Kitabın önceki bölümlerinde nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olan ülkeleri ele aldık. Bu ülkelerde yaşayan, Müslümanların işgalci güçlerden veya kendi başlarındaki zalim yöneticilerden çektikleri zulmü inceledik. Ancak bunun yanında dünyanın dört bir yanında Müslümanların azınlıkta olduğu ülkeler de bulunmaktadır. Bugün Burma'da, Filipinler'de, Kamboçya'da ya da Tayland'da azınlık konumunda milyonlarca Müslüman baskı altında yaşamaktadır.
Bu ülkelerde devam eden zulüm ise çoğu zaman diğer ülkelerden çok daha kanlı, çok daha vahşi görüntülere sahne olmaktadır. Dünyaya seslerini duyuramayan, ellerindeki tüm imkanları kaybeden, toprakları, mal ve mülkleri gasp edilen bu insanlar çok zor şartlarda hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Dinlerini yaşamaları engellenmekte, ibadetleri yasaklanmaktadır. Bu halkları asimile etme çabaları baskı ve zorbalıkla sürdürülmektedir.
Bu bölümde bu ülkelerin bazılarında yaşanan baskı ve zulümler hakkında örnekler verecek ve yardım talebinde olan bu Müslümanların seslerini biraz olsun duyurmaya çalışacağız.
48 milyon nüfusu bulunan Burma'nın (yeni adıyla Myanmar'ın) %15'ini Müslümanlar oluşturmaktadır. Geri kalan nüfusun büyük bir çoğunluğu Budisttir. Müslümanlar, ülkenin Arakan adlı bölgesinde yaşamaktadırlar.
Petrol ve doğal gaz açısından bölgenin en zengin toprakları olan Arakan'a İslam, ilk kez Arap tüccarlar aracılığıyla girdi. İslam'a karşı olan büyük yöneliş, 1430 yılında bölgede bir İslam devletinin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu devlet 350 yıl varlığını korudu. Ancak bu dönemin sonunda Budistler Arakan'ı işgal ederek İslam devletini ortadan kaldırdılar.
1783 yılında Müslümanların siyasi iktidarı kaybetmelerinden hemen sonra Burmalı yöneticiler, Müslümanları ezmeye, hatta fiziksel olarak imha etmeye yönelik bir politika uygulamaya başladılar. 19. yüzyıl sonlarında ülke İngilizler tarafından sömürgeleştirildi.
20. yüzyılda Burma halkı arasında Müslüman karşıtı kampanya hız kazandı ve 1942'te 100.000 Müslümanın ölümüyle sonuçlanan Arakan'daki katliam gerçekleşti. Bu katliam sırasında yüz binlerce kişi de sakat kalmış ya da topraklarından göç etmek zorunda bırakılmıştı.
Burma, 1948 yılında İngiliz yönetiminin sona ermesiyle bağımsızlığını kazandı. Ancak yeni yönetimle birlikte ülke Müslümanlar açısından daha da yaşanmaz bir hale geldi. 1962 yılında askeri darbe ile yönetimi ele geçiren komünist general Ne Win, devletin tüm imkanlarını Müslümanları yok etmek için seferber etti. Hazırlanan "Burma Sosyalist Parti Programı"nda, her türlü yol kullanılarak Müslümanların dinlerinden uzaklaştırılması hedefleniyordu.
YOK EDİLEN YERLEŞİM BİRİMLERİ | 10-15 BİN |
GÖÇ | YAKLAŞIK İKİ MİLYON |
KATLİAM | 200 BİN |
TECAVÜZ | 20 BİN |
CİNAYET | 20 BİN |
TUTUKLAMA | 40 BİN |
YAKILAN VE YIKILAN CAMİ, MEDRESE | 5 BİN |
KAYIPLAR | 50 BİN |
İŞSİZ VE GELİRİ OLMAYAN | 1 MİLYON |
Bu amaçla, Müslümanlar tüm siyasi haklarından mahrum edildi. Ayrıca tüm İslami eğitim kurumları, camiler ve benzeri dini merkezler kapatıldı. Mescidler eğlence merkezlerine ya da Budist tapınaklarına çevrildi. Hacca gitmek, kurban kesmek, toplu namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklandı. Bu baskılar nedeniyle Müslümanların bir bölümü ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. Ancak göçlere rağmen Arakan bölgesinde Müslümanlar çoğunluğu oluşturmaktaydı. Bunun üzerine General Ne Win rejimi baskıları daha da artırarak keyfi tutuklamalara ve işkence uygulamalarına ağırlık verdi. Bu acımasız uygulamaların sonucunda bir milyondan fazla Müslüman Burma'yı terk etmek zorunda kaldı. Burma hükümeti, ülkedeki vahşetin gizli kalması için yıllar boyunca ülkeye yabancı gazeteci ve hatta turist bile kabul etmedi.
