20. yüzyılın son dönemecinde dünya çok büyük bir soykırıma daha sahne oldu. 1992 yılında başlayan bu soykırım boyunca yüz binlerce insan topraklarından sürüldü, hayatını kaybetti, toplama kamplarına kapatıldı, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Önce Bosna, sonra Kosova'da yürütülen bu büyük soykırımın en önemli özelliği ise, tüm dünyanın gözleri önünde, Avrupa ülkelerinin hemen yanıbaşında ve onların da desteğiyle devam etmesiydi.
Bosna'daki vahşet 1992'de başladı ve 1995 baharına kadar sürdü. Ve bu savaş boyunca tarihte eşine az rastlanır bir vahşet yaşandı. Sırplar tarafından öldürülen Bosnalı Müslümanların sayısı 200 bini aştı, 2 milyon insan evlerinden sürüldü, 50 bine yakın Müslüman kadına tecavüz edildi. Daha sonra da Kosova'da benzer vahşet sahneleri yaşandı.
Balkan topraklarında yaşayan Müslümanların maruz kaldıkları bu zulmü anlayabilmek için, öncelikle bu bölgenin yakın tarihine göz atmak gerekir. Bilindiği gibi, Yugoslavya Federasyonu dağıldıktan sonra, nüfusunun çoğu Müslüman olan birlik bölgelerinin bağımsızlığa doğru gitmesi bazı ülkelerde rahatsızlık yarattı. Çünkü Avrupa'nın ortasında bağımsız Müslüman devletlerin kurulması, dahası bu kurulan ülkelerin kendi aralarında bir birlik oluşturmaları ihtimali, İslam medeniyetinin Batılı devletlerin çok yakınına kadar gelmesi demekti. İşte bu nedenle Balkanlar'daki Müslümanlar, bazı Batılı ülkelerin gizli teşvikiyle ve aynı devletlerin güvenlik şemsiyesi altında Sırplar tarafından büyük bir soykırıma uğratıldılar.
Bosna-Hersek'te yaşanan feci uygulamalar daha zihinlerden silinmeden, bu kez de Yugoslav Cumhuriyetlerinden Kosova'da, ikinci bir Sırp vahşeti başladı. Bu olaylara tarihsel açıdan bakıldığında, Sırpların 600 yıl önce aldıkları mağlubiyetin acısını çıkarmaya çalıştıkları ortaya çıkıyordu. Çünkü Sırplar Kosova'daki Müslüman Arnavutları "Osmanlı'nın devamı" olarak görmekte, bu nedenle de onlara yönelik bir asimilasyon politikası uygulamakta, daha doğrusu Osmanlı'dan kalan tüm izleri yok etmeye çalışmaktaydılar.
Sırpların Osmanlı'ya, dolayısıyla Türkler'e kini, bundan 6 asır öncesine dayanmaktadır. 1389'da Priştina'nın kuzeybatısında yaşanan ve 1. Kosova Savaşı olarak tarih kitaplarına adını yazdıran savaşta, l. Murat kendini elçi olarak tanıtan bir Sırplı tarafından hançerlenerek ağır yaralanmış; kazanılan galibiyeti gördükten sonra hayatını yitirmişti. Osmanlı'nın Kosova'daki ikinci büyük zaferi ise 1448 yılında gerçekleşti. Osmanlı padişahı 2. Murat yine Sırpların başını çektiği Haçlı ordusuyla karşı karşıya kaldı ve galip geldi. 2. Kosova Savaşı sonrasında Türkler Balkanlar'a artık iyice yerleştiler.
Balkanlar Osmanlı idaresinde kaldığı asırlar boyunca hiçbir önemli etnik sorun yaşamamış, huzur ve güven ortamı hakim olmuştur. Ancak Osmanlı içinde milliyetçilik duygularını kışkırtarak Balkan savaşlarının çıkmasına sebep olan Batılı güçler, Balkan savaşları sonrasında burayı yeniden şekillendirmişlerdir. Bu yeni düzenleme, Balkanlar'ı potansiyel bir savaş alanı haline getirmiştir.
