Dünyanın en eski uygarlıklarından biri olarak kabul edilen Çin, 1.2 milyara yakın nüfusu, Avrupa topraklarının tümüne eşit yüzölçümü ve hızla gelişen ekonomisiyle dünyanın en önemli ülkelerinden biridir. Çin 18. yüzyılın sonlarına kadar Batı kültüründen uzak, dışa kapalı bir ülke olmuştur. Bu nedenle Çin toplumu geleneksel dinlerini ve kültürlerini asırlar boyunca korumuş, ancak 19. yüzyılda ülkeye gelen İngiliz tüccarlar toplum hayatında pