailoğulları'nın yönetimini elinde bulunduran Firavun'la evlidir. Tarihe dünyanın gelmiş geçmiş en zalim insanlarından biri olarak geçen Firavun'un evli olduğu bu insan, ondan tamamen farklı bir ahlaka sahiptir. Kuran'da tarihin en değerli ve en salih Müslümanlarından biri olarak ismi zikredilmiştir. Allah'ın takdir ettiği kaderde bir imtihan olarak, dünyanın en zalim insanlarından biri ile en iyi insanlarından biri aynı evde yaşamaktadır.
Bu kıymetli insanın sahip olduğu kamil iman, Kuran'da kıyamete kadar yaşayacak olan Müslümanlara örnek verilmiştir:
Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi... (Tahrim Suresi, 11)
Allah'ın iman edenlere Firavun'un karısını örnek göstermesinin sebebi, bu üstün ahlaklı insanın, tarihte az rastlanan bir tehlike altındayken, içinde bulunduğu zor koşullara rağmen iman etmiş olmasıdır. Aynı zamanda yine cahiliye insanlarının tam aksine, dünyada belki de çok az kimsenin sahip olduğu bir mülkten etkilenmeyerek, güçlü bir karakterle Allah'a derin bir bağlılık göstermesidir.
O dönemde Mısır halkı Firavun'un ilahi bir güce sahip olduğuna inanıyordu. Ve Firavun Mısır halkının bu inancını kullanarak halka kendisini "ilah ilan etme" cüretini göstermişti. İşte Firavun'un karısı da böylesine tehlikeli bir ortamda, bu derece zalim bir insanla aynı evi paylaşırken Allah'a iman etmiştir. Allah'ın varlığını ve o güne kadar Mısır'a hakim olan inançların hepsinin batıl olduğunu onaylamıştır. Kuşkusuz bu, dünyada çok az insanın göze alabileceği ve ancak Allah'a gönülden ve katıksız bir bağlanmayla mümkün olabilecek bir yaşam şeklidir. Ve elbette büyük sabır gerektiren bir denemedir. Bu zorluktan etkilenmeden yaşayabilmek için iradeli, akılcı, kesinlikle duygusallıktan uzak, çok güçlü bir iman gerekir. İşte Firavun'un karısı da böyle bir ahlaka ve kamil imana sahip olması nedeniyle akılcı bir yöntem izlemiş ve kendini sezdirmeden, Firavun'un sarayında gizlice iman eden mümin bir kadın olarak yaşamıştır. Ve alemlerin kadınlarına örnek verilmekle şereflendirilmiştir:
Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." (Tahrim Suresi, 11)
Firavun'un karısı büyük bir zenginliğin içinde olmasına rağmen dünyevi hırslara kapılmamış, sadece Allah için yaşayacağı bir hayatı tercih etmiş, Allah'ın hoşnutluğunu, rızasını, herşeyin üstünde tutmuştur. Bu yüzden de Allah'a boyun eğiciliği, tevekkülü, üstün sabrı ve olgunluğu ile peygamber olmadığı halde bütün insanlara örnek olarak Kuran'da zikredilmiş değerli bir Müslüman kadındır.
Hz. Musa, Firavun'a Allah'ın varlığını açıklayıp ardından da Allah'ın mucizelerini gösterdiğinde, Firavun kibirlenmiş ve aslında Hz Musa'yı küçük düşürmeyi planladığı için onu en güvendiği büyücüleri ile karşı karşıya getirebileceği bir yarışma düzenlemişti. Firavun, İsrailoğulları'nın Hz. Musa'dan etkilendiğini ve ona inanmaya başladığını sezdiği için, Hz. Musa'nın gösterdiği mucizeleri, halka bir büyücü hilesi olarak göstermeyi amaçlamıştı. Firavun muhtemelen Mısır halkının tümünün Allah'a iman etmesinden ve batıl dinlerini terk etmesinden tedirgindi. Tek amacı kendi sistemini devam ettirebilmek olduğundan, adil süsü verilmiş hileli bir oyunla sistemini koruyabileceğini ve hatta sağlamlaştırabileceğini zannetmişti.
