Osmanlı sonrası çok büyük bir kaosun içine itilen bölgelerin bir diğeri Kuzey Afrika'dır. Devlet-i Ali, Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü 16. yüzyılda egemenliği altına almış ve bölgede istikrarlı bir yönetim kurmuştu. Ancak sömürgecilik, bölgede Osmanlı yönetimi ile birlikte huzur ve barışı da yok edecekti. Sömürgeciliğin Afrika'ya girişi, 17. yüzyılda Hollandalılarla başladı. Ardından Portekizliler, İngilizler ve Fransızlar kıtanın farklı bölgelerinde egemenlik kurdular. Osmanlı'ya ait olan Kuzey Afrika topraklarını ele geçirebilmek içinse, 19. yüzyıla kadar beklemeleri gerekti. Bu süreci yaşayan ülkelerin birisi de Tunus'tu.
Tunus'un İslam ile tanışması, Abdullah bin Ebi Sarh komutasındaki İslam ordularının 648 yılındaki fethi ile gerçekleşmişti. Kısa süre içinde Tunus bir İslam vatanı haline geldi ve 7. yüzyıla gelindiğinde tüm Tunus halkı Müslüman oldu. Daha sonra pek çok kez yönetim değişikliği yaşayan Tunus'da gerçek huzur ve istikrar, 1574 yılındaki Osmanlı yönetimiyle başladı. Tunus, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir eyalet haline getirildi ve bu statüsü 1881'e kadar sürdü. Avrupa medeniyetindeki zorba yönetim anlayışının aksine, Osmanlı ülkesinde İslam dininin bir özelliği olarak barış ve şefkat temeline dayalı bir yönetim anlayışı hakim olmuştu. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman Arapların yanı sıra, Berberiler ve Museviler gibi farklı etnik ve dini toplulukların huzur içinde ve kardeşçe yaşadığı Tunus'taki bu barış dönemi, Fransa'nın 1881'deki işgaline kadar sürdü.
Fransa, Tunus'u "yüksek komiser" denilen valiler kanalıyla yönetti. Aynı Cezayir'de olduğu gibi burada da çok büyük bir zulüm politikası böylece başlamış oldu. Her türlü muhalefet hareketi ve bağımsızlık yanlısı faaliyetler kanlı bir şekilde bastırıldı. Bağımsızlık yanlısı İslami hareketlerin liderleri ve onları destekleyenler çok şiddetli baskı gördüler, büyük bir bölümü tutuklandı, işkencelere maruz kaldı.
Fransa, güçlü bir İslami bilince sahip olan Tunus halkında oluşan tepkiyi durdurmakta, ayaklanmaları bastırmakta zorlanıyordu. Bunun için her sömürgeci ülkenin yaptığı gibi o da kukla yönetimlere başvurdu. Bunun için bağımsızlık mücadelesi amacıyla kurulan Düstur Partisi'ni kendi tarafına çekti. Başına ise çok güvendiği bir "adamı"nı yerleştirdi: Habib Burgiba.
İlk başlarda halkın desteğini almak için İslami bir çizgi izliyor gibi görünen Habib Burgiba, çocukluğundan itibaren Fransız eğitimi görmüştü. Ancak gençlik döneminde özellikle Fransız işgal yönetimine karşı bir politika izlemiş, bu şekilde halkın desteğini almayı planlamıştı. Hatta bunun için birkaç kez hapse girmiş, Tunus'tan Kahire'ye kaçarak halk nezdinde kahraman imajı kazanmaya çalışmıştı.
Tunus'a döndüğünde halkı amaçsız bir isyana teşvik eden ve böylece kanlı bir Fransız müdahalesine zemin hazırlayan Burgiba, Fransızların 1956 yılında işgale son vermelerinden sonra, Fransa'nın Tunus'taki temsilcisi haline geldi. Sömürgeci Fransız yönetimi ülkeyi terk ederken, geride kendilerine son derece sadık yönetim kadroları bırakmışlardı. Bu kadrolar Fransızların menfaatlerini onlar kadar koruyan ve kendi vatandaşlarına onlardan bile daha fazla zulüm yapan Habib Burgiba yönetimindeki kadrolardı.
