Acımasız kast düzeni Hintlilerin çok büyük bir bölümünü yokluk ve sefalet içinde bir yaşama mahkum etmektedir.
Hindistan topraklarına adım atıldığında ilk fark edilen sefalet, yokluk ve açlıktır. Günlük hayat kasvetli, pis ve iç karartıcıdır. Her yerde dilenciler, sokakta yaşayan insanlar ve zor şartlar altında oldukları her hallerinden anlaşılan yoksullar vardır. Bu sefaletin en önemli nedenlerinden biri ise, Hindistan topraklarında 3000 yıldan uzun süredir hüküm süren acımasız kast düzenidir (diğer bir deyişle jati).
Kast, MÖ 2500-1500 yıllarında Hindistan topraklarını işgal eden Aryanlardan kalan, vahşi bir sosyal ayrım sistemidir. Aryanlar Hindu medeniyetini oluştururken, Hindular arasında yerleşik olan kölelik sisteminin devamını sağlamak için bu sosyal hiyerarşi sistemini kurdular. Böylece beyaz tenli, uzun boylu ve kalkık burunlu olan kendi topluluklarını yerli siyah halktan (Munda, Dasyu ve Dravidler) ayırıp Hindistan'da asırlardır devam eden ırkçı düzenin temelini attılar. Kast sistemi tarih boyunca Hindistan topraklarında yaşanan katliamların, cinayetlerin, kundaklamaların, tecavüzlerin, adaletsizliklerin, çatışmaların, sosyal çarpıklıkların temel nedenidir. Üstelik bu sistem Aryanlarca kaleme alınan ve tüm Hindular tarafından kutsal görülen sözde kutsal metinlerle insanlara dayatılmakta, halk tarafından bir dini zorunluluk olarak görülmektedir. Bu nedenle de kast sistemi Hindistan toplumunda çok köklü bir şekilde yerleşmiştir ve şimdiye kadar hiçbir sosyal ya da hukuki girişim, yerel ya da uluslararası baskı, kast sistemini ortadan kaldıramamıştır.
Hurafelerle dolu Hindu yazılı metinlerinde bu ırkçı düzenin ortaya çıkışı son derece saçma, gerçek dışı bir efsaneye dayandırılmaktadır. Efsaneye göre ilk insan Manu'dur. Manu'nun kafasından din adamları, kollarından krallar ve savaşçılar, kalçalarından çiftçiler ve zanaatçılar, ayaklarından da alt sınıflar meydana getirilmiştir. Yani eşitsizlikler, bu meydana gelişin bir sonucu olarak oluşmuştur. Kendi içinde yüzlerce sınıfa ayrılan dört adet kast bulunmaktadır:
1- Brahmanlar (rahipler ve alimler)
2- Kşatriya (prensler ve askerler)
3- Vaikya (tüccar, esnaf ve çiftçiler)
4- Sudra (işçiler, sanatkarlar)
Hint geleneklerinde putlara ithaf edilen çeşitli festivaller ve bayramlar bulunmaktadır. Bu ayinlerde garip danslar eşliğinde dualar edilir, sunularda bulunulur. Oysa bu sözde ilahlar ne onların dualarını duyabilmekte, ne de danslarını görebilmektedir.
Aryanlar kendi ırklarını toplumun en üst kesimi olarak gösterirken halkın en alt kesimine Sudra (köle) ismini verdiler ve böylece zayıf, ezilmiş ve çeşitli derecelerden oluşan bir toplum meydana getirdiler. Sudraların öğrenme, gelişme ve ilerleme haklarını ellerinden alıp, onları sefil bir hayat yaşamaya zorladılar. Kastların doğumla oluştuğu ve daha sonradan kast değiştirilemeyeceği kuralı da yine Brahmanlar tarafından ortaya atıldı. Bu kurallar nedeniyle insanlar hayatları boyunca hep bu şekilde yaşayacakları, asla daha iyi bir yaşam standartına ulaşamayacakları dayatmasıyla yüzyüze bırakıldılar. Kast dışı sayılan gruplara ise "dokunulmazlar" (dalit-temiz olmayan ve üst sınıfları kirlettiği kabul edilen insanlar) adı verildi.
Dokunulmazlar kent ve köy dışında, yüksek kastlardaki insanlardan uzakta yaşamaya zorlandılar. Dokunulmazların, kast sisteminin üst sınıflarına ait olan tapınaklara, okullara veya halka açık alanlara girmeleri yasaklandı. Üst sınıfların içtikleri bir kuyudan su içmeye kalkmaları büyük bir suç sayıldı. Hindu kaynaklarında, dokunulmazlardan herhangi birine fiziki olarak temas etmenin üst sınıfları kirlettiği ve bunun ardından oldukça kapsamlı bir "temizlenme" ritüeli gerektiği yazılıydı. Bu nedenle Hindistan'ın çoğu bölgesinde dokunulmazlar, kast sisteminin üst sınıflarıyla karşılaşmalarını engelleyici alanlara kapatıldı, çoğu yerde gündüz sokakta dolaşmaları yasaklandı. Dokunulmazların değil fiziksel temasta bulunmaları, gölgelerinin üst sınıflar üzerine düşmesi bile "kirlenme" sayıldı ve yasaklandı. Bugün Hindistan'da bu akıl almaz kurallar resmen kaldırılmıştır, ancak ülkenin çok büyük bir bölümünde hala fiilen uygulanmaktadır.
Kast hiyerarşisi içinde en önemli yeri işgal eden ve sözde manevi üstünlüğü doğumlarıyla elde eden Brahmanlar ise kurban ayinlerini idare edip, batıl ritüelleri icra etmekle görevlendirildiler. Aryan metinlerine göre Brahmanlar dünya üzerindeki herşeyin sahibiydiler ve hiçbir şey bilmeseler, öğrenmeseler bile çok üstün olarak kabul edildiler. Hintli yazar Swami Dharma Anand Tirtha, Aryanların oluşturdukları bu adaletsiz sistemi şu şekilde özetlemektedir:
Eski rahipler, kendi kendilerine takındıkları bir üstünlük tavrı olarak kendileri için Brahmanlar seçkin kastını oluşturduklarında, tüm diğer Hindular (örneğin yerli Hintliler) üzerinde aşağılama uygulamak ve onları farklı ikinci derecede önemlilik katmanlarına baskılamak zorundaydılar. İnsanları ayrı, bölünmüş, zayıf ve aşağılanmış tutmak, öğrenmelerini, gelişmelerini ve ilerleme olanaklarını engellemek, ve onları kalıcı ve değiştirilemeyecek şekilde toplum içinde daha düşük bir statüye bağlamak zorundaydılar. Kalıtsal kastlar üzerinde temellendirilmiş Hindu sosyal organizasyonu, yukarıda belirtilen amaçla Brahmanlar tarafından oluşturulmuş ve yabancı fethedicilerin yardımıyla insanlara zorla kabul ettirilmiştir.23
Hinduizm'in özünde yer alan bu sistem, Allah'ın Kuran'da lanetlediği Firavun düzeninin de bir benzeridir. Allah Firavun'dan söz ederken, onun insanları "fırkalara ayırdığına" dikkat çekmiştir:
Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. (Kasas Suresi, 4-5)
Bu ayetler göstermektedir ki, insanları ırklarına, soylarına, maddi durumlarına, dillerine, etnik kökenlerine veya bir başka maddi kıstasa göre "fırkalara" ayırmak, yani kısıtlı kategorilere bölerek Allah'ın onlara verdiği hürriyeti ellerinden almak, bir putperest ahlakıdır. Allah'ın dini ise, insanlara adalet ve özgürlük verilmesini gerektirir. Rabbimiz’in insanlara yol gösterici olarak indirdiği İslam dini de bu hürriyeti getirir.
Nitekim bu nedenledir ki, geçtiğimiz 1000 yıl içinde, İslam, Hindistan topraklarında mazlumları kurtarıcı bir rol oynamış, kast sisteminin korkunç zulmünden kaçan insanlar için bir kurtuluş yolu olmuştur. Tarihte kast sisteminin etkisini kıran en önemli gelişme, Hint Yarımadası'nda İslam'ın yayılmasıdır. Hintli akademisyen Jagjeet S. Sidhu, Hinduizm ve İslam'ı karşılaştıran bir makalede bu konuda şöyle yazar:
Hindu-Müslüman anlayışları arasındaki bir diğer sınır, sosyal konulardaki farklılıklarındadır. Hindu toplumu her üyenin belirli bir sosyal kesime ait olduğu kast sistemine dayalıdır. Bu en üst sınıf olan Brahmanlardan en alta, yani dokunulmazlara kadar gider. Müslümanlara göre ise, İslam, böyle bir kast sisteminden tamamen uzaktır ve tüm inananların kardeşliğine dayanır. Kendilerini alt kastlarda bulan milyonlarca Hindu, yaşadıkları sefaletten kurtulabilmek için İslam'ı seçmiştir.24
Bu nedenledir ki, Hint Müslümanlarının kurduğu ve İslami değerleri esas alan Pakistan'da -ve Bangladeş'te- kast sisteminin bir etkisi yoktur. Buna karşılık Hinduizm'in egemen olduğu Hindistan'da kast sistemi hala yaşamaktadır. Tüm zalimliği ve vahşiliğiyle...
Bir toplumun adaletsizlikten kurtulması için, kanuni düzenlemelerin yanında asıl olarak adaletsizliğin kökenini oluşturan sistemin temizlenmesi gerekir. Hindistan bunun bir örneğidir. Bu ülkede 1949 anayasası kast sisteminin "dokunulmazlar" kategorisini yasa dışı kabul etmiş ve 1950'lerde uygulanmasını kanunen suç durumuna getirmiştir. Ancak bu kanunlar pratik hayatta büyük bir değişikliğe neden olmamıştır. Bugün yaklaşık 250 milyon kişi Hindu kast sistemi dolayısıyla hala çok büyük zulümlere ve adaletsizliklere uğramaktadır. Dokunulmazlar Hindistan topraklarının çok büyük bir bölümünde hala insan yerine konmamakta, sosyal hayata dahil olamamaktadırlar. Hinduların dokunulmazlar sınıfına bakış açısını en iyi özetleyen kaynak, Manu adı verilen ve Hindularca çok önemsenen eski yazıtlardır. Manu'ya göre dokunulmazlar horozlar, kurbağalar, ördekler, köstebekler, köpekler ya da taşıma hayvanlarıyla aynı gruba aittirler.25
Hint toplumunda sözde ilahlara gösterilen saygı her işten daha önceliklidir. Bu hayali ilahlara ait heykeller temiz sularla yıkanır, en taze ve güzel yiyecekler onlara sunulur. Hindu halkı ise çok büyük bir sefalet içinde, korkunç şartlar altında bir yaşam sürmektedirler.
Kastlar Hindistan'daki hayatın her aşamasını şekillendirir. Yenilecek yiyecekler, yemeği kimlerin pişireceği, nasıl yıkanılacağı, kıyafetlerin rengi, hangi boyda olacağı, bir erkeğin bıyık uzatıp uzatmayacağı, şemsiye kullanıp kullanmayacağı tamamen kast sistemi tarafından belirlenmiştir ve bu konuda hiçbir açık bırakılmamıştır. Cezalandırma sisteminde de kast sisteminin çok büyük bir etkisi vardır. Belirli bir suçu üst kastlardan biri işlediğinde çok az bir ceza alırken, aşağı kasttan bir kişi aynı suçu işlediğinde çok şiddetli cezalarla karşı karşıya kalabilmektedir. Meslekler kastlara ayrıldığı gibi evlenmeler de ancak aynı kast içinde gerçekleşebilir.
