Kitabın buraya kadar olan bölümünde Hinduizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük, Caynizm, Şamanizm, Taoizm gibi batıl Uzak Doğu dinlerinin putperest inanışları ve bu inanışların Asya ülkelerindeki köklü etkisi üzerinde durduk. Ancak bu etki sadece Asya kıtası ile sınırlı değildir. Zaman içinde Batılı toplumlarda da Uzak Doğu öğretileri taraftar toplamıştır. Bu etki bazı çevrelerin bilinçli propagandaları ile başlamış ve bu batıl dinler kısa sürede Batı kültürünün çok önemli bir parçası haline gelmiştir.
Uzak Doğu dinlerine olan ilginin birkaç önemli sebebi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi mistik ayinlerin, ritüellerin, törenlerin insanlara gizemli özelliklere sahip olduğu izlenimi verecek şekilde lanse edilmesidir. Bu dinlerin mensuplarının yaşam şekilleri, giyinişleri, batıl itikatları, felsefeleri ve garip ayinleri Batılı toplumların yaşamları boyunca karşılaştıkları hayat şeklinden çok farklıdır. Bu farklılığın cazip bir üslupla sunulması bazı Batılılarda büyük bir merak ve ilgi oluşturmaktadır. İşte, bu batıl dinleri seçen ya da bazı öğretilerini uygulayan insanlar da genelde inandıkları ya da mantıklı buldukları için değil, yoğun bir şekilde telkin edilen sözde "gizemli" havadan etkilendikleri için bu kararı vermektedirler. Ancak Uzak Doğu dinlerinin Batılı toplumlarda yayılmasının ardında "ilgi çekme" heyecanının yanısıra çok daha köklü bir sebep bulunmaktadır: Bu dinlerin materyalist, putperest ve inkarcı düşünce yapıları.
Uzak Doğu dinlerinin Batı toplumlarına taşınması 19. yüzyılda başladı. Bu dönemde pek çok Avrupalı araştırmacı Uzak Doğu ülkelerini ziyaret etti, yazılan kitaplar, seyahat notları Uzak Doğu kültürünün daha yakından tanınmasını sağladı. Söz konusu dinlere ait yazılı metinlerin çevirilerinin yapılması ilgiyi daha da artırdı. Ancak dünyanın bu kültürle görsel anlamda tanışması 1960'lı yıllarda başladı.
Vietnam karşıtlarının eylemleri tüm ülkeye yayıldı ve kısa sürede "düzen karşıtlığına" dönüştü. Materyalist kültürün etkisi altındaki gençlerin hedefleri arasında Hıristiyanlık dini ve Kilise de bulunuyordu.
68'lerin hippi kuşağı kıyafetleri, dansları ve şarkılarında kullandıkları müzik ritmleriyle Uzak Doğu kültürünü yansıtıyordu.
60'lı yıllar Batı toplumları için bir dönüm noktasıydı. İki büyük dünya savaşının yıkıcı etkileri, Japonya'ya atılan atom bombaları, bunun ardından gelen Vietnam Savaşı, komünizme karşı başlatılan haklı mücadelenin bir paranoyaya dönüşmesi, birbiri ardına ortaya çıkan Watergate benzeri skandallar Amerikan gençliğinde kurulu düzene karşı büyük bir tepki oluşturmuştu. Avrupalı ülkelerde de durum farklı değildi. Hıristiyanlık dininin tüm kurumları da "kurulu düzenin" bir parçası olarak görülüyor, bu nedenle yönetime karşı oluşan tepki Kilise'ye saldırı olarak da ortaya çıkıyordu. Bu dönemde Batı gençliğinin önemli bir bölümü ve bazı Batılı entelektüeller asırlardır süregelen Hıristiyan inancını terk edip, yeni arayışlara girdiler. Bir kısmı ateist olmayı seçerken, bir bölümü de Uzak Doğu dinlerini benimsedi. Bu arayışın altında yukarıda da belirttiğimiz "aykırı olmak", "düzene karşı çıkarak dikkatleri üzerinde toplamak" gibi yanlış hevesler de yatıyordu.
Beatles hayranlarında batıl Hindu kültürüne yönelik bir özenti oluşmasına neden olan George Harrison, Hintli müzisyen Ravi Shankar ile birlikte Hindu kıyafetleri içinde.
Bu yöneliş popüler kültürü belirleyen çevreler tarafından da –bilinçli ya da bilinçsiz olarak- yönlendiriliyordu. Bunların başında Beatles grubu geliyordu. Beatles üyelerinden George Harrison'un Hinduizmi benimsediğini açıklaması ile sayıları milyonlarla ölçülen Beatles hayranlarında Hinduizme yönelik bir özenti oluştu. Sadece eğlence sektörü değil, Batı toplumunun önde gelen birçok aydın, bilim adamı da Uzak Doğu kültürünü benimsediler ve gençler arasında yayılmasına destek oldular. Ancak bu kişilerin verdikleri desteğin ardında daha farklı bir neden yatıyordu: Uzak Doğu kültürünün materyalist Batı kültürü ile uyumu. Uzak Doğu dinlerini benimseyen, propagandasını yapan çevreler genelde materyalist kültüre sahip olan Batılılardır. Hıristiyan-Yahudi kültürüne bağlı olan çevreler ise putperest Uzak Doğu dinlerine karşı her zaman mesafeli olmuş, bu dinlerin batıl inanışlarını her fırsatta eleştirmişlerdir.
60'lı ve 70'li yılların hippi kültürü zaman içinde etkisini yitirdi ve kamuoyunun gündeminden kalktı. Ancak o dönemde Batı toplumunu saran Uzak Doğu furyası, toplum üzerindeki etkisini hiçbir zaman yitirmedi, gelişti, güçlendi. Bu kez yeni bir isimle ve daha organize bir şekilde insanların karşısına çıktı. Bu, Uzak Doğu dinlerinin tüm batıl inanışlarını biraraya getiren, Allah inancına sahip olmayan, insanı adeta ilahlaştıran (Allah'ı tenzih ederiz) sapkın bir akımdı: tüm ilahi dinlerin ortadan kalkıp, dünyanın "tek din"de birleşeceği bir dönemin yaklaştığı hayaline sarılan New Age Hareketi (Yeni Çağ Hareketi, New Age Movement-NAM. )
Hıristiyan araştırmacı Wilbur Bruinsma, "The New Age Movement and Entertainment" (New Age Hareketi ve Eğlence)başlıklı bir makalesinde 60'lı yıllardan günümüze gelen bu süreci çeşitli örneklerle anlatmaktadır. 1960'lı yılların tüm sisteme isyan eden gençlerinin barışı, marihuana ve LSD gibi uyuşturucularda aradıklarına, Hinduizme ve Zen Budizmine (D. T. Suzuki isimli Japon bir felsefeci tarafından kurulan, Budizm ile bazı Japon inanışlarını birleştiren bir akım. Zen kelimesi Çince meditasyon anlamına gelmekte ve bu gibi batıl uygulamalar Zen Budizminin temelini oluşturmaktadır.) kurtarıcı olarak sarıldıklarına dikkat çekmekte ve 50 yıldır gelişip büyüyen bu hareketin günümüzdeki etkisini şöyle tarif etmektedir:
1960'larda ve belki de 1970'lerde, tarihte daha önce hiç olmadığı kadar Doğu ve Batı mistisizminin sentezi yaşandı. Hinduizm, Zen Budizmi ve Çin Taoizmi Batı mistisizminin radikal esrarengizliğiyle karıştırılmıştı. Hümanizmin iyi aşılanmış ifadelerine bakılırsa, mistisizmin temel öğretileri ülkemizde, kültürümüzde ve hatta dünyada güçlü bir şekilde kök salmıştır. Bu New Age Hareketi'dir.148
Bruinsma'nın da ifade ettiği gibi New Age Hareketi 1960'lı yılların hippi kültürünün bir devamı niteliğindedir. Ancak bu hareketin asıl ortaya çıkışı çok daha eski dönemlere, 18. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Önce Amerika'da ardından Avrupa'da kurulan ve batıl Uzak Doğu kültürünü Batılı insanların hayatına taşımayı hedefleyen teozofi ("Kutsal Akıl" anlamına gelen "teozofi" Yunanca bir kelimedir) dernekleri bu hareketin ilk çıkış noktasıdır.
Helena Petrovna Blavatsky
"Teozofi Derneği" (Theosophical Society) ilk olarak, Uzak Doğu dinlerine -özellikle de Hinduizme ve Budizme- karşı büyük bir hayranlık duyan Helena Petrovna Blavatsky ve Albay Henry Steel Olcott tarafından 1875 yılında New York'ta kuruldu. Kuruluşun amacı "eski ve modern dinlerin, felsefelerin, bilimlerin araştırılması" olarak ifade ediliyordu. Oysa gerçek amaç sadece araştırmak değil, bazı köhne öğretileri diriltmekti. Helena Blavatsky okült öğretilere, ruhlarla bağlantı kurduklarını iddia eden inanışlara, büyüye, mistisizme, Uzak Doğu dinlerinin batıl ritüellerine büyük bir ilgi duyan, bu amaçla Hindistan, Tibet, Çin, Japonya gibi ülkeleri birçok kez ziyaret etmiş bir gezgindi. Kitaplarında da büyü, yılana tapınma, ruhlarla ilişki, simya gibi pek çok batıl inanışa geniş yer vermekteydi. Batıda okült fikirlerin yerleşmesinde büyük payı olan kişilerden biri olarak kabul edilen Helena Blavatsky, aynı zamanda kendisini de insanüstü güçlere sahip bir kişi olarak tanıtıyordu. Tibet'teki Budist rahiplerden ve çeşitli gurulardan (Guru kelimesi Sanskritçe saygıdeğer anlamına gelir. Hinduizmde ruhani lider, ruhani rehber anlamlarında kullanılır) eğitim aldığını, sözde kendisinin ruhlarla insanlar arasında bir aracı olduğunu iddia ediyordu.149 Hatta bu sapkın iddiaları nedeniyle Hint basını tarafından sahtekarlıkla suçlanmış, hakkında birçok olumsuz haber ve raporlar yayınlanmıştı.150
Blavatsky'nin öğretilerinde Allah inancı yer almıyor, insan sözde ilahlaştırılıyordu. (Allah'ı tenzih ederiz) Ona göre insan kutsal bir varlıktı ve büyü, ruhlarla bağlantı kurma, meditasyon, yoga gibi yöntemler kullanarak sahip olduğu gücü dışarı çıkarmalıydı. Blavatsky'nin bu sapkın inanışları Teozofi Derneği'nin de temelini oluşturmuştu.
