Savaş ve karışıklıklar, Afrika kıtasında hiç hızını kaybetmeden on yıllardır devam etmektedir. Fransa, İngiltere, Hollanda gibi sömürgeci güçlerin 1950'li ve 60'lı yıllarda kıtadan çekilmesinin ardından, Afrika ülkelerinin çoğunda faşist veya komünist diktatörler yönetime gelmiştir. Kurulan bu sömürge sonrası rejimlerin çoğu, Müslümanlara karşı sistemli bir sindirme politikası izlemiş ve halen de izlemektedirler. Bu politikalar neticesinde aralıksız savaş ve kargaşanın yaşandığı yerlerden birisi, 16. yüzyılın ortalarından itibaren yaklaşık 2 asır Osmanlı yönetiminde kalmış olan Eritre'dir.
Eritre, Etiyopya'nın kuzeyinde, Afrika'nın Asya'ya en çok yakınlaştığı Babül Mendep Boğazı'na kadar olan kıyı boyunca uzanan bir ülkedir. Afrika kıtasında binlerce yıldır ticari ve askeri olarak önemli bir noktadır. Koloni Afrikası'nın çoğu gibi, bu ülke de, yerli halkların taleplerine bakılmadan, sömürgeci Avrupalı güçlerin kendi aralarında paylaşımlarıyla ortaya çıkmıştır.
Eritre'yi elinde tutan güç Kızıldeniz'in güney girişini, dolayısıyla Akdeniz'den Hint Okyanusu'na yapılan tüm çıkışları da kontrol altına almış olur. Tüm bunların yanı sıra Etiyopya için Eritre bir anlamda denizlere açılan liman konumundadır.
İşte Eritre'nin sahip olduğu bu stratejik önem nedeniyle, İngilizler II. Dünya Savaşı esnasında Amerika'ya Eritre'nin haberleşme üssünü kiralamışlar ve ABD, Etiyopya ile arasındaki bir savunma sözleşmesine dayanarak 25 yıl boyunca burayı kullanmıştır. Burası dünyanın en önemli haberleşme üslerinden birisidir ve Kore Savaşı boyunca Washington'a haber akışında çok önemli rol oynamıştır. Mevcut stratejik öneminin yanı sıra sahip olduğu altın kaynakları ve mineraller, muhtemel petrol ve gaz kaynakları da (halen Kızıl Deniz'de petrol arama çalışmaları devam etmektedir) bölgeye ilgi duyan güçlerin gözünde Eritre'yi daha da değerli hale getirmektedir. II. Dünya Savaşı öncesinde nüfusu 1 milyon olan Eritre'nin şimdiki nüfusu Batılı kaynaklara göre 2.5 milyon, bölgede faaliyet gösteren direniş örgütlerine göre ise 3.5 milyondur. Ve bu nüfusun büyük bölümünü Müslümanlar oluşturmaktadır.
Osmanlı yönetiminden koparıldıktan sonra İtalya tarafından işgal edilen Eritre, 1952'de Birleşmiş Milletler kararı ile Etiyopya ile birleşik bir federe devlet haline geldi. Ancak halk tarafından kabul görmeyen bu durum, geniş halk ayaklanmaları ile neticelendi. 14 Kasım 1962'de ise Etiyopya'daki iç karışıklıkları bahane eden İmparator Haile Selassie, Eritre'yi Etiyopya topraklarına kattığını ilan etti. Selassie dönemiyle birlikte Müslümanlara karşı büyük bir baskı ve işkence politikası başlatıldı. Etiyopya rejimine karşı koyan pek çok Müslüman katledildi.
Etiyopya'nın şiddet ve terör uygulamalarının neticesinde, 1967'den 70'lerin başına dek yüz binlerce Eritreli yurtlarından sürüldü. Tarihin en kalabalık mülteci gruplarından birini oluşturan bu insanlar kadın, çocuk, yaşlı demeden ölüme terk edildiler. Bu durumu, yönetimin uyguladığı yanlış tarım politikaları sonucu 200 bine yakın insanın da kıtlıktan ölmesi izledi.
Tüm bu gelişmeler neticesinde Haile Selassie yönetimi 1974'de yapılan bir darbe ile devrildi. Marksist görüşe sahip bir cuntanın yönetimi ele geçirmesi Müslümanlar açısından herhangi bir değişikliğe neden olmadı. Faşist bir diktatörlüğün yerine Marksist bir diktatörlük kurulmuştu. Müslümanlar için yine baskı, yine işkence, yine gözaltılar, yine zorluk ve sıkıntılar devam etti.