Hindistan, dünya üzerinde böyle adaletsiz, acımasız ve akıl dışı bir sistemin süregeldiği yegane ülkedir ve bunun tek sorumlusu Hinduizm'dir. Kast sistemi sosyal adalet, yardımlaşma, birlik ve barış için büyük bir tehdittir. Binlerce kasttan ve alt kastlardan oluşan Hindular geri dönülemez şekilde bölünmüşlerdir. Kast sistemini detaylarıyla tarif eden ve bir zorunluluk olarak halka dayatan Vedalar nefret dolu, ırkçı metinlerdir. Hindistan Anayasası'nın sahiplerinden biri olarak bilinen, Hindistan'ın ilk Adalet Bakanı Dr. B. R. Ambedkar bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Hinduizm gerçek bir dehşet salonudur. Vedalar, Smritiler ve Şastra'nın kutsallığı ve şaşmazlığı, kastların demir kanunu, kalpsiz karma kanunu ve dokunulmazlara doğumla gelen anlamsız statü kanunu, Hinduizmin dokunulmazlara karşı oluşturdukları gerçek işkence araçlarıdır.26
Dr. Ambedkar'ın tarif ettiği bu durumun örneklerini günümüzde de yazılı ve görsel basında sıkça görmek mümkündür. Örneğin 2002 yılının Mart ayında 5 dalit (yani dokunulmaz) ölene kadar dövülmüş ve polis karakoluna yakın bir yerde yakılmışlardır.
İşledikleri "suç" zaten ölmüş olan bir ineğin derisini yüzmek iken, bu kişilerin ineği öldürdüğü yönünde bir yalan haber yayılmıştır. Gençleri öldüren Hinduların açıklaması ise, ineklere "annelik" payesi atfeden sapkın Hindu öğretisinin ifadesidir: "Onlar bizim annemizi öldürdüler"!27 Vahşi kast düzeninin hakim olduğu Hindistan'da bu tip haberlere çok sık rastlanır. Örneğin The Hindistan Times'da yer alan bir habere göre düşük kasttan bir kişi, sırf yüksek kasttan bir Hindunun kıyafetine değdiği için vahşice dövülmüştür.28 Yine aynı gazetede yer alan başka bir habere göre, yüksek kasttan Hindular, dokunulmazlara ait bir su kaynağına ölü hayvanlar ve pislik atmış, ancak polisler hiçbir şekilde harekete geçmemişlerdir.29 Dokunulmazlar sınıfından bir kişi, bir Hindu tapınağında ibadette bulunmak istemiş, bunun üzerine tecavüze uğramış ve şiddetli işkencelere maruz kalmıştır.30 Bir okulda 38 dalit (dokunulmaz) çocuğu, üst kastlara mensup öğrencilerle aynı sudan içmek isteyince okuldan kovulmuşlardır. Çünkü Hint inanışlarına göre üst kastlara ait su kaynaklarından dalitlerin su içmeleri yasaklanmıştır.31 1997 yılının 11 Temmuzu'nda ise Maharasthra polis güçleri Mambai'da masum insanların üzerine ateş açmıştır. Dokunulmazlar sınıfına mensup 30 kişi ölmüş ve yüzlerce kişi yaralanmıştır. Ateş uyarı amaçlı değil, öldürme kastıyla açılmış, kadınlar ve çocuklar da öldürülmüşlerdir. Daha sonra ise polis yaralıların hastaneye taşınmasına dahi izin vermemiş, bu da ölü sayısını artırmıştır. Bu vahşi katliam üzerine BM İnsan Hakları komisyonu Hindistan hükümetine çağrıda bulunup, adaletin yerine getirilmesini istemiş, ama hiçbir somut netice alınamamıştır. Bu gibi saldırılar, tecavüzler, kundaklamalar Hindistan'ın dört bir yanında kesintisiz olarak devam etmektedir.
The Muslim Observer, 31 Ekim 2002
Cumhuriyet, 26 Eylül 2001
Newsweek, Temmuz 2000
KAST MÜCADELESİ
Kast sistemi nedeniyle Hindistan'da her gün yeni çatışmalar yaşanmakta, insanlar acımasızca öldürülmektedirler. Bu korkunç zulümlere maruz kalan, dalitlerin önemli bir bölümü ise, tarihte olduğu gibi, kurtuluş bulabilmek için Hinduizm denen karanlık öğretiyi terk ederek, adalet, merhamet ve insancıllığın yeryüzündeki temsilcisi olan İslam'a yöneliyorlar. The Muslim Observer gazetesinde yer alan 31 Ekim tarihli "Hindistan'ın dokunulmazları Hinduizmi terk ediyor ve İslam'ı kabul ediyorlar. "başlıklı haberde de dalitlere yapılan zulüm tarif ediliyor.
BBC News, dalitlere (yani dokunulmazlara) karşı halen uygulanmakta olan korkunç zulüm ve vahşetin bazı örneklerini şöyle anlatıyor:
50 yıldan beri süren reformlara, ayrımcılığı yasaklayan kanunlara, eğitime ve ekonomik gelişime rağmen, Hindistan'ın 160 milyon daliti (toplam nüfusun % 16'sı) her gün milyonlarca farklı yöntemle insanlık dışı sayılmaya devam ediyor.
Neden yüksek kastlara ait bir Hindu, gölgelerinin bile kirletici ve iğrenç sayıldığı bu insanları dinlemeye ihtiyaç duysun?
Dalitlerin çocukları eğitimden mahrum bırakılıyorlar. Eğer bir sınıfta okumalarına izin verilse bile, ayrı oturtuluyorlar, hatta sınıf dışında tutuluyorlar.
Kahvehanelerde "çift fincan" sistemi var ve böylece dalitlerin ayrı kaplardan içmeleri sağlanıyor.
Köylerde ise, dalitler kısıtlanmış alanlarda yaşıyorlar, tüm pis işler onlara yaptırılıyor, üst sınıflardan kişilerle aynı kuyudan su çekemiyor ve aynı tapınaklarda ibadet edemiyorlar.
Dalitlerin çoğu, toprak sahibi olmayan tarım işçileri. Toprak ağaları, dalitler onlara cevap vermeye kalkışırlarsa hatta kendilerini saldırılara karşı korumaya çalışırlarsa bile, onları linç etmekten, onlara tecavüz etmekten, kulübelerini yakmaktan geri durmuyorlar.
Ödüllü bir Hint gazetecisi olan P. Saniath, Rajasthan bölgesinde, yukarı sınıf köylüler tarafından dalit bir adama yapılan işkenceyi anlatıyor: Adamın burun delikleri kalın iğnelerle parçalanıyor, burnunun ortasına bir ip bağlanıyor. İşkenceyi yapanlar bu ipi bir atın gemi gibi kullanarak adamı sokaklarda gezdiriyorlar ve sonra da sığırların bağlandığı bir çubuğa bağlıyorlar. Kendilerini biraz olsun yükseltmeye çalışan dalitlere, öfke yağıyor.
Bir kaç yıl önce de, güneydeki Tamil Nadu eyaletindeki bir köyde yaşayan genç bir kadın yakın bir kentte kendisine iş bulmuştu. Ailesini ziyaret etmek için köye ilk dönüşünde ise yüksek sınıflar büyük bir öfkeye kapıldılar, çünkü genç kız ayakkabı giyecek kadar "saygısız" davranmıştı. Genç kız öfkeli kalabalık tarafından tartaklandı ve "haddini bilmemek" suçundan, köy meydanında çıplak olarak gezdirilerek aşağılandı.32
Sadhular (Hindu çilekeş) kurulu düzenlerini, işlerini ve ailelerini terk edip, sözde Brahman'a ulaşmak için sokaklarda yaşamaya başlayan Hindulardır. Bu Hindu geleneği insanları dünyada çalışmak yerine tembelliğe ve miskinliğe sürüklemekte, ilkel şartlarda yaşamaya mahkum etmektedir. Oysa İslam ahlakı insanları dinamizme, daha güzeline ulaşmak için çaba göstermeye, insanlara fayda sağlayacak işler yapmaya yöneltir. Hinduizmin karanlık, kirli, kasvetli dünyasının yerine İslam dininde temiz, aydınlık, huzur dolu bir hayat teşvik edilir.
The Toronto Sun gazetesinde yazan Kanadalı gazeteci Eric Margolis'in 2001 yılında yazdığı "India's Hidden Apartheid" (Hindistan'ın Gizli Irk Ayrımcılığı) başlıklı makalede, bu ülkede egemen olan insanlık dışı sistem şöyle tarif edilir:
Dünyanın gözlerinden gizlenmiş bir şekilde, pek çok insan hakları grubunun savunduğu gibi, Hindistan, dünyanın en geniş, en zararlı ırkçılık ve ayrımcılık sistemini uygulamaya devam ediyor; kast sistemi...
Nüfusun % 3.5'ini oluşturan açık tenli Brahmanlar, Hindistan'ın yöneticilerini oluşturuyorlar; bürokrasinin % 78'ini ve parlamentonun yarısını ellerinde tutuyorlar...
(En alt tabaka olan) dalitler, umumi tuvaletlerin temizliğinde çalıştırılıyorlar ve insan dışkısını elleriyle temizlemeleri için zorlanıyorlar. Bazı Hintliler tuvaletlerini sokak ortasında yapıyor ve sonra bunu veya sokaktaki hayvan leşlerini dalitlere temizletiyorlar. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (Human Rights Watch) kast hakkındaki kapsamlı bir raporuna göre, çok sayıda dalit kadınına Hindu rahipler ve toprak ağaları tarafından sistemli olarak tecavüz ediliyor. Hindistan'da karın tokluğuna çalışan 40 milyon civarındaki işçinin - ki bu köleliğin modern bir versiyonudur - çoğu, açlıkla pençeleşen aileleri tarafından satılmak zorunda kalınmış dalit çocukları.
Dalitler kendilerini taciz ve sömürüden korumak istediklerinde, üst sınıflardan çetelerin ve yerel polisin saldırılarıyla karşılaşıyorlar. Barakaları yakılıyor ve kadınlarına topluca tecavüz ediliyor. İnsan Halkarı Gözlemi'nin (Human Rights Watch) bildirdiğine göre, dalitler, aynen Müslüman Keşmirliler gibi, sık sık Hindistan'ın acımasız emniyet güçlerinin dayak, tecavüz, işkence ve kundaklama gibi saldırılarına maruz kalıyorlar.33
Bu korkunç zulümlere maruz kalan, "mustazaf" (zaafa uğratılmış) dalitlerin önemli bir bölümü ise, tarihte olduğu gibi, kurtuluş bulabilmek için Hinduizm denen karanlık öğretiyi terk ederek, adalet, merhamet ve insancıllığın yeryüzündeki temsilcisi olan bir dine yöneliyorlar: İslam. BBC News'de yer alan bir haberde, bu konuda şu bilgiler veriliyor:
Hindistan'ın Güney Eyaletlerinden Tamil Nadu'da bir dalit (aşağı sınıf) cemaatinin en az 400 üyesi, yüksek sınıflardan Hindu komşularının bitmek bilmeyen adaletsiz davranışlarından dolayı İslam'a girmeye hazırlandıklarını söylüyorlar... Dalit cemaati İslam'a girmek için kendilerini kimsenin zorlamadığını, bunu kendilerinin istediğini çünkü bu dinde her insanın eşit muamele gördüğünü belirtiyorlar.34
İslam'ı çok az tanıyan bu insanların bile hemen fark edebildikleri gerçek, son derece önemlidir: Hindu dini insanlar arasında vahşi bir sosyal düzeni, sınıf ayrımını, güçlünün güçsüz olanı, zenginin fakir olanı ezdiği bir sistemin hakim olmasını emrederken, İslam ahlakı adaleti, iyilikle davranmayı, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olana yardım etmeyi, fedakarlığı, şefkati emreder. Dolayısıyla İslam ahlakının yaşandığı bir toplumda insanlar her şart ve durumda doğrulardan yana olur, dürüstlükten asla taviz vermez, haktan yana karar verirler. Rabbimiz Maide Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
"… Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz."