Belirlenen gün geldiğinde Hz. Musa ve büyücüler, halkın toplandığı bir meydanda karşı karşıya geldiler. Büyücüler güçlerini göstermek için asalarını fırlattılar. Yaptıkları sihirin etkisiyle, asalar insanlara doğru koşar gibi göründü. Hz. Musa asasını fırlatınca ise, Allah'ın izniyle asa büyücülerin kurduğu düzeni yuttu. Olayların akışı Kuran'da şöyle anlatılır:
Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?" (Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Musa'ya: "Asanı fırlat" diye vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 115-119)
Bunun üzerine Hz. Musa'nın gerçeği söylediğini anlayan büyücüler, Allah'a iman ettiler:
Anında büyücüler secdeye kapandılar. (Ve:) "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. "Musa'nın ve Harun'un Rabbine." (Şuara Suresi, 46-48)
Hz. Musa'nın sihirbazların yaptıklarını geçersiz kılması ve sihirbazların da onun üstünlüğünü kabul ederek iman etmesi Firavun için büyük bir yenilgiydi. Bu yüzden, Firavun'un tepkisi çok sert oldu. Çünkü hem halkının gözü önünde küçük düşmüş, hem önemli bir gücünü yitirmiş, hem de kendi sistemine karşı büyük bir tehlike olarak gördüğü Hz. Musa önemli bir galibiyet elde etmişti. Sonuç olarak iman eden büyücülerin çok ağır bir cezaya çarptırılmalarına karar verdi:
(Firavun) Dedi ki: "Ben size izin vermeden önce O'na inandınız öyle mi? Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." (Taha Suresi, 71)
Sihirbazlar ise Firavun'un zorbalığını bilmelerine ve bu ağır tehditlere rağmen Allah'ın varlığını anladıkları an iman etmişler ve secdeye kapanmışlardır. Hiçbir bahane öne sürmeden, menfaat hesapları yapmadan Firavun'a karşı Hz. Musa'nın tarafına geçerek onu desteklemişlerdir. Hz. Musa'nın karşısına çıkmaları ve ona karşı mücadele etmeleri konusunda da Allah'tan af dilemişlerdir:
Dediler ki: "Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla 'tercih edip-seçmeyiz." Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimiz'e iman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir." (Taha Suresi, 72-73)
İşte burada kayıtsız şartsız Allah'a teslim olmanın daha ilk anda bile insana kazandırdığı şahsiyet, güç ve kararlılık diğer bir deyişle imani olgunluk görülmektedir. Eğer sihirbazlar Firavun'un düzenine göre bir çıkar hesabı yapmaya kalkışsalardı, asla böyle bir tavır gösteremezlerdi. Çünkü görünüşte, yaşadıkları mevcut ortamda iman etmeleri dünyevi menfaatleriyle çatışıyordu.
Ancak elbette Allah'ın varlığına iman eden bir insan için bütün bu tehlikeler geride kalır. Çünkü Allah bütün bu sayılan olaylara hükmeden, herşeyin üzerinde olan güçtür. Kamil imanda Allah'a belirli şartlara bağlı olarak kul olunmaz. Çünkü gerçek iman, hiçbir koşula bağlı olmayan imandır. Sihirbazların gösterdikleri de, Allah'a ve dine samimi yaklaşan, hiçbir şarta bağlı olmayan kamil bir imandır.
Allah Hz. Muhammed (sav)'e iki kişinin arasında yaşanan bir olayı vahyetmiştir. Böylece asırlar önce yaşamış olan bu iki adamın örneği, kıyamete kadar, tüm insanlara ulaşmıştır:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik.
İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında da bir ırmak fışkırtmıştık.
(İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı... (Kehf Suresi, 32-34)
İşte bu kişilerden birinin sergilediği karakter Kuran'a ibret alınacak bir karakter olarak geçerken, diğerinin itidalli tavrı da bir kamil iman örneği oluşturmuştur.
Mal bakımından zengin olan kişi, bu zenginliğinden kaynaklanan kendinden son derece emin bir şımarıklık içindedir. Bahçesinin verimli olması ve görünümünün güzelliği onun kendine olan güveninin temel dayanağıdır. Sırf yanındaki kişiden daha zengin ve güçlü olduğunu düşündüğü için normal koşullarda yapamayacağı bir büyüklenme ve azamete kendince hak bulmuştur:
... Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." (Kehf Suresi, 34)
Bu adam, bağının güzelliğini ve bereketini gördüğünde, güçlü olmak için Allah'a ve O'nun dinine ihtiyacı olmadığı zannına kapılmış ve kendinden son derece emin ve akılsızca bir üslup kullanmıştır:
Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 35-36)
Allah'ın ayette de dikkat çektiği gibi bağ sahibi, bağına neredeyse sonsuzluk atfetmiş ve hiçbir gücün onu yok edemeyeceğini düşündüğünü de açıkça ifade etmiştir. Oysa bu bakış açısının kendine nasıl bir son hazırladığını fark edememiştir ki, Allah bu cahilce büyüklenmesinden ve müstağniyetinden dolayı ondan "kendi nefsinin zalimi" olarak bahsetmiştir.
Allah, bu adamın yanı sıra ikinci bir bağ sahibinden bahseder. Bu kişi de mülk sahibidir ve zengindir ancak diğeri kadar değil... Fakat sahip olduğu zenginlik, inancını ve karakterini etkilememiştir. Bu nedenle arkadaşının üzerindeki inkarı fark etmiş ve ona şu şekilde cevap vermiştir:
... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. Bağına girdiğin zaman, 'MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan. (Kehf Suresi, 37-39)
Ve ayetin devamında da arkadaşının malından dolayı azgınlaşmasını hemen uyarmış ve Allah'ın verdiği malla, Allah'a karşı büyüklenmemesini öğütlemiştir:
"Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesilir." "Veya onun suyu dibe göçer de böylelikle onu arayıp-bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin." (Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatıldı. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım. "Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.(Kehf Suresi, 40-44)
İtidalli bağ sahibinin gösterdiği ahlak Allah'ın beğendiği ahlak modelidir. Sahip olduğu mantık, olaylara bakış açısı ve üslubu kamil imana dair alametlerdir. Bu yüzdendir ki Allah Peygamberimiz (sav)'e, bu olayı tüm müminlere örnek olarak anlatmasını emretmiştir. Diğer bağ sahibinin sergilediği kötü ahlak ise, kamil iman sahibinin ahlakındaki üstünlüğün, böyle bir kıyasla ortaya çıkmasına vesile olmuştur.