İnsan hakları kuruluşlarının vermiş oldukları raporlara göre, bu baskıcı rejim altında 1962-1984 yılları arasında 20.000 Arakan Müslümanı öldürüldü. Yüzlerce kadına tecavüz edildi ve Müslümanların tüm mal varlıklarına el konuldu. Devletin iletişim araçları, İslam dini hakkında yalan ve iftiralar yaymak için kullanıldı. 1978 yılının baharında ordunun taşkınlıkları, 200.000 Müslümanı son derece güç şartlar altında Bangladeş'e göçmek zorunda bıraktı. (1979 yılında BM koruyuculuğu altında ülkelerine geri döndüler.)56
Ne Win'in 1988 yılında istifasının ardından değişik askeri ve sivil hükümetler birbirini izledi, bu dönem boyunca çıkan ayaklanmalarda ise 3.000'den fazla insan öldü. Vahşet hiç azalmadı, aksine şiddetlenerek arttı. Ocak 1992'de Burma'da yaşayan Müslüman azınlığa mensup 700 kişinin Bangladeş sınırı yakınlarında boğularak öldürüldüğü ortaya çıktı. 1994 yılında ise 1.000'den fazla Müslüman yargısız infaz yöntemiyle öldürüldü.
Burma'da Müslüman kadınlara yapılan tecavüz ve sistemli işkence olayları hala her sene yayınlanan insan hakları raporlarında geniş olarak yer almaktadır. Ancak her nedense bunlar Batılı ülkeler tarafından görmezden gelinmektedir.
Burma'da yaşayan savunmasız Müslüman halkın en büyük sorunlarından biri de dış dünyayla iletişim kuramamak ve yaşadıkları vahşetin detaylarını anlatamamaktır. Çünkü ülkeye kara yoluyla girmek yönetim tarafından yasaklanmıştır. Hava yoluyla geliş gerçekleşse bile, ülkenin birçok bölgesi yabancılara kapatılmıştır. Açıkçası Burmalı Müslümanların yaşadığı zulmü yerinde ve tüm gerçekliğiyle tespit edebilmek oldukça zordur.
1990'lardan sonra Müslümanlar tekrar büyük bir kıyıma uğramış ve yine 200.000 kişi 1992 yılında Bangladeş'e sığınmak zorunda kalmıştır.57 Burma'daki zulümden kaçan mülteciler de çok büyük bir insanlık dramı ile karşı karşıyadırlar. Çok fakir bir İslam ülkesi olan Bangladeş, Burmalı mültecileri topraklarında ağırlamakta, ancak yiyecek ve barınacak konusunda yardım etmekte çok zorlanmaktadır.
Burma ve Bangladeş'ten yükselen bu yardım sesini tüm dünya Müslümanları mutlaka duymalıdır. Çünkü Allah Kuran'da insanlara zorluk içinde olanlara, fakirlere, yurtlarından sürülenlere yardım etmeyi emretmektedir. Yurtlarından sürülenlere en rahat edecekleri ortamı hazırlamak, yardımcı olabilmek için her türlü fedakarlıkta bulunmak, merhametle, şefkatle ve sevgiyle destek olmak tüm Müslümanların üzerine düşen bir sorumluluktur. Bu ahlakın örneği Kuran ayetlerinde bulunmaktadır. Kuran ahlakını yaşayan Müslümanların yurtlarından sürülen, hicret edenlere karşı tutumları ayetlerde şu şekilde haber verilir:
(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır. (Haşr Suresi, 8)
Kendilerinden önce o yurdu hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinde bir açıklık olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Ayetlerde de tarif edildiği gibi iman edenler "sevdiklerinden infak edenler", "kendilerinde bir açıklık olsa bile kardeşlerini öz nefislerine tercih edenler"dir. Bu üstün ahlakın dünya üzerinde yaygın olarak yaşanmasıyla birlikte, mültecilerin yaşadıkları büyük sefalet de diğer pek çok sorun gibi çözümlenmiş olacaktır.
Belki, Filipinler'de çok güçlü bir İslam topluluğu bulunduğunu ve buradaki Müslümanların yıllardır çok büyük zulüm, işkence ve insanlık dışı uygulamalarla mücadele ettiğini bilmiyor olabilirsiniz. Oysa Filipinler'deki Müslümanlar on yıllardır vahşice katledilmekte ve hayatta kalmak için dünya Müslümanlarından yardım beklemektedirler.
Filipinler'in %90'ı Katoliktir. Ancak bu oran güneydeki adalarda çok büyük farklılıklar gösterir. Güneyde %70 oranındaki Katolik nüfusa karşılık, yaklaşık %30 oranında Müslüman nüfus bulunur. Bu nüfusu Mindanao adasında yaşayan Morolar ve Sulu adasında yaşayan Müslümanlar oluşturur. Sulu adasında nüfusun %97'si Müslümandır.58
Filipinler'deki çatışmaların kökeni, uzun yıllar ABD yönetiminde yaşadıktan sonra ülkenin bağımsızlığını ilan ettiği 1946 yılına kadar uzanmaktadır. Filipinler'de nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hıristiyan Filipinolar, Mindanao ve Sulu adalarında yaşayan Müslümanların aksine Amerika'nın sömürgeci yönetimine direniş göstermemiş ve onların gönderdiği yöneticileri benimsemişlerdi. Amerikalılar da, Amerikan ekolü bir yönetim oluşturmaları için Filipino önderlerini eğitmişlerdi. ABD Filipinler'den çekilirken bu yüzden ülkedeki siyasi otoriteyi Filipinolara bıraktı. Sulu ve Mindanao'yu tek bir devletin toprakları olarak kabul etti. Böylece bu adalardaki Müslümanlar, Filipinoların egemenliği altına bırakılmış oluyordu.
Filipinolar ülkedeki egemenliklerini sağlamlaştırmaya ve özellikle de Moro'lu Müslümanların topraklarını ellerinden almaya yönelik bir politika izlemeye başladılar. Çıkarılan bir yasayla bir Filipinoya 24 hektar toprak edinme hakkı verilirken, bu hak bir Morolu için 10 hektardan ibaretti. Bunun sonucunda Müslümanlara ait topraklara Filipino göçleri başladı. Böylece bu adalardaki Müslüman halkın nüfus yoğunluğu azaltılacaktı. 1966-1976 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde 3.5 milyon Filipinolu göçmen, Müslüman topraklarına yerleşti.
1 Mayıs 1968'de Cotabato Valisi Datu Odtug Matalan tarafından "Mindanao Bağımsızlık Hareketi" (MIM) kuruldu. Ancak Cumhurbaşkanı Ferdinand Marcos liderliğindeki merkezi otorite ile uzlaşma yolu arayan bu hareket tutunamadı ve kısa sürede silinip gitti. Bununla beraber hükümet bu olayı basite almadı ve Moro halkına karşı yürütülen sindirme hareketini artırmak için fırsat bildi. Bu sırada Marcos kendini Silahlı Kuvvetler Komutanı ve Başkan olarak ilan etti. Bir süre sonra da ülkedeki komünistlerin yol açtığı terör hareketini ve Müslümanların direnişini gerekçe göstererek sıkıyönetim ilan etti. Ardından da anayasayı askıya aldı. Marcos, ülkenin diktatörü olmuştu.
Marcos bu andan sonra bağımsızlık mücadelesini başlatan Müslümanlara toplu katliamlar uyguladı. Bu katliamlarda 10 bini kadın ve çocuk olmak üzere toplam, 50 bin Müslüman katledildi. Marcos'a karşı Müslümanların direnişi, 1960'larda Ortadoğu'da eğitim gören birkaç genç tarafından örgütlendi. Nur Misuari liderliğindeki Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi (MNLF)'nin yürüttüğü direniş hareketinin aniden ve geniş çaplı bir ölçekte ortaya çıkması, Marcos rejimini şaşkına çevirdi. Hükümet kuvvetleri ve MNLF üyeleri arasında kanlı çarpışmalar gerçekleşti.
Marcos, ülke içindeki muhaliflerini, en başta da Müslüman MNLF'yi ve ardındaki halk desteğini yok etmek için özel eğitilmiş terör timleri kurmuştu. Bu timlerin uyguladıkları vahşet ise tüyler ürperticiydi. Marcos'un terör timleri içinde en acımasız olanı Ilaga'ydı. Konuyla ilgili olarak Nokta dergisi, "Marcos'un Yamyamları" başlığıyla yayınlanan bir haberinde şunları yazıyordu:
... Bayan Kassam'ın kocasının üzerinde tepiniyorlardı. Parçalanan kafatasının içinden aldıkları beyin parçalarını etrafa saçıyorlardı. Diğer silahlı milisler ise yerlere saçılan beyin parçalarını kapışarak yiyorlardı. Mensubu oldukları 'Ilaga' örgütünün anlayışına göre kurbanının kanını içmek ve etini yemek onları 'yenilmez' yapacaktı. Dehşetengiz yenilmezlik!.. Filipinler'de 1970'li yıllarda başlayan Müslüman ayaklanmaları sırasında kurulan 'Ilaga' örgütü milisleri o dönemde binlerce Müslümanı işkence ile öldürmüşlerdi. Bu öldürülen kurbanların kanından içen veya etinden bir parça yiyen Ilaga mensupları böylece doğaüstü bir güce sahip olduklarına inanıyorlardı... Köyler Ilaga tarafından basılıyor ve insanlar vahşice öldürülüyordu. Bunun da ötesinde saldırı amacı tamamıyla yağmacılığa dönüşüyordu. Mindanao'nun bir köyünde ise geçenlerde bulunan bir büyük şişe dolusu kesik kulağın sahipleri henüz tespit edilememişti.59
Bu katliamlarda tüm Müslüman köyleri yakıldı ve Moro Müslümanlarının malları yağmalandı. 1986 yılında Marcos'un halk ayaklanmasıyla devrilmesinin ardından Müslümanlar açısından fazla bir değişiklik olmadı. Yönetime geçen Aquino, Müslümanları farklı yöntemlerle eritmeyi ve sindirmeyi planlıyordu. Morolu Müslüman aydınlardan Salah Jubair, Bangsa Moro adlı kitabında bu durumu şöyle anlatıyor:
Güney Eyaletlerindeki Müslümanların problemleri açısından Marcos rejimi ile Aquino rejimi arasında hiçbir fark yoktur. Görünüşte farklı olmalarına ve önceki rejimin şimdikine oranla daha sert olmasına karşılık, Müslümanların sorunlarına bakışları aynıdır. Müslümanları ve İslam'ı bölgeden yok edip eritmeyi amaçlarlar. Marcos da, Aquino da değişik metot ve araçlara başvurarak aynı amacı hedeflemektedir. Ancak Sulu ve Moro Müslümanları onlara teslim olmayı düşünmüyor.60
Aquino sonrasında da Müslümanlara yönelik baskı aynı şekilde devam etmiştir. Kısa süreli sakinleşen ilişkiler, 1994 yılında camilerin bombalanmasıyla tekrar gerginleşmiştir. Öte yandan aynı dönemde Müslümanlar arasında terör yanlısı radikal bir örgütün de kök salması, sorunu daha büyütmüştür. Filipinlerdeki sorunun çözülmesi, Manila yönetiminin onyıllardır süren baskı politikalarını terk ederek ülkenin güneyindeki Müslümanların haklarını tanıması, bir yandan Müslümanları temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan ancak onlara sadece zarar veren terörist akımın engellenmesi ile mümkün olacaktır.
Kamboçya, Asya'nın Hindistan'la Çin arasında kalan ve bu yüzden "Hindiçini" olarak anılan bölgesinde yer alır. Küçük ve fakir bir ülkedir. Çok büyük bir bölümü okuma-yazma bilmeyen Kamboçya halkının ezici çoğunluğu yüz yıllardır tarımla geçinmektedir. Tarımın başlıca unsuru ise ülke boyunca uzanan pirinç tarlalarıdır.
Kamboçya nüfusunun büyük bir çoğunluğu, bölgenin en eski etnik grubu olan Khmer'lerden oluşur. Çinliler ve Budistler de ülkenin önemli azınlık gruplarıdır. Bir diğer azınlık grubunu ise Müslümanlar oluşturur.
İslam dini, Kamboçya'ya deniz yolu ile gelen Müslüman tüccar ve yolcular vasıtası ile girmiştir. Kamboçya Müslümanlarının geneli Siyam ırkına mensuptur. Tarihte bir krallık kuran Siyam Müslümanları savaşlar ve istilalar sonucunda yıkılmış, ancak tarihten kalma 75 adet mescit 1975 yılına kadar ayakta kalmıştır.
Kitabın ilk bölümünde komünizmin din düşmanlığından ve komünistlerin İslam topraklarında gerçekleştirdikleri insanlık dışı katliamlardan bahsettik. Çin'in desteğiyle iktidara gelmiş ve Maoculuğu yöntem olarak benimsemiş bir ülke olan Kamboçya'daki Kızıl Khmer iktidarı da bu acımasız rejimlerden biridir. Kamboçya Müslümanlarının İslam kimlikleriyle ilgili bağları, bu komünist rejim sırasında tamamen ortadan kaldırılmak istenmiştir.
Kızıl Khmer örgütü, Pol Pot adlı bir Maocu tarafından kurulmuş ve yönetilmiş bir komünist partidir. Uzun yıllar Kamboçya ormanlarında örgütlenen ve iktidar hayalleri kuran Kızıl Khmerler, 1975'te bu rüyalarına kavuşmuştur. İktidara geldikten sonra da, tarihte hiç görülmemiş boyutlarda totaliter ve zalim bir rejim kurmuşlardır. Kızıl Khmer rejimi, ülke için yapılması gereken tek komünist görevin, pirinç tarlalarında ölesiye çalışmak olduğuna karar vermiş ve tüm Kamboçya nüfusunu tarlalarda çalıştırmaya başlamıştır. Şehirlerde yaşayan on binlerce insan -devlet adamları, bürokratlar, öğretmenler, aydınlar- köylere sürülmüş ve oluşturulan kollektif çiftliklerde çok ağır şartlarda çalıştırılmaya başlanmıştır.
Çalışma sırasında gevşek davranmak, toplanan ürünlerden bir parça bile olsun izinsiz olarak yemek veya herhangi bir dini ibadette bulunmak, komünist "devrime isyan" sayılmış ve bu bahanelerle her dakika insan öldürülmeye başlanmıştır. Pirinç tarlaları, 1975-79 yılları arasında "ölüm tarlalarına" dönüşmüştür. Nüfusu 9 milyon olan ülkede, yaklaşık 3 milyon kişi, kafasına kurşun sıkılarak, kafatası baltayla parçalanarak, başından torba geçirip boğularak veya açlığa mahkum edilerek öldürülmüştür.
Her komünist ülkede olduğu gibi, Kamboçya'da da Müslüman halka karşı çok büyük bir baskı politikası uygulanmıştır. Halkın dini değerlerine karşı bir savaş başlatılmış, dindar halk şiddet yoluyla dinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Yüz binlerce Müslüman katledilmiştir. Bu konudaki rakamlar açıktır: Kamboçya'da bugün yaklaşık 200 bin civarında Müslüman yaşamaktadır. Komünist ihtilal öncesi ise bu sayı 800 binden fazlaydı ve Müslümanlar ülkenin %7'sini oluşturuyorlardı.
Komünizmin Kara Kitabı'nda Kızıl Khmerler'in Müslüman Çamlar'a karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir:
1973'ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975'ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran'lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka işlerde kullanıldı ya da yıkıldı. Haziran'da 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1.000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Öteki Kamboçyalıların aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalar misilleme olarak birçok katliama neden oldu. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dahil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu... Ben Kiernan, bunlar için genelde %50 ölüm oranından söz eder.61
Kızıl Khmerlerin bu korkunç vahşeti nedeniyle başkent Phnom Penh'de yaşayan Müslümanların %70'i ülkeyi terk edip, çevredeki Tayland, Malezya ve Laos gibi ülkelere yerleşmek zorunda kaldı. Vietnam'ın 1979 yılında Kamboçya'yı işgal etmesiyle Kızıl Khmer rejimi sona erdi, ancak Müslümanlara yönelik zulüm hiç hızını kesmeden devam etti. Sovyet destekli Vietnam yönetimi de Kızıl Khmerlerin zulümlerini devam ettirdi, İslam dinini ortadan kaldırmak için çok baskıcı politikalar uyguladı. Vietnamlıların saldırılarına maruz kalan Müslümanların az sayıdaki ibadet yerleri yıkıldı ve din adamları öldürüldü. Hatta birçoğu hapishanelerde ağır işkencelere tabi tutuldu, birçok ağır işte hizmetçi olarak kullanıldı.