(Enam Suresi, 152)
Allah Kuran'da gerçek adaleti detaylı olarak tarif etmekte ve Kuran ahlakının eksiksiz yaşandığı bir toplumda hiçbir adaletsizliğin yaşanmayacağını, insanların çok büyük bir huzur ve barış içinde yaşayacaklarını bildirmektedir. Örneğin buraya kadar incelediğimiz Hint toplumunda veya dünyanın başka ülkelerinde ten renklerinden, dinlerinden, ırklarından dolayı adaletsiz uygulamalarla karşılaşan insanlar bulunmaktadır. Beyaz ten rengi olan bir kişiyle siyah ten rengine sahip kişi farklı muamelelerle karşılaşabilmekte, haksızlıklara maruz kalabilmektedir. Asırlar boyunca, özellikle de geçtiğimiz iki yüzyılda dünyanın dört bir yanında ırk farklılıkları nedeniyle savaşlar yaşanmış, milyonlarca insan hayatını yitirmiştir. Ancak Kuran ahlakında tüm bu ayrımlar ortadan kaldırılmaktadır. Rabbimiz farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının hikmetlerinden birini insanların "birbirleriyle tanışmaları" olarak bildirir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Bu İlahi hüküm uyarınca, hepsi de Allah'ın kulu olan farklı milletler veya kabileler, birbirleriyle tanışmalı, yani birbirlerinin farklı kültürlerini, dillerini, örflerini, yeteneklerini öğrenmelidirler. Farklı ırk ve milletlerin bulunması insanlar arasındaki çatışma ve savaşları engellemeli, kültürel zenginlik sağlamalıdır. Bu çeşitlilik Allah'ın yaratışındaki güzelliktir. Bir insanın daha uzun boylu, diğerinin kısa boylu olması, bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı veya siyah renk olması bu kişiye herhangi bir üstünlük getirmediği gibi, bir eksiklik olarak da nitelendirilemez. Bunların her biri Allah'ın takdir etmesiyle ve çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. Ayrıca bu farklılıkların Allah Katında hiçbir önemi yoktur. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile, yani Allah korkusu ve Allah'a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir.
Bir diğer ayette ise Allah "Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır." (Rum Suresi, 22) buyurmaktadır. Tüm farklı ırkları, Allah belirli bir hikmetle yaratmıştır. Müslümanların görevi ise, tüm insan topluluklarına karşı - onlar Allah'ı inkar eden kimseler de olsalar - adaletle davranmaktır:
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)
Allah'ın tavsiye ettiği adalet anlayışı hiçbir ayrım yapmadan her insana eşit, hoşgörülü ve barışçıl bir tavır göstermeyi gerektirir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) "Bütün insanlar Hz. Adem'den, Hz. Adem ise topraktandır"35 şeklindeki sözleriyle insanlar arasında hiçbir fark olmadığını vurgulamıştır. Bir insanın derisinin rengi, ırkı, etnik kökeni, dili gibi özellikleri ona bir üstünlük veya aşağılama getirmez.
Guru Nanak yeni kurduğu dine reenkarnasyon, karma gibi batıl Hindu geleneklerini de katmıştır.
Soy özelliklerinin dışında bir kişinin fakir, zengin ya da sosyal statü yönünden yüksek ya da aşağı sınıfta olmasının da İslam ve Müslümanlar için hiçbir önemi bulunmamaktadır. Rabbimiz'in "… Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın…" (Nisa Suresi, 135) ayetiyle bu konuda Müslümanlara açık bir emir vermiştir. Allah'ın bu emri uyarınca O'ndan korkan mümin, karşısındaki kişi fakir de olsa zengin de olsa, her ne şart olursa olsun, mutlaka adaletle hükmeder, o kişinin maddi veya sosyal durumu nedeniyle farklı bir tutum içine girmez. Çünkü zenginlik ya da fakirliğin Allah'ın insanları denemek için yarattığı geçici dünya şartları olduğunu bilir. İnsan öldüğü zaman dünyadaki malının ve mülkünün hiçbir değeri kalmayacak, sadece takvasıyla karşılık bulacaktır. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği tavır ise hakkaniyettir, adalettir, dürüstlük ve doğruluktur. Bu güzel ahlakın karşılığı ise sonsuz ahiret mükafatlarıdır. Rabbimiz'in adalet konusunda Kuran'da bildirdiği bir diğer ayet ise şu şekildedir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun... (Nisa Suresi, 135)
Ayette emredildiği gibi iman sahipleri hiçbir durumda adaletten taviz vermez, Allah'ın ayetlerine titizlikle uyarlar. Sadece kan veya dostluk bağı olduğu için haksız yere yakınların korunup-gözetilmesinin, toplumda huzursuzluk oluşturacağı açıktır. Ancak Kuran'ın hükümlerine göre hareket eden bir Müslüman Allah'ın "… Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah'ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz." (Enam Suresi, 152) şeklinde bildirdiği tavsiyelerine uyar. Bu tavır onun Allah'a olan güçlü imanının ve güzel ahlakının bir göstergesidir.
Kuran ahlakının ortaya çıkardığı insan ve toplum modeli budur. Allah'ın vahyine değil de, insanların ürettikleri hurafelere dayanan Hinduizm ise adaletsiz, ırkçı, baskıcı, hoşgörüsüz, yabani bir toplum modeli ortaya çıkarmıştır.
Bağımsızlık talebinde olan Sihlerin Hindulara yönelik saldırı ve kundaklamalarına Hindu güvenlik güçlerinin şiddetle karşılık vermeleri büyük çatışmalarla sonuçlanmıştır. 1984 yılındaki Hindu operasyonunda binlerce Sih'in öldürüldüğü tahmin edilmektedir.
Hindu dinindeki insanı hayvandan aşağı gören kast sistemi, bu dinin mensuplarının büyük bölümü için tarih boyunca hep büyük bir zulüm kaynağı olmuştur. Bu nedenle de İslam dininin hoşgörülü, adaletli, sosyal dayanışmaya önem veren ahlak modeli Hindular için çok büyük bir umut kaynağı olmuştur. Daha önce de vurguladığımız gibi İslam'ın Hindistan topraklarına ulaşmasının ardından çok sayıda Hindu İslam dinini kabul etmiştir. Ancak bazı kesimler de yıllardır içinde yaşadıkları batıl Hindu geleneklerini terk etmekte zorlanmışlardır.
İslam'ı kabul etmeyen bu insanlar farklı bir yol izlemişler, Hindu dinini tam olarak terk edemeyip, Hinduizm ile İslam dinini birleştirerek farklı akımlar oluşturmaya çalışmışlardır. Bu akımlardan biri ise Sihizm'dir ve Sri Guru Nanak Dev Ji (1469-1539) tarafından kurulmuştur.
Guru Nanak yıllar boyunca Müslüman yöneticilerin yanında çalışmış ve İslam dinini çok yakından tanıma fırsatı edinmiştir. Birçok İslam alimi ile tanışıp, fikirlerinden istifade eden Nanak, zamanla Hindu dininin bazı gelenekleri ile İslam dininin temel inanışlarını biraraya getirerek yeni bir dini kültür oluşturma yoluna gitmiştir. Zaman içinde çevresinde çeşitli insanlar toplanmış ve Sihizm meydana gelmiştir.
İndra Gandhi'nin emriyle Sihlere yönelik başlatılan "Mavi Yıldız Operasyonunu" temsil eden bir illüstrasyon. Aşağıda Sihlerce kutsal kabul edilen Amritsar Tapınağı. (Altın Tapınak)
Sihler genelde Kuzeybatı Hindistan'ın Pencap bölgesinde yaşamaktadırlar. 1995 sayımına göre nüfusları 18.7 milyondur ve bu sayı Hindistan nüfusunun % 1.9'unu teşkil etmektedir. Ayrıca küçük gruplar halinde İngiltere, Kanada, ABD, Malezya ve Doğu Afrika'da da yaşamaktadırlar.
Sihizm Allah'ın birliği, tüm kainatı Allah'ın yoktan var ettiği, insanlığın kardeşliği ve eşitliği gibi doğru İslami inançları kabul eder. Bunun yanında, kast sisteminin ve puta tapıcılığın reddi de Sihizm'in olumlu yönlerindendir. Ancak Sihizm batıl Hindu dininden reenkarnasyon, karma, nirvana gibi çeşitli sapkın inanışlar içermektedir. Birçok Hindu geleneği, bayramı ve töreni Sihlerce de tatbik edilmektedir.
Batıl karma ve reenkarnasyon inançlarına geniş yer veren Sih dininde, Guru Nanak'tan sonra gelen 9 gurunun (eğitmenin) bir önceki gurunun ruhunu taşıdığına inanılır. 10. guru Gobind Singh'den sonra (1675-1708) silsile yoluyla guruluğa son verilmiştir. Ancak günümüzde 10 guru Sihler tarafından çok büyük bir saygı ile anılmakta ve her Sih'in evinde bu guruların resimleri bulunmaktadır. Gurulara bağlılık, Sih dininin temel inançlarından kabul edilir.
Sihlerin adı, özellikle de Sih militanların Hindistan'ın dört bir yanında yaptıkları eylemlerle dünya gündemine taşınmıştır. Günümüzde Sihler hem Hindularla hem de Hindistan'da yaşayan Müslümanlarla çatışma halindedirler. Özellikle de Keşmir topraklarında Sih militanların eylemleri nedeniyle yıllardır binlerce Müslüman hayatını yitirmiştir. Ancak Hindularla yaşadıkları çatışmalar çok daha büyük kayıplarla sonuçlanmıştır.
1947'de Hindistan'la Pakistan'ın ayrılmasından önce Sihler Pencap'ta çok etkin konumdaydılar.
Sih militanlarca öldürülen İndra Gandi'nin cesedinin yakılışı.
Ancak iki ülkenin ayrılmasının ardından Hindistan'ın farklı bölgelerine dağıldılar. Bunun sonucunda da ellerinde bulundurdukları askeri ve siyasi gücü kaybettiler. Hindistan'da sürmekte olan "Sihlerin Hindulaştırılması" kampanyalarında 1941-1951 yılları arasında yaklaşık 200.000 Sih zorla Hindu yapıldı. Bu dönemden itibaren Hindularla Sihler arasında sürekli çatışmalar yaşandı. Hint Yarımadası'ndaki diğer dinlere göre daha aktif, saldırgan, uzlaşmaz bir topluluk olarak bilinen Sihler, bağımsızlık talebinde bulundukları için saldırılarda, kundaklamalarda, terörist girişimlerde bulundular. Çatışmalar, 1984 yılında Hinduların Sihlerce kutsal sayılan Amritsar Tapınağına girmeleri ve 4 gün 4 gece süren çatışmanın sonucunda sayıları 450 ila 1200 arasındaki Sih militanını öldürmeleriyle daha da arttı. Sihler kısa süre sonra bu saldırıya karşılık verdiler ve bu tapınağa saldırı kararını veren İndra Gandhi, 2 Sih koruması tarafından Ekim 1984 yılında öldürüldü. Bunun ardından Hindu yönetimi tarafından Sihlere yönelik büyük bir operasyon düzenlendi. Resmi açıklamalara göre çoğu Sih olmak üzere 2700 kişi öldürüldü. İnsan hakları örgütleri ve gazeteler ise bu sayının 10.000 ile 17.000 arasında olduğunu açıkladılar.36 Bu katliama Sih militanlar, önde gelen bazı Hinduları ve politikalarına karşı çıkan ılımlı Sih liderleri öldürerek cevap verdiler. 1984 yılından itibaren Sihlerle Hindular arasında yaşanan çatışmalarda yaklaşık 30.000 kişi öldü. 1990'lı yılların ortalarına doğru şiddet olayları azalmaya başladı. Ancak son yıllarda Hindu milliyetçiliğinin yükselişi ile çatışmalar tekrar artmaya başladı.
