İlk baskısı 2001 yılında yapılan bu kitapta yer alan koşulların ve bilgilerin bir kısmı, geçen süre içerisinde bazı değişikliklere uğramıştır. Ancak, dünyanın dört bir yanında eziyete uğrayan, baskı gören, şehit edilen, sakat bırakılan, evlerini terk etmek zorunda kalan Müslümanlar olduğu gerçeği değişmemiştir. Kitabın bu baskısı yapılırken de, bu gerçek göz önünde bulundurularak bazı bilgiler güncellenmiş, ancak belirli bir döneme has olmayan, bu eseri okuyan herkesin vicdanına hitap eden ve her Müslümanın üzerindeki sorumluluğu hatırlatan bölümler aynen muhafaza edilmiştir.
Kitabın ilerleyen sayfalarında detaylarıyla anlatılan İslam dünyasının büyük kısmının içinde bulunduğu durum, kuşkusuz tüm vicdan sahibi insanları rahatsız etmektedir. Ancak insanların büyük kısmı, televizyonda seyrettikleri, gazetelerde okudukları, internet aracılığıyla ulaştıkları bu bilgileri kısa sürede unutmakta, hiçbir suçu olmayan mazlum insanların acımasızca öldürülüşünü, çocukların katledilmesini, evlerin yakılıp yıkılmasını, pek çoğunun mülteci kamplarında yokluk içinde yaşamaya terk edilmelerini unutarak kendi işlerine dalmaktadır. Bir kısım insanlar da zaman zaman bu acılardan duydukları rahatsızlığı dile getirmekte, belki saatlerce bu konu üzerinde konuşmakta, hatta yazılar yazmakta ancak iş bu acıları ortadan kaldıracak bir çözüm oluşturmaya geldiğinde geri çekilmektedirler. Bir kısım insanlar ise çözümü çok yanlış yollarda aramakta, Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine hiç uygun olmadığı halde, şiddetle ve terörle çözüme ulaşacaklarını zannetmektedirler.
Oysa Allah Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde Müslümanlara kurtuluş yolunu açıkça bildirmiştir. Bu yol, tüm Müslüman aleminin kardeş olduklarının bilinciyle birlik olması ve Türk İslam Birliği'nin hemen kurulmasıdır.
İslam ahlakının özünde birlik vardır. Allah Kuran'da "... Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73) ayetiyle yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini bildirmiştir. Tüm Müslümanlar bu emre uymakla sorumludurlar. Türk İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın Türk İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. Müslümanların gücü, kuvveti ve menfaati birliktedir. Kitabın ilerleyen sayfalarında detaylarıyla görüleceği üzere, Müslüman aleminin bir kısmında acılar sadece dış dünyadan kaynaklanmamakta, farklı etnik kökenler, farklı mezhepler, farklı kültürlerden Müslümanlar arasında da -Kuran ahlakına tamamen aykırı olarak- çatışmalar yaşanmaktadır. Allah'ı bir, dini bir, Kitab'ı bir, Peygamberi bir olan ve Allah'ın emriyle kardeş olmaları gereken Müslümanların birbirleriyle çatışıyor olması hiç şüphesiz üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Kuran'a göre müminlerin birlik olmaları farzdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır. (Şura Suresi, 39)
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever. (Saff Suresi, 4)
Burada Müslümanların birlik olmasıyla ilgili olarak sadece birkaç ayete yer verilmiştir. Bu ayetlerden ve Kuran'ın genelinden açıkça anlaşıldığı gibi;
• Müslümanların birlik olmaları,
• Kardeşçe bir sevgi ve şefkatle birbirlerine bağlı olmaları,
• Çekişip tartışmamaları,
• Birbirlerinin velileri ve dostları olmaları,
• Birbirlerini her koşulda koruyup kollamaları,
• Birbirleriyle istişare halinde olmaları,
• Birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf halinde inkara karşı ilmen mücadele etmeleri farzdır.
