Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde kötülerin tarih boyunca yeryüzünde bozgunculuk çıkardıklarından, insanlara çeşitli şekillerde zulmettiklerinden, bulundukları toplumlara huzursuzluk, güvensizlik, iftira, kavga, çekişme, kıskançlık gibi kötülükleri getirdiklerinden söz edildi. Ayrıca kötülerin, tüm bu kötülüklerin toplum içinde gelişip yayılması için elele verdikleri ve bir şer ittifakı kurdukları da belirtildi. Ne var ki bu anlatılanlardan ortaya çıkan tabloya bakarak, bunun geçmişten günümüze kadar bu şekilde geliştiğini ve bunu değiştirecek bir şey olmadığını düşünmek, son derece karamsar ve olumsuz bir yaklaşım olur.
Kuran'a uyan, Kuran ahlakını kazanmış bir insan hiçbir zaman böyle bir ümitsizliğe kapılmaz veya çevresindeki çirkinliklere hiçbir koşulda göz yummaz. Vicdanlı ve akıl sahibi bir Müslüman çevresindeki insanları, içinde yaşadığı toplumu, hatta tüm insanları zulümden, kargaşadan, savaşlardan, bozgunculuktan, ahlaksızlıktan ve vicdansızlıktan kurtarmak için çaba gösterir. Şu çok açık bir gerçektir ki, samimiyet, vicdan, dürüstlük, merhamet, şefkat, sevgi, saygı gibi manevi değerler kötülerin ahlaksızlıklarını eritecek ve ortadan kaldıracaktır. Diğer bir deyişle iyilerin biraraya gelmeleri ve birlikte davranmaları ile kötülerin ittifakı dağılacak, kötülükleri eriyip yok olacaktır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle müjdeler:
Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)
Bu nedenle kötülerin ittifakının insanlık açısından tehlikelerini gözler önüne sermenin yanı sıra asıl önemli olan, iyilerin, vicdanlı ve samimi insanların kötülere karşı birbirlerine destek olmaları, zulme uğrayan mazlumları koruyup kollamaları, haksızlığa uğrayanları savunmalarıdır. Bu, Allah'ın hoşnut olduğu ve Kuran'da birçok ayetiyle müminlere emrettiği önemli bir ibadet ve güzel bir tavırdır:
Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)
… Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Araf Suresi'ndeki bu ayette Allah, müminlerin elçilerine destek olup savunmalarını, ona yardım etmelerini bildirmektedir. Müminler aynı şekilde birbirlerini de destekleyip savunmalı ve birbirlerine yardımda bulunmalıdırlar.
Allah Kuran'ın birçok ayetinde müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
"Veli" kelimesinin anlamı, dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Öyle ise müminler; vicdan sahibi, güzel ahlaklı, dürüst ve samimi insanlar birbirlerini desteklemeli, birbirlerine dost, yardımcı ve koruyucu olmalıdırlar.
Allah, Kuran'da bildirdiği peygamber kıssalarında bu konuda örnekler vermektedir. Hz. Musa (as) şehirde kavga eden bir adama zor durumda kaldığı için yardım ederken, yanlışlıkla bir adamın ölmesine neden olmuştur. Daha sonra da Firavun'un ve şehrin önde gelenlerinin zulmünden ve kendisine haksızlıkla davranmalarından kurtulmak için şehirden uzaklaşmıştır. Ayetlerde bu olay şöyle bildirilir:
Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: "Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim."
Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar" dedi. (Kassas Suresi, 20-21)
Hz. Musa (as), kendisine haber vererek iyilikte bulunan bu kişinin yardımı ile şehirden çıktıktan sonra Medyen suyuna ulaşmış ve orada çobanlar olduğu için suyun kenarına giderek hayvanlarını sulamaktan çekinen iki kadına yardımcı olmuştur. Kadınlar ise evlerine döndüklerinde olanları babalarına anlatmışlar ve babaları olan Hz. Şuayb (as), Hz. Musa (as)'ı evine davet etmiştir. Hz. Şuayb (as)'ın Hz. Musa (as) ile konuşması ayetlerde şöyle bildirilir:
Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun." (Kassas Suresi, 25)
Hz. Şuayb (as), Hz. Musa (as)'ın iyi ve güvenilir bir insan olduğunu anladığı için ona zorluk zamanında destek olmuş, evinde kalıp, yanında çalışmasına izin vermiştir. Bu, iyi insanların birbirlerini zorluk anlarında korumalarına, birbirlerine kol kanat germelerine bir örnektir. Allah bir ayetinde Peygamberimiz (sav)'e "Ve mü'minlerden, sana tabi olanlara (koruyucu) kanatlarını ger." (Şuara Suresi, 215) diye buyurmuştur. Müminlerin üzerine koruyucu kanatları germek, onları tehlikelere karşı, zorluklara karşı korumak Rabbimizin bir emri ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetidir.