Haile Selassie'nin halefi Marksist Mengistu Haile-Mariam, yönetimi boyunca tam anlamıyla bir şiddet politikası izledi. Sadece kendisine muhalif olan görüşü yok etmekle kalmadı, yönetimde kaldığı 17 yıl içerisinde ülke nüfusunun da büyük bir çoğunluğunu yok etti. Bölgede süregelen anti-İslami çizgiyi, genel olarak tüm ülke üzerinde terör uygulayan Mengistu da devam ettirdi. Mengistu'nun 17 yıl süren Marksist yönetimi esnasında 10 bin cami yıkıldı, yaklaşık 500 bin Müslüman çareyi Sudan'a sığınmakta buldu. Bir o kadar Müslüman ise Somali'ye iltica etti. Mayıs 1991'de Etiyopya yönetimi bir kez daha el değiştirdi, ancak Mengistu'nun geride bıraktığı bilanço oldukça ağırdı:
-60 bin çocuk sakat ve 45 bin çocuk da ana-babasız kalmıştı,
-750 bin mülteci vardı ve bunların 500 bini Sudan'da açlık sınırında yaşamaktaydı,
-Nüfusun %80'i gıda yardımına muhtaçtı,
-48 bin kişiye bir doktor düşmekteydi ve ülkede ortalama yaşam süresi 46 yıl idi...
Sahip olduğu sosyo-ekonomik ve jeo-stratejik önemine rağmen bugün hala dünyanın en yoksul bölgelerinden biri olan Eritre topraklarında yıllardır kargaşa, anarşi, çatışma ve savaşların dinmemesinin nedenlerinden biri de, ABD ve İsrail gibi bölge politikasını belirleyen ülkelerin Eritre ile ilgili stratejileridir.
İsrail Hayfa Üniversitesi profesörlerinden Benjamin Beit-Hallahmi "The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why" (İsrail Bağlantısı: İsrail Kimi Neden Silahlandırıyor?) adlı kitabında, kendi ülkesinin dünyanın dört bir yanına uzanan faaliyetlerini "İsrail'in dünya savaşı" olarak yorumlamaktadır. Üstelik Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Israel Shahak'ın söylediği gibi, "İsrail, İslami düşmana karşı girişilecek olan savaşta Batı'nın öncülüğünü yapmak hedefindedir."34
İsrail'in, Eritre'de halen birisi Dahlak adalarında, birisi de Sudan sınırına yakın Mahel Agar dağlarında olmak üzere stratejik olarak son derece önemli iki üssü bulunmaktadır. İsrail'in Etiyopya ile sıcak ilişkiler kurması ise 1950'li yıllarda başladı. 1952'de sivil ticaret ilişkileriyle başlayan İsrail-Etiyopya ittifakı, 1956'da bir İsrail temsilcisinin İmparator Haile Selassie ve yardımcıları ile görüşmeye başlamasıyla birlikte en üst düzeyde yürütülen bir diyalog haline geldi. Bölgede radikal hareketleri ve sözde "Hıristiyan Etiyopyalılara saldıran ve başkaldıran Müslümanları bastırmak" amacıyla İsrail, Selassie yönetimine hem silah yardımı yapmaya, hem askeri istihbarat sağlamaya, hem de Selassie'nin ordusunu "halk hareketlerini bastırma" konusunda eğitmeye başladı. Prof. Hallahmi, Etiyopya-İsrail ittifakının ideolojik temelini ise şu sözleri ile dile getiriyordu:
Bu ittifakın arkasında yatan ideolojik temel, Etiyopyalıların İsraillileri de yine kendileri gibi 'tehditkar Müslüman denizinin ortasında kendi güçlerini korumaya çalışan cesur bir halk' olarak görmeleriydi.35
Hallahmi'nin kitabında anlattığına göre, Eritre'deki ayaklanmaları bastırmak üzere Selassie tarafından kurulmuş olan "Acil Durum Polisi" adlı 3.100 kişilik bir kontrgerilla timi özel olarak İsrailli uzmanların eğitiminden geçmişti. Hatta 1971'de General Haim Bar-Lev komutasındaki askerlerin Etiyopya ziyaretinin ardından, Etiyopya stratejik önemi oldukça yüksek iki adayı -Halep ve Fatıma adaları- İsrail donanmasının kullanımına açmıştı. Elbette Eritreli Müslümanlar da karşı karşıya oldukları ittifakı tanıyorlardı. Eritreli Müslüman güçlerin lideri Ebu Halid, 1970 Temmuzu'nda kendisiyle yapılan ve Türk basınında da yer alan bir röportajda bu gerçeği şöyle dile getirmekteydi:
Şu anda Etiyopya ve İsrail kader birliği etmişlerdir. Müslümanları boğazlayan Habeş askerlerini İsrailli subaylar yetiştiriyorlar... 5 Haziran 1967 savaşı, Akabe Körfezi'nin Mısır tarafından kapatılması bahanesiyle çıkmıştı. İsrail, Doğu alemiyle yaptığı ticaretin kapısı olan Elyat Limanı'nı ve Akabe Körfezi'ni daima açık görmek ister. Biz Eritre'yi bağımsızlığına kavuşturursak Kızıldeniz'in güneyinde Güney Yemen ile birlikte bu su yolunu İsrail'e kapatabiliriz. İşte İsrail bu endişe ile Etiyopyalılara yardım ediyor. 36
Etiyopyalı komando ve kontrgerilla birliklerini eğiten İsrailli uzmanlar Haile Selassie'ye ülke içindeki iktidarını koruması için de büyük destek oldular. İsrail ordusu eski üst düzey yetkilisi General Matityahu Peled'e göre, Addis Ababa'daki gizli polis üzerinde etki sahibi olan İsrailli ajanlar sayesinde Haile Selassie üç ayrı darbe girişiminden kurtulmuştu.