Blavatsky'nin bu sapkın inanışlarının her biri akıl ve mantıkla bağdaşmayan, büyük birer aldanıştı. İnsanı ve tüm kainatı yoktan var eden alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah ezeli ve ebedi olandır, sonsuz güç ve kudret sahibidir. İnsan ise Allah'a muhtaç, aciz bir varlıktır. İnsanı yoktan var eden, ona hayatını, gücünü, aklını ve sahip olduğu tüm özellikleri bahşeden büyük rahmet sahibi olan Rabbimiz'dir. İnsanın Allah'ın dışında hiçbir gücü, iradesi yoktur. Allah'ın benzersiz yaratışına karşı nankörlük içinde olanların durumu ayetlerde şu şekilde haber verilir:
İnsan, Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir. Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 77-83)
İnsan Allah'ın "ol" emriyle var olmuştur ve Allah'ın belirlediği bir kader üzere yaşamını sürdürmektedir. Allah'ın belirlediği bir zamanda ölüm melekleriyle karşılaşacak ve dünya hayatında tüm yaptıklarından dolayı hesap verecektir. Dolayısıyla aciz ve muhtaç bir kul olan insanın kendi çabasıyla insanüstü güçler edinebileceği yönündeki inanç çok büyük bir saçmalıktır, akıl ve mantıkla çelişen çok büyük bir aldatmacadır. Ancak "insanı hayatın merkezine koyup, hiç kimseye sorumlu olmayan bir varlık gibi gösteren" bu aldatmaca, ateist ve materyalist bakış açısına sahip çevreler tarafından asırlardır gündemde tutulmaktadır.
Yoksa onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır; onlar, kesin bir bilgiyle inanmıyorlar.
(Tur Suresi, 35-36)
Blavatksy'nin öğretisi de gerçekte söz konusu ateist öğretinin farklı bir versiyonuydu. Nitekim bu derneğin ideolojisini şekillendiren bir diğer inanç ise "evrim teorisi" idi. Teoloji ve felsefe konularındaki makaleleriyle tanınan ve hala St. Thomas Aquinas İlahiyat Fakültesinde tarih profesörü olan Rama P. Coomaraswamy bir çalışmasında Blavatsky'nin kurduğu Teozofi Derneği'ni şu şekilde tanımlar:
O çağın evrimsel düşüncesinden çok etkilenen Teozofistler ya ruhsal varlıklar ya da genelde bilinenden daha fazla evrimleşmiş şanslı insanlar olan "üstadların" varlığına inanıyorlardı. Teozofistler en başından beri dinin tüm Ortodoks şekillerine ve hepsinin üzerinde Roma Katolik Kilisesi'ne karşıydılar. Sonradan ezoterik ya da hermetik Hıristiyanlık ve daha sonra sözde Liberal Katolik Kilisesi gibi çeşitli organizasyonlar kurarak, Hıristiyanlık kurumuna hem içeriden hem de dışarıdan saldırdılar.151
Teozofi Derneği'nin ideolojisi, materyalist ve evrimci bakış açısıyla birebir örtüşüyordu. Onlar da Allah'ın varlığını inkar ediyor, kainatın varoluşunu tesadüflerle açıklıyor, insanın hem fiziksel hem de ruhsal olarak evrimleştiğini ve evrimleşme sürecinin hala devam ettiğini iddia ediyorlardı. Uzak Doğu dinlerinin temelini oluşturan karma ve reenkarnasyon inancını da bu sözde evrim sürecinin bir ifadesi olarak kabul ediyorlardı. İnsanın birbiri ardına gelen yeni hayatlarının sonucunda mükemmelleşeceğini, çok derin bir kavrayışa, kutsal bir konuma, hatta sözde bir ilah konumuna ulaşacağını (Allah'ı tenzih ederiz) iddia ediyorlardı. (Batıl karma ve reenkarnasyon inancı için detaylı bilgi için Bkz. "Hinduizmin ölüm ve ahiret hayatına dair batıl inanışları" bölümü) Oysa bu hiçbir akli temeli olmayan, içi boş bir aldatmaca, sapkın bir felsefeydi. Üstelik bu saçma iddia Teozofi hareketinin ve bu hareketi takip eden diğer batıl inanışların da temel dayanağını oluşturuyordu. Alan Morrison uzun yıllar boyunca New Age takipçisi olduktan sonra Hıristiyanlığı kabul eden ve o zamandan bu yana New Age akımının batıl yönlerini anlatmak için çeşitli kitaplar ve makaleler yazan Hıristiyan bir araştırmacıdır. Morrison, "From Old Gnosticism to New Age, A Historical Analysis of the Mystery of Iniquity from the 6th Century to the Present" (Eski Gnostisizmden New Age'e Kötülüğün Gizeminin Tarihsel Bir Analizi) başlıklı makalesinde ilk olarak Blavatsky'nin ortaya attığı ruhsal evrim kavramını şu şekilde açıklıyordu:
Teozofi Derneği'nin Yeni Gnostizm'e temel katkılarından biri, Blavatsky'nin kapsamlı çalışmasında ortaya çıkan 'ruhsal evrim' (spiritual evolution) kavramıdır... Nasıl insan aşağı hayat formlarından evrimleştiyse, aynı şekilde güçlü ve kozmik bir organizmaya doğru evrimleşmeye devam edecektir. Her birey mükemmelliği yakalayana kadar binlerce kez reenkarne olacaktır. Ruhsal evrim teorisini iddia ederken Blavatsky yalnız değildir. Bir yazarın yazdığı gibi: "Bu görüş, Madame Blavatsky'den sonra Teilhard de Chardin tarafından, daha sonra da Bergson ve Nietzsche tarafından farklı şekillerde ifade edilmiştir. Fakat 19. yüzyılın sonlarında insanları ilk kez bu kadar etkileyen sadece Blavatsky'nin fikriydi. Hıristiyan inancının zayıflatılmasından ortaya çıkan boşluk yeni bir dini akım ihtiyacına yol açmıştı. Blavatsky "ruhsal evrim teorisini", doğal seleksiyon ya da şans gelişimi temeline dayandırmamıştı. O, insanlara evrimleşmekte olan evrene yönelik bir plan olduğunu söylüyordu. Ve bu plana göre, evrimdeki bir sonraki aşamanın altınçağ olduğunu iddia ederek onlara umut dağıtıyordu.152
Alan Morrison'un da ifade ettiği gibi Teozofi Derneği ruhun evrimi kavramıyla, sonradan gelen Chardin ve Bergson gibi koyu Darwinistlere veya Nietzsche gibi fanatik din karşıtlarına ilham kaynağı olmuştu. Hıristiyan araştırmacı John Carlo Rosales ise A Closer Look at the New Age Movement (New Age Hareketine Yakından Bakış) isimli çalışmasında bu hareketin temel doktrinini şu şekilde tanımlamıştır:
Bu hareket tarih boyunca dünyanın en büyük insan yapımı dinlerinin mistik yanlarını kapsamaktadır. Çağdaş anlamda teozofi, birçok gelenekten, fakat öncelikle Hindu felsefesi ve okült bilimlerinden alınan dini, felsefi ve bilimsel anlayışların bir sentezini yapmaya çalışan çağdaş bir Gnostik (Hıristiyanlığın başlangıcında ruhani sırları bilmek iddiasında olan dini akımlar) harekettir. Teozofistler, Allah'ın ve ruhun varlığı hakkındaki temel Hıristiyan fikirlerini inkar ederler. Ruhun evrimi Teozofi Derneğinin temel öğretisidir... Teozofik anlamda evrim, sürekli olarak yeniden doğma yoluyla Kozmik Hayat tarafından yürütülen kendini fark etme ya da ortaya koyma sürecidir. Amacı, insanın ve tüm varlıkların mükemmelleştirilmesidir... Özetle, Teozofi Dernekleri arasında genel olarak kabul edilen 4 ana doktrin, panteistik anlamda ruhun kutsal kökenleri, evrim, reenkarnasyon ve karmadır.153
Teozofi Derneği gibi daha birçok batıl akımın temelini oluşturan ruhun evrimi iddiası çok büyük bir aldatmacadır. Zaten bu asılsız iddiayı savunan çevrelerin de ortaya koydukları herhangi bir delil, gösterdikleri herhangi bir örnek yoktur. Tek yaptıkları bu sapkın iddiayı süslü cümlelerle ve felsefi bir şekilde anlatmak, insanların da bu hayali dünyaya bir gerçekmiş gibi inanmalarını beklemektir.
İnsan ruhunun mahiyeti hakkındaki gerçekleri tek öğrenebileceğimiz kaynak Kuran'dır. Rabbimiz Kuran'da ruh hakkında şu şekilde buyurmuştur:
Sana ruhtan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbim'in emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)
Ayette de bildirildiği gibi insan ruhun mahiyeti hakkında çok az bilgiye sahiptir. Sahip olduğu bilgi ise Kuran ayetleriyle bildirilenlerdir. Ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum'dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi, 28-29)
Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 9)
Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti. "Onu bir biçime sokup, ona Ruhum'dan üflediğim zaman siz onun için hemen secdeye kapanın." Meleklerin hepsi topluca secde etti; (Sad Suresi, 71-73)
Annie Wood Besant
Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimiz insana Kendi ruhundan üflemiştir. Doğada ruhu olan tek canlı insandır. İnsan bilinçli, irade sahibi, düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen, sevebilen, zevk alabilen, neşelenen bir varlıktır. Tüm bunlar ise bir et ve kemik yığınından ibaret olan bedeninin değil, sahip olduğu "ruh"unun özellikleridir. Ruh ölümle birlikte bu dünyadaki insanların içinde yaşadıkları boyuttan ayrılıp farklı bir boyuta geçerken, geride cansız bedenini bırakmaktadır. Cansız beden dünyada çürüyüp yok olurken, ruh sonsuz bir yaşama başlayacaktır. Dolayısıyla ruh, batıl inanışların peşinde koşan insanların iddia ettikleri gibi evrimleşmemekte ya da daha "kutsal bir konuma" ulaşmamaktadır. (Allah'ı tenzih ederiz)
Blavatsky 1891 yılında öldüğünde Annie Wood Besant isimli başka bir Hindu hayranı, derneğin başına geçti. Annie Besant da büyüye, okült bilimlere, psişik deneylere meraklıydı. Ateist kimliğiyle ve bu konuda yaptığı ateşli konuşmalarla tanınıyordu.154 Besant, bir yandan teozofik bilimler üzerinde çalışıp tamamen safsatalara dayalı kitaplar yazarken bir yandan da derneğin ruhsal evrim iddiası ile metafizik konular üzerinde yoğunlaşmasını sağladı.155 Bugün dahi onun yazdığı kitaplar, söz konusu batıl inanışın peşinde giden, büyü benzeri saçma uğraşıları bir hayat şekli olarak kabul eden insanların en çok okuduğu kitaplar arasında yer almaktadır.
Besant, Hinduizm gibi putperest ve akıl sahibi her insanın kolayca kavrayabileceği mantıksızlıkta bir dini her türlü eleştiriye karşı savundu. Central Hindu College'i ve 1916 yılında Indian Home Rule League'i (Hindu Özerkliği Derneği) kurarak Hindistan'ın bağımsızlığı hareketine katıldı. 1917 yılında ise Hindistan Milli Kongresi'nin başkanı seçildi. Teozofi Derneği'nin ve Besant'ın Hindistan'daki etkisi Hinduism Today gazetesinde yayınlanan bir makalede de detaylı olarak anlatılmış, Besant'ın Mahatma Gandhi, Jawaharlal Nehru, Sarojini Naidu, C.P. Ramaswami Aiyer ve daha birçok Hindu liderini doğrudan etkilediği belirtilmiştir.156
Teozofi Derneği, batıl Uzak Doğu dinlerinin, Hıristiyan inançlarını temel alan Batı kültürüne nüfuz edip, bu kültürü dejenere etmelerinde önemli bir rol oynadı. New Age Hareketi ise eski bir Teozofi Derneği üyesi olan Alice A. Bailey tarafından başlatılmıştır. Bailey, Teozofi Derneği'nin kurucuları gibi ateist görüşlerini destekleyen sapkın Uzak Doğu dinlerine hayran olan, batıl inançlara sahip bir kişiydi. Djwal Khul isimli Tibetli bir liderden mesajlar aldığını söylüyor ve bir medyum olduğunu iddia ediyordu. 1919-1949 yılları arasında bu hayali mesajları içeren 24 kitap yazdı. Bu kitaplar genelde okült bilimlerinin, ezoterik öğretilerin, çeşitli büyü yöntemlerinin anlatıldığı, sapkın inanışların propagandasının yapıldığı çalışmalardı. Bailey yazdığı 2 ciltlik Discipleship in the New Age (New Age Taraftarlığı) adlı çalışmasında ise başlattığı yeni akımın temel değerlerini ortaya koydu. New Age Hareketi, Teozofi Derneği'nin batıl olan tüm öğretilerini kabul ediyor, Hinduizm, Budizm, Şamanizm, Taoizm gibi putperest dinlerin sapkın inanışlarının yanı sıra çeşitli okült bilimleri de içeriyordu.
Bailey'nin ardından New Age öğretisi hızla taraftar toplamış ve Batı kültürünün önemli bir parçası haline gelmiştir. Ancak bu öğreti akıl, mantık ve sağduyu ile bağdaşmayan türlü saçmalıklar içeren, ilahi dinlerde yasaklanan fal ve büyü gibi birçok batıl uygulamayı teşvik eden, insanları dünya hayatının gerçeklerinden uzaklaştırıp hayali bir dünyada yaşamaya sürükleyen bir aldanıştır.
Transandantal Meditasyon adı verilen batıl geleneği 69'lu yıllarda Batı toplumunun hayatına sokan Maharishi Mahesh Yogi, dikkat çekmek ve ilgi toplamak isteyen insanlar için aldatıcı bir dünya vaat etmektedir.
Uzak Doğu dinleri ile Batı kültürü arasındaki ilişki ilk zamanlarda sadece Teozofi Derneği üyeleri ve materyalist hayat görüşüne sahip küçük bir çevre ile kısıtlıydı. Ancak bu ateist hareket kısa sürede yeni bir batıl dine dönüştü. Bu din materyalist çevrelerce hak dinlerin dünya üzerindeki gelişen etkilerini engelleyebilmek amacıyla, "21. yüzyılın dini" olarak lanse edilen New Age'di.
New Age hareketi Allah'ın mutlak varlığını inkar eden, ilahi vahye dayanmayan, herhangi bir yazılı kitabı olmayan, merkezi bir organizasyona sahip olmayan, üyeleri ve başkanlığı bulunmayan, inançları ve uygulamaları kesin hatlarla belirlenemeyen kendine özgü bir harekettir. İsteyen, bu batıl dine istediği inancı ekleyebilir, istediğini de çıkarabilir. New Age öğretileri Hinduizm, Budizm, Taoizm, Şamanizm, Şintoizm, Gnostik gelenekler, Spiritualizm (Ruhçuluk-İspirtizma), Wicca (Büyücülük) gibi birçok farklı batıl inanışa dayanır. Alan Morrison, New Age'in kökenlerinin hangi noktalarda birleştiğini "Blavatsky teozofik öğretisinin özü, "hepsi üstün yaratıcı Allah'ı reddeden ve bireyin ilahlaşmasını sağlamak için çeşitli uygulamalara başvuran Hinduizm, Budizm, Zerdüştlük ve Gnostizm'in çeşitli öğretilerini biraraya getirmektir"157 sözleriyle ifade eder.
Özellikle de son yıllarda ateist ve materyalist görüşe sahip çevreler New Age kültürünün propaganda çalışmalarına hız katmışlardır. Bunun için de kitle iletişim araçlarını çok yoğun olarak kullanmaktadırlar. Amaçları ise Batı toplumlarında çok büyük bir hız kazanan hak dinlere –özellikle de İslam dinine- yönelişin kendilerince önünü kesmek, batıl dinlerinin kabul görmesini sağlamaktır. Söz konusu çevreler bu inanışları doğrudan batıl bir öğreti olarak insanlara sunmamakta, daha ziyade süslü reklamlarla, üstü kapalı ifadelerle, bilinçaltına yönelik mesajlarla empoze etmeye çalışmaktadırlar. "Guru" adını verdikleri sahte ruhani liderlerle putperest inanışlarını ve sapkın felsefelerinin reklamını yapmakta, bu şekilde insanları kandırmayı hedeflemektedirler. Toplumun yakından tanıdığı kişiler de bu propaganda da önemli roller üstlenmektedirler. Örneğin bir dönemin popüler aktristlerinden Shirley MacLaine, yazdığı kitaplar ve yaptığı televizyon programları ile sapkın New Age inanışlarınının en yoğun propagandacılarından biridir.
İnsanlara iç huzurun, barışın ve mutluluğun yolu olarak sunulan meditasyon, gerçekte çok büyük bir aldatmacadır. Çünkü meditasyonun özü "boşluğa konsantre olmak"tır. Boşluğa yoğunlaşmak ise insanı dinlendirmez ya da huzur vermez. Tam aksine büyük bir sıkıntı oluşturur, kasvetli ve huzursuz bir ruh hali meydana getirir. Beyin insan vücudunun tüm fonksiyonlarını düzenleyen, çok etkili ve çok önemli bir organdır. Bu nedenle de insanın beynini boşaltması ve boşluğa yoğunlaşması gerçekte "beynini felç etmesi" anlamına gelir. Üstelik bu gibi uygulamalar insanın beyin fonksiyonlarının gerilemesiyle sonuçlanır. Bu, çok kapsamlı bir bilgisayarın tüm programlarının silinmesi, işlevlerinin ortadan kaldırılması gibidir. Ancak tüm kainatı yoktan var eden, sonsuz adaletiyle iyileri ödüllendiren ve kötüleri cezalandıran mutlak bir yaratıcının varlığına inanan bir insan gerçek iç huzuru bulabilir. Nitekim Rabbimiz Ra'd Suresi'nin 28. ayetinde "... kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." şeklinde buyurmaktadır.
Ateist ve materyalist çevrelerce çeşitli propaganda yöntemleriyle gündemde tutulmaya çalışılan New Age inanışları, insanları Allah inancından uzaklaştırma, din ahlakının getirdiği ahlaki güzellikleri terk etme ve Allah'ın vahyi yerine batıl işlere yöneltme hedefini taşımaktadır. Örneğin yoga, meditasyon, şifacılık, biyoenerji tedavileri, transandantal meditasyon gibi uygulamalar New Age inanışlarında çok büyük bir yer tutarlar. Astroloji, tarot kartları, falcılık, medyumluk bu kültürünün önemli bir bölümünü oluştururlar. Bunun yanısıra karma, reenkarnasyon, reiki, feng shui, astral beden, kristallerin insanlar üzerinde farklı güçleri olduğuna inanma, beyaz ve kara büyü, kehanet, muska tarzı nesnelerle kötü ruhların kovulabileceğine inanma, şeytan çıkarma, telepati ve telekinezi gibi uygulamalar sapkın New Age inanışlarından sadece bazılarıdır. Günümüzde ise bu terimler materyalist çevrelerce yapılan propaganda çalışmaları nedeniyle sıkça duyulur hale gelmişlerdir. Bu sapkın inanışlardan bazıları şu şekildedir.