Bu durumda tüm bunların aksi bir tutum sergilemek, yani;
• Birleştirici değil ayırıcı olmak,
• Müslüman kardeşlerine sevgiyle ve şefkatle yaklaşmamak,
• Müslüman kardeşlerine karşı affedici, koruyucu ve kollayıcı olmamak,
• İnkara karşı verilen ilmi mücadelede Müslümanlarla kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamamak haramdır.
Eğer İslam alemi güçlü, istikrarlı, müreffeh bir medeniyet olmak, dünyaya her alanda yön vermek ve ışık tutmak istiyorsa, birlik halinde hareket etmek zorundadır. Bu birliğin yokluğu, Müslüman ülkeler arasındaki ayrılık ve dağınıklık, İslam dünyasından ortak bir ses yükselmemesi, mazlum Müslüman halkları da savunmasız bırakmaktadır. Filistin'de, Keşmir'de, Doğu Türkistan'da, Moro'da ve daha pek çok yerde zavallı kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ihtiyaç içinde zulümden kurtarılmayı beklemektedirler. Bu masum insanların sorumluluğu herkesten önce, İslam dünyasının üzerindedir. Müslümanlar, Peygamberimiz (sav)'in "Müslüman, Müslümana zulmetmez ve onu tehlikede bırakmaz" sözünü hatırlarından çıkarmamalıdırlar.
Dünya Müslümanlarının, güçlü ve aktif bir Türk İslam Birliği sağlayamamış olmaları, günümüzde yaşanan çeşitli sorunların temelinde yer alan önemli bir eksikliktir. Güçlü bir birlik sağlandığında bugün yaşanan sorunların benzerleriyle ya hiç karşılaşılmayacak ya da karşılaşılan tüm sorunlar tahmin edilenden çok daha kısa süre içinde çözüme kavuşturulacaktır.
İslam dünyasında farklı kültürler, gelenekler ve anlayışlar olması son derece doğaldır. Önemli olan, bu farklılıkların inanç birliği altında, çoğulcu bir dayanışma içinde toplanmasının sağlanmasıdır. Görüş, düşünce ve uygulama farklılıkları her toplum içinde karşılaşılan olağan durumlardır. İslam ahlakının gereği, tüm farklılıklara rağmen Müslümanların birbirlerinin kardeşleri oldukları gerçeğini unutmamalarıdır. Irkı, dili, vatanı, mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştirler. Bu nedenle İslam dünyası içindeki farklılıklar birer zenginlik olarak değerlendirilmeli, bunlar, Müslümanların birbirleri ile çekişmesine neden olan, onları ana konulardan uzaklaştırıp, acil ve önemli sorunlara tedbir alınmasını engelleyen çatışma ve ayrılık nedenlerine dönüşmemelidir.
Müslümanların birbirleri ile olan ilişkilerinde temel ölçü karşılarındaki kişinin ırkı, etnik kökeni, dili gibi özellikleri, sahip olduğu imkanları, makamı veya mevkisi değil, imanı ve güzel ahlakıdır. Samimi iman eden kişiler arasında sevgi, bir diğerinin Allah'tan korkup sakınmasına, Rabbimiz'e duyduğu içli sevgiye, yaptığı salih amellere, gösterdiği güzel ahlaka göre şekillenir. Eğer bir kişi hayatını Allah yolunda vakfetmiş olduğunu tüm tavır ve davranışları ile ispatlıyor, her anında Allah'ın rızasını ve rahmetini gözeterek güzel davranışlarda bulunuyorsa, müminler o kişiye karşı sevgi ve hürmet duyarlar. Bu kişinin derisinin rengini, ait olduğu milleti, maddi imkanlarını kıstas olarak değerlendirmezler, bunlar sevgilerinde olumlu ya da olumsuz bir etki yapmaz. Aynı kıstaslar, Müslüman toplumlar arasındaki ilişkilerde de geçerli olmalıdır. İki Müslüman toplum arasındaki ilişkinin özü, Kuran'da bildirildiği gibi olmalıdır.