Birlik, beraberlik, dayanışma, dostluk, fedakarlık, yardımlaşma, gözetip kollama ve benzeri özellikler Kuran ahlakının temelini oluşturan güzelliklerden bazılarıdır. İslam dininde insanlar hep hoşgörü, sevgi ve barış dolu, insanların birbirlerine karşı anlayış gösterdikleri, huzurlu bir ortamda yaşarlar. Bu özelliklere sahip toplumlar ise her zaman için daha hızlı gelişebilir ve güç kazanabilirler. Çünkü, birlik ve beraberlik sağlandığında, toplumun bireyleri güç ve enerjilerini tartışmalara, kavgalara, sürtüşmelere, çatışmalara, savaşlara değil, hep hayır ve güzellik dolu işlere yönlendireceklerdir. Ayrıca herkesin emeğini, gücünü, şevkini kattığı, birbirine maddi ve manevi yönden destek sağladığı işlerde büyük bir bereket ve güzellik oluşacaktır.
Ancak herşeyden önemlisi birlik ve beraberlik içinde hayır için çalışan insanlara Allah Katından bir yardım, bir destek ve güç verileceği müjdelenmiştir. Bu nedenle Allah bazı ayetlerinde müminlere birbirleriyle çekişmemelerini, yoksa güçlerinin gideceğini ve zayıf düşeceklerini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
İyiler ve dostlar arasında birleştirici bir rol üstlenmek Allah'ın tavsiye ettiği bir ahlaktır. Özellikle kötülerin azgınlıklarının arttığı bir dönemde müminler arasında kırgınlık, küsmek, alınganlık, çekişme gibi şeytandan olan pislikler kesinlikle barındırılmamalıdır. Bu tür durumları gidermek için çaba gösteren, birleştirici ve uzlaştırıcı bir tutum izlemek güzel bir ibadettir. Allah bunu bir ayette şöyle bildirir:
Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Çekişmek, sürtüşmek, düşmanlık, kin, nefret gibi duyguların tamamı şeytanın insanlar üzerindeki telkini ile oluşan kötü ahlak özellikleridir. Salih Müslümanlar hiçbir zaman bu hislerle hareket etmezler, daima ihlaslı, tevazulu, dostane ve birbirlerine karşı düşkün ve sevgi doludurlar. Halis niyetli olmayan insanlar en yakın arkadaşlarının, hatta öz kardeşlerinin dahi başarılarını, güzelliklerini çekemeyebilir, haset ederek düşmanlık gösterebilirler. Ancak salih bir Müslüman diğerlerinin başarılarıyla ve güzellikleriyle kıvanç duyar, bunlara kendisininmiş gibi sevinir, Allah'a hamd eder. Hatta bu kişinin güzelliklerinin ve başarılarının daha da artması için ona yardımcı olur, gerekirse yol gösterir. Bu ahlaka sahip olmayan insanlar ise bilakis başarısının yollarını tıkamaya çalışırlar. Rekabet, kıskançlık gibi hisler ise hayır yolunda yapılan işlerdeki ihlası kırar, bu da devamında o işin bereketini ve güzelliğini kaçırır.
20. yüzyılın en önemli İslam alimlerinden olan ve yazdığı eserlerdeki samimiyeti ile dikkat çeken Bediüzzaman Said Nursi, Kuran'ın bir tefsiri mahiyetinde hazırladığı Risale-i Nur Külliyatı'nda bu konuların üzerinde çok detaylı olarak durmuştur. Bediüzzaman müminlerin yaptıkları işlere rekabet gibi nefsin pisliklerinin karışmaması gerektiğini bir sözünde şöyle ifade etmiştir:
"Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kıskanmak şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardımlarını müftehirane alkışlamak lâzım gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeşlere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hal ile ihlas kaçıyor. Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalaletin nazarında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı olan, din ile dünyayı kazanmak ve ilmi hakikatla maişeti temin etmek, tama' ve hırs yolunda rekabet etmek gibi müdhiş ittihamlara maruz kalıyorsunuz. Bu marazın çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine değil, daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak…" (Lemalar, s. 157-158)
Bediüzzaman Said Nursi'nin de belirttiği gibi Kuran ahlakına hizmet, inananların omuzlarında taşıdıkları bir hazine hükmündedir, son derece değerlidir. Herkesin bu değerli hizmette fedakarane bir yardımı ve desteği olmalıdır. Bu kıymetli hizmette şevk ve heyecanla göreve koşan bir mümini kıskanmak ya da kendine rakip olarak görmek salih bir Müslümana yakışmaz. Kıskanmak bir yana onun bu azmiyle gurur duyması ve desteklemesi gerekir.