** New Age Hareketinde büyü ve sihir çok büyük bir yer kaplamaktadır. Uzak Doğu dinlerinin tüm büyü ritüelleri, Şamanizm gibi büyü temelli batıl inanışları ve tarih boyunca süregelmiş her türlü okült inanış bu batıl dinle tekrar dünya gündemine getirilmiştir. Oysa, fal, büyü gibi inanışlar Allah'ın haram kıldığı çirkin ahlaksızlıklardır. Allah Maide Suresi'nde " Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse, bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Maide Suresi, 90) şeklinde buyurmaktadır. Hz. Musa'nın büyücülerle karşılaşmasının anlatıldığı ayetlerde ise "büyücüler, kurtuluşa ermezler" (Yunus Suresi, 77) ve "büyücü ise nereye varsa kurtulamaz" (Taha Suresi, 69) şeklinde bildirilmektedir. Yani büyüyü bir kurtuluş, huzur, refah ya da başarı yolu olarak görenler çok büyük bir aldanış içindedirler. Çünkü Allah dilemedikçe hiçbir insanın bir diğeri için zarar ya da yarar dilemesi mümkün değildir. Allah Bakara Suresi'nde bu durumu şu şekilde haber verir:
... Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 102)
New Age gibi hareketlere kapılan bazı insanlar çevrelerinde sivrilebilmek için medyumluk, kahinlik gibi özelliklere sahip oldukları yalanına başvururlar. Fal, tarot gibi aldatmacalar da insanları kandırmanın bir başka yoludur. Oysa hiçbir insanın kendi çabası ya da ruhlarla bağlantı kurmaya çalışması o kişiyi gaybe dair bir bilgiye ulaştırmaz. Allah gayb haberlerini ancak razı olduğu kullarına, dilediği takdirde verir.
** Falcılık, tarot kartları, ruhlarla bağlantı kurarak gelecekten bilgi alma aldatmacası, medyumluk ve kehanette bulunma gibi batıl inanışlar New Age kültürünün önemli bir bölümünü oluştururlar. Zaten Guru ismini verdikleri kişiler de genelde ruhlarla bağlantı kurdukları, medyumluk yaptıkları, tarot kartları ile geleceği söyleyebilecekleri gibi yalanlara başvurarak insanları kandırmaya çalışan kimselerdir. Oysa gaybı da ve müşahade edilebileni de sadece Allah bilir. Neml Suresi'nde de bildirildiği gibi "... Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez... " (Neml Suresi, 65) Allah Cin Suresi'nde ise şu şekilde buyurur:
O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)
Ayetlerde de belirtildiği gibi Rabbimiz razı olduğu kullarına gayb bilgilerini vahyedebilir. Bunun dışında hiçbir insanın kendi çabası, çalışması, ruhlarla bağlantı kurmaya çalışması o kişiyi gaybe dair bir bilgiye ulaştırmaz. Oysa New Age gibi hareketlere kapılan bazı insanlar çevrelerinde dikkat çekebilmek, sivrilebilmek için medyumluk, kahinlik gibi özelliklere sahip oldukları yalanının arkasına saklanırlar. Bu yolla insanları kandırmayı, onlardan saygı ve ilgi görebilmeyi, maddi çıkar elde etmeyi umarlar.
İnsanların birkaç kağıt parçasına, taşlara, kristal kürelere bakarak geleceği söyleyebilmeleri, Allah'ın dilemesi dışında, mümkün değildir. Çünkü " Gaybın anahtarları O'nun Katında'dır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır." (Enam Suresi, 59)
** Günümüzde New Age inanışları belli çevreler tarafından birer moda akımı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Özellikle de kamuoyu tarafından tanınan kişiler kullanılarak bu sapkın uygulamaların benimsenmesi için süslü propaganda çalışmaları yapılmaktadır. Televizyon programlarında, gazete ve dergilerde insana hiçbir yarar sağlamayacak batıl öğretilerinin reklamı yapılmakta ve bu telkinin etkisinde kalan bazı insanlar ise özenti içinde ve ne yaptıklarını dahi bilmeden aynı şeyleri uygulamaya başlamaktadırlar. Son zamanlarda kamuoyunu kaplayan "Reiki" modası da aynı aldatmacanın bir ürünüdür. Toplum içinde dikkat çekmek, orijinal olup ilgi toplamak isteyen kişiler bu batıl öğretinin propagandasından etkilenmektedirler. Oysa reiki de diğer sapkın Uzak Doğu inanışları gibi büyük bir kandırmacadır.
Putperest bir toplum olan Japonlar, reikinin evrendeki birçok enerjiden biri olduğuna inanır ve reikiyi "evrensel yaşam ve şifa enerjisi" olarak kabul ederler. Bazı kişilerin reiki enerjisine sahip olduğunu, bununla insanlara sözde şifa verdiğini ve dilerlerse bu enerjiyi başkalarına verebildiklerini iddia ederler.158 Reiki enerjisine sahip olduğu yalanını ortaya atan kişi ellerini yukarıya açarak garip hareketler yapmaya başlar. Daha sonra bir başka kişiye –ya da hayvana- dokunarak ona enerji transferi yaptığını iddia eder. Oysa reikinin bir büyü dini olan Şamanizmdeki şeytan çıkarma ve şifa ritüellerinden hiçbir farkı yoktur. Şaman rahipleri de sahip olduğunu iddia ettikleri güçlerle insanlara şifa verdikleri yalanını ortaya atmakta, sapkınca büyü ve muska gibi batıl yollara başvurmaktadırlar. Akıl ve mantık sahibi hiçbir insanın inanmayacağı bu saçma inanışlar çok büyük birer sahtekarlıktan ibarettirler. Çünkü hiçbir insanın Allah'ın dilemesi dışında bir insana şifa vermesi mümkün değildir. Şifayı veren Allah'tır. Allah dilediği takdirde "Şafi" sıfatı ile, verdiği hastalığı ortadan kaldırır. Allah dilemedikçe tüm dünyanın doktorları, en gelişmiş teknolojik aygıtlar, keşfedilen en son ilaçlar ya da Uzak Doğu dinlerinin tüm batıl inanışları biraraya gelse yine de o kişinin hastalığının iyileşmesi imkansızdır. Kuran'da Hz. İbrahim'in samimi duası şu şekilde bildirilmektedir:
"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. (Şuara Suresi, 80)
... O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır...
(Bakara Suresi, 255)
Dolayısıyla reiki gibi batıl inanışlar ancak bir kandırmacadan, aldatmacadan ibarettir. İnsanın Allah'tan başka hiçbir dostu, yardımcısı, velisi yoktur. Allah'ın dışında hiçbir gücün insana bir zarar vermesi ya da bir yarar sağlaması mümkün değildir.
hematit (solda)
kuvars (sağda)
elmas (altta)
Hiçbir taş ya da mineral Allah'ın dilemesi dışında insanın başına gelecek bir kötülüğü, sıkıntıyı ya da hastalığı engelleyemez. Bu, batıl ve sapkın bir inanıştan başka birşey değildir.elmas
** New Age inanışındaki batıl uygulamalar saymakla bitirilmeyecek kadar fazladır. Taşların ve minerallerin çeşitli güçlere sahip olduğunu düşünmek de bu yanılgılardandır. Bu batıl inanışın takipçileri kuvars kristalinin tedavi ve büyü alanlarında çok etkili olduğunu kabul ederler. Hematit taşının karar verme gücü verdiğine, elmasın bedeni temizleyerek negatif kuvvetleri yok ettiğine, mercanın nazara iyi geldiğine inanırlar. Bunun gibi daha pek çok taşa ve minerale bu gibi saçma güçler atfederler. Oysa bu inanışların hepsi saçma ve batıl inanışlardır. Herhangi bir taşın ya da bir nesnenin bir insanı koruması, ona güç vermesi, olumsuzlukları ortadan kaldırması kesinlikle mümkün değildir. İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hangi yöntemlere sarılırsa sarılsın Allah'ın dilemesi dışında başına gelecek herhangi birşeyden korunamaz. İnsan için tek koruyucu Rahman olan Allah'tır. Kuran'da bu durum şöyle bildirilmiştir:
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: 'Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz'. De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (Enam Suresi, 63-64)
İnsan zorlukla karşılaştığında bunları ortadan kaldırmak için tabi ki önlemler almalıdır. Örneğin hastalanan bir insan doktora gidip, söylenen tedavi yöntemlerini eksiksizce uygulamalı, ilaçlarını almalıdır. Ancak önemli olan, alınan bu tedbirlerin tek başlarına bir güçleri olmadığını bilip, şifayı sadece Allah'tan beklemektir. Çünkü Allah'tan başka varlıkların, taştan ve tahtadan yapılmış putların, taşların ya da minerallerin insanı koruyabileceğini, bir zararı giderebileceğini ya da güç verip fayda sağlayabileceğini düşünmek Allah'a açıkça şirk koşmaktır. Şirk ise kitabın başından bu yana birçok kez açıkladığımız gibi çok büyük bir günahtır. Dünyada Allah'tan başka koruyucu, yardımcı ve veli bulamayacağını anlamazlıktan gelen, O'nun her türlü yardımına rağmen nankörlükte ısrar edenler ahirette çok büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Allah bu kişilerin durumunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?" De ki: "Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?" De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 34-35)
Yukarıda garip objelerin insanları koruyabileceğini öne süren Feng Shui öğretisi büyük bir kandırmacadan ibarettir.
New Age inanışları içinde yer alan bir diğer batıl öğreti ise Feng Shui'dir. Sapkın Şaman inanışlarının bir uzantısı olan Feng Shui son zamanlarda belli çevrelerce propagandası yapılan batıl bir moda akımıdır. Bu öğreti, ilgili sitelerde "doğanın güçlerini ve enerjisini yönlendirme" olarak tarif edilir. İnsanlar çok yüksek miktarlarda para vererek gittikleri Feng Shui kurslarında Çinlilere ait batıl bir geleneği öğrenirler. Bu gelenek "insanın yaşadığı yerlerin dekorasyonunu olumsuz enerjileri ortadan kaldırıp, olumlu enerjileri artıracak şekilde yapması" olarak açıklanır. Bu eğitimin içinde nereye hangi muskanın asılacağı, hangi tılsım ve taşların sözde faydalı olacağı öğretilir. Örneğin kapıya asılan Pa-kua adı verilen bir aynanın kapı ve binayı koruduğu kabul edilir. Kapıya asılan bereket kurbağası adı verilen bir küçük heykelin maddi zenginlik vereceğine inanılır. Feng Shui inanışlarında daha bunun gibi birçok muska, tılsım gibi batıl inanışlar vardır bulunmaktadır.159 Oysa bu batıl inanışlar çok büyük birer aldatmacadır. İnsanı hiçbir taşın, muskanın ya da başka bir eşyanın Allah'ın dilemesi dışında koruyabilmesi mümkün değildir. İnsanın tek koruyucusu, velisi ve dostu alemlerin Rabbi olan, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'tır.
İnsanların yoga, meditasyon, reiki gibi yöntemlere başvurmalarının nedenlerinden biri de yaşadıkları hayatın karmaşasından, sıkıntılarından, stresinden uzaklaşabilmek, huzuru ve güveni bulmaktır. Nitekim bu gibi batıl uygulamaların reklamlarında da genelde "iç huzur, ruhsal denge, iç barış..." gibi kavramları kullanmaktadırlar. İnsanlar da, içinde yaşadıkları materyalist toplumdaki acımasız, sevgisiz, çatışmacı, rekabeti ve bencilliği teşvik eden hayattan uzaklaşmak için bu batıl inanışları bir kurtuluş yolu olarak görme yanılgısına düşmektedirler. Oysa bu batıl inanışların insanlara iç huzuru ve ruhsal dengeyi sağlaması mümkün değildir. Tam aksine Uzak Doğu dinleri insanları taş ve tahtadan yapılmış putlardan yardım bekleyen, büyü ve batıl ritüellerle sorunlarına çözüm bulabileceğini zanneden, akıllı ve mantıklı hareket etme yeteneklerini kaybetmiş kimseler haline getirmektedir. Uzak Doğu felsefelerinin etkin olduğu toplumlardaki dini (pagan) topluluklarda bu psikolojik tahribatı, umursuzluğu, hayatın gerçeklerinden uzaklaşmış şizofrenik ruh halini görmek mümkündür.
Şu açık bir gerçektir ki, insanların dünya üzerinde gerçek huzur ve mutluluğu bulmalarının, her türlü kötülükten, acımasızlıktan, karamsarlıktan ve mutsuzluktan kurtulmalarının tek yolu, Yaratıcımız olan Allah'a teslim olmak ve O'nun razı olacağı gibi bir hayat sürmektir. Allah bu durumu ayetlerde şu şekilde bildirir:
... Kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz. Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 123-124)
Yerlerin ve göklerin tek sahibi olan Rabbimiz, tüm insanların kurtuluş yolunun, bir hidayet rehberi olarak indirdiği Kuran'a sarılmak olduğunu bildirmiştir. Allah İbrahim Suresi'nde "...Bu bir kitaptır ki Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik." (İbrahim Suresi, 1) şeklinde buyurmaktadır.
Allah'ın varlığını inkar veya gözardı edip kendilerine batıl yollar edinenler hem dünyada hem de ahirette çok büyük bir kayba uğrayacaklardır. Hayatları boyunca kendilerine hiçbir fayda vermeyen, boş uğraşılar peşinde koşmalarının karşılığını mutlaka alacaklardır. Onlar kendilerini doğru yolda sanıp, dünya hayatındaki batıl uğraşılarının kendilerini kurtuluşa erdireceğini zannederken aslında çok büyük bir yanılgı içinde yaşadıklarını fark edeceklerdir. Allah böyle insanların durumunu bir Kuran ayetinde şu örnekle bizlere haber verir:
Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 41)
... Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
(Maide Suresi, 5)
Ayette de belirtildiği gibi inkar yolunu seçenler kendi yollarının en doğru yol olduğunu zannederken aslında büyük bir aldanış içine girmişlerdir. Onların tüm yaptıkları boşa gidecek, hesap gününde güvendikleri, medet umdukları, kendilerini koruyacağını sandıkları tüm ortaklarının, muskalarının, büyülerinin kendilerine bir fayda vermeyeceğini göreceklerdir. Allah ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkarlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: "(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak." Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik. O gün, cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer çok daha güzeldir. (Furkan Suresi, 22-24)
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)
19. yüzyılda Darwinizm'in en önde giden savunucularından Thomas H. Huxley
Daha önce de vurguladığımız gibi New Age benzeri batıl dinlerin Batılı toplumlarda bu kadar büyük ilgi görmelerinin ardında yatan nedenlerden biri de Uzak Doğu dinlerinin materyalist, ateist ve putperest yapılarıdır. Batı toplumunun Hıristiyan-Yahudi kültüründen uzaklaşan materyalist unsurları, Uzak Doğu kökenli her türlü inanışı onaylamakta, desteklemekte, hatta propagandasını yapmaktadır.
Materyalist Batı kültüründe evrenin bir raslantı eseri olduğuna inanılır ve canlılığın nasıl var olduğu sorusuna Darwin'in evrim teorisiyle cevap verilir. Bu görüş, insan ruhunun varlığını reddeder ve insanın gelişmiş bir hayvan türü olduğunu iddia eder. Ölümden sonra yaşamı, ahiret hayatının varlığını, cennet ve cehennemin varlığını kabul etmez. İşte her biri büyük bir yanılgı olan bu iddialar Uzak Doğu dinlerinin inanışları ile büyük bir uyum içindedir. Budizm, Hinduizm başta olmak üzere Uzak Doğu dinlerinin çok büyük bir bölümü Allah'ın varlığını inkar eden, canlılılığın kökeninin doğanın kendisi olduğunu kabul eden, ahiret, cennet ve cehennem hayatının varlığını reddeden inanışlardır. İşte bu nedenle de materyalist Batı kültürünün savunucularından çoğu zaman büyük destek görmüşlerdir.
Evrim teorisinin önde gelen isimleri de 19. yüzyıldan bu yana Uzak Doğu felsefelerini her zaman desteklemişlerdir. Bu kişilerin başında Darwin'in en büyük destekçisi olarak kabul edilen Thomas H. Huxley gelir. Yaratılışı savunan din veya bilim adamlarıyla yaptığı tartışmalar, Darwinizm'i savunan ateşli yazı ve nutukları, Huxley'i 19. yüzyılın en ünlü Darwinisti olarak tarihe geçirmiştir. Huxley'nin Uzak Doğu dinlerine, özellikle de Budizme, olan ilgisi ise o kadar iyi bilinmemektedir.
18. yüzyılda yaşamış olan ateist ve din karşıtı felsefeci David Hume
Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi ilahi dinlerin temsilcileri ile şiddetle mücadele eden Huxley, Budizmi, seküler Batı medeniyetine uygun bir inanç olarak görüyordu. Philosophy East and West dergisinde yayınlanan "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics" (Huxley'nin 'Evrim ve Ahlak'ında Budizm) başlıklı makalede bu konu işlenmektedir. Makalede Huxley'nin Evolution and Ethics (Evrim ve Ahlak) adlı kitabından Budizm hakkındaki şu tanımı aktarılmaktadır:
(Budizm) Batılı anlamda Tanrı tanımayan bir sistemdir; insanın bir ruhu olduğunu kabul etmez; ölümsüzlüğe inanmanın bir yanılgı olduğunu savunur hatta bunu ummayı günah sayar; duaya ve kurban ibadetine yer vermez; insanların kurtuluş için sadece kendi yaptıklarına güvenmesini ister... yine de Eski Dünya'nın kayda değer bir bölümünde harika bir hızla yayılmış, yabancı inançlarla karışsa bile insanlığın küçümsenemez bir kısmının hakim inancı olmuştur.160
Huxley Budizme hayrandır ve bunun tek nedeni Budizmin, aynen Huxley ve diğer Darwinistler gibi Allah inancına sahip olmamasıdır. "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics" makalesinin yazarı olan Hawai Üniversitesi öğretim üyesi Vijitha Rajapakse'ye göre, Huxley'nin Budizme olan hayranlığında, Budizm ile Eski Yunan'ın pagan ve ateist düşünürleri arasında gördüğü paralellik de rol oynamıştır:
Huxley'nin Budist düşünceyi Batılı fikirlerle ilişkilendirme konusundaki açık eğilimi... onun argümanının başka boyutlarında da örneklendirilmektedir. Budizmin gayrı-ilahi pozisyonunu Heraklitus'un bakış açısına benzetmiş ve dahası "Stoacılıkla Budizm arasında" pek çok paralelliğe işaret etmiştir.161
20. yüzyıl faşizminin ateist ideologlarından
Friedrich Nietzsche
Rajapakse, sadece Huxley'nin değil, 19. yüzyılın diğer bazı ateistlerinin (veya agnostiklerinin) de Budizme büyük hayranlık duyduklarını not etmektedir. Bu devirde Budizm ile materyalist Batı felsefesi arasında kurulan bir paralellik de, David Hume'un fikirleri konusundadır. 18. yüzyılda yaşamış olan İskoç düşünür Hume, ateist ve din karşıtı bir felsefecidir. Rajapakse; "İlginçtir ki, Budizm ve Hume felsefesi arasındaki paralellikler, Budizm hakkında ilk yorum yapan kişiler tarafından bile doğru bir şekilde not edilmiştir" der ve şöyle devam eder:
Örneğin Rhys Davids belirtir ki "dıştan gelen bir ruha sahip olmama düşüncesi, daimi ve değişmez bir acı çekme fikri gibi açılardan, bizden sadece iki yüzyıl önce yaşamış olan Hume'dan iki bin dört yüz yıl önce aynı pozisyonu almıştır."162
Rajapakse'nin belirttiği gibi, Victoria dönemi İngilteresi'nde (yani 19. yüzyılda) daha pek çok felsefeci Budizme ilgi duymuştu ve bunun nedeni de, Budizmi, o devrin yaygın felsefeleri olan ateizm ve Darwinizm'e uygun bulmalarıydı.