Bugün hala ülkede İslami yayın ve propaganda amacıyla tebliğ yapmak, diğer ülkelere giden Kamboçyalılarla yazışmak yasaktır. Pek çok İslami uygulama ve ibadet gibi, toplu halde namaz kılmak dahi yasaklanmıştır. Ülkedeki İslam kimliğini yok etmek isteyen Vietnamlılar tüm tarihi eserleri tahrip etmişlerdir. Şu an Kamboçya topraklarında sadece 20 mescid ayakta durmaktadır.
Bugün Kızıl Khmerler tarafından öldürülen -aralarında Müslümanların da bulunduğu- on binlerce insanın kemik ve kafatasları, başkent Phnom Penh'teki bir müzede sergilenmektedir. Kamboçya örneği, aynı Çeçenistan veya Doğu Türkistan örneklerinde olduğu gibi, komünist vahşetin gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermektedir.
Müslümanlar Tanzanya'ya Arap Yarımadası'nın yanısıra Hint Yarımadası'ndan hicret etmişlerdir. Yapılan tebliğ faaliyetleri neticesinde halk putperestliği bırakıp, İslam'ı kabul etmiştir. Tanzanya'daki 120 kabilenin hepsinde Müslümanlar mevcuttur.
Tanzanya'da Müslüman nüfus, genel nüfusun yarısından daha fazla olduğu halde (yaklaşık %55), Müslümanlar yine de azınlık gibi muamele görüyorlar. Hıristiyanlar ise azınlık olmalarına rağmen, hükümet yönetimini ellerinde tutuyorlar. 23 bakanlıktan 6 bakanlık Müslümanların elinde. Ancak Müslümanların çoğunlukta olduğu ülke, kendini yarı Hıristiyan, yarı totemist bir ülke olarak tanıtıyor. Üstelik 9 milyon nüfusa sahip olan Müslümanlar, sistematik bir Hıristiyanlaştırma politikası ile karşı karşıya. Orta dereceli okullarda Hıristiyan dininin kurallarına uygun faaliyette bulunmayan öğrenciler okuldan atılıyor. Ülkede tüm İslami kurum ve kuruluşlar yasaklandığı gibi, açıkça İslam tebliği yapmak da yasak. Arapça dilini öğrenmek ve Hac ibadetini yerine getirmek de aynı şekilde hükümet tarafından yasaklandı. Ancak Tanzanya Hükümetinin bu politikasına rağmen Müslümanların bölgedeki sayısı günden güne artıyor.
Hükümetin halkı Hıristiyanlaştırma amacıyla yürüttüğü politikalardan biri de İslami Yenileme Hareketi adı altında, İslam-Hıristiyanlık karışımı bir inanç oluşturmaya çalışmasıdır. Bu politika gereğince, İslam dininin pek çok gereğini yerine getirmenin önemli olmadığı halka vaaz ediliyor. Bu çarpık inanışlara karşı sesini yükseltenler ya hapse atılıyor, ya öldürülüyor ya da ülkeyi terk etmek zorunda bırakılıyor.
Tanzanya'da Hıristiyan yönetim, çoğunlukta olan Müslüman halka yönelik çok büyük bir şiddet uygulamaktadır. Resimlerdeki çatışmaların tek nedeni halkın Müslüman kimliğidir. Bazı insanlar arabalarında Kuran bulunduğu için, bazıları namaz kıldıkları için Tanzanya polisinin saldırısına uğramakta, İslam dinini yaşamak isteyen gençlerin okuma hakları ellerinden alınmaktadır. İslam tebliğinin, Arapça dilini öğrenmenin, Hac ibadetini yerine getirmenin yasaklandığı Tanzanya'da, hükümetin bu politikasına rağmen Müslümanların bölgedeki sayısı günden güne artıyor.
Hint Okyanusu içinde bir ada ülkesi olan Sri Lanka'da 2.600.000 Müslüman yaşıyor. Sri Lanka'da yönetime karşı savaşan Tamil gerillaları zaman zaman Müslüman köylere de baskınlar düzenleyerek sivil insanları öldürüyor. Yakın zamanda gerçekleştirilen katliamlardan biri 3 Mayıs 2001 tarihinde Mawanella köyünün yakılıp yıkılmasıydı. Yaşadıkları büyük zulmü hazırladıkları bir internet sitesiyle dünyaya duyurmaya çalışan Sri Lanka Müslümanları ise sayfalarında şunları söylüyorlar:
… Biz Müslümanlar olarak zanaat ve ticaretle uğraşan bir topluluğuz. Bizim Sri Lanka'nın gelişimine ve ilerlemesine olan katkımız daima pozitifti ve çok eski zamanlardan beri, içinde yaşadığımız diğer toplulukların tümüyle çok dostane ve samimi ilişkiler kurmuşuzdur.