Kıskançlık, şeytanın ittifakının bir vasfıdır. İhlasla çalışmanın içinde böyle bir kötülüğün yer alması ittifakın gücünü kırmaktan başka bir şeye yaramaz. Gücün gitmesi de sadece kötülerin ittifakına fayda verecektir. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi bu hastalıkların tek çaresi nefsinden taraf olmayıp, daima dostuna taraf olmaktır.
Bediüzzaman İhlas Risalesi'nde ise, müminlerin aynı bir fabrikanın çarkları gibi birbirleriyle son derece uyumlu ve birbirlerini tamamlayıcı yönde hareket etmeleri gerektiğini, birbirlerinin gıpta damarlarını tahrik edecek tavır ve konuşmalardan kaçınmalarını şöyle anlatmıştır:
"Bu hizmet-i Kur'aniye'de bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev'inden gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünki nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa'ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kuran'ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız… ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz… ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm'a ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz. Elbette dört ferdden bin yüz on bir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile, tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz." (Lemalar, sf. 160-161)
Bu örnekte de olduğu gibi, nasıl fabrikanın çarkları birbiriyle uyumlu, rekabetten uzak çalışıyorsa ve hiçbiri bir diğerinin önüne geçmiyorsa ve ancak bu şekilde üretim kusursuz, eksiksiz ve zamanında elde edilebiliyorsa, Allah rızası için hayır yolunda çaba gösteren müminlerin de aynı uyum içinde hareket etmeleri gerekir. Birbirlerinin eksiklerini araştırmadan, kusurlarını görmeden, hatta biri bir diğerinin eksiğini tamamlayarak çaba göstermelidirler. İnkarcıların şiddetle ittifak halinde olduğu, müminlere karşı kin ve nefretlerinin ağızlarından taştığı, zavallı insanlara, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara zulmedildiği bir ortamda, bu mazlum insanlar vicdan sahibi kimselerden medet ummaktadırlar. O halde samimilerin, vicdanlıların, dürüstlerin, akıl sahibi, salih insanların güçlerini birbirlerine karşı kullanmalarının Allah Katında büyük bir sorumluluğu olabilir. Müminlerin birbirleriyle ittifakı, yardımlaşmaları, aralarındaki dostlukları, tesanütleri, muhabbetlerini artırmaları ve hiçbir an ittifaklarını zayıflatacak bir ihtilafa düşmemeleri son derece önemlidir.
Hiçbir dünyevi hırsı bulunmayan, hayır olarak gördüğü her davranışı, her eseri, her faaliyeti kendisine bir pay çıkarmadan, benim senin ayırımı yapmadan hayır için kullanan, kıskançlık, rekabet gibi nefsin pisliklerinden sakınan insanların dayanışmaları kötü niyetli şer ittifakını mutlaka yıldıracaktır.
Kötüler mutlaka iyilerin arasına nifak sokmak, onları birbirlerine karşı getirmek ve birlik beraberliklerini bozmak için hareket edeceklerdir. Küfrün en bilinen özelliklerinden biri daha önceki bölümlerde de söz edildiği gibi, müminleri iftira ve yalanla karalamaya, onları halkın gözünde küçük düşürmeye, itibarlarını yok etmeye çalışmalarıdır. Ancak toplum içinde iyilerin, vicdan ve sağduyu sahibi insanların alacakları tavır, müfterilerin ve şer için yaşayanların bu çabalarını boşa çıkartacaktır. Çünkü eğer müfterilerin karşısında onların sözlerini dinlemeyen, onların sıraladığı iftiralara kulak asmayan ve bunlara inanmadıklarını söyleyen insanlar bulunursa, bu iftiralar mağdur durumdaki kişilere hiçbir zarar getirmez ve kötüler emellerine ulaşamamış olurlar.