Aynı nedenle Budizme sıcak bakan bir diğer ateist ise, Friedrich Nietzsche'ydi. Hıristiyanlığa karşı koyu bir nefret besleyen, buna karşın putperest kültürünü ve putperest ahlakını savunan Nietzsche, savunduğu görüşlerle 20. yüzyıl faşizminin ve özellikle de Nazizm'in fikri öncüsü oldu. İlahi dinlere olan bu nefreti, kuşkusuz sadece bu dinlerin ahlaki prensiplerinden değil, bundan da önemlisi, Nietzsche'nin fanatik ateizminden de kaynaklanıyordu. Ancak Nietzsche'nin nefreti sadece ilahi dinlere karşıydı, pagan dinlere değil. Aksine, paganizmi övüyor ve yüceltiyordu. Özellikle de Budizmi... Eighteenth–Century Studies editörü yazar Jason DeBoer'in ifadesiyle " ilginçtir ki, tarihteki en militan ateistlerden biri olmasına karşın, Nietzsche tamamen din karşıtı değildi... Diğer bazı dinlerin pek çok özelliğine saygı ve hayranlık duymuştu; bunlar paganizm ve hatta Budizm'di."163
İngiliz akademisyen David R. Loy ise, Nietzsche hakkında yazdığı bir makalede aynı konuda şunları belirtir:
New Age Hareketi'nin kurucularından, Darwinist paleontolog de Chardin
Nietzsche ve Budizmi karşılaştırmak neredeyse klasik bir iş haline gelmiştir ve bunun iyi bir gerekçesi vardır: Aralarında derin bir uyum görünmektedir. Morrison'un belirttiği gibi, pek çok ortak öğe paylaşmaktadırlar: Her ikisi de ilah olmayan bir evrende insanın merkeziliğini vurgulamakta ve hiçbiri varlık sorununun çözümü için getirdikleri çözümlerde dış bir varlığa dayanmamaktadır... Her ikisi de insanı daima değişen ve çok çeşitli olan psikofiziksel güçlerin akışı olarak görmekte ve bu akışta otonom ve değişmeyen bir varlığa (yani ruha) yer vermemektedir.164
Nietzsche'nin Budizm ile paylaştığı bu fikirler kuşkusuz büyük birer yanılgıdır. Bu yanılgıların çıkış nedeni ise, insanın kibirinden ve cehaletinden başka bir şey değildir. Evreni ve doğayı akıl ve vicdan gözüyle inceleyen insan Allah'ın varlığının apaçık delillerini görecektir. Aynı gerçek çağımızdaki bilimsel bulgular tarafından da ortaya konmaktadır. Nietzsche gibi ateistlerin ortaya attığı fikir Big Bang ve İnsani İlke (Anthropic Principle) gibi bilimsel bulgularla yıkılmış, bilim Allah'ın evreni yarattığına ve olağanüstü bir dengeyle düzenlediğine dair açık kanıtlar ortaya koymuştur. (Ateizmin Çöküşü hakkında detaylı bilgi için Bkz. İslam'ın Yükselişi, Harun Yahya, 2002, Kültür Yayıncılık) Darwin'in evrim teorisinin geçersizliğini ve "bilinçli tasarım"ın varlığını gösteren deliller, yaratılışın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Freud, Marx, Durkheim gibi 19. yüzyıl ateist düşünürlerinin fikirleri de yine bilimsel bulgular veya sosyal sonuçlarla birer birer yıkılmıştır.
Ruhsal evrim aldatmacasının savunucularından
Theodosius Dobzhansky
Ateist ve materyalist Batı kültürünün mimarları, teorilerinin çöküşte olduğunu görmekte, buna karşılık İlahi dinlere yönelişin artan hızını engellemek için, çözümü pagan inançların körüklenmesinde bulmaktadırlar. İşte bu amaçla oluşturulan New Age akımı da materyalizme sahte bir "maneviyat" takviyesidir.
Peki materyalist Batı kültürü buna neden ihtiyaç duymaktadır? Batı dünyasının iki bin yıllık fikri gelişimini (ve dejenerasyonunu) inceleyen İngiliz yazarlar Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln Batı dünyasının 20. yüzyılda bir "anlam krizi" içine düştüğünü belirtirler. Bir diğer deyişle, Batılı toplumlara empoze edilen materyalist felsefe ve yaşam biçimi, birçok insanı Allah'ın varlığı ve O'na ibadet gerçeğinden kopararak, hayatlarını anlamsız hale getirmiştir. Baigent, Leigh ve Lincoln'ün deyişiyle "Hayat herhangi bir anlamdan ve belirleyicilikten tümüyle kopmuş ve hiçbir somut hedefe matuf olmayan tesadüfi bir olgu haline gelmiştir".165
Bu anlam krizine, bir taraftan da materyalist teorilerin bilimsel düzeydeki çöküşünün eklenmesi, insanların ilahi dinlere yeniden yönelmelerine yol açmıştır. Bu nedenledir ki bugün Hıristiyan, İslam ve Yahudi dünyasında din yükseliştedir; dine inananların ve dini uygulayanların oranı giderek artmakta, dini kavram ve değerler toplum hayatında çok daha fazla yer almaktadır. (Özellikle İslam dini, Batı dünyasının içinde yükselişini sürdürmektedir.)
İşte pagan bir inanış olan New Age de dinsizliğin "anlam krizi" içinde bocalayan insanlarına sahte bir kurtuluş ve çıkış yolu sunmak için körüklenmektedir. Tüm bunlar ateist ve materyalist dogmadan kopmak istemeyen, buna rağmen kendilerine bir tür "maneviyat" arayan insanların kapıldıkları boş ve batıl öğretilerdir. Bu öğretilerin boş olduğunu anlamak içinse sadece biraz düşünmek, onları akıl ve mantık süzgecinden geçirmek yeterlidir. Bu büyük tehlike karşısında iman sahiplerinin de yerine getirmeleri gereken çok önemli bir sorumlulukları vardır: Allah'ın mutlak varlığının ve din ahlakının tebliğ edilmesi. New Age ideologlarının yaptıkları yoğun propagandanın önünü kesmek için öncelikle yapılması gereken tüm insanlara Allah'ın sonsuz güç ve kudretinin anlatılması, insanların iman etmeye davet edilmesidir. Eğer İslam ahlakı insanlara eksiksizce anlatılır, tüm hayatını Rabbimiz'in bildirdiği şekilde yaşayan bir insanın sahip olacağı eşsiz nimetler ortaya konursa, insanların sahte maneviyat takviyelerine ihtiyaçları olmayacaktır.
20. yüzyıl İngilteresi'nin tanınmış yazarlarından Aldous Huxley de Uzak Doğu dinlerine olan ilgisi ile dikkat çekmekteydi. New Age hareketinin öncülerinden Thomas Huxley'nin torunu olan Aldous Huxley'nin, Brave New World, Eyeless in Gaza, Island gibi kitaplarında batıl Uzak Doğu felsefelerinden çok etkilendiği anlaşılıyordu. Materyalist ve ateist kimliğiyle tanınan Huxley'nin, son kitabı Island Budist bir adada geçen bir ütopya üzerine kuruluydu.
New Age Hareketinin gelişmesinde ise bizzat evrim teorisyenleri rol oynamıştır. New Age takipçilerinin çoğu, Theillard de Chardin'i ruhani liderleri olarak kabul etmektedirler. Theillard de Chardin evrim teorisinin tarihinde önemli yere sahip bir düşünür ve paleontologdur. Hatta Piltdown adamı gibi tarihin en büyük bilimsel sahtekarlıklarından biri sayılan büyük bir skandalın da ortaklarındandır.166 Onun Darwinizm'e ne kadar bağlı olduğunu anlamak içinse şu sözü yeterlidir:
Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte evrim budur.167
Kendi sözünden de anlaşıldığı gibi Theillard de Chardin evrim teorisinin ateşli savunucularındandı. O, fiziksel evrimin yanı sıra, ruhsal evrimin de gerçekleştiğini iddia ediyordu. İnsanın zihinsel ve sosyal olarak evrimleştikten sonra sonuçta ruhsal bir mükemmelliğe ulaşacağını savunuyordu. Ulaşılacak bu aşamaya ise "Omega Noktası" adını vermişti.
New Age ideologları arasında Theilhard de Chardin dışında Julian Huxley ve Theodosius Dobzhansky gibi birçok evrimci de sayılmaktadır. Dobzhansky'nin "Evrimsel süreç, insanı yükseltirken, kozmozun tarihinde ilk ve tek kez, kendi bilinci haline geldi." sözü günümüz New Age yorumcularının sıkça kullandıkları anlatımlardan biridir. Dobzhansky'nin ölümünden sonraki bir methiyede, genetikçi Francisco Ayala şöyle demiştir:
Çarpık New Age inanışları yeryüzündeki tüm adaletsizlikleri, cinayetleri, işkenceleri masum göstermeye çalışır. Tüm dünyayı büyük bir kaosa sürüklemek anlamına gelen bu sapkın anlayış büyük bir yanılgıdır. İnsan Allah'a karşı sorumludur. Hayatı boyunca yaptığı her hareket, aldığı her karar, işlediği her suç ve söylediği her söz için Allah'a hesap verecektir.
Dobzhansky Allah'ın varlığı gibi geleneksel dinin temel inançlarını görünürde kabul etmese de dindar bir kişiydi... Dobzhansky insanda, biyolojik evrimin kendi kendinin farkına varma ve kültür alanında üstün geldiği görüşünü savunmaktaydı. İnsanoğlunun en sonunda uyum ve yaratıcılığın en yüksek seviyelerine evrimleşeceğine inanmaktaydı.168
Buraya kadar olan anlatımlarda da görüldüğü gibi, New Age tamamen dünya hayatını ve insanı temel alan bir akımdır. Allah inancını reddederken insanı sözde ilahlaştırır (Allah'ı tenzih ederiz) ve kutsal özelliklere sahip bir varlık olarak kabul eder. Nitekim bu akımın ünlü savunucularından kabul edilen bir dönemlerin ünlü şarkıcı ve aktrislerinden Shirley MacLaine bir yazısında: 'Kimseye ya da hiçbir şeye değil, yalnızca kendinize tapabilirsiniz, çünkü ilah sizsiniz"169 derken, (Allah'ı tenzih ederiz) New Age'in sapkın inanışlarını da ortaya koymaktadır.