Şüphesiz biz elçilerimize ve iman edenlere, dünya hayatında ve şahidlerin duracakları gün elbette yardım edeceğiz. Zalimlere kendi mazeretlerinin hiçbir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.(Mümin Suresi, 51-52)
I. Dünya Savaşı'nın ardından imzalanan Versailles anlaşmasıyla çizilen Balkan haritasında ilginç bir nokta hemen dikkati çeker: Balkanlar'da önemli bir nüfus olan Arnavutlar tek bir devlet çatısı altında birleştirilmek yerine, çeşitli devletler içinde dağınık olarak bırakılmışlardır. Peki Arnavutluk sınırları çizilirken niçin bütün Arnavutlar Arnavutluk sınırları içinde toplanmamıştır?
Bu sorunun cevabı, günümüzde yaşanan çatışmaların da temel nedenidir. Uluslararası güçler burada Müslüman bir halk olan Arnavutların, "Büyük Arnavutluk" devletini oluşturmasını çıkarlarına uygun bulmuyorlardı. Son on yıldır devam eden sorunun bir türlü çözüme kavuşturulmamasının nedeni de hala aynı düşüncedir. Eğer Kosova'nın bağımsızlığı tanınırsa, Balkanlar'ın güneyinde "Büyük Arnavutluk" kurulabilir.
Arnavutluk'un %95'ten fazlası Arnavut nüfustan oluşmaktadır. Makedonya sınırları içinde %35 oranında önemli bir Arnavut nüfus vardır. Karadağ'da 50 bin civarında Arnavut nüfus yaşamaktadır. Kosova ise, Yugoslavya içindeki Arnavutların büyük bir kısmının toplandığı bölgedir. Birbirleri ile sınırları olan bu ülkeler ya birleşir de Avrupa'nın ortasında Büyük Arnavutluk'u kurarlarsa? İşte Batılı güçlerin korkularından biri budur. Buradaki korkunun etnik kökenden çok dini kökenle ilgili olduğuna da dikkat çekmekte yarar vardır. Tıpkı Bosna'da olduğu gibi, burada da nüfus çoğunluğu Müslüman olacak bir devlet "sakıncalı" görülmektedir. Oysa Balkanlar'da güçlü ve Kuran ahlakına tam uyan bir Müslüman devletin varlığı, bölgedeki tüm halklar için adaletin, refahın, huzurun ve güvenliğin teminatı olacaktır.
Ne var ki günümüzde hala geçerli olan bu hesap, I. Dünya Savaşı'nın ardından çizilen Balkan haritasında da önemli rol oynamıştır. Bu yüzden Arnavutlar I. Dünya Savaşı sonrasında hep parçalanmış bir millet olarak yaşamışlardır.
Arnavutlar, II. Dünya Savaşı'nın ardından, komünist rejimlerin yönetimi altında kaldılar. Kosova ve Makedonya Arnavutları, Tito'nun komünist Yugoslavyası'nın sınırları içinde kalırken, Arnavutluk daha da baskıcı ve zalim bir rejim olan Enver Hoca diktasının eline geçti.
Komünist sistemin yıkılmasının adından ise, "Birleşik Arnavutluk"u İslami kimliği nedeniyle bir tehlike olarak algılayan güçler yeniden harekete geçtiler. Bu İslam karşıtı politikayı vahşet yöntemleriyle uygulamaya geçiren kişi ise, eski komünist, yeni faşist Slobodan Miloseviç oldu.
Miloseviç iktidara geçer geçmez Kosova'ya Tito zamanında verilen özerkliği kaldırdı. Faşist stilde mitingler düzenlemeye ve Sırp milliyetçiliği ateşini körüklemeye başladı. Kosova'da yüksek öğretim kurumlarında Arnavutça eğitim yasaklandı, Arnavutça yayınlanan gazeteler kapatıldı, halk tam anlamı ile baskı altına alındı. Bölge, etnik ayrımcılığa tabi tutularak Arnavutların buradan göç etmesi hedeflendi. Nitekim bu dönemde 400 bine yakın Arnavut Kosova'yı terk etti. Aynı zamanda Sırpları Kosova'ya yerleştirmek suretiyle bölgenin demografik yapısı değiştirilmeye çalışıldı. Sırplar, Kosova nüfusunun %90'ını oluşturan Müslüman Arnavutları yok ederek bölgeyi Sırplaştırmak istiyorlardı. Müslümanlara ait kültürel kimliği tamamen silebilmek için tapu ve evlilik kayıtlarını bile tahrip ettiler. 1989'da Kosova'nın özerkliği tamamen kaldırıldı. Miloseviç her gün Kosovalılara yönelik yeni yaptırımlar uygulamaya koydu.