Sihlerin kutsal kabul ettikleri metne "Granth Sahib" adı verilir. Sihler bu metinleri dinlerinin temel dayanağı olarak kabul eder ve önünde sapkınca saygı gösterilerinde bulunurlar.
Sihizm, başta da belirttiğimiz gibi, İslam'ın bazı doğrularını kabul eden, ancak Hindu geleneklerini terk etmeyerek bunları Hinduizmle birleştiren batıl bir inançtır. Oysa bu, akıl dışıdır.
İslam, vahye dayalı bir dindir. Hinduizm ise insanların ürettikleri geleneklere dayalıdır. Vahiy, Allah'tan gelen İlahi bilgidir ve mutlak doğrudur. Gelenekler ve diğer insan ürünü görüş ve uygulamalar ise, kaçınılmaz olarak eksik ve hatalıdır. Kaldı ki Hinduizm, önceki bölümlerde incelediğimiz gibi, diğer gelenek veya insan ürünü sistemlerin çoğuna göre çok daha saçma, bağnaz, vahşi, adaletsiz ve sapkın bir inançtır. Dolayısıyla İslam ile Hinduizm arasında bir "karma din" oluşturmak, çok büyük bir sapkınlıktır.
Gerçekte Sihizm, tarih boyunca pek çok insanı saptırmış olan bir yanılgının ürünüdür: Geleneklere körü körüne bağlılık. Allah bu yanılgıya kapılan insanlar hakkında şöyle bildirir:
Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104)
Bizim de Sihlere çağrımız, "atalarını üzerinde buldukları" dine değil, sadece ve sadece Allah'ın vahyine uymaları ve İslam'la şereflenmeleridir.
Hinduizmin temelinde yer alan karma inancının çarpık sonuçlarından biri, insanların hastalıklarını, fakirliklerini, acizliklerini, sakat olmalarını bir önceki hayatlarındaki ahlaki kötülüklerinden, hatalarından kaynaklanan bir ceza olarak görmeleridir. Bu nedenle alt kastta olduklarını, bu cezayı hakettiklerini düşünürler. Toplum da bu kişiyi suçlu olarak görür. Sistemin tepesinde olan zenginler ve yönetici sınıf ise, sahip oldukları tüm ayrıcalıkları doğal hakları olarak görürler. Bu batıl inanç yüzünden alt kastlardaki insanlar Hint toplumunda her zaman hor görülmüş ve ezilmişlerdir.
Kast sistemi Hindistan topraklarında çok adaletsiz bir sosyal düzen oluşmasına neden olmuştur. Ülke nüfusunun çok küçük bir bölümünü oluşturan üst kastlar çok iyi şartlarda yaşamlarını devam ettirirlerken, "dokunulmazlar" yokluk ve sefaletle mücadele etmektedirler.
Acımasız kast sistemi, Hint toplumunu alt sınıfların yaşadığı açlık ve sefalete karşı duyarsız yapmıştır.
Hinduizmin kurallarına göre alt kastta yaşayan bir insan dünyadayken kastını değiştiremez. Dolayısıyla sosyal statüsünü, mesleğini, yaşam standardını da değiştiremez. Kendisi için yapabileceğini zannettiği tek şey içinde bulunduğu düzene isyan etmeden itaat etmek suretiyle, daha sonraki hayatında üst tabakalara yükselme imkanına sahip olmayı umut etmektir. Aksi takdirde dünyaya tekrar geldiğinde hayvan veya bitki olacağına inanmaktadır. Peki her insanın davranışlarını kim ölçecek, buna göre bir sonraki hayatındaki biyolojik formunu kim belirleyecektir? Hindular bu soruya cevap veremez, sadece söz konusu hayali karmanın bir doğa kanunu gibi kendi kendine işlediğini sanırlar. Oysa böylesine bir "doğa kanunu" olamayacağı ve dolayısıyla bu inanışın ne kadar büyük bir saçmalık olduğu açıktır. Ancak asırlardır aynı telkinlerle yetişen Hindular - ve Budistler gibi diğer Karma inananları - bu hayali sisteme körü körüne inanmaktadırlar. Bu batıl inancın sonucunda ise, her insanın belirli bir sosyal düzeyde tutulmasını öngören zalim kast sistemi ortaya çıkmıştır.
Hindu toplumunda var olan kast sistemi, insanlar arasındaki yardımlaşma, dayanışma, ihtiyaç içindeki kişiye destek olma gibi kavramları ortadan kaldırmıştır. Çünkü vahşi kast kurallarına göre insanların birbirlerine birer düşman gibi bakmaları sağlanmış, özellikle de dokunulmazlar kelimesiyle ifade edilen kesime adeta ikinci sınıf insan muamelesi hak görülmüştür. Bu insanlar en pis işlerde çalışmak zorunda bırakılmış, yiyecekleri yoksa kimseden yardım görmemiş, hor görülmüş ve aşağılanmışlardır. Fakirlerin hakettikleri için fakir olduklarına inanan Hindular bu kişilere yardım etmez, hastalara, ihtiyaç içinde olanlara, sakatlara kötü gözle bakarlar. Hinduizm insanı en fazla aşağılayan inanıştır. Hayatta en büyük değer verdikleri şey putlarıdır, uydurma ilahlarıdır. Bu nedenle de kendi elleriyle yaptıkları taştan, tahtadan cansız putların önünde eğilmek, onlara hizmet etmek onlar için çok büyük bir mutluluk kaynağıdır. Sözde kutsal bir ağaç, bir yılan, solucan veya inek, Hindu toplumunda insandan çok daha değerlidir. Hinduizmden başka hiçbir inanışta insan bu şekilde aşağı görülmemektedir.
Time, 16 Nisan 1996
Genç ve Lanetli
Hindistan'da yaklaşık olarak 15 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. Time dergisinde yer alan yandaki haberde, Hindistan'ın bu acımasız sisteme bir son vermesi için çeşitli ülkeler tarafından büyük bir politik baskı yapıldığı anlatılmaktadır.
Yardımlaşma duygusunun eksikliği devlet yönetiminde de etkili olduğu için ülkenin sefaleti her geçen gün daha da katlanarak artmaktadır. Hindistan nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan yüksek kast üyeleri, ülke zenginliğinin, emniyet, adalet ve medyanın yüzde 90'ını kontrol etmektedirler. Hindistan nüfusunun yaklaşık %40'ı fakirlik çekmektedir. Bu da yaklaşık 400 milyon insanın besin, giyinme ve barınma gibi temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayamadıkları anlamına gelmektedir. Bu çok büyük bir rakamdır. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch)'nün hesaplarına göre 15 milyon çocuk fiili olarak kölelik sistemi içinde yaşamaktadır: Bunlar aileleri tarafından borçlarına karşılık fidye olarak verilen çocuklardır.37 8 milyon çocuğun tarımda ağır işçi olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. The Times of India gazetesinde yer alan 11 Nisan 1984 tarihli bir haberde çocukların yaşadığı koşullar "işkence kampı" olarak nitelendirilmiştir.38 Tüm bu çocuklar hayatlarını açlıkla boğuşarak geçirirler. Bu sefalet karşısında son derece duyarsız davranan hatta kast sistemi gereğince bunu haklı ve doğru olarak gören dindar Hindular ise, elleriyle yaptıkları heykellere en pahalı yiyecekleri sunarlar. Hindistan, yiyeceklerin aç insanlara değil putlara verildiği bir cinnet diyarıdır.
Hindistan'daki eğitim sisteminin şartları da oldukça olumsuzdur. Okul çağı nüfusunun yaklaşık olarak yarısı (6-14 yaş) ya evdedir ya da çalışmaktadır. Hindistan kamu eğitim sistemi zorunlu değildir ve adaletsizdir.39 Fakirlerin çocuklarını okula göndermek için gerekli olan malzeme, kıyafet ve ulaşım masraflarına güçleri yetmemektedir. Eğitim sisteminin yetersizliği hükümet de dahil olmak üzere çoğu kesimin bu konuyu -özellikle de fakirler (alt kastlar) için- gereksiz olarak görmesine neden olmaktadır.
Bu, ancak din ahlakının yaşanmadığı, putperest toplumlarda yaşanabilecek bir sistemdir; çok büyük bir zalimliktir ve Kuran ahlakının tamamen zıttıdır. Allah Kuran'da tüm zayıflıkların, eksikliklerin insanlara dünya hayatında bir imtihan olarak verildiğini haber verir. Allah "Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155) şeklinde buyurmaktadır. Hastalıklar, yokluklar bir ceza değil, Rabbimiz'den bir denemedir. İnsan bunlara sabır göstermekle, tüm eksikliklere rağmen en güzel ahlakı gösterip Rabbimiz'in hoşnut olacağı gibi bir yaşam sürmekle yükümlüdür.
Allah'ın vahyine dayanan hak dinlerde insanlar arası ilişkilerde iyilikte bulunma, yardımlaşma ve dayanışma esastır. Rabbimiz bir ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
... İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Maide Suresi, 2)
Ayette de açıklandığı gibi, müminler iyilik konusunda çaba sarf etmekle yükümlüdürler. Onlar Allah'ın " Hayır adına her ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir." (Nisa Suresi, 127) ayetini düşünür ve her yaptıklarının karşılığını Allah'ın izniyle Rabbimiz'in Katında mutlaka alacaklarını hiç unutmazlar. Yukarıdaki ayette Allah makbul olan yardımlaşmanın "iyilik ve takva" konusunda olması gerektiğini bildirmiştir. İyiliğin ne olduğu ise bize Kuran'da açıklanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve Peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Rabbimiz'in Bakara Suresi'nde de buyurduğu gibi, iyilik müminin tüm hayatını kapsayan bir ahlak şeklidir ve kişinin tüm yaşamı boyunca uyguladığı bir ibadettir. Müslüman kendisi ihtiyaç içinde olsa dahi yoksula ve yetime yardımda bulunan, sevdiği şeylerden veren (İnsan Suresi, 8) ihlas sahibi bir kuldur. Çünkü Allah " Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı." (Zariyat Suresi, 19) ayetiyle yardımlaşmayı, infak etmeyi ve iyilikte bulunmayı bir Müslüman vasfı olarak haber vermiştir. Onların yardımı hiçbir şarta bağlı değildir. Mümin gerektiğinde iyilik yapabilmek ve başkalarını iyiliğe teşvik edebilmek için her türlü fedakarlığı göze alabilir. Yaptığı yardım karşılıksızdır, sadece Allah rızasını hedefler. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde "Aziz ve Celil olan Allah: Ey kulum, sen fakirlere nafaka ver ki, bende sana nafaka vereyim, buyurdu."40 şeklinde bildirmiştir.
Allah İnsan Suresi'nde müminlerin tavrını şu şekilde bildirir:
Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz." (İnsan Suresi, 9-10)
Müslüman Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bilir ve dünya hayatında yaptığı güzel davranışların mutlaka bir karşılığı olacağını aklından çıkarmaz. Dünya hayatının geçici olduğunu, asıl yurdun Rabbimiz'in Katında olduğunu hiç unutmaz. Çünkü Allah insanları bu kaçınılmaz sonla uyarmakta ve herkesi güzel davranışlarda bulunmaya davet etmektedir: Güzel davranışta bulunanların alacağı karşılığı ise, Allah ayetlerde şu şekilde bildirmekte ve tüm insanlığa çok güzel bir müjde vermektedir:
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (Nahl Suresi, 30-31)
BBC'nin internet sitesinde yer alan haberde çocuk evlilikleri ile insan haklarının ne şekillerde ihlal edildiği anlatılıyor. Kanunlarla yasaklanmasına rağmen geniş kalabalıkların önünde ve toplu olarak yapılan nikahları ne güvenlik güçlerinin ne de yönetimlerin engellemediğine dikkat çekiliyor.
BBC, 7 Mart 2001
Çocuk evlilikleri "hakları ihlal ediyor"
BBC, 14 Mayıs 2002
"Hindistan'daki çocuk evliliklerini durdurmak için girişim" başlıklı BBC haberinde her yıl binlerce çocuğun, hatta bebeklerin, zorla evlendirildikleri bildiriliyor.
Kitabın önceki bölümlerinde Hinduizmin batıl öğretilerini ve alt kastlara dahil olan insanları bir hayvandan daha aşağı gören ırkçı sosyal düzenini inceledik. Hindu dininin alt kastlara ve Hindu olmayanlara yönelik ırkçı tutumu, kadınlar söz konusu olunca daha katı ve vahşidir. Hindu yazılı metinlerinde kadınların günlük hayatlarına yönelik özel yasaklar, kısıtlamalar mevcuttur ve tüm bu kurallar kadınlar için çok zorlu bir yaşamı öngörmektedir. Erkeklerle kıyaslandığı zaman Hindu kadını adeta bir köle gibidir ve en doğal haklarını bile kullanmaktan menedilmiştir.
Dünya üzerindeki pek çok ülkede kadınlara yönelik kısıtlayıcı uygulamalar, baskıcı gelenekler mevcuttur. Ancak Hindistan'daki gelenekler şiddeti, baskıyı, her türlü aşağılamayı sözde kutsal bir kılıfta insanlara telkin eder. Bu nedenle de Hindular kadınlara zulmetmeyi, onları hor görmeyi ve aşağılamayı kendilerince bir ibadet olarak görürler. Hindu dininde kadının konumu bu dinin sözde kutsal metinleri arasında yer alan Manu'da şöyle belirtilir:
Bir iradesizlik çıkmazı, bu ahlaki fesat çıkmazı... Bu yangınlar topluluğu, bu gözler kapısını insana kapatan engel, bu cehennem ateşinin ağzı, bu yalan çiçeklerin sepeti, bu zehirli sırrın iksiri, bu insanları değersiz dünyaya bağlayan zincir ya da tek bir kelimeyle kadın...41
Asırlardır süren geleneklerinden, din adamlarından ve kutsal olarak kabul ettikleri metinlerden güç alan Hinduların kadınlara yönelik barbar uygulamalarından bazıları şu şekildedir:
- Hindu dininde önemli bir yere sahip olan Manu'da kadınlardan "köpek-pişiriciler" olarak bahsedilir. Bu metinlerde yer alan emirlere göre kadınların mülk edinme hakları yoktur. Kadın her türlü işte çalışıp para kazanabilir. Ama tüm kazandıkları babasına, eşine ya da dul ise oğluna aittir.
- Kadının tek başına, bağımsız bir şekilde bir karar vermesi yasaktır. Böyle bir hak arayışı dahi Manu'da yasaklanmıştır.
Saçma Hindu inanışlarına göre kötülük insanın beyninde başlar, elleriyle harekete dökülür. Bu nedenle de Hindular ateşle bu kötülükleri kovmak gerektiğine inanırlar. Resimdeki kadın yanan kapları ellerinde tutarken, bir Hindu rahip de başının üstünde tutmaktadır. Hinduların bu batıl ritüelleri uygulamalarının tek nedeni ise atalarından devraldıkları saçma geleneklerdir. Oysa bu yaptıklarını akıl ve mantık süzgecinden geçirip, vicdanlarıyla hareket etseler, yaptıklarının ne kadar büyük bir aldanış olduğunu onlar da mutlaka fark edeceklerdir.
- Hindu dinine göre kız çocukları 7 yaşından itibaren evlendirilebilirler. 8 yaşında bir kız çocuğunun ideal eş olduğuna inanılır. Bu uygulama, İngiliz sömürge yönetimi tarafından 1891 yılında yasaklanmış, ancak bu yasak Hindu din adamları tarafından geleneklerle çeliştiği için şiddetle protesto edilip, hayata geçirilmesi engellenmiştir. Hindistan'da çocuk evlilikleri hala toplumun çok büyük bir kesimi tarafından uygulanmaktadır.
- Boşanma hakkı sadece erkektedir. Kadın ne tür bir zulme, baskıya, şiddete maruz kalırsa kalsın eşinden boşanamaz. Her halukarda eşine itaat etmeli, gördüğü muameleye razı olmalıdır. Manu'da bu durum "...Eğer kocasının herhangi bir özel yönü yoksa bile, onu kendi tanrısı gibi saymalıdır" şeklinde sapkın bir emirle hükme bağlanmaktadır.42 (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu inanış günlük hayattaki uygulamalarda da görülmektedir. Eski dönemlerde Aryan erkekleri eşleri izinsiz olarak evden çıkarlarsa onların kulaklarını ve burunlarını kesme hakkına sahiptiler. Bu uygulama hala Hindistan'ın bazı kırsal bölgelerinde devam etmektedir.43
- Kast ayırmaksızın, tüm kadınların eğitim için kullanılan temel kitapların büyük bir bölümünü okumaları yasaktır. Kadınlar aynı zamanda Hindu yazılı metinlerini, özellikle de Vedaları, okuyamaz, öğrenemezler.
- Drahoma, yani erkeklerin aldığı başlık parası, Hindu geleneklerinden kaynaklanan bir diğer zulümdür. 1961 yasasıyla yasaklanan drahoma hala Hindistan'da yaygın olarak devam etmektedir. Drahomayı bu kadar önemli kılan şey, bunun kadınlara karşı baskı, işkence ve zulüm amaçlı olarak kullanılmasıdır. Evlilik sırasında kızın ailesi erkeğin ailesine çok büyük bir para verir. Evlilikten sonra da erkeğin ailesi sık sık para ve mal taleplerinde bulunur, ve kimi zaman bunu elde etmek için şiddete başvurur. Bazı erkekler başka bir drahoma daha elde etmek için tekrar evlenmek isterler. Bunun için de genelde genç eşlerini yakarak katlederler. Bu katliamlara intihar ya da ev kazası süsü verilmektedir. Dolayısıyla Hindistan'da "ev kazası" ile ölen kadınların oranı oldukça yüksektir.44
- Hindistan'da kızları olan aileler drahoma nedeniyle büyük bir huzursuzluk yaşamaktadırlar. Çünkü hem büyük bir drahoma verecek, hem de evlendikten sonra kızlarının nasıl bir muameleyle karşılaşacaklarını tahmin edemeyeceklerdir. Son yıllarda hamilelik aşamasında cinsiyetin tespit edilmesinin kolaylaşması, korku içindeki aileleri çok büyük bir vahşete itmiştir. The Times of India gazetesinde "Cinsiyet testleri geliştikçe kürtaj arttı" gibi haberler çıkmış ve aynı yıl Bombay'daki bir araştırma, böyle bir testle birlikte biri dışında hepsi kız olan 8.000 fetusun alındığını göstermiştir.45 Darwinist teorisyenler tarafından geliştirilen ve en acımasız uygulamaları Nazi Almanyası'nda yaşanan öjeni vahşetinin yeni merkezi, Hindistan'dır.
- Yeni doğan kız çocuklarının öldürülmesi Hindu dininin en eski kitaplarındaki kadınlara yönelik acımasız emirlerden kaynaklanmaktadır. Örneğin Aryan metinlerinde bu vahşi gelenek "Bu andan itibaren yeni doğan bir kız çocuğunu reddet ve bir erkek çocuğunu sahiplen" sözleriyle onaylanmaktadır.46 Atharva Veda'da ise "Bırak kız çocuğu başka bir yerde doğsun, burada erkek çocuğun doğmasına izin ver"47şeklinde bir emir bulunur. Bir kız çocuğu doğuran kadın suçluluk duymaktadır. Bu yüzden yeni doğan kız çocuklarını öldürme, yükten kurtulmanın kolay bir yolu olarak görülmektedir.48
Kız çocuklarına yönelik bu insanlık dışı uygulama tarih boyunca din ahlakının yaşanmadığı birçok toplumda da görülmüştür. Aryanların bir adeti olan bu vahşet, aslında Aryanlar gibi diğer pek çok putperest kültürde de görülebilir. Bu putperest kültürlerden biri de, İslam öncesindeki Arap toplumudur. Allah Kuran'da putperest Arapların kız çocuklarını değersiz görerek doğar doğmaz, diri diri toprağa gömdüklerini haber vermekte ve kıyamet günü bu günahın hesabının sorulacağını bildirmektedir:
Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman: "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?" (Tekvir Suresi, 8-9)
Nandalal Bose'nin "Sati'ye giden kadın" isimli tablosu
Başka ayetlerde ise Allah, "Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı topluluktan gizlenir; onu aşağılanarak tutacak mı, yoksa toprağa gömecek mi? Bak, verdikleri hüküm ne kötüdür?" (Nahl Suresi, 58-59) ifadesiyle, kız çocuğu olduğu için utanan putperestlerin ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını açıklamaktadır. Bu putperest adetin sapkınlığını vurgulayan bir diğer ayet şu şekildedir:
Oysa onlardan biri, O, Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunur. (Zuhruf Suresi, 17)
Oysa Allah " Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler armağan eder, dilediğine de erkek armağan eder. Veya erkekler ve dişiler olarak çift (ikiz) verir. Dilediğini kısır bırakır. Gerçekten O, bilendir, güç yetirendir." (Şura Suresi, 49-50) ayetiyle, her insana cinsiyetini verenin Kendisi olduğunu hatırlatmaktadır. Erkek çocuğu gibi, kız çocuğu da Allah'ın doğumunu takdir ettiği bir insandır. Anne-babanın sorumluluğu, Allah'ın bahşettiği çocuklarına O'nun emrettiği şekilde sevgi, şefkat ve merhametle bakmaktır.
İslam, tarih boyunca her ulaştığı yerde putperest dinlerin bir barbarlığı olan bebek cinayetlerini yasaklamış ve ortadan kaldırmıştır. Rabbimiz İslam ahlakından habersiz olan bu toplumlara gönderdiği peygamberleri ve indirdiği hak kitapları ile, kız çocuklarına karşı olan bu bakış açısının yanlışlığını bildirmiştir. Peygamberlerin tebliği ve İslam ahlakının insanlar tarafından öğrenilmesiyle birlikte, kız çocuklarını bir utanç vesilesi olarak görme düşüncesi ve cahiliye toplumlarında var olan bu tür uygulamalar büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Ancak Hindistan toplumu asırlardır süregelen sapkın geleneklerini sürdürmekte ısrar etmekte ve kız çocuklarını öldürmeyi hala meşru görmektedir.
Roop Kanwar'ın öldürülüşünün ardından ülkede çok büyük gösteriler gerçekleştirilmiştir.Bu gösterilerin bir kısmı vahşi sati ritüelini savunmak için gerçekleştirilirken, bir kısmı da Kanwar'ın öldürülmesini protesto amacıyla gerçekleştirilmişti.
Hindistan'da sosyal yaşama hakim olan sapkın uygulamalar saymakla bitmeyecek kadar fazladır. Her bir inanışın ise çok detaylı ritüelleri, bölgeden bölgeye değişen şekilleri vardır. Ancak bunların içinde en ürkütücü olanı hiç şüphesiz asırlardır yüzbinlerce kadının ölümüne neden olan "sati" (suttee)dir. Bu geleneğe göre kadınlar kocalarının ölümünün ardından kendilerini yakmalıdırlar.