Nitekim geçmişte Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in şerefli ve muttaki hanımına da iftirada bulunulmuştur. Allah iftiracılara karşı vicdan sahibi insanların nasıl bir tutum takınmaları gerektiğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 15-16)
Şu kesin bir gerçektir ki, Allah'a inanmayan veya Allah'tan korkup sakınmayan bir insan kolaylıkla yalan söyleyebilir, yanlış haber üretip yayabilir, insanları ne kadar zor durumda bırakacağını, onlara nasıl sıkıntılar vereceğini hiç düşünmeden iftiralar atabilir. Bu nedenle Allah'tan korkmayan, dini inançları zayıf, yaptıklarından dolayı kimseye hesap vermeyeceğini zanneden bir insanın söylediklerine güvenmek, o kişinin sözüne göre hareket etmek doğru ve mantıklı bir tavır olmaz. Allah bir ayetinde bu tür durumlarda müminlerin ne yapmaları gerektiğini şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)
Fasık, günahkar, Allah'ın emirlerine zıt hareket eden kimse demektir. Öyle ise vicdan sahibi, hakkaniyetli ve adaletli insanların bu karakterdeki insanlardan gelen haberleri önce etraflıca araştırıp, sonra karar vermeleri gerekmektedir.
Kötülerin, insafsız ve saldırgan insanların sayıca çok olmalarını veya maddi açıdan güçlü gibi görünmelerini bazı zayıf ve bilgisiz insanlar yanlış yorumlayabilirler. Onların etkilerini gözlerinde büyütüp, hak ettiklerinden daha fazla değer verebilirler. Oysa Allah'ın dininden uzak insanların gücü zahiri ve geçicidir. Tüm gücün ve mülkün sahibi Allah'tır. Ve Allah bu insanlara güç ve mülkü geçici bir süre, onları denemek için verir. Hiçbir insan mal ve mevki sahibi olduğu için bir diğerine zarar vermeye, ona üstün gelmeye güç yetiremez. Ancak Allah insanları denemek için bu olayların her birini insanların kaderinde yaratır.
Ne var ki güçlü bir imana sahip olmayanlar, zalim insanlardan korkup çekinirler. Hatta bu yüzden onlara yaranmaya, kendilerini onlara iyi gösterip, onların hoşnutluklarını kazanmaya gayret gösterirler. Her konuşmalarında, davranışlarında onlardan oldukları imajını vermeye çalışır ve kendilerince bu kimselerin desteği ile güçleneceklerini zannederler. Fakat bu onları Allah'ın ve Allah'ın samimi kullarının gözünde küçük düşüren, onursuzlaştıran bir tavırdır. Bu, hırsızdan korkan bir insanın hırsıza yaranmaya, veya katilden korkan bir insanın kendini katile sevdirmeye, hatta bir katil gibi davranmaya çalışmasına benzer.
Asıl önemli olan ise insanın kendisini herşeyin Yaratıcısı ve Sahibi olan Allah'a sevdirmesidir. Bu nedenle böyle bir zayıflık ve anlayışsızlık içerisinde olan kimselere Allah sevgisi ve Allah korkusu anlatılmalı, kötülerin ise Allah Katında azapla müjdelenen, gerçekte hiçbir şeye güç yetiremeyen, aciz, zavallı varlıklar oldukları belirtilmelidir.