Ancak 1974'te Selassie'yi devirmek amacıyla yapılan Marksist darbeye karşı İsrail ajanları fazla bir müdahalede bulunmadılar. Çünkü yeni rejim de onların istediği standartlara uygun bir rejim olacak ve Eritre Müslümanlarına karşı yürütülen savaşı devam ettirecekti. Prof. Hallahmi'nin ifadesiyle, "Etiyopya ile İsrail arasında devam eden ilişki, iki ülkenin bölgedeki İslami gruplara olan karşıtlığına dayanıyordu."37
Nitekim Marksist Mengitsu döneminde de İsrailli uzmanların Etiyopya topraklarındaki çalışmaları tüm hızıyla devam etti. İsrailli uzmanlar Etiyopyalı kontrgerilla timlerini eğitmeyi, Etiyopya rejimine silah sevkiyatı yapmayı sürdürdü. Anti-İslami temel üzerine oturtulan bu ittifak, 1990 yılında İsrail'in "ayrılıkçı militanlara" karşı kullanılması için Etiyopya rejimine misket bombaları göndermesiyle daha da güçlendi.
Doğu Bloku'nun yıkılması, Etiyopya'daki komünist Mengistu rejiminin de sonunun geldiğini gösteriyordu. Nitekim, Issayas Afeworqi ve Meles Zenavi gibi isimlerin önderliğinde gelişen muhalefet, komünist yönetimi 1991 yılında devirdi. Yönetime geçen Meles Zenavi, Eritre halkının bağımsızlık talepleri karşısında fazla dayanamadı ve 25 Nisan 1993'de gerçekleştirilen halk oylaması neticesinde Eritre, Etiyopya'dan ayrılıp bağımsızlığını kazandı.
Bağımsızlıkla birlikte, Issayas Afeworqi, Eritre'nin yeni lideri olarak ortaya çıktı. Ancak Afeworqi'nin iktidarıyla birlikte, hem iç hem de dış politikada ciddi sorunlar oluştu. Uygulamalarıyla diktatör Mengistu'nun katı rejimini hatırlatan Afeworqi tüm ülke çapında dindarlara karşı büyük bir terör estirmeye başladı. Hem Devlet Başkanlığını hem de parlamento başkanlığını üstlenmiş olan Afeworqi'nin baskısı, Eritre muhalefetini silahlı mücadeleye sevk etti. Bu yüzden özellikle ülkenin dağlık kesimlerinde muhalefet güçleriyle Eritre askerleri arasında yoğun çatışmalar başladı.
Afeworqi döneminde özellikle Müslüman halka karşı yapılan zulüm de had safhaya çıktı. Yargısız infazlar, sorgusuz sualsiz gerçekleştirilen idamlar birbirini izledi. İslami okullar kapatıldı, camiler yıkıldı, Arapça resmi dil olmaktan çıkarıldı, yüz binlerce insan evini terk edip komşu ülke Sudan'a sığındı. Üstelik yönetimi eleştirmeye kalkışan herkes de Afeworqi'nin teröründen nasibini aldı.
Afeworqi hem kendi vatandaşlarına karşı zalim bir politika izledi, hem de komşularına karşı mütecaviz girişimlerde bulundu. Hatta Eritre'yi, komşuları Yemen ve Cibuti ile savaşın eşiğine getirdi, bir diğer komşusu olan Sudan'a karşı zalim bir politika izledi. Hatta aynı karşıt tavrını siyasi ve stratejik pek çok ortak politikası bulunan Etiyopya'ya karşı da kullandı ve Etiyopya topraklarını işgal etti. Afeworqi'nin Etiyopya işgali, 18 Haziran 2000 tarihinde imzalanan ateşkes anlaşmasına kadar yüz binlerce insanın evsiz ve yurtsuz kalmasına, on binlercesinin ölümüne, uygulanan ekonomik ambargolar neticesinde de binlercesinin açlık sınırında yaşamasına neden oldu.