Korkunç sati geleneği Aryanlar'ın Hindistan'ı istilaları döneminde başlamıştı. Tek bir kişi için uygulandığında sati olarak adlandırılan bu uygulama, kitleler halinde, bir kasabadaki tüm kadınların ve kızların dul kalmasının beklendiği durumlarda (örneğin erkekler bir savaşa gittiklerinde) uygulandığında Jauhar olarak bilinir. Kadınların eşlerinin ardından kendilerini yakmalarının nedeni ise "kocalarından önce ölmemelerinin" cezalandırılmasıdır. Jauhar sırasında, kadınlar hiçbir suçları olmaksızın canlı canlı haşlanır, bazıları iki parçaya kesilir ve diğerleri de köpeklere yem edilir. Hindu gelenekleri bu vahşi uygulamayı meşrulaştırmak için bazı açıklamalar da getirmektedir. Örneğin bazı Hindu metinlerinde "Jauhar'ın kadınların savaşılan düşmanların ellerine düşmesini engellemek için yapıldığı" anlatılır.49
Kız kardeşi de drahoma uygulaması nedeniyle çocuk yaşlarında öldürülen Hindistanlı yazar Sita Ararwal 1999 yılında yazdığı Genocide of Women in Hinduism (Hinduizmde Kadınların Soykırımı) isimli kitabında satinin tüm Hindu metinlerinde yer alan, asırlar boyunca Brahmanlarca uygulanan ve halen de uygulanmaya devam eden çok yaygın bir gelenek olduğunu detaylı olarak anlatmaktadır.50 Başta Manu olmak üzere Hindular tarafından ilahi birer vahiy olarak kabul edilen kitaplarda yer alan sati emirlerinden birkaçı şu şekildedir.
Bu eşlerin, üzerinde ölülerin yakıldığı odun yığınına doğru ilk adımı atmalarına izin verin, hiçbir keder olmaksızın gözyaşı dökmeden ve güzelce süslenmiş olarak.51
Kocasının cenaze ateşinde ölen bir sati, cennette sonsuz saadetin tadını çıkartacaktır.52
Kocanın ardından kendisini kurban etmek, bir kadın için yapılabilecek en üstün görevdir.53
Eşe bağlılık gibi doğru bir değeri korkunç bir vahşete dönüştüren sati inancı nedeniyle sayısız kadın asırlardır yanarak hayatını yitirmişlerdir. Hintli kadınlar bu vahşi geleneği kimi zaman kendi talepleriyle, çoğu kez de toplumun baskısıyla uygulamışlardır. Günümüzde sati, Hindistan'da resmi olarak yasaktır, ancak hala yaygın biçimde uygulanmaktadır. Sati vakaları kayıtlara genelde ev kazası, mutfak yangını gibi tanımlarla geçirilmektedir. Bazen de halka açık bir ritüel şeklinde... Örneğin 1987'de Rajasthan'daki Deorala köyünde Roop Kanwar adlı genç bir kadın kocasının cenaze töreninde ateşler arasında öldürülmüş ve sati tekrar tartışılmaya başlanmıştır. Ailesi, yöredeki halk ve pek çok Hindu önder tarafından savunulan Roop'un eyleminin, onun kendi seçimi olduğu iddia edilmiş, bazı kimseler ise genç kadının ailesi ve Brahmanlar tarafından zorla yakıldığını söylemişlerdir.54
(Üstte) Hindu efsanelerine göre hayali ilah Rama'nın eşi, onun ölümünün ardından kendisini ateşe atmış, ancak ateş ona zarar vermemiştir.
(Yanda) Sati yapan kadınların anısına yapılan bir anıt. Hindular bu vahşi geleneği yapan kadınların sözde kutsal bir konuma ulaştıklarına inanır, bu anıtlara sunularda bulunurlar.
Bu yakma eylemlerinde kast sisteminin egemenleri olan Brahmanlar tarih boyunca çok büyük bir rol üstlenmişlerdir. Satiyi teşvik eden, tüm ritüeli organize eden genelde Brahmanlar olmuştur. Günümüzde de sati geleneğinin tekrar canlandırılması için çaba gösterenlerin başında yine Brahmanlar gelmektedir. Ararwal'a göre Brahmanların özellikle diğer kastlardaki dulların katledilmesini teşvik etmelerinin iki temel amacı bulunmaktadır:
1- Kadınlarını ortadan kaldırarak Brahman olmayan ırkların sayısını azaltmak,
2- Öldürülen kadının mallarının Brahmanlarca kamulaştırılması.
İkinci madde, 1641 ve 1667 yılları arasında Hindistan'ı 6 kez ziyaret eden Fransız seyyah Jean Baptiste Tavernier'nin gezi notlarında da geniş yer almaktadır. Tavernier'nin mesleği kuyumculuktur ve Hindistan'a mücevher ticaretiyle ilgili bir işi nedeniyle gelmiştir. Yazdıkları çoğu kimse tarafından ön yargısız gözlemler olarak kabul edilmektedir. Hatta Tavernier'nin yazılarında Hindistan'a yönelik bir hayranlık sezilmektedir. Ancak diğer tüm gözlemciler gibi Brahman olmayan kastların Brahmanlar tarafından yoğun bir şekilde katledilmesinden dolayı şaşkınlık yaşamış, bunu da notlarında anlatmıştır:
NZZ, 1 Nisan 2003
(yanda) İsviçre'de yayınlanan Neue Zürcher Zeitung'da çıkan "Hindistan Kadınını Özgürleştirmek" başlıklı haberde Hindistan'da kadınlara yönelik devam eden ayrımcı uygulamalar anlatılıyor. (ortada) CNN'de yayınlanan "Hindistan'da gelin yakma geleneği hala uygulanıyor" başlıklı haberde çeşitli sati vakaları ele alınıyor ve sati ritüelinden son anda kurtulabilen kişilerle röportajlara yer veriliyor. Young, her yıl yaklaşık 5000 satinin yaşandığı Hindistan'da, ölümlerin genelde mutfak kazası olarak gösterilmesine dikkat çekiyor.
CNN, 12 Eylül 1995
The Independent, 17 Şubat 2001
İngiliz The Independent gazetesi, "Hindular sati tapınakları için yeni statü arayışında" başlıklı haberle ülke genelinde satileri anmak amacıyla yaklaşık 300 tane tapınak yapıldığına dikkat çekiyor. Geçtiğimiz sene bu tapınaklara milli anıt statüsü verilmesi konusu tartışılmıştı.
Brahmanlar sati yapacak olan kadına eşlik ederek güç ve kararlılık telkin ederler. Avrupalıların bir bölümü, ölüm korkusunun ortadan kalkması ve yaşanacak acıların yok olması için kadına hislerini yok eden bir çeşit içki verildiğine inanmaktadır. Bu kadınların ölmesi Brahmanların çıkarınadır. Çünkü kadının üzerindeki tüm mücevherler, yüzükler, bilezikler yakılmanın ardından ritüeli gerçekleştiren Brahmanın mülkiyetine geçer. Brahmanlar kadın öldükten sonra küllerinin arasından bu ziynetleri bulmaya çalışırlar.55
Tavernier'nin tasvirleri, yaşanan vahşetin insanın gözlerinin önünde canlanmasına yardımcı olmaktadır. Brahmanların ilk önce kadını kendisini yakmaya teşvik etmeleri, daha sonra onu bizzat kendi elleriyle canlı canlı yakmaları, sonra da küllerinin arasından ziynet eşyalarını aramaları Hindu ritüellerinin gerçekte vahşi bir sömürünün aracı olduğunu göstermektedir. Tavernier'nin anılarında, bu vahşetin detayları şöyle aktarılır:
Üç farklı yerde kadınların yakıldığına şahit oldum: Gucarat, Agra, Delhi. Nehrin ya da su deposunun kenarında sazlıktan ve çeşitli otlardan oluşan birkaç metrekare büyüklüğünde bir kulübe yapılır. Kulübenin çevresine küçük kaplar içinde yağlar ve çeşitli malzemeler konur. Bu malzemelerin amacı yakma işleminin daha çabuk sonuçlanmasıdır. Kadın yarı yatar pozisyonda kulübenin ortasında durur. Başı çabuk yanan bir tahtaya dayalıdır. Bir Brahman onu sırtından bir demire bağlar. Bağlamasının nedeni kadının ateşten korkup kaçmasını engellemektir. Kocasının ölü bedenini kadının dizlerinin üzerine yerleştirirler. Yaklaşık yarım saat bu durumda kaldıktan sonra, yanında olan Brahman dışarı çıkar ve kadın, din adamlarına ateşi yakmalarını söyler. Brahman, akrabaları ve arkadaşları kadının daha hızlı yanıp, acı çekmemesi için çevredeki yağ dolu kapları ateşe atarlar. Vücut yandıktan sonra Brahmanlar küller arasında yüzük, küpe, bileziklerinden kalan altın ve gümüşleri alırlar. Ritüellere göre bu mallar Brahmanlara aittir.56
Bu yapılanlar büyük bir vahşettir ve tüm dünya da satiyi bu şekilde algılamaktadır. Ancak Hindular için sati, ölümün üstesinden gelmeyi seçen sadık bir kadın anlamına gelir ve bu ritüeli gerçekleştiren kadının sözde bir tür tanrıça durumuna geldiği varsayılır.
Hindistan'da binlerce yıl devam etmiş olan bu korkunç geleneği ilk kez yasaklayanların Müslümanlar olması da dikkat çekicidir. Encyclopedia Britannica'da da belirtildiği gibi, sati uygulamasını ortadan kaldırmak için girişimde bulunan ilk yöneticiler, 1526-1707 yılları arasında Hindistan'a egemen olan Müslüman Mogul İmparatorluğu'nun hükümdarları olan Hümayun ve oğlu Ekber'dir.57 Mogul İmparatorluğu'ndan sonra Hindistan'a egemen olan İngiliz yönetimi de sati uygulamasını resmen yasaklamış, 1828 yılında İngiliz genel vali William Bentinck tarafından bu konuda bir kanun yayınlanmıştır. Ancak sati geleneği yok olmamıştır ve halen ülkenin bazı bölgelerinde Hindu geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olarak yaşayan köy ve kasabalarda sati uygulanabilmektedir.
Deccan Herald, 8 Şubat 1999
Hindistan'da yayınlanan Deccan Herald'de yer alan "VHP Sati'yi Canlandırıyor" Başlıklı Haber
Eğitimsiz, cahil Hindu kitlelerin bu vahşeti makul görmelerinden daha da korkunç olan ise, Hindistan'ın en gelişmiş şehirlerinde yaşayıp, okuyup eğitim görmüş insanların arasında bile satinin hala taraftar bulabilmesidir. Hindistan'da her geçen gün daha da güçlenen aşırı milliyetçi gruplar, sati geleneğinin canlandırılması için kampanyalar yürütmektedirler. Örneğin fundamentalist VHP partisinin liderlerinden olup Babürşah Camisi'nin yıkılmasından duyduğu memnuniyeti her fırsatta ifade eden Acharya Giriraj Kishore "Eğer bir kadın eşinden ayrılmaya dayanamayıp, onunla birlikte yakılmak istiyorsa bunda yanlış hiçbir şey yoktur"58 şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır.