Öncelikli hedefi insanları Allah inancından uzaklaştırmak ve ateist bir toplum meydana getirmek olan New Age ideologlarına göre insan kendinin rehberi ve yargıcıdır. Bu sapkın inanışa göre meditasyon, yoga, reiki, ruhlarla bağlantı kurma, kristal gibi taşların yardımıyla sözde mükemmelliğe ulaşacaktır. Hatta aynı inanış bu kimseleri çok daha sapkın bir noktaya kadar sürüklemektedir. Bu yanılgı sözde ilah konumuna sahip olan insan için "doğru - yanlış", "günah - sevap" diye kavramların olmamasıdır. Yani New Age inanışına göre insanın yaptığı herşey doğrudur. Michigan Üniversitesinin Teoloji bölümünden Prof. H. Wayne House bir makalesinde çarpık New Age inanışına göre sözde ilah kabul edilen kişinin bir diğer kişiyi yargılayamayacağına, doğru ve yanlış diye bir kavram olamayacağına dikkat çeker.170 Bu çarpık mantığa göre dünya üzerindeki tüm cinayetlerin, işkencelerin, soygunların, yağmaların, zulümlerin, adaletsizliklerin de "yargılanamaz" sayılması gerekmektedir. Oysa bu iddiayı ortaya atanlar yanılmaktadırlar. Çünkü insan başıboş ve sorumsuz değildir. Onu yaratan, her anını gözleyen, tüm düşüncelerini bilen ve öldükten sonra onu sorgulayarak yaptığı herşeyin karşılığını verecek olan bir Yaratıcımız vardır. Ve Yaratıcımız olan Allah insanı hayvanlardan farklı olarak bir ruh, akıl, irade, muhakeme ve yargı yeteneği ile yaratmıştır. Yani bir insan içinde her türlü eyleme karşı bir istek veya dürtü duysa dahi sahip olduğu bu özelliklerle onu engelleme gücüne sahip olarak yaratılmıştır. Örneğin bir olay karşısında şiddetle öfkelenen, iradesi zayıf bir insan kendini ve karşısındaki insanı hayvan gibi görürse, ona hiç düşünmeden zarar verebilir, acımasızca davranabilir. Karşısındakinin küçük bir çocuk, savunmasız bir insan olması hiç fark etmez. Ancak, Allah'ın kendisine verdiği ruhu taşıdığını bilen, akıl ve vicdan sahibi insan her türlü durumda öfkesine hakim olur. Muhakemesi, yargısı, vicdanı her an açık olur. Allah'a hesabını veremeyeceği en küçük bir harekette bulunmamak için gayret gösterir. Bunun aksini yapanlar ise bir suç işlemektedirler. Yanlış ve günah olanı seçmelerinin nedeni, Allah'a iman etmemeleri, yaptıklarından dolayı Allah'a hesap vermeyeceklerini zannetmeleri ve bu nedenle sakınmamalarıdır. Çünkü Allah bir ayetinde insanlara hem kötülüğün hem de kötülüklerden sakınmanın ilham edildiğini bildirir. (Şems Suresi, 7-10). Dolayısıyla insan doğru ve yanlışı bilmekte, vicdanının sesini dinlemediği için yanlış olanı seçmektedir. Her insan Allah'ın kendisine bahşettiği ruhu taşır ve kendisini yoktan var eden Yaratıcımıza karşı sorumludur. Ayetlerde şu şekilde bildirilir:
Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?
(Kıyamet Suresi, 36)
Allah, Kuran'da kendisini başıboş zannedenlere yaratılışlarını ve ölümden sonra tekrar dirileceklerini şöyle hatırlatır:
İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?
Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?
Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.'
Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.
(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)
Amerikalı materyalist felsefeci John Dewey
New Age'in temelini oluşturan ve insanı tüm kainatın temeline koyan söz konusu çarpık inanış, Darwinistlerin de temel argümanlarından birini oluşturmaktadır. Darwin'in en önde gelen savunucularndan biri olan Julian Huxley'nin kurduğu "evrimsel hümanizm" benzer bir anlayışa sahipti. Bu dinin amacı "yeryüzündeki evrimsel sürecin maksimum sonuca varmasını sağlamak" olacaktı. Bu, yalnzca güçlü organizmaların daha çok yaşamasına ve daha çok üremelerine çalışmakla sınırlı değildi. Ayrıca, insanoğlunun "kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin "en üst düzeyde gerçekleştirilmesi" öngörülüyordu. Bir başka deyişle, insanoğlunun bugün içinde bulunduğu fiziksel ve zihinsel aşamadan "daha ileri aşamalara" sçramas için çaba gösterilecekti. "Hümanizm" teriminin tam tarifi ise, Huxley tarafndan şöyle yapılıyordu:
Ben "hümanist" kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi doğal bir varlık olduğunu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu doğaüstü bir güç tarafından yaratılmamış, aksine evrim süreci sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla insan, herhangi bir doğaüstü gücün kontrolü ya da yol göstericiliğine değil, sadece kendi varlığına ve kendi gücüne inanmalıdır.171
Julian Huxley bir diğer sözünde ise evrimsel hümanizmanın inançlarını şu şekilde sayıyordu:
Evrimsel hümanizma dininin inançları, doğaüstü anlamdaki vahye dayalı değildir. Fakat bilim ve ilmin bize insan ve evren hakkında bildirdiklerine dayalıdır. Bir hümanist bütün güveniyle insanın doğaya yabancı olmadığına, tam aksine doğanın bir parçası olduğuna inanmaktadır... Kendi kaderi, yeryüzündeki evrimin gelecek akışını mükemmel şekilde tamamlamaya, toplumun gereksinmelerini karşılamaya önderlik etmesidir."172
Materyalist felsefeci Dewey'nin ortaya attığı Dini Hümanizma akımının büyük bir aldatmaca olduğu zaten açık bir gerçekti. Ancak II. Dünya Savaşı'nda hayatını yitiren 50 milyon insan bu gerçeği bir kez daha teyid etti.
Oysa Julian Huxley'nin kurduğu bu yapay akım hiçbir temele dayanmayan, çok büyük yanılgıdır. Çünkü dünyadaki kusursuz tasarımın tek sahibi alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Darwinistlerin kendilerince kutsallaştırdıkları insan da Allah'ın yoktan var ettiği, O'na muhtaç, aciz bir varlıktır. Nitekim Kuran'da, yeryüzündeki yaşamın Allah'ın bir mucizesi olduğu haber verilmektedir:
Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik.
Ve orda sizler için ve kendisine rızık vericiler olmadığınız kimseler (varlıklar ve canlılar) için geçimlikler kıldık.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim katımızda olmasın; ancak onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz.
Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz. (Hicr Suresi, 19-23)
Huxley'nin ortaya attığı ve insanoğlunun "kutsal" amacnn kendi evrimini hızlandırmak olduğunu öne süren bu düşünceler, John Dewey adlı Amerikalı filozofu derinden etkiledi. Dewey bu çizgiyi geliştirerek 1933 yılında "Dini Hümanizm" akımını başlattı ve ünlü Hümanist Manifesto'yu yayınladı. Manifesto'da vurgulanan temel düşünce, ilahi dinlerin ortadan kaldırılmasının zamanının artık geldiği ve bunların yerine, insanoğlunun bilimsel ilerleme ve sosyal iş birliğine dayal yeni bir çağa girmek üzere olduğuydu.
II. Dünya Savaşı'nda "bilimsel ilerleme" (!) sonucunda öldürülen 50 milyon insan, Hümanist Manifesto'da öngörülen optimizmi derinden sarst. Benzeri darbelerin ardndan Dewey'in yolunu izleyenler onun görüşlerini az da olsa revize etmek zorunda kaldlar ve 1973 yılında II. Hümanist Manifesto'yu yaynladlar. Bu mesajda "bilimin bazen insanlğa zarar da verebileceği" kabul ediliyor, ama yine de temel düşünceden vazgeçilmiyordu. Bu bilimsel temele dayanmayan, içi boş iddiaya göre insan artık kendi evrimini yönetebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı. Şöyle deniyordu:
Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yaşadığımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirliği yenebilir, hastalkları ortadan kaldırabilir, yaşam süremizi uzatabilir, davranışlarımızı belirgin bir biçimde değiştirebiliriz. Böylece insanoğlunun evrim sürecini yönlendirebilir, yeni güç kaynakları oluşturabilir ve insanlığın daha özgür ve anlamlı bir yaşama kavuşması için gerekli frsatları yaratabiliriz.173
Aslnda her evrimci tarafndan bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen bu fikirler, "evrim dini"nin temel inanışlarını ortaya koymaktadır. Önce hayali bir evrim süreci kurgulanmakta ve bu sürecin herşeyi var eden "yaratıcı" olduğu varsayılmakta, sonra bu sürecin insan kurtuluşa ulaştracağıı düşünülmekte ve en sonunda insanoğlunun "kutsal" amacının da bu sürece hizmet etmek olduğuna inanılmaktadır. Kısacası, evrim, hem yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kutsal bir amaç olarak kabul edilmektedir. Bir başka deyişle kendisine tapnlan bir ilahtır. (Allah'ı tenzih ederiz) Oysa Darwinistlerin iddiasının büyük bir aldatmaca olduğu 20. yüzyılda bilim dünyasında yaşanan gelişmelerle pekişti. Son yıllarda mikrobiyoloji, biyokimya, anatomi gibi bilim dallarında kaydedilen gelişmeler ve elde edilen veriler evrimcilerin teorilerinin geçersizliğini gösterirken, canlılığın bilinçli bir tasarımın eseri olduğu gerçeğini koydu. Bilimsel ilerleme ile insanın evriminin hızlanacağı ya da ilahi dinlere gerek kalmayacağı yönündeki iddianın büyük bir aldatmaca olduğu tüm delilleriyle ortaya çıktı. Çünkü bilim yaratılışı tasdik eder ve insanların Allah'ın varlığının açık delillerini görmelerine vesile olur.