Tamil gerillaları, Kuzey ve Doğu'daki bölgelerde yaşayan birçok Müslümana çok fazla sıkıntı ve işkence çektirilmesine neden olmuştur. Bundan sonra da Sri Lanka topluluğunun çok küçük bir bölümü, Müslümanların işlerine, camilere ve kişisel hayatlarına saldırmaya başlamıştır.
Biz dinimizin gereklerini yerine getirmemize izin veren ve tarih boyunca sosyal statümüzü koruyan diğer topluluklarla barışçı bir birlikteliği sağlamaya çalışan azınlık bir topluluğuz… Biz Tamiller gibi ayrılıkçılık ve terörizme eğilimli bir topluluk değiliz. Farklı topluluklar arasındaki nefret ve kini kızıştırmaya çalışmıyoruz… Bizim aradığımız şey tamamıyla barış ve güven içinde yaşayabileceğimiz, Allah'a ibadet etmeye devam edebileceğimiz, işlerimizi ve mesleklerimizi yürütebileceğimiz, çocuklarımızı onurlu bir şekilde yetiştirip eğitebileceğimiz güzel bir hayattır… Müslümanlar Sri Lanka'da hükümete hiçbir şekilde yük olmaksızın barış içinde yaşamaktaydılar. Fakat hala dinimizden dolayı eziyet görmekteyiz.62
Yukarıdaki ifadeler Sri Lanka'daki Müslüman halkın güçlü İslami bilincinin de bir ifadesidir. Ancak aradıkları bu huzur ve barışı yıllardır bulamamışlardır. Örneğin son saldırılarda Sri Lankalı Budist ırkçılar Kuran nüshalarını ve diğer İslami yayınları topladılar ve daha sonra bir caminin içinde tümünü ateşe verdiler. Yanan kopyalar arasında yüzlerce yıllık geçmişe sahip çok nadide eserler de bulunmaktaydı. İki cami ateşe verildi ve Müslümanlara ait olan 90'ın üzerinde yapı ve konut tamamıyla harap edildi.
Müslüman muhalefet liderlerinden Mr. Ali Sahir Moulana'nın söylediğine göre Mawanella kasabasında 3 cami, 60 ev, 80 dükkan ve Müslümanlara ait olan 2 benzin istasyonu çeteler tarafından ateşe verildi. Moulana, Sri Lankalı çetelerin Mawanella'daki Müslümanların ekonomisine zarar vermek amacıyla bu saldırıları yürüttüklerini söylemişti.
Sri Lanka'dan gelen haberler ise yerel polisin Müslümanları kuşattığını, çeteleri koruduğunu doğrulamaktadır. Temennimiz Sri Lanka'dan gelen bu çatışma haberlerinin son bulması ve Müslümanların özledikleri huzur dolu yaşama bir an önce kavuşmalarıdır.
Son derece dağlık ve ormanlık bir bölge olan Patani, Tayland'ın en zengin bölgesidir. Tayland, toplam ihracatının %35'ini buradan gerçekleştirmektedir. 55 milyonluk Tayland sınırları içinde yaşayan ve ülke nüfusunun %10'unu oluşturan Patani Müslümanları ise, 200 yıldır büyük bir baskı ve soykırım politikası ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Patani Müslümanlarının yaşadığı zulüm, 1782 yılında Patani'nin yönetimini ele geçiren Rama Hanedanı ile başladı. Bu hanedan Bangkok'u başkent yaptı ve merkezi bir yönetim sistemi kurdu. Bu dönemde Patanili Müslümanlarla Siyamlar ismi verilen yerli halk arasında günümüzde devam edecek çatışmalar patlak verdi. Bu çatışmalar sırasında birçok Patani kenti yakılıp yıkıldı, pek çok askeri savunma merkezi tahrip edildi ve yaklaşık 4.000 Patanili Müslüman, Siyamlar tarafından esir alındı.