Deccan Herald gazetesinde yere alan "VHP Reviving Sati" –(VHP Sati'yi Canlandırıyor)" başlıklı bir haberde de günümüz Hindu milliyetçilerinin kadınlara yönelik bu zulmün tekrar toplum içinde yayılması için güçlü bir propaganda yürüttükleri ve iktidar partisi BJP'nin de aralarında bulunduğu Sangh Parivar üyelerinin ideolojik olarak satiye taraftar oldukları vurgulanmaktadır. Sita Agarwal Genocide of Woman in Hinduism (Hindistan'da Kadın Soykırımı) isimli kitabında Hindu aşırı milliyetçi akımlarıyla kadınlara yapılan zulüm arasındaki bağlantıyı şu şekilde anlatmaktadır:
Günümüzde kadınların aşağı görülmesiyle Hindu milliyetçiliğinin yükselmesi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Sangh Parivar üyesi fundamentalist organizasyonlar (BJP, RSS, VHP, Bajrang Dal vs.) Hindistan'ın farklı bölgelerinde Sati, drahoma, kız çocukların öldürülmesi gibi uygulamaları canlandırıyorlar. Bu nedenle de Hindu organizasyonlarının çalışmaları nedeniyle kadının toplum içindeki konumu çok büyük zarar gördü. Bazıları cinsiyetini öğrendikten sonra kız çocuklarını öldürüyorlar. Bazıları canlı canlı yakıyorlar, bazıları boğuyor ya da aç bırakarak öldürüyorlar. RSS ve VHP gibi partilerin üyeleri sati yöntemini açıkça destekliyorlar.59
BBC, 29 Haziran 2002
Crispin Thorold'un BBC'de yer alan haberinde ahlak dışı devadasi sistemi tüm çirkinliğiyle gözler önüne seriliyor. Kız çocuklarının Hindu din adamlarının talebiyle sözde ilahlarla evlendirildiğini, bunun ardından da fuhuş şebekelerinin eline geçtiğini belirtiyor. Thorold'un dikkat çektiği bir diğer husus ise bu çocukların bir çoğunun ya AIDS ya da çeşitli zührevi hastalıklar nedeniyle kısa sürede yaşamlarını yitirmeleri.
Hinduizm herhangi bir güzel ahlak özelliğini öğütlemediği gibi, sapkınlığı ve ahlak dışı yaşamı da açıkca teşvik etmektedir. Bunlardan biri de "Devadasi -ya da devdasi- sistemi"dir. Hindu geleneklerine göre çocuk yaştaki kızlar Hindu tapınaklarına hizmet için verilirler. Jogini adı verilen bu kız çocuklar "Hindu sözde ilahlarıyla" evlendirilerek, onlara adanırlar. Gerçekte ise tapınaktaki Hindu erkekler tarafından cinsel yönden sömürülürler. Bu evlilikler pek çok araştırmacı tarafından "Hindu dinine hizmet aldatmacasıyla tapınak imzalı fuhuş"60 olarak tanımlanmaktadır. Bu uygulama ilk olarak Brahmanlar tarafından, halkın ilgisini tapınaklara çekmek ve onlardan para toplayabilmek için ortaya atılmıştır. Brahmanlar halkı da bu uygulamanın içinde yer almaları için teşvik etmişler, bu amaçla da "Vesya darsanam punyam, papa nasanam!" (Fuhuş yapan kadına bakma meziyetiyle, günahlardan kurtulabilirsiniz)61 şeklinde bir slogan da uydurmuşlardır. Ancak İngiliz yönetiminin çıkardığı bazı kanunlarla yasaklanan bu uygulamaya hala sıkça rastlanmaktadır.
Tapınaklarda yapılan fuhuş Hindular tarafından çok değerli bir ritüel olarak görülür. Tapınaklara verilen kızlar, yani joginiler, onlara göre hayali ilahlarla evlidirler. Bu nedenle de aileler kızlarını tapınakların hizmetine sunmakta hiçbir sakınca görmezler. Bu kızlar 13 yaşına geldiklerinde ilk önce bir resim ya da taşla sembolize edilen Subramania putu ile evlendirilirler. Onlarla ilk olarak rahipler ilişkiye girer 62, daha sonraki gün, 4000 Ruple ile 10000 Ruple (94 – 235 USD) arasında en yüksek miktarda para teklif eden kişiye istediği kadar süre alıkoymak şartıyla satılırlar. Bu ahlak dışı kazanç ise tapınağın geliri haline gelir.
Illinois Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada Hindistan'ın "çocukların fuhuş yaptırılarak cinsel anlamda en çok sömürüldükleri" ülke olduğu belirtilmektedir. Yaklaşık 300.000 çocuk bu ahlaksız düzende kullanılmakta, ortalama yaş ise 13 olarak belirlenmektedir. Jubilee Action isimli uluslararası insan hakları örgütü tarafından hazırlanan "Hindistan'da Çocuk Fuhuşu" başlıklı bir raporda ise bu sayının her sene yüzde 8-10 arasında arttığı belirtilmektedir. Sadece Belgum bölgesinde 3300 adet devadasi, yani fuhuş uygulanan tapınak bulunduğu tahmin edilmektedir. Fuhuşun bu derece yaygın olması Hindistan'daki AIDS hastalarının sayısını da hızla artırmaktadır. Hindistan'da resmi kayıtlı 3.5 milyon AIDS hastası bulunmaktadır.63
Fuhuş trafiğinde kullanılan "jogini" genç kızların büyük bir bölümü kırsal kesimlerden gelmektedir. Toplumun ataerkil yapısı, dini yaptırımlar, asırlardır süregelen gelenekler bu uygulamanın yayılmasının en önemli nedenidir. Illinois Üniversitesi'nin raporunda çocuk fuhuşunun "geleneksel, ayinleştirilmiş ve sosyal olarak organize edilmiş" olduğuna da dikkat çekilmektedir.64 Devadasi 1982 yılında kanunla yasaklanmıştır. Çocuklarını tapınaklara fuhuş yapmaları için gönderen aileler 5 yıldan başlayan hapis cezalarına çarptırılmaktadırlar. Ancak bu ceza çoğu zaman uygulanmamaktadır. Çünkü devdasinin Hindu dininden gelen bir gelenek olduğuna inanan aileler bunu bir hata olarak görmemektedirler. 2001 yılında, yıllarca zorla fuhuş yaptırıldığı bir tapınaktan kaçan Ashama isimli 35 yaşındaki bir jogini, çocukluğundan beri yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:
Tapınağa girdiğim günden itibaren hiçbir zaman huzur bulamadım. Karni'de yaşayan tüm erkeklerin tacizine açık hale geldim... Yaşadığım bu travma, daha ergenlik çağına bile gelmeden önce başladı.65
Günümüzde aşırı milliyetçi Hindu grupları da kanunlarla yasaklanan devadasi sisteminin tekrar resmi olarak hayata geçirilmesini savunmaktadırlar. Bu ahlaki çöküşün çok daha ürkütücü bir yönü ise Hindistan gibi çocukların fuhuş ticaretinde kullanıldıkları ülkelerin en gözde turistik mekanlar olarak tanıtılması, dünyanın pek çok yerinden sapkın düşünceye sahip kişilerin yalnızca bu amaçla söz konusu bölgelere akın etmesidir. Oysa fuhuş çirkin bir hayasızlık, Allah'ın haram kıldığı büyük bir günahtır. Allah Kuran'da şöyle buyurur: "Zinaya yaklaşmayın, gerçekten o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur." (İsra Suresi, 32)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)
Ancak sapkın Hindu dinini ilk ortaya atanlar gibi asırlardır bu ahlaki sapkınlığı ayakta tutanlar da, söz konusu çirkin ahlaksızlığa ortak olmaktadırlar.
Ancak hiç unutmamak gerekir ki bu ahlakı çöküşü teşvik eden insanların, içinde bulundukları durumdan bir an önce kurtarılmaları gerekmektedir. Bu kişiler ya Hindistan'da olduğu gibi atalarından gördükleri için ya da dünyanın dört bir yanındaki gibi ahlaki dejenerasyon nedeniyle çirkinliği, ahlaksızlığı, sapkınlığı güzel görmeye başlamışlardır. İslam ahlakının hakim olduğu bir toplum ise insanları her zaman en güzele, en doğruya, en dürüst olana, en haysiyetli ve şerefli olan hayata, en akıllı olan tavra özendirir. Allah bir ayetinde imanı güzel ve ahlaksızlığı çirkin görenlerin doğru yolu bulduklarını bildirir:
… Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)
İnsanları kötülüklerden ve sapkınlıklardan alıkoyacak, güzel ahlakı insanlar arasında hakim edebilecek tek güç rahman ve rahim olan Allah'tır. Rabbimiz elçileri aracılığıyla bizlere en güzel ahlakı bildirmiştir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
İslam dininde kadına verilen büyük değer Kuran ayetlerinde ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde detaylı olarak açıklanmaktadır. İslam dininde kadın ve kadın hakları koruma altına alınmış, cahiliye toplumlarında kadınlara yönelik olarak hakim olan yanlış bakış açısı ortadan kaldırılmış, kadına toplum içerisinde saygın bir yer kazandırılmıştır. Alınan tüm bu tedbirler, kadınların lehinedir ve onların zarara uğramalarını, ezilip yıpratılmalarını önleme amacını taşımaktadır.
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık...
(Hucurat Suresi, 13)
Allah insanlara Kuran ile en doğru yolu göstermiş ve cahiliye inançlarını taşıyan insanların yanlış uygulamalarını ortadan kaldırmıştır. Rabbimiz Katında üstünlük ölçüsünün cinsiyet değil, Allah korkusu, iman, güzel ahlak, ihlas ve takva olduğu ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katı'nda sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (A'raf Suresi, 26)
Bir başka ayette ise Allah, "... Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının." (Bakara Suresi, 197) şeklinde buyurarak, insanlara elde edebilecekleri en hayırlı özelliğin takva olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla insanların hedeflemeleri gereken, mal mülk, şan şöhret gibi maddi değerler değil, kişiyi hem dünyada hem de Allah Katında asıl olarak değerli hale getirecek ve üstünlük kazandıracak olan 'takva' olmalıdır.
Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir.İşte onlar, yakınlaştırılmış olanlardır.
(Vakıa Suresi, 10-11)
Allah bir başka ayetinde de, kimi insanlar arasında bir üstünlük unsuru haline gelmiş olan zenginlik yerine, Allah'ın fazlını istemenin daha makbul olduğunu şöyle bildirmektedir:
Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir. (Nisa Suresi, 32)
Allah'ın bildirdiği tüm bu ayetlerden anlaşıldığı gibi, üstünlüğü cinsiyette, fiziksel güçte ya da başka bir cahiliye kıstasında aramak büyük bir yanılgıdır. Tek üstünlük Allah'ın bize bildirdiği gibi imanın ve takvanın üstünlüğüdür.
Allah Kuran'ın "Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler; onlar için kat kat artırılır ve 'kerim (üstün ve onurlu)' olan ecir de onlarındır. (Hadid Suresi, 18) ayetiyle, hem erkeklere hem de kadınlara, asıl üstün ve onurlu olan karşılığın Allah'ın bildirdiği ahlakı yaşamakla kazanılacağını hatırlatmıştır.
Kadın ve erkek elbetteki fiziksel anlamda birbirlerinden farklı yapılara sahiptirler. Ancak kadının fiziksel olarak, erkeğe oranla daha az güçlü olması, onun toplum içerisinde erkekten daha az değer görmesi için bir sebep değildir.