1959'da ülkeyi süresiz olarak yürütme yetkisini tek başına eline alan Habib Burgiba, bir zaman sonra kendisini "ölümüne kadar cumhurbaşkanı" ilan etti. 7 Kasım 1987'de akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesi ile Başbakan Zeynel Abidin tarafından devlet başkanlığı görevinden alınana kadar, yani 31 yıl boyunca, Tunus'u tek başına yönetti. Bu dönem boyunca ülkeyi kültürel, siyasi ve ekonomik yönden Fransa'ya bağımlı kıldı ve ülkenin zenginliklerini Fransa'ya akıttı.
Bu İslam aleyhtarı diktatörün en önemli özelliklerinden biri ise, diğer benzerleri gibi yüksek rütbeli bir mason oluşuydu.32 Masonik kimliği, Habib Burgiba için Müslüman kimliğinden de, Tunuslu kimliğinden de daha önemliydi. O, Müslüman Tunus halkının değil, Fransız Büyük Locası'nın menfaatlerini ön planda tutuyordu. Bunu da ülkesinde İslam'a karşı büyük bir savaş açarak gösterdi.
Burgiba'nın ilk icraatı yargıda ve eğitimde Fransız sistemi benzeri bir sistem kurmak oldu. Bu sistemin en büyük özelliği ise İslam karşıtlığı ile şekillendirilmesiydi. Burgiba, camileri sıkı denetimi altına aldı, belli vakitlerin dışında namaz kılınmasını yasakladı. İslami toplum amaçlayan tüm Müslümanları, rejim muhalifi sıfatıyla tutuklattırdı ve çok ağır işkenceler uyguladı. Tunus'un sembolü olan Zeytune Üniversitesi başta olmak üzere İslami eğitim kurumlarının hepsini kapattırdı. Oysa Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi'ne denk sayılabilecek bir üniversite olan Zeytune Üniversitesi, Kuzey Afrika'daki İslami hayatı canlı tutan, oradaki halkın önünü açan ilim adamlarını yetiştiren önemli bir merkezdi. Burgiba yaptığı baskılarda o kadar ileri gitti ki, Ramazan ayında televizyona çıkıp içki içerek "ülkenin ekonomik kalkınmasını ve çalışma temposunu yavaşlattığı" bahanesiyle Ramazan'da oruç tutmayı yasakladı. Hac için Mekke yolculuğunun pahalı olduğu gerekçesi ile Mekke yerine Magrip'in kutsal kenti kabul edilen Keyrevan'ın ziyaret edilmesini istedi.
Tunus yönetimi her dönemde İslam ülkelerine karşı uzak bir politika izledi. İslami akımları desteklediği için Sudan ile ilişkilerini askıya alan, Cezayir'e karşı Fransız hükümetinin yanında yer alan Tunus'ta, şehit olan Filistinliler için dua etmek ve hatta İntifada hakkında konuşmak dahi yasaklandı.
Aradan geçen yıllarda baskıcı tutumda az da olsa bir azalma ve demokratikleşme süreci yaşandı. Ancak Cezayir ve Tunus'taki Müslüman halkın yaşadıklarının, Kuran'da haber verilen ve inkarcılara ait bir zulüm yöntemi olduğuna da dikkat etmek gerekir. Kuran'da bildirildiği üzere, zalim yöneticilerin insanların dinlerini yaşamalarını engellemek için kullandıkları baskı yöntemlerinden biri de, cami gibi kutsal mekanları yok etmektir. Allah Bakara Suresi'nde Kendi adının anılmasını engellemek isteyenlerin dünyada ve ahiretteki durumlarını şu şekilde bildirmektedir:
Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azab vardır. (Bakara Suresi, 114)
Ayette vaat edilen büyük azap, İslam topraklarında İslam'ı yok etmek için çalışan tüm zalimlerin, tevbe edip bu tutumlarını değiştirmedikleri takdirde, ahiretteki karşılığıdır. Müslümanlar, bu gerçeğin farkında olmalı ve uğradıkları baskılar karşısında, zalimlerin ahiretteki durumunu düşünmeli, gerçek galiplerin kendileri olduğunu bilmelidirler.