Arnavutlar, tüm yapılanlara karşı barışçı bir direniş göstermeye devam etti ve İbrahim Rugova'nın liderliğinde anayasal zeminde haklarını elde etme mücadelesini yürüttü. Uzun yıllar siyasi baskı altında her türlü haktan yoksun bırakılarak, asimilasyona tabi tutulan Arnavut halkı, son iki yılda etnik temizliğe maruz kalınca dünyanın ilgisini çekmeye başladı. Sırplar Kosova'ya asker ve polis yığdılar. Ellerinde savunma yapabilecek hiçbir silahı olmayan halka ağır silahlarla saldırdılar. Sistemli bir etnik temizlik başladığında tarihler 27-28 Şubat 1998'i gösteriyordu.
Sırp saldırganlığı 24 Mart 1999'daki NATO harekatı ile engellenecekti. Ancak harekatın geç kalması, Kosovalı Arnavut'ların büyük bir zulme maruz kalmasına neden oldu.
Sırplar Kosova'dan çekilirken yağma ve katliamlarını da sürdürdüler. Sırp zulmünden kaçmak için yollara düşen 1 milyona yakın Kosovalı Müslüman ise çok büyük bir insanlık dramı yaşadı.
Saraybosna 1463 yılında Osmanlı topraklarına katılmasıyla birlikte İslam dini ile tanıştı ve 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı hakimiyeti altında kaldı. Bu uzun dönem boyunca, "Bogomil" adlı Hıristiyan mezhebine bağlı olan ve Bosna-Hersek eyaletinde yaşayan Slavlar, kendi rızaları ile İslam'ı kabullendiler. Böylece Bosna-Hersek'te, Balkan Yarımadası'nın tam ortasında Müslüman bir halk oluştu. 1878 yılındaki Berlin Anlaşması'nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yönetimine verilen, ancak fiilen Osmanlı'da kalan Bosna-Hersek, 1908 yılında Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edildi ve İslam idaresinden kopmuş oldu. Bosnalılar, çekilen Osmanlı birliklerine göz yaşlarıyla veda ettiler, çünkü yeni yöneticilerinin kendilerine uygulayacağı zulümleri tahmin edebiliyorlardı. Nitekim Osmanlı'nın bölgeden çekilmesiyle birlikte Müslümanlara yönelik saldırı ve tacizler başladı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından ise bölgedeki Slav toplumları biraraya getiren "Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı" kuruldu. Bosna-Hersek toprakları da bu devletin sınırları içinde kaldı. 1929 yılında Yugoslavya Krallığı adını alan bu devletin yönetimi Ortodoks Sırpların eline geçti. II. Dünya Savaşı'na kadar zor bir dönem geçiren Bosna Müslümanlarının malları gasp edildi, zorunlu gözaltı politikasına maruz bırakıldılar.
MAKEDONYA'DA YAŞANANLAR YENİ BİR SOYKIRIMIN HABERCİSİ Mİ?
2001 yılının Mart ayının ilk günlerinde Makedonya-Kosova sınırında 3 Makedon askerin öldürülmesiyle başlayan, daha sonra şiddetli çatışmalara dönüşen süreç tüm Balkanlar'ı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. NATO'nun, Sırbistan'ın güneyindeki tampon bölgeye Sırp güçlerinin girmesine izin vermesi ise bölgedeki gerginliği daha da tırmandırdı. Ve şu an herkes aynı soruyu soruyor: Acaba bu çatışmalar tüm Balkanlar'ı sarıp, 3. Balkan Savaşı'na dönüşebilir mi?II. Dünya Savaşı sırasında bölge Almanlar tarafından işgal edildi. Savaşın devam ettiği yıllarda aşırı milliyetçi Sırp gerillalar (Çetnikler) Bosna'nın köy ve kasabalarına karşı düzenledikleri saldırılarla toplam 100 bin Müslümanı katlettiler. Nazi karşıtı direnişte etkin rol oynayan komünistler II. Dünya Savaşı'nın ardından ülkenin yönetimini ele geçirdiler. Komünistlerin iktidarıyla birlikte Müslümanlar üzerindeki baskı politikası yeniden başladı. İslami vakıflara el konuldu, cami ve medreseler kapatıldı ve yoğun bir dinsizlik propagandası yürütüldü. Baskılar sonucunda Bosna-Hersek Müslümanlarının bir bölümü, Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kaldılar.