İslam ahlakına göre, asıl önemli olan bir insanın cinsiyeti değil, Allah'a derin bir iman ve Allah korkusuyla bağlanmış olmasıdır. Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyması, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamaya çalışmasıdır. Allah Katında asıl değer görecek olan, kişinin bu özellikleri olacaktır. Allah Kuran'da kadın olsun erkek olsun iman eden bir kimsenin sahip olması gereken özellikleri şöyle açıklamıştır:
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Allah'ın ayette bildirdiği gibi, mümin kadınlar ve mümin erkekler aynı sorumluluklara sahiptirler. Allah'a ibadet etmekle, Kuran ahlakını yaşamakla, insanlara iyiliği emredip kötülüğü engellemekle ve Kuran'da bildirilen tüm emir ve tavsiyelere uymakla yükümlüdürler. Allah Kuran'ın "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal Suresi, 29) ayetinde, Allah'tan korkup sakınan her insana, 'doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış' vereceğini vaat etmiştir. Kişinin kadın ya da erkek olması bu sonucu değiştirmemektedir. Samimiyetine, ihlasına ve imanına karşılık, Allah bir insana hayatın her alanında kendisini doğru yola ulaştıracak, doğru kararlar almasını ve isabetli tavırlarda bulunmasını sağlayacak bir akıl vermektedir. Dolayısıyla akıl, kişinin cinsiyetine göre değil, tümüyle Allah'a karşı olan samimi bağlılığına, yakınlığına ve korkusuna göre gelişmektedir.
Kadın ya da erkek olsun, bu tamamen kişinin Allah'a olan imanının gücü doğrultusunda, ahlakıyla, kişiliğiyle ve üstlendiği sorumluluklarla ön plana çıkmasına bağlıdır. Bu nedenle de İslam ahlakını benimseyen kadınlar için, erkeklere yönelik bir eşitlik mücadelesi değil, bunun yerine 'hayırlarda yarışma' ahlakı söz konusudur. Hayırlarda yarışmak, iman edenlerin, yaşamlarının her anında Allah'ın rızasını kazanabilmek için ellerinden gelen çabanın en fazlasını göstermeleridir. Bu amaçları doğrultusunda, Allah'ın en sevdiği, en razı olduğu ve Allah'a en yakın kişi olabilmek için hayırlarda yarışırlar. Ancak bu yarış, tümüyle Rahmani bir yarıştır. Allah müminleri dünyada ve ahirette öne geçiren özelliğin bu yönde gösterdikleri çaba olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 61)
Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir. (Fatır Suresi, 32)
Kadın ve erkek arasındaki eşitlik, Allah'ın kadına ve erkeğe dünya hayatındaki imtihan sürecinde eşit haklar tanımasından da anlaşılmaktadır. "Şüphesiz Biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye." (Kehf Suresi, 7) ve "Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz." (Enbiya Suresi, 35) ayetleriyle Allah, kimlerin daha güzel davranışlarda bulunacağının ortaya çıkması için, kadını da erkeği de denemekte olduğunu bildirmiştir.
Allah kadına da erkeğe de belirli bir ömür belirlemiş, her ikisini de Kuran'dan sorumlu tutmuş, her ikisine de hayatlarının her http://biology.arizona.edu/sciconn/lessons/mccandless/reading.htmlanında kendilerine doğruyu ilham edecek bir vicdan vermiş, nefsi ve şeytanı her ikisine düşman kılmıştır. Dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, tüm bu şartlar karşısında kadın ya da erkek olsun her kim güzel ahlak gösterip salih amellerde bulunursa, Allah o kişilerin dünyada ve ahirette en güzel karşılığı bulacaklarını bildirmiştir:
... Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır. (Al-i İmran Suresi, 195)
Bir başka ayette ise Allah, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) şeklinde buyurarak, erkek ya da kadın, kim olursa olsun, tüm insanların dünyada ve ahirette hiçbir haksızlığa uğratılmadan eksiksiz olarak karşılık göreceklerini hatırlatmıştır. (Bkz: Örnek Müslüman Kadın: Hz. Meryem, HarunYahya, Ocak 2003)
İslam'da kadın ile erkeğin toplumdaki yeri de tamamen eşittir. İslam'a göre kadınların da erkekler gibi eğitim, mal edinme, çalışma, evlenmekte eşini seçme, miras bırakma, kendini ifade etme, kendi yaşamını tayin etme gibi temel hakları vardır. Bu nedenledir ki İslam, tarihte kadınlar için "kurtarıcı" olmuştur. Bu gerçek Batılı yorumcular tarafından da kabul edilmektedir. Ünlü Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis, bu konuda şu yorumu yapar:
Genel olarak İslam'ın yayılması eski Arabistan'da kadınların durumu açısından dev bir düzelme sağladı, onlara mal edinme ve diğer pek çok hak kazandırdı ve kocaları ya da sahipleri tarafından maruz kaldıkları kötü muameleye karşı korunma getirdi. Pagan Arabistan'da geleneksel olarak kutsanan kız bebeklerin öldürülüşü, İslam tarafından yasaklandı.66
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?
(Nahl Suresi, 52)
Bir diğer Batılı İslam uzmanı, İngiliz yazar Karen Armstrong, aynı konuda şunları yazmaktadır:
Kız bebek cinayetlerinin yaygın olduğu ve kadınların hiçbir hakka sahip olmadığı İslam öncesi dönemde yaşamın kadınlar için nasıl olduğunu hatırlamamız gerekir. Aynı köleler gibi kadınlara da aşağı bir tür gibi davranılmış, hiçbir yasal hak tanınmamıştır. Bu denli ilkel bir dünyada, Hz. Muhammed'in kadınlar için yaptıkları olağanüstüdür. Herhangi bir kadının şahit olabileceği veya kendine ait herhangi bir mirasa sahip olabileceği düşüncesi bile o zaman için çok şaşırtıcıdır.67
Karen Armstrong'un yazdığına göre, İslam'ın ilk yüzyıllarında Müslüman toplumlar dünyada kadınların en özgür ve saygın oldukları toplumlardır. "Müslümanlar, Haçlı devletlerinde Batılı Hıristiyanların kendi kadınlarına nasıl davrandıklarını gördüklerinde dehşete kapılmışlar ve Hıristiyan din adamları da İslam'ı kölelere ve kadınlara çok fazla hak tanıdığı için eleştirmişlerdir."68
Kısacası İslam, kadınlara; özgürlük, saygınlık, korunma ve huzur getirir. Hinduizm ise onları vahşet, sömürü, aşağılanma ve korku dolu bir hayata sürükler. Hinduizmin ahiret hayatında getirdiği kayıp ise elbette çok daha büyüktür.
Allah ayetlerde inkar edenlerin cehennemdeki durumlarını şu şekilde haber vermiştir:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (Enam Suresi, 94)
Kendisi hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)
23. Swami Dharma Theertha, History of Hindu Imperialism, Madras, 1992, s.164. http://www.dalitstan.org/journal/brahman/bra000/bra_hate.html
24. Jagjeet S. Sidhu, "An Examination of The Communal Violence Surrounding The Partitioning of India", 1999; http://www.nyu.edu/classes/keefer/joke/sidhu1.html
25. "The Reality and Unveiling of Hinduism", http://www.geocities.com/~abdulwahid/hinduism/hinduism_unveiled.html#plight%20of%20low%20case%20hindus
26. Dr. B. R. Ambedkar, "What Congress and Gandhi have done to Untouchables?", http://www.geocities.com/Athens/Agora/4229/in15.html
27. "Lynching 5 Dalits in Police Presence Exposes India's Inhuman Caste System", http://www.islamonline.net/english/news/2002-10/17/article54.shtml
28. Times of India, 18 Kasım 1984.
29. Times of India, 18 Kasım 1984.
30. Deccan Herald, 5 Şubat 1988.
32. "Buddhism's Appeal For Low-Caste Hindus", BBC News, 5 Kasım 2001, http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/south_asia/1639245.stm
33. Eric Margolis, "India's `Hidden Apartheid'", 26 Ağustos 2001, http://www.bigeye.com/082601.htm
34. "Low caste Hindus 'prefer Islam'", BBC World Service, 20 Ekim 2002, http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/south_asia/2344445.stm
35. İbni Mace, Menasik, s. 84, http://www.esselam.com/ogutler.html
36. "Sikhism", http://www.bbc.co.uk/religion/religions/sikhism/sikh_history4.shtml
37. "The Small Hands of Slavery: Bonded Child Labor in India", Human RightsWatch, New York, 1996
38. "Çocukların Kölelikteki Özel Durumu, Turizm, Çocuk Seks Ticareti ve Köleliği", İrfan Erdoğan, Ankara Üniversitesi, http://media.ankara.edu.tr/~erdogan/cocukkole.htm
39. "The Small Hands of Slavery: India's Bonded Child Laborers and the World Bank." Multinational Monitor, Ocak/Şubat, 1997.
40. İmam Buhari, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1987, s. 204
41. Dünya ve Kadın Sorunu Üzerine, http://www.atilim.org/sinif/sp5/Dinler.htm
42. Dünya ve Kadın Sorunu Üzerine, http://www.atilim.org/sinif/sp5/Dinler.htm
43. "Women in Indo-Aryan Societies", http://www.geocities.com/Athens/Ithaca/1335/Soc/w_ary.html
45. Hinduizmin ABC'si, Kim Knott, Kabalcı Yayınları, Eylül 2000, s. 127
46. Taittirya Samhita VI.5.10.3, http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh1.html
47. Atharva Veda: 6.2.3. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh1.html
48. "Women in Indo-Aryan Societies", http://www.geocities.com/Athens/Ithaca/1335/Soc/w_ary.html
49. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html. http://www.geocities.com/Athens/Ithaca/1335/Soc/w_ary.html
50. Sita Agarwal, Genocide of Women in Hinduism, Sudrastan Books, Jabalpur, 1999. Bu kitabın tüm metnini http://www.dalitstan.org/books/gowh/index.html adresinde bulabilirsiniz.
51. Rig Veda X.18.7., Kane 199-200. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html
52. Daksa Smrti IV.18-19) (Sm.Samu s.30) (1200, s. 65) http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html
53. Brahma Purana.80.75. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html
54. Kim Knott, Hinduizmin ABC'si, Kabalcı Yayınları, Eylül 2000, s. 107
55. Jean-Baptiste Tavernier, Travels in India, Atlantic Publishers, New Delhi, 1989, cilt II, s. 164-165. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html
56. Jean-Baptiste Tavernier, Travels in India, Atlantic Publishers, New Delhi, 1989, cilt II, s. 164-165. http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh5.html
57. "Suttee", Encyclopedia Britannica 2002, Expanded Edition DVD
58. Deccan Herald, "VHP Reviving 'Sati'", 8 Şubat 1999. http://ceras.alternatives.ca/15/altnews.htm
59. Sita Agarwal, Genocide of Women, Sudrastan Books, Jabalpur, 1999, http://www.dalitstan.org/books/gowh/gowh6.html.
60. John Campbell Oman, The Brahmans, Theists and Muslims of India, Delhi 1973, s. 27. Hinduism and Islam, A Comparative Study, Murtahin Billah Fazlie, Islamic Book Service, New Delhi, s. 120
61. Swami Dharma Theertha, History of Hindu Imperialism, Madras 1992, s. Vii.
62. Murtahin Billah Fazlie, Hinduism and Islam, A Comparative Study, Islamic Book Service, New Delhi, s. 121
63. "Child Prostitution in India," Jubilee Action, http://www.jubileeaction.co.uk
64. "Trafficking of The Girl Child in India: Human Trading For Economic Gains", Upala Devi Banerjee, Office of Women in International Development, University of Illinois, http://server.ips.uiuc.edu/ips/wid/index.html.
65. Robert Todd Carroll, The Skeptic's Dictionary, http://skepdic.com/devadasi.html
66. Bernard Lewis, The Middle East, Weidenfeld & Nicolson, London, 1995, s. 210
67. Karen Armstrong, Muhammad: A Biography of The Prophet, Harper Collins Publisher, USA, 1992, s. 191
68. Karen Armstrong, Muhammad: A Biography of The Prophet, Harper Collins Publisher, USA, 1992, s. 199