Fort Worth, Teksas, Southwestern Baptist Teolojik İlahiyat Fakültesinde fahri profesör olan John Newport yeni basılan kitabı The Worldview Crisis and the New Age Movement (Dünya Görüşü Krizi ve New Age Hareketi) adlı kitabında New Age inancının temel inanışlarından birinin "insanın kendi çabaları ile artan üst ruhani durumlar elde edebileceği" fikri olduğuna dikkat çekmiştir. Newport bunu şöyle açıklamaktadır:
Tümü aynı fikre dayanıyor: "bizim ilahi olabileceğimiz, bir kurtarıcıya ihtiyacımızın olmaması, Hıristiyanlıkta bulunan temel inanışlara ihtiyacımız olmadığı...174
Bu konudaki bir yorumda New Age Hareketinin savunucuları arasında da sayılan ünlü evrimci Jeremy Rifkin'den gelmektedir. Rifkin Algeny isimli kitabında şu yorumda bulunur:
Evrim uzun zamandır bilinçsiz bir olay olarak görülmüyor, hatta tam tersi... Biz uzun zamandır kendimizi bir başkasının evinde bir misafir gibi görmüyoruz. Daha önceden beri var olan kozmik kurallara uymak için davranışlarımızı düzeltmiyoruz. Bu artık bir yaratışımızdır. Kuralları biz yapıyoruz. Gerçekliğin parametrelerini biz oluştururuz. Dünyayı biz meydana getiririz. Çünkü biz uzun zamandır kendimizi dış güçlere bağımlı görmüyoruz. Uzun zamandır davranışlarımızı haklı göstermemiz gerekmiyor, çünkü evrenin mimarları bizleriz. Kendimizin dışında hiçbir şeye sorumlu değiliz. Çünkü biz krallığız, kuvvetiz ve sürekli olarak galip olanlar bizleriz.175
Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır.
(Fatır Suresi, 15)
Rifkin'in bu sözleri Darwinistlerin New Age Hareketi ile neden bu kadar yakın olduklarını da ortaya koymaktadır. Asırlardır Allah'ın mutlak varlığını inkar edip kainatın var oluşunu tesadüflere bağlayan materyalist hayat görüşü, insanı hayatın merkezine koyan New Age Hareketi ile aynı taraftadır. Oysa daha önce de vurguladığımız gibi insan Allah'ın yoktan var ettiği aciz, Rabbimiz'e muhtaç bir varlıktır. Tüm kainatı, yaşadığımız dünyayı, yaşam için son derece elverişli olarak yaratılan bu gezegenin üzerindeki tüm canlıları Rabbimiz eşsiz mükemmellikte, kusursuz bir tasarımla var etmiştir. Dünya üzerinde var olan tüm canlılarda hayranlık uyandırıcı bir yaratılış gözlemlenmektedir. Her canlı kendisi için en uygun ortamda, uygun bir vücut yapısıyla yaşam sürmektedir. Kainattaki varlıklara ait olan her detayda Rabbimiz'in kusursuz sanatını görmek mümkündür. Allah yarattığı sistemin kusursuzluğunu Mülk Suresi'nde şöyle haber vermiştir:
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Bu konuyla ilgili diğer ayetler şu şekildedir:
De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) (Enam Suresi, 14)
Resulleri dedi ki: "Allah hakkında mı şüphe (ediyorsunuz)? O, gökleri ve yeri yaratandır; O, sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet etmekte ve sizi adı konulmuş bir süreye kadar erteliyor." Dediler ki: "Siz, bizim benzerimiz olan birer beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi, babalarımızın taptıklarından çevirip-engellemek istiyorsunuz, öyleyse bize apaçık bir delil getirin." (İbrahim Suresi, 10)
İnsanı ilahlaştıran, güç ve kudret sahibi bir varlık olarak kabul eden insanlar, gerçekte ne kadar aciz olduklarını görmezden gelmektedirler. Gözle görülmeyecek kadar küçük olan bir virüs karşısında dahi çaresiz kalan, vücudunda kusursuzca işleyen sistemlere en ufak bir müdahalede dahi bulunamayan, Allah'ın yazdığı eceli bir saniye dahi değiştiremeyen bir insanın ilahlık iddiasında bulunması akıl ve mantıkla çelişen büyük bir sapkınlıktır. Her insan Allah'ın "ol" demesiyle var olmuştur. Dünya hayatında Rabbimiz her insanı denemeden geçirmektedir ve tüm yaptıklarıyla mutlaka hesaba çekecektir.
Kuran'da Hz. Hud'un kavminin de Allah'a iman etmemekte direnen, kendi ilahlarına ibadette kararlı olan, müşrik bir kavim olduğu haber verilir. Ayetlerde Hz.Hud'un inkarcı topluluğa şu hatırlatmalarda bulunduğu bildirilir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir) (Hud Suresi, 56)
148. Wilbur Bruinsma, "The New Age Movement and Entertainment", http://www.rsglh.org/new_age_movement.htm
149. C. C Martindale S. J., "Theosophy: Origin of the New Age", http://www.ewtn.com/library/NEWAGE/THEOSOP1.TXT
150. "Helena Blavatsky", Encyclopedia Britannica 2002, Expanded Edition DVD-ROM
151. Rama P. Coomaraswamy MD, "Are Traditional Catholics a Cult?" http://www.coomaraswamy-catholic-writings.com/Are%20Traditional%20Catholics%20a%20Cult.htm
152. Alan Morrison, "From Old Gnosticism to New Age, A Historical Analysis of the Mystery of Iniquity from the 6th Century to the Present" www.diakrisis.org/OldtoNewGnosticism.htm
153. John Carlo Rosales, "A Closer Look at the New Age Movement", http://www.ewtn.com/library/NEWAGE/CLOLOOK.TXT
154. "Quotes on Hinduism", http://www.atributetohinduism.com/quotes1_20.htm#Q13
155. "Quotes on Hinduism", http://www.atributetohinduism.com/quotes1_20.htm#Q13
156. "Theosophy, Woven From andInto the Fabric of SanatanaDharma", Hinduism Today, Haziran 1995, http://www.hinduismtoday.com/archives/1995/6/1995-6-03.shtml
157. Alan Morrison, "From Old Gnosticism to New Age, A Historical Analysis of the Mystery of Iniquity from the 6th Century to the Present", www.diakrisis.org/OldtoNewGnosticism.htm
158. "Reiki: Enerjiyle İyileştirme Tekniği Nedir?", http://www.beyazyildiz.com/reiki/reiki.htm
159. "Reiki: Enerjiyle İyileştirme Tekniği Nedir?", http://www.beyazyildiz.com/reiki/reiki.htm
160. Thomas H. Huxley, Evolution and Ethics, s. 74; Vijitha Rajapakse "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 298
161. Thomas H. Huxley, Evolution and Ethics, s. 90; Vijitha Rajapakse "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 301
162. Rhys Davids, Buddhism, s. 79; Vijitha Rajapakse, "Buddhism in Huxley's Evolution and Ethics: A note on a Victorian Evaluation and Its Comparativist Dimension", Philosophy East and West, cilt 35, no. 3 (Temmuz 1985), s. 299
163. Jason DeBoer, "Sublime Hatred: Nietzsche's Anti-Christianity", http://www.absinthe-literary-review.com/archives/fierce6.htm
164. Jason DeBoer, "Sublime Hatred: Nietzsche's Anti-Christianity", http://www.absinthe-literary-review.com/archives/fierce6.htm
165. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, Messianic Legacy, London: Corgi Books, 1991, s. 184
166. Theillard de Chardin 1912 yılında Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıkan ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson ile birlikte hareket etmiştir. Bulunan bu çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve çeşitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aşkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı. 1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski bazı fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı. Yapılan detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı. İşte Theillard de chardin bu sahtekarlığın arkasındaki üç isimden biriydi. 1980 yılına kadar Charles Dawson'un bu olayda tek başına hareket ettiğine inanılıyordu. Ancak 1980 yılında Stephen Jay Gould bu sahtekarlığın arkasında Chardin'in de olduğunu ortaya koydu. Chardin, Theodosius Dobzhansky, George Gaylord Simpson ve Sir Julian Huxley gibi önde gelen evrimcileri büyük ölçüde etkilemiştir. Kitapları bir dönem Katolik kilisesi tarafından yasaklanmıştır. Theilhard de Chardin evrime "bütün sistemlerin bundan böyle önünde eğilmesi gereken genel bir koşul "olarak çok fazla bağlıydı.
167. Francisco Ayala, "Nothing in Biology Makes Sense Except in the Light of Evolution: Theodosius Dobzhansky, 1900-1975", Journal of Heredity, (V. 68, No. 3, 1977), s. 3.
168. Theodosius Dobzhansky, Changing Man, Science, cilt 155, 27 Ocak 1967, s. 409,
169. Krystyna Potyrala," New Age New Era", http://www.sekty.iq.pl/english
170. Wilbur Bruinsma, "The New Age Movement and Entertainment, http://www.rsglh.org/new_age_movement.htm. James Dotson, "Challenge of New Age Teachings Faced Early Church, Speaker Asserts", cilt XI, No. 5, May 1998, http://www.thebaptistbanner.com/archive/9805%20Challenge%20of%20New%20Age.htm
171. American Humanist Association tarafından dağıtılan tanıtım broşüründen; Henry M. Morris, The Long War Against God: The History and Impact of the Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition, Michigan: Baker Book House, March 1996, s.116
172. Julian Huxley, The Coming New Religion of Humanism, The Humanist, Ocak-Şubat 1962, s. 118
173. Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2. Baskı, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 131
174. John Newport, "The Worldview Crisis and the New Age Movement", http://www.thebaptistbanner.com/archive/9805%20Challenge%20of%20New%20Age.htm