Doğu blokunun yıkılmasının ardından 1 Mart 1992 tarihinde gerçekleştirilen referandumla birlikte Bosna-Hersek de bağımsızlığını ilan etti. Ancak Sırplar Bosna-Hersek'i işgal ederek 3 yıl sürecek yeni bir katliam başlattılar. 3 yıl içinde Sırplar tarafından öldürülen Bosnalı Müslüman sayısı 200 bini aştı. 2 milyon Müslüman evlerinden sürüldü. 50 bine yakın Müslüman kadına tecavüz edildi. Sırp toplama kamplarına alınan Müslümanlar inanılması zor işkenceler gördü, on binlercesi sakat kaldı.
Müslümanlara uygulanan işkencelerin bir kısmı Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde ele alındı. Burada ifade veren Müslümanların bildirdiği olaylar, Sırpların uyguladıkları zulmün boyutlarını gösteriyordu. Örneğin 46 yaşındaki Bosnalı Müslüman Sulejman Besic'in ifadesine göre, bir gün, Dusan Tadic adlı Çetnik, bir Müslüman kadının yanına gitmiş ve önce bağırarak ona kocasının nerede olduğunu sormuştu. Daha sonra kadına soyunmasını, yoksa öleceğini söylemiş, kadın da namlu tehdidi altında bir yandan ağlayarak soyunmaya başlamıştı. Ancak bir dakika geçmeden Tadic tarafından kafasından vurularak öldürülmüştü. Aynı Çetnik, birkaç dakika sonra kadının az ilerde ellerinden bağlı olan oğlunu alıp getirerek, ona ölü olan annesine tecavüz etmesini emretmişti. Genç Müslüman bu tehdide kulakları parçalayan bir çığlıkla cevap vermiş ve o da hemen oracıkta Dusan Tadic tarafından vurulmuştu.
SIRP ZULMÜNÜN FOTOĞRAFI...
1992 yılında bir Sırp polisinin savunmasız bir Müslümanı katledişinin üç karelik ibret verici tablosu...Cesetler öldürüldükleri yerde uzun süre kalmışlardı. Ancak bu durum toplama kampındaki genel manzara içinde pek de olağandışı bir görüntü oluşturmuyordu. Sulejman Besic'in anlattıklarına göre, kamptaki bazı yaralı Müslümanların durumu korkunçtu; bazıları baygın yatıyorlardı ve açık olan yaralarında kurtlar kaynıyordu. Açıkta bekleyen cesetlerin ve bu tür "kurtlanmış etlerin" kampa yaydığı koku, dayanılmaz bir iğrençlikteydi.
Sulejman Besic, Trnopolje toplama kampında kaldığı sürede şahit olduğu bu olayları, eski Yugoslavya topraklarında işlenen savaş suçlarını kovuşturmak ve sanıkları yargılamak için Hollanda'nın Lahey kentinde kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde anlatmıştı. Ve anlattığı bu korkunç olaylar, Bosna-Hersek topraklarında Sırplar tarafından Müslümanlara karşı uygulanan sistematik işkence ve katliamın binlerce çarpıcı örneğinden yalnızca birkaçıydı.
Bosna'da yıllarca süren vahşi katliam ve etnik soykırım belki sona erdi, ama arkasında çok büyük bir insanlık dramı bıraktı. Sırplar görevlerini yerine getirmişler ve İslam'ın Bosna-Hersek'teki yükselişine, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleştirdikleri dev bir katliamla cevap vermişlerdi.
Dileğimiz, sadece Müslüman oldukları için bu vahşi soykırımla karşı karşıya kalan Bosna halkının, aynı saldırganlıkla bir kez daha yüz yüze gelmeleri durumunda, başta İslam dünyası olmak üzere, vicdan sahibi tüm toplumlar tarafından bilinçli ve somut bir destek bulmalarıdır.