Dünya hayatı, insanlar için bir imtihan yeridir. Allah dünyada insana çekici gelen çeşitli nimetler yaratmış, ancak bunların çekiciliğine kapılıp Allah'ı ve dini unutmamaları için de insanları uyarmıştır. Ayetlerde dünya hayatındaki süslerin aldatıcı olduğu ve asıl güzelliğin Allah'ın rızası ve cenneti olduğu şöyle haber verilir:
Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.(Kehf Suresi, 7)
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kurur, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp olmuştur. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.(Hadid Suresi, 20)
Mümin de dünyadaki nimetlerden faydalanır, ancak inkarcılardan farklı olarak bu nimetleri hayatının amacı olarak görmez. Bunlara sahip olmayı isteyebilir, ama sadece Allah'a şükretmek ve O'nun rızası için hayırda kullanmak kastıyla bir araç olarak görür. Bunların peşinden hırsla gitmez. Çünkü, dünya nimetlerinin kendi hayatı gibi geçici olduğunu bilir. Öldükten sonra, malının kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını, hatta onlara kapılıp, dünyevi hırsları amaç edinip, sadece zevkini çıkarmaya çalıştığında ahiretini kaybedeceğini bilir.
Bir ayette bu önemli sır şöyle haber verilir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.(Al-i İmran Suresi, 14)
Dünya metaları, imtihan sebebi olması nedeniyle, özellikle nefse hoş gelecek şekilde çekici olabilir. Dış görünümündeki bu çekicilik unsurunu, şeytan, insanı kandırma malzemesi olarak kullanmaya çalışır. Müminler, hoşlarına gitse dahi, bunların gerçek mahiyetlerini anlamış insanlardır. Tümünün dünyaya ait, geçici nimetler olduklarını ve bunlarla denendiklerini bildiklerinden, ayrıca bu nimetlerin asıllarına, sonsuz olarak cennette sahip olmaya talip oldukları için bunların çekiciliğine aldanıp ahiretlerine tercih etmezler. Böylece şeytanın oyununa gelmez ve sonsuz azaptan kurtulurlar. Allah Kuran'da insanları bu konuda şöyle uyarmaktadır:
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.(Fatır Suresi, 5)
İmanı ve dolayısıyla da aklı olmayanlar ise, şeytanın etkisi altına girmiş olduklarından dolayı, bu süs ve çekiciliğin cazibesine kapılarak dünyanın geçici metalarını elde etmeyi hayatlarının amacı haline getirirler. Allah, bu gibilerinin durumunu şöyle tarif etmektedir:
Hayır; siz çarçabuk geçmekte olanı (dünyayı) seviyorsunuz. Ve ahireti terk edip-bırakıyorsunuz,(Kıyamet Suresi, 20-21)
ADNAN OKTAR: Olağanüstü bir ortamdayız. Biz buraya eğlenmeye, sadece üremeye, mal-mülk sahibi olmaya gelmedik. Mal-mülk sahibi bile olmuş olsa, on seneler bir sene gibi geçiyor. Kısa sürede netice oluyor. Mesela kırk yaşındaki genç kadınlar şu an seyreden kişilere sorsanız, kırk yaşındaki kişilere daha dün gibi gençlikleri. Yani anında gelmişlerdir 40 yaşına. Mesela 60 yaşında olanlar için de daha dün gibidir. Yani akıl almaz bir süratle gelmiş olur o yaşa. Ama genç olanlar zannediyorlar ki çok uzun süre yaşayacaklar. Halbuki hiç öyle olmuyor onlar onu görecekler. Kısa sürede bu iş bitiyor. Hemen arkasından kanserler, ülserler, kalp hastalıkları devreye giriyor. Hastanelerde onlarla boğuşuyorlar. Zaten kırk yaş-elli yaş arası, kanserin, ülserin, kalp hastalıklarının en yoğun olduğu dönemlerdir. Artık ondan sonra ölüm devri başlıyor insanlar için. Artık ölüme karşı direniyorlar, ölmemek için uğraşıyorlar. İlaçlarla, tedavilerle, gayretlerle zoraki kendilerini yaşatmak için çalışıyorlar. Yani normal haline bıraksalar ölecekler, fakat direniyorlar ölüme. Böyle yaşamaya çalışıyorlar. Halbuki, bir fevkaledelik var.
"Ben sadece imtihan için ve Bana kul olmanız için gönderdim" diyor Allah buraya. Bunu ısrarla anlamazlıktan geliyorlar. Yani dünyada ne var, değil mi? Binbir zahmetle yiyecek elde ediyorlar. Binbir zahmetle o yiyeceğin sıkıntısını yaşıyorlar arkasından. Her gün banyo yapmaları gerekiyor, değil mi? Her gün kendilerine bakmaları gerekiyor. Mesela bir kadın kendine bakmazsa perişan oluyor. Bir erkek de kendine bakmayınca o da perişan oluyor. Günün sekiz saati uykuyla geçiyor nedereyse yarısı, sekiz saati de çalışmayla geçiyor. Ondan gerisini de yemeğe, banyo yapmaya vakit ayırıyorlar. Gün yetmiyor, yani ucu ucuna olmasına rağmen. Hatta birçok yemeği ayakta yiyorlar. Mesela sandviç alıp yiyor vakti yetişmediği için. Bu kovalamaca içerisinde yine dünyaya çok meraklı oluyor birçok insan. Sanki dünyadan çok acayip bir şey kazanacaklarmış gibi.
Dünyada bir şey yok. Dünyanın en güzel yönü Allah'ı sevmektir, Allah aşkıdır, tutkuyla Allah'a bağlanmaktır, Allah'ın hükümlerini, Kuran'ın hükümlerini çok sevmektir. Allah'ın hükümlerini yerine getirmek çok lezzetlidir. Din ahlakından taviz vermemek mesela çok zevklidir. Kuran'dan asla taviz vermemek çok zevkli bir olaydır. Kuran'a sıkı sıkıya sarılmak çok zevklidir. Ayrı bir derinliği vardır, ayrı bir özel zevki vardır, Müslümanların bildiği özel bir zevktir.
Allah'ı aşk ile tutkuyla sevmek zaten muazzam bir nimettir ve aşkla, tutkuyla Allah sevildiğinde insanları da o zaman biz aşkla, tutkuyla, Allah rızası için severiz. Allah'ın tecellisi olarak severiz. O zaman da o bizde derin ve şiddetli etki meydana getirir. Yoksa insanda bir şey yok ki. Yani protein, kemik, bağırsak, karaciğer, dalaktan falan oluşmuş bir et yığını, yani bir şey yok insanda. Allah'ın tecellisi olduğu için bu kadar şiddetli seviyoruz. Yani bu tutkunun nedeni Allah'ın tecellisi olmasıdır. Allah çünkü bize insan şeklinde tecelli ediyor beynimizde, bu şekilde görüyoruz.
Allah'ı sevdiğimiz için insanı seviyoruz biz. Yoksa öbür türlü insan bizim için hiçbir şey ifade etmez, dünya da hiçbir şey ifade etmezdi. Denizler bizi korkuturdu, dağlar korkuturdu hatta insan da korkuturdu. İnsanı gördüğünde insan kaçacak yer arardı. Yani hiçbir şey ifade etmeyecekti. Allah'ı sevdiğimiz için, içimizdeki bu aşk ve tutku duygusu şiddetli olarak ruhumuzda var. Çünkü Allah sonsuz güzel, bize de sonsuz aşk ruhu vermiştir. O devreye girdiğinde mümin olduğunda şahıs, işte cenneti aşkla seviyor. Cennetin ağaçlarını aşkla seviyor, cennetin bitkilerini, insanlarını oradaki vildanları, hurileri hepsini aşkla seviyor, Allah aşkıyla seviyor. Ondan dolayı çok zevk alıyor. Yoksa bir dinsizi götürsen cennete koysan sıkılır adam, bunalır. Cennet köşkleri onun için hiçbir şey ifade etmez. Cennetteki insanlardan da rahatsız olur yani ancak imanla bu zevkli oluyor. (Adnan Oktar'ın Maraş Aksu TV röportajı, 28 Ocak 2010)