Somali dendiğinde çoğu insanın aklına gazetelerde görmeye alıştığı felaket haberleri gelir. Milyonlarca insanın karşı karşıya kaldığı açlık felaketi, kolera gibi salgın hastalıklar, susuzluk, iç çatışmalar, kabile savaşları, siyasi istikrarsızlık adeta Somali halkının hayatının bir parçası olmuştur. İnsani yardım örgütlerinin yaptıkları yardımlar halkın içinde bulunduğu durumu çözmekten çok uzaktır; sadece anlık çözümler içermektedir. Ülkedeki huzuru sağlama bahanesiyle yapılan siyasi müdahaleler ise huzur ve barışı sağlamaktan ziyade, kaosu ve çatışmaları artırmaktadır.
Somali'deki bu kaosun temeli, sömürgecilik dönemine kadar uzanmaktadır. Mekkeli müşriklerden kaçan Müslümanların Habeşistan'a hicret etmesiyle İslamiyet'le tanışan Somali, 19. yüzyılda İngiltere tarafından sömürgeleştirilmeye başladı. Bu dönemden sonra Müslüman Somali halkı savaşlar, çatışmalar, açlık ve salgın hastalıklar gibi felaketlerden kurtulamadı. 1884 yılında İngilizlerin Kuzey Somali'yi, 1887'de İtalyanların Güney Somali'yi işgal etmesiyle diğer pek çok Müslüman ülkede olduğu gibi Somali'de de zulüm ve baskı dönemi başlamıştır.
Uzun süren bir sömürge döneminden sonra 1960 yılında bağımsızlığını kazanan Somali'nin Cumhurbaşkanlığına Aden Abdullah getirildi. Ancak Somali'de adil ve istikrarlı bir yönetim kurulmasına ve güçlenmesine izin verilmedi. 1969 yılında bir darbe ile iktidarı ele geçiren Tümgeneral Muhammed Siad Barre parlamentoyu dağıtarak, tüm siyasi partileri kapattı. Gerçekleştirmeye çalıştığı sosyalist düzen için en büyük fikri muhalefetin Müslümanlar olduğunu düşünen Siad Barre, İslami kitapların, dergi ve gazetelerin yayınlanmasını yasakladı. Yasağa karşı çıkan birçok Müslüman düşünür ve alimi idam ettirdi.
BİR YANDA AÇLIK...
Milyonlarca insanın karşı karşıya kaldığı açlık felaketi, kolera gibi salgın hastalıklar, susuzluk, iç çatışmalar, kabile savaşları, siyasi istikrarsızlık adeta Somali halkının hayatının bir parçası olmuştur. İnsani yardım örgütlerinin yaptıkları yardımlar halkın içinde bulunduğu durumu çözmekten çok uzaktır; sadece anlık çözümler içermektedir. Bugün Somali halkının %75'i yetersiz beslenmektedir.
... BİR YANDA İÇ SAVAŞ...
... BİR YANDA BM YARDIMI
Somali'ye yardım götürmek için giden BM askerleri, zaman içinde halka ateş eden, işkence uygulayan, zulmeden düşmanlar haline geldiler. Kendilerine yardım yerine kurşun yağdıran yabancı askerlere Somali halkı artık hiç güvenmiyor.
1991'de ülkede başlayan iç çatışmaların ardından can güvenliği gerekçesiyle ülkeyi terk eden Barre'nin ardından büyük bir iç savaş başladı. İç savaş sırasında çoğunluğu Müslüman 1 milyon Somalili çeşitli Afrika ülkelerine göç etmek zorunda kaldı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1992 yılında almış olduğu bir kararla ABD komutasında 30 bin BM askeri Somali'de bir üs kurdu. Yerli halktan yoğun bir tepki alan BM, 1994 yılında Somali'den çekilmek zorunda kaldı. Ancak ardında 7.000'den fazla ölü ve çok daha büyük bir kaosun içine düşmüş bir ülke bırakıyordu.
Günümüzde ise bölgede kabileler arasında iç savaş çeşitli aralıklarla sürmekte, her gün bu nedenle insanlar hayatlarını kaybetmektedir. 8 milyon nüfusa sahip olan ülkenin en büyük sorunu ise açlık ve sefalettir. 2000 yılında açıklanan BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO'nun raporuna göre Somali halkının %75'i yetersiz beslenmekte ve ardı ardına gelen sel felaketleri ise ülkeyi çok daha büyük bir açlığın eşiğine getirmektedir.
Unutulmamalıdır ki, dünyada açlık genel kanaatin aksine çözümsüz bir problem değildir. Dünya kaynaklarının eşit bir şekilde dağıtılması, gelişmiş ülkelerdeki yüksek teknolojinin tüm insanların hizmetine sunulması, ihtiyaç fazlası üretilen malların israfının engellenip yardım amaçlı kullanılması çözüm yollarından sadece bir kısmıdır. Ancak günümüzde açlık, salgın hastalıklar gibi sorunlarda kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan neden, yine bencillik, kişisel çıkarlar, hırslar ve umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır.
Dünyaya hakim olan din karşıtı kültür, insanları fedakarlık ve yardımseverliğe değil, bencilliğe sürüklemektedir. Bu kültür, bir toplumun kendi içinde aşırı fakirler ve aşırı zenginler meydana getirdiği gibi, dünyanın genelinde de aşırı fakirler ve aşırı zenginler meydana getirmektedir. Allah Kuran'da yoksulları ve muhtaçları doyurmayan, aksine onları hor gören insan modelinin "dini yalanlayanlar" olduğunu şu şekilde açıklamaktadır:
Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan; Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. (Maun Suresi, 1-3)
Dolayısıyla, dünyanın kurtuluşu da, dini yalanlayan değil, dine samimiyetle inanan ve din ahlakına göre hükmeden insanların yeryüzüne hakim olmasındadır. Bu nedenle, İslam dünyasının güçlenmesi ve dünyada söz sahibi olması, mazlum Müslümanlar için olduğu kadar, dünyanın diğer mazlum insanları için de bir kurtuluş olacaktır.