Etiyopya ile Eritre arasında 1999 yılında başlamış olan sınır çatışması 18 Haziran 2000 tarihinde Afrika Birliği Örgütü'nün girişimleri sonucunda ateşkes ile neticelendi. Ancak her iki tarafın da, içinde bulundukları ekonomik darboğaza ve halklarının açlık sınırında yaşıyor olmasına rağmen, milyonlarca dolarlarını savaşa yatırmaları oldukça şaşırtıcıdır. Bu çatışmalar esnasında limanlar, elektrik santralleri ve havaalanları gibi bir ülke için son derece önemli olan alt yapı kurumları yerle bir olmuş, yüz binlerce insan göçe zorlanmış ve milyonlarca dolarlık hasar meydana gelmiştir. Bu çatışmalarda bölge halkının fazlasıyla ihtiyacı olan bir milyar dolara yakın kaynak, silah temini için telef edilmiştir. Böylece her ikisi de İsrail müttefiki olan taraflar hem İsrailli ve Amerikalı silah üreticileri için iyi bir pazar olmuş hem de dünya kamuoyunun dikkatinin savaşa yönelmesi itibarı ile nüfusları dahilinde bulunan Müslümanlara yaptıkları zulümleri gizleyebilmişlerdir.
Bugün, bu zulüm daha da şiddetlenerek devam etmektedir. Eritre'de Müslümanların hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınıp tutuklanmaları, adaletsiz mahkemelerde yargılanıp idamla cezalandırılmaları, yargısız infazlar yapılması, ülkede her türlü muhalefetin yasak olması nedeniyle Müslümanların düşüncelerini özgürce dile getirememeleri, ibadet etme özgürlüklerinin kısıtlanması, Müslüman nüfus arasında kayıpların sayısının gün geçtikçe artması gibi baskı, şiddet ve sindirme politikaları tüm hızıyla devam etmektedir. Müslümanların çocuklarına dini eğitim verecekleri okullar kapatılmakta, ibadetlerini yapacakları cami ve mescidleri yıkılmaktadır. On binlerce Müslüman göçe zorlanmakta, yönetimin zulmünden kaçan bir milyona yakın mülteci evlerinden uzakta, açlık ve kıtlık içinde yaşamlarını idame ettirmeye çalışmaktadır.
İNSANLAR AÇLIK ÇEKERKEN, PARALAR SİLAHLARA GİDİYOR...
Etiyopya ile Eritre arasında sınır çatışması 2000 yılında sona erdi. Ancak her iki tarafında, içinde bulundukları ekonomik darboğaza ve halklarının açlık sınırında yaşıyor olmasına rağmen, milyonlarca dolarlarını savaşa yatırmaları oldukça şaşırtıcıdır.
Kuşkusuz bu zalim uygulamalar tarih boyunca Müslümanlara yapılan haksız ve adaletsiz uygulamaları bir kez daha hatırlatmaktadır. Kuran'da zalim yöneticilerin karakterlerinin her dönemde aynı olduğu bildirilmiştir. Bunların, halklarına karşı uyguladıkları baskıcı yöntemler, bozguncu karakterleri, kadınlara, erkek çocuklarına yaptıkları şiddetli zulüm hiç değişmemiştir. Hatta "Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak bakımından kendilerinden daha üstündüler..." (Kaf Suresi, 36) ayetinde bildirildiği gibi çoğu zaman geçmiştekiler zorbalık bakımından bugünkülerden daha şiddetlidirler. Kuran'da bahsi geçen zalim yöneticilerden biri de Firavun'dur:
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)
Ayette de bildirildiği gibi Firavun kendi kavmine zulmetmiş, çok şiddetli işkencelere uğratmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki, Kuran'da yeryüzünde büyüklenip, zalimlik yapanların dünyada bir aşağılanma, ahirette ise çok büyük bir azapla karşılık görecekleri bildirilmektedir. Geçmiştekilerin yaptıkları zulüm ve zorbalıklar nasıl karşılık bulduysa, bugünküler de Allah'ın sonsuz adaleti ile karşılık bulacaktır. Allah ayetinde inkarcıların sonunu şu şekilde bildirir:
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42)
34- Israel Shahak, Downturn in Rabin's Popularity Has Several Causes, Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1995, s. 97-98
35- Benjamin Beit Hallahmi, The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why, Pantheon Books,1987 s. 52
36- Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Vural Yayıncılık, Şubat 1996, s. 759
37- Benjamin Beit Hallahmi, The Israeli Connection : Who Israel Arms and Why, Pantheon Books,1987, s. 52