Allah iyilerin yalnızca Kendisi'nden sakınması gerektiğini ve yalnızca Kendisi'nden sakınanlarla beraber olmaları gerektiğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun. (Tevbe Suresi, 119)
Takva sahibi insanlar sadece Allah'tan korkarlar ve tüm gücün sahibinin Allah olduğunu bilirler. Bu insanlar sürekli hesap gününü düşünürler ve tüm yaşamları boyunca hesap verecekleri bu gün için hazırlık yaparlar. Bu nedenle, iman sahibi insanları dünyevi herhangi bir şeyle korkutmak, onları yıldırmak, onlara korku, hüzün, endişe, ümitsizlik, karamsarlık vermek imkansızdır. Bu insanlar, dünya hayatında her ne olursa olsun, başlarına ne gelirse gelsin tüm bunları, teslimiyetle, neşe ve şevkle karşılarlar. Çünkü onlar Allah'ın dostudurlar, her işlerinde sonsuz merhametli, sonsuz şefkat sahibi ve bağışlayıcı olan Allah'ı kendilerine vekil edinmişlerdir. Her karşılaştıkları olayda, her zorluk anında, kendilerine söylenen her aleyhte söz ve iftirada, aleyhlerine kurulan tuzaklar esnasında Allah'ın yanlarında olduğunu, onları ve kötülük işleyenleri gördüğünü, işittiğini, izlediğini bilmektedirler. Allah Habir (bilendir) olandır. Bu nedenle inanmayanlar için felaket sayılabilecek olaylar iman edenler için korkutucu veya yıldırıcı değildir. Allah, böyle üstün bir ahlaka ve güçlü bir imana sahip olan kullarından Kuran'da pek çok ayetle söz etmiştir. Allah'ın geçmişte yaşamış ve her türlü zorluğa göğüs germiş böyle insanlardan söz ettiği ayetlerden birkaçı şöyledir:
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 146-148)
Allah'ın sevdiği, dünyada ve ahirette yardımıyla desteklediği bu salih insanların bir diğer özelliği ise kınayıcıların kınamalarından korkmamalarıdır. Allah bu konuyu Hz. Nuh (as)'ın kavmine verdiği bir cevapla bize şöyle haber vermiştir:
Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin." (Yunus Suresi, 71)
Allah'ın sevdiği, hoşnut olduğu, ahirette iyilerle ve salihlerle birlikte cennetinde ağırlayacağı salih insanlardan biri olmak için, iyilikte ve dürüstlükte sebatkar, azimli ve kararlı olmak gerekir. Samimi bir kul, en şiddetli haksızlıklarda veya kötülerin en ağır tehditleri karşısında dahi hakkı ve güzel olanı söylemekten ve savunmaktan kaçınmamalıdır. Allah'ın Kuran'da tüm insanlara örnek olarak gösterdiği peygamberleri üstün kılan özelliklerinden biri, onların en zorlu anlarda dahi hakkı savunmaktan vazgeçmemiş olmalarıdır. Onların bu kararlı ve cesur tavırları güçlü imanları sayesindedir. Ayette haber verildiği gibi, Hz. Şuayb (as)'ın kendisini ölümle tehdit eden kavmine verdiği cevap müminlerin kararlılığına ve azmine güzel bir örnektir:
"Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azap gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim." (Hud Suresi, 93)
Müslümanların, vicdanlı ve hüsn-ü zan sahibi insanların, en önemli özelliklerinden biri insanlar arasında hiçbir ayrım yapmamaları, insanları gruplarına, cinsiyetlerine, kültürlerine, sosyal statülerine veya başka bir dünyevi özelliklerine göre ayırt etmemeleridir. Sözgelimi kendisinin iman sahibi bir Müslüman olduğunu söyleyen bir insana, kimsenin "sen Müslüman değilsin, çünkü şunu yapmıyorsun" deme hakkı olamaz. "İman ediyorum" diyen her insana hüsn-ü zanla bakılır ve bir yardıma ihtiyacı olduğunda şevkle yardım edilir. Allah bir ayette şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: "Sen mü'min değilsin" demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır." (Nisa Suresi, 94)
Her insanın takvasının derecesi, imanı ve Allah'a yakınlığı sadece Allah Katında bellidir. Bu nedenle samimi bir Müslüman gibi davranan ve iyilerden olduğunu söyleyen biri için aksi bir yorumda bulunmak, Allah'ın müminlere yasakladığı bir tavırdır. İyilerin ittifakında yukarıda yer verdiğimiz Nisa Suresi'ndeki bu ayet de yol gösterici olmalıdır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu doğrunun, vicdanlı tavrın, iyiliğin, hayır ve güzelliğin nerede olduğunu aslında gayet iyi bilir. Bu nedenle yine insanların büyük bir kısmı konuşmalarında hep doğru ve güzel olanı söyler ve daima haklıdan yana olacaklarını vurgularlar. Ancak fiiliyata geldiğinde birçoğu sessiz ve tepkisiz kalır. Haktan yana söyleyecekleri ve hakkı savunabilecekleri birçok ortam ve imkanları bulunmasına rağmen çeşitli sebeplerle bundan kaçınırlar.
Bu sessizliğin birçok sebebi vardır. Bunlardan bir tanesi dünyevi çıkarlarının zedelenip, maddi zarara uğrayacaklarından korkmalarıdır. Örneğin kötülerin ittifakına karşı, iyi ve mağdur durumdaki bir insanı savundukları zaman, kötülerin tepkisini çekeceklerini, bazı çıkarlarından ödün vermeleri gerekeceğini hesaplayarak bundan vazgeçebilirler. Bunun sonucunda inkar edenlerin kötülükleriyle karşılaşmaktan, kariyerlerini, toplum içindeki itibarlarını kaybetmekten, iftiraya uğramaktan çekinebilirler. Gelecek endişesine kapılarak, haktan yana tavır koymayabilirler.