Siyamlar, esir ettikleri Müslümanlara çok şiddetli işkenceler yaptılar. Bir tür Hint kamışından yapılma güçlü bir iple kulaklarından ve bacaklarından diktiler. Bu feci işkence altında Bangkok'a getirdikleri Müslümanları, ellerinde hiçbir alet ve edavat bulunmaksızın kanal kazma işlerinde köle olarak çalıştırdılar.63 Patani Sultanı da bu savaş sonunda Siyamlar tarafından vahşice öldürüldü. Savaşın ardından 7 bölgeye bölünüp Tayland tarafından vergiye bağlanan Patani, 70 yıl boyunca tamamen Siyamların yönetimine geçti. Patani Müslümanları, Siyam ırkından gelmediklerini ve Taylandlılarla değil, Müslüman Endonezya ve Malezya halkı ile aynı ırka mensup olduklarını söylerler. Malezya'daki Müslümanların konuştuğu dil olan Malay dilini kullanırlar. Bu dil yüzyıllardır Arap harfleriyle yazıldığı halde, Tayland yönetimi tarafından Latin harfleri kullanmaya zorlanmışlardır.
1909 yılında ise Siyamlar tarafından Patani'ye göstermelik bir bağımsızlık verildi, ancak Tayland yönetiminin baskıları aynı şiddetle devam etti. Tam bağımsızlık için defalarca ayaklanan Müslüman Patani halkı, her zaman şiddetle bastırıldı, bu dönemde Malezya'ya göç çok büyük bir artış gösterdi.
Tayland yönetimi özellikle de Patani halkının İslam kimliğini yok etmeye yönelik bir baskı ve asimilasyon politikası izledi. İlk uygulama, 1932 yılında Müslümanlara ait öğretim kurumlarının faaliyetlerini tamamen yasaklamak oldu. 1944 yılında ise Müslüman halka yönelik geniş bir imha hareketi başlatıldı, Patani Müslümanlarının liderleri ve aileleri Budistler tarafından vahşice öldürüldü. İslami kurallara uymak, ibadette bulunmak yasaklandı, bir yandan da halka Budizm inancı dayatıldı. Budizm okullarda zorla öğretildi, hatta Müslüman öğrenciler Budist öğretilere göre hareket etmeye zorlandı.
Tayland yönetimi çeşitli tarihlerde Müslümanlara karşı korkunç toplu katliamlar da düzenledi. 1944 yılında sadece Bulikor Samik bölgesinde 125 Müslüman aile diri diri yakıldı. Tayland yönetiminin asimilasyon politikaları hayatın her alanında kendini gösterdi. Patani'deki pek çok minare yıkıldı.
Öte yandan bu asimilasyon politikası doğrultusunda Budist halkın Patani bölgesine göçleri teşvik edilerek nüfusun etnik dengesi değiştirildi. Patani'ye Tayland'ın en büyük Buda heykeli inşa edildi. Müslüman halk Buda heykellerine tapınmaya zorlandı. Kabul etmeyenlerin bazıları öldürülüp, Kota nehrine atıldı.
Yine aynı dönemde, Patani özgürlük savaşçılarının sığınakları Taylandlılar tarafından yıkıldı ve binlerce masum Pataniliye insanlık dışı işkenceler yapıldı. Tayland yönetiminin kurduğu sağlık kuruluşlarında önemli Müslüman alimler şüpheli nedenlerden dolayı öldü, faili meçhuller ve kayıplar Patani halkı için günlük olaylar haline geldi.
Tüm bu zulümlere maruz kalan Patani Müslümanlarının 2. Dünya Savaşı'nın ardından başlatmış oldukları bağımsızlık mücadelesi bugün hala tüm hızıyla sürmektedir.
56- Büyük Larousse Ansiklopedisi, Milliyet, 4. cilt, Birmanya, s. 1686
57- Büyük Larousse Ansiklopedisi, Milliyet, 4. cilt, Birmanya, s. 1687
58- Le Monde Diplomatique, Temmuz 2000, Islam contestataire aux Philippines, Solomon Kane, Laurent Passicousset
59- Nokta, Marcos'un Yamyamları, 18 Ağustos 1985, s. 36-37
60- Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Vural Yayıncılık, s. 745
61- S. Courtis, N. Werth, J. L. Panne, A. Paczkowski, K. Bartosek, J. L. Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitap, İstanbul, Mart 2000, s. 779-780
62- http://mawanella.all-saudi.com/
63- Y. Ziya Cömert, Patani Dosyası, Akabe Yayın Ticaret ve Sanayi A.Ş., İstanbul, s. 37