TUNUS'TAKİ İSLAMİ HAREKET SUSTURULMAK İSTENİYOR
Tunus'ta İslami Hareketin temsilcisi İslami Yöneliş Hareketi (NAHDA)dir. İslami Yöneliş Hareketi, 1969'da Prof. Raşid el Gannuşi'yle Abdulfettah Moro'nun öncülüğünde kuruldu. Ancak güçlenmeye başladığı görülünce bu harekete karşı şiddetli bir baskıya başvuruldu ve hareketin ileri gelenlerinden 106 kişi tutuklandı. İslami Yöneliş Hareketi bir gecede darmadağın edildi. Aylar süren tutukluluk döneminden sonra yargılanan hareket liderlerinin tümü, idam, müebbet ve 20'şer yıllık hapis cezalarına çarptırıldılar. Halen Londra'da sürgünde yaşayan Gannuşi cezalardan payını alarak müebbet hapse mahkum edildi. Mahkemelerin hemen akabinde idam cezaları derhal infaz edildi. Hareketin önde gelenlerinin haricinde binlerce kişi daha basit gerekçelerle tutuklandılar.
Fransa, Burgiba imajının Tunus'ta eski gücünü yitirmesinden sonra, Tunus'un Paris büyükelçisi Hadi Mebruk'un Dışişleri Bakanlığı'na atanmasını sağlayarak, ülkedeki etkinliğini artırmaya çalıştı. Bu arada Başbakan Zeynel Abidin Bin Ali, Burgiba yönetiminin siyasi baskıları yüzünden yıllarca ezilen Müslüman halkı kendi tarafına çekebilmek için, onlara birtakım özgürlükler verdi. Burgiba'yı sivil bir darbeyle yönetimden uzaklaştıran Bin Ali yönetimi, siyasi tutukluların bir kısmını da serbest bıraktı. Sürgünde olanların tekrar ülkeye dönmelerine izin verdi. Ancak Müslüman halkın büyük umutlar beslediği yeni yönetim, Burgiba'dan çok farklı çıkmadı. İlk başlarda ülkede bir reform hareketi başlatacağını vaat eden Bin Ali, iktidarını sağlama aldıktan sonra aynı Burgiba gibi Müslüman halka karşı zulüm uygulamaya başladı.
Burgiba sonrası Tunus'ta değişen tek şey, Müslümanların yıllarca çektikleri zulüm ve baskıcı politikaların yeniden gündeme gelmesi olmuştur. Burgiba'nın yerini alan Zeynel Abidin Bin Ali bugün selefini aratmayacak, hatta son zamanlardaki icraatlarıyla onu bile geride bırakacak bir konuma gelmiştir. Bugün Tunus halen, Zeynel Abidin sebebiyle bölgenin son derece katı ve antidemokratik yapıya sahip ülkesi durumundadır.33 Toplumda geniş tabana sahip olan Müslümanlar ülkelerine ve halklarına bir zarar vermeden demokratik yollardan yönetimi devralmayı beklemektedirler.
BİN ALİ'NİN POLİS DEVLETİ
Tunus, Bin Ali yönetimiyle tam bir polis devleti haline getirilmiştir. Her yüz kişiye bir polis düşmektedir ki, bu benzeri görülmedik derecede yüksek bir orandır. Halk kendi evinde dahi yüksek sesle yönetimi eleştirmekten ya da İslami duyarlılığını ifade etmekten çekinmekte, çok büyük bir psikolojik baskı altında hayatını sürdürmeye çalışmaktadır.
Bin Ali yönetimi, dindar hareketi yok edebilmek için her türlü baskıcı yöntemi meşru sayabiliyor. Sadece NAHDA değil, İslami çizgisi olan tüm örgütler, partiler şiddetli baskılar görüyorlar. Şu anda Tunus'ta on bine yakın Müslüman çok zor şartlar altında cezaevinde tutuluyor. Her türlü İslami faaliyet ve basım yasaklandı. Bu yoğun baskı nedeniyle herkes İslami çalışmalardan şiddetle uzak duruyor.
32- Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Paris Presse Universitaires de France, 1987 s. 1199, (Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Vural Yayıncılık, Şubat 1996, s.757)
33- Le Monde Diplomatique, Ekim 1999, Bruno Callies De Salies, Croissance Économique Et Répression Politique, Les deux visages de la dictature en Tunisie