Ancak bu insanlar şunu bilmelidirler ki, Allah'ın razı olacağı tavır sözle söylenenin fiiliyata da geçirilmesidir. Allah, sözle iyiliğin ve salih amellerin vaadinde bulunan, ancak uygulamaya gelince geri çekilen insanların durumunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 21)
İşte bu yüzden, Allah'a iman eden, hesap gününde dünyada yaptığı şeylerin hesabını vereceğini bilen, samimi ve vicdanlı bir kul olduğunu söyleyen her insanın, iyilerle ittifak içinde olması gerekir. Bunu uygulamayan insanları Allah şöyle uyarmaktadır:
Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah Katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti). (Saff Suresi, 2-3)
İnsanların birbirlerine nasıl zulmettiklerini gören, her gün çevresinde ahlaksızlığın, acımasızlığın, imansızlığın işaretlerini fark eden ve bunlardan dolayı rahatsızlık duyarak, barış, sevgi ve huzur dolu bir toplum isteyen bir insanın duyarsız kalması büyük bir hata olur. Her insan, az ya da çok, gücünün yettiğinin en fazlasıyla kötülüklerin tek çözümü olan Kuran ahlakının yaşanmasına ve yaşatılmasına katkıda bulunmalı, iyilik ve güzellik yolunda çaba göstermelidir.
Ancak, şeytan iyilik yönünde davranmaya niyet eden her insana mutlaka musallat olacak ve onları bu kararlarından vazgeçirmeye çalışacaktır. Şeytanın hayır için çaba sarf eden insanlara verebileceği kuruntulardan biri de, "Benim yaptığımdan ne çıkar ki?" mantığı olabilir. İnsan, tüm dünyaya yayılmış olan kötülüğü, zulmü, savaşları, katliamları düşündüğünde kendisini çok zayıf ve hiçbir şeye güç yetiremez olarak görebilir. Oysa işin özü bambaşkadır. Herşeyden önce dünyaya barışı, güvenliği, huzuru, sevgiyi, merhameti, hoşgörüyü, insancıllığı, dostluğu ve anlayışı hiçbir insan hakim edemez. Bunu ne bir insan, ne bir topluluk, ne de herhangi bir güç sağlayamaz. Bunu gerçekleştirecek olan, herşeye güç yetiren, sonsuz kudret sahibi, herkesin kalbinden, düşündüklerinden, söylediklerinden haberdar olan Rabbimizdir.
İman edenlerin bu yolda çabalaması ise onların salih ve temiz niyetlerinin bir göstergesidir. Belki birinin söylediği güzel bir söz, bir diğerinin hoşgörülü tavrı, bir başkasının sabrı ve azmi diğerlerine örnek olacak ve onların kalbini Kuran ahlakının güzelliğine ısındıracak ve iyilerin sayısı böylece artacaktır. Bunlar iman edenlerin Rabbimiz'e olan kulluk vazifelerini yerine getirmek için harcadıkları çabanın parçalarıdır. Ancak unutulmamalıdır ki iyileri güçlendirecek, yeryüzüne güzelliği hakim kılacak olan Allah'tır. Bu nedenle "Benim çabamdan ne olur?" demek şeytanın bir vesvesesidir ve bu sese uyanlar sorumluluktan kaçmış olurlar.
Her insanın güzel ahlaklı ve vicdanlı bir insan olduğu sürece iyilik ve hayır adına yapabileceği pek çok güzel şey vardır. Örneğin çok ağır bir yük kaldırılacağı zaman, yükün etrafında bulunan on beş kişiden sadece dördü yükün altına girseler ve diğerleri "biz zaten zayıf, çelimsiz kimseleriz, bizim yardımımızdan ne olur" diye kenarda dursalar isabetli bir karar olmayacağı bellidir. Ancak on beş kişinin on beşi de yükün altına girse ve her biri gücünün yettiği oranda yükü kaldırsa o dört kişinin omzundaki ağırlık çok hafifleyecektir. Kimin neyi ne kadar yaptığı değil, gücünü ne kadar kullandığı önemlidir.
Allah Kuran'da hiç kimseye gücünün üzerinde bir güç yüklenmeyeceğini bildirerek, zaten her iyi insan için bir kolaylık kılmıştır:
İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. (Müminun Suresi, 61-62)