Müslümanlar, birlikte hareket etmelerini engelleyen durumlar olduğunda şu sorular üzerinde düşünmelidirler:
"Bu konu, İslam ittifakını zedeleyecek kadar önemli mi?"
"Üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan bir konu mu?"
"İnkarcı ideolojilere karşı fikri çalışma içinde olmak yerine, Müslüman bir diğer toplulukla uğraşmak makul mü?"
Bu sorulara vicdanına başvurarak cevap veren herkes, sonu gelmeyen çekişmelerden uzak durmanın ve Müslümanlar arasındaki Kuran ahlakına dayalı bu ittifakı korumanın öncelikli olduğunu görecektir.
İslam dünyası, ayrılıkları ve farklılıkları bir kenara bırakıp, tüm Müslümanların "kardeş" olduğu gerçeğini hatırlamalı ve bu manevi kardeşliğin getirdiği güzel ahlak ile tüm dünyaya örnek olmalıdır. İman edenlerin birbirleri ile kardeşliği, Yüce Allah'ın bir lütfu ve nimetidir. Samimi Müslümanlar bu nimet için Rabbimiz'e şükretmeli ve Allah'ın "dağılıp-ayrılmayın" emrini unutmamalıdırlar.
Peygamberimiz (sav), içinde bulunduğumuz ahir zamanı çok detaylı olarak tarif etmiştir. Ahir zamanın en önemli özelliklerinden biri bu dönemde Müslümanların pek çok zorluk, sıkıntı ve acıyla karşılaşacak olmasıdır. Çünkü bu dönem, Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği üzere, dinsizliğin yaygınlaşacağı, materyalist ve Darwinist ideolojilerin yoğun propagandasının yapılacağı, insanların büyük kısmının din ahlakından uzaklaşacağı, samimi olarak iman edenlerin sayıca çok az olacağı, Allah'ın açıkça inkar edileceği (Allah'ı tenzih ederiz), Irak, Afganistan gibi İslam ülkelerinin işgal edileceği, Beytül Makdis'de Müslümanların kuşatma altına alınacağı, pek çok İslam ülkesinde zalim idarecilerin halka zulüm edeceği, tüm dünyayı kargaşa ve terörün kaplayacağı, fitnelerden biri sona ererken diğerinin başlayacağı, masum insanların haksız yere öldürüleceği, kadınların ve çocukların dahi katledileceği, insanların korku ve dehşet içinde olacakları, tüm bunlara rağmen Müslümanların dağınık olacağı bir dönemdir. (Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz www.ahirzaman.net)
Ancak Peygamberimiz (sav), Müslümanları karşılaşacakları bu zorlukları çok detaylı anlatarak uyarırken, bu sıkıntılardan nasıl kurtulabileceklerinin çözümünü de göstermiştir. Ahir zamanda musibetlerin en şiddetlendiği dönemde Yüce Allah Hz. Mehdi (as)'ı göndererek İslam alemini ve tüm insanları her türlü zorluk ve sıkıntıdan kurtaracaktır. Hz. Mehdi (as), Peygamberimiz (sav)'in soyundan, hadislerde ve İslam alimlerinin açıklamalarında haber verildiği üzere Hicri 1400'de yani bu yüzyılda ortaya çıkacak, insanlığı içine düştüğü karanlıklardan aydınlığa ulaştıracak olan mübarek bir zattır. Resulullah (sav), Hz. Mehdi (as)'ın fiziksel özelliklerini, nasıl bir mücadele yürüteceğini, nereden çıkacağını, neler yapacağını çok detaylı olarak anlatmıştır. Hatta tüm bu konularda hayret uyandıracak kadar çok detay haber vermiştir. Buna göre, Hz. Mehdi (as), İstanbul'da görev yapacak, Darwinizm ve materyalizme karşı ilmi mücadele yürütecek, insanları din ahlakından uzaklaştıran bu fitneleri tam anlamıyla etkisiz hale getirecek, dağınık olan İslam alemini birleştirerek Türk İslam birliğini tesis edecek, her türlü haksızlığa ve adaletsizliğe son verecek, insanların maddi ve manevi yönden müthiş zenginleşmesine ve gelişmesine vesile olacak, Hz. İsa (as)'la birlikte İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılacaktır. Allah'ın Hadi (hidayet veren) sıfatının yeryüzünde tam anlamıyla tecelli ettiği, insanların Allah'ın emrettiği güzel ahlakı mükemmel şekilde yaşadığı, her yeri bolluk ve bereketin kapladığı, mutluluk, neşe ve sevincin hakim olduğu, Asrı Saadet döneminin bir benzerinin tüm dünya çapında yaşanacağı bir döneme vesile olacaktır. (Daha detaylı bilgi için bkz www.hazretimehdi.com)
Dolayısıyla bugün İslam aleminin genelinde yaşanan acılar, dünyanın dört bir yanındaki kargaşa ve fitne bu mübarek zatın gelişinin bir habercisi niteliğindedir. Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi (as)'ın ortaya çıkış alametleri olarak haber verdiği yüzlerce olayın her biri, Hicri 1400 yılı itibariyle arka arkaya gerçekleşmiştir. Tam Peygamber Efendimiz (sav)'in haber verdiği şekilde Fırat'ın suyu kesilmiş; İran-Irak Savaşı yaşanmış; Kabe'de kanlı baskın olmuş; Ramazan Ayı'nda 15 gün arayla Ay ve Güneş tutulmaları olmuş; Afganistan işgal edilmiş; Irak işgal edilmiş; Bağdat alevlerle kuşatılmış; Halley Kuyruklu Yıldızı çıkmış; Irak'ın Kuveyt'i işgali sırasında petrol kuyularının ateşe verilmesiyle Doğu'dan bir ateş görülmüş; 11 Eylül'de Amerika'daki ikiz kulelerin saldırıya uğramasıyla tozlu, dumanlı, karanlık bir fitne zuhur etmiş; Şam ve Mısır melikleri öldürülmüş; Azerbaycan işgal edilmiş; iki kuyruklu, diğer yıldızların ters yönünde hareket eden Lulin kuyruklu yıldızı görülmüş ve daha bu şekilde yüzlerce alamet tahakkuk etmiştir. Tüm bu yaşananlar Hz. Mehdi (as)'ın çağında olduğumuzun delillerindendir.
Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenen bu kutlu çağın içinde olup, Hz. Mehdi (as)'ı aramamak, O'nun öncüsü olarak İslam aleminin birliği, beraberliği, kurtuluşu için gayret göstermemek Peygamberimiz (sav)'e tabi olmuş samimi bir Müslüman için kabul edilir bir durum değildir. Tüm İslam alemi Hz. Mehdi (as) çağında olmanın şevki ve heyecanıyla birlik olmalı, Hz. Mehdi (as)'ı arayıp bulmalı, O'nun vesilesiyle dünyanın huzura, barışa ve esenliğe kavuşmasını sağlamalıdır. Unutmamak gerekir ki, Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru ve İslam ahlakının yeryüzüne hakim olması Allah'ın takdir ettiği kaderdir. İnsanlar Hz. Mehdi (as)'a destek olsalar da olmasalar da Allah onu başarılı kılacak, inkar edenlerin tüm fitnelerini onun vesilesiyle ortadan kaldıracak ve İslam ahlakını hakim edecektir. Dolayısıyla, Hz. Mehdi (as)'ın yardımcılarından olmak için niyet eden, bunun için çaba gösteren, Türk İslam aleminin birlik olmasını isteyen, dünyanın dört bir yanında eziyet gören Müslümanları kurtarmak için fikren mücadele eden herkes aslında kendi nefsi için mücadele etmektedir. Rabbimiz'in Ankebut Suresi'nde buyurduğu gibi,
"Kim cehd ederse (çaba gösterirse), yalnızca kendi nefsi için cehd etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir." (Ankebut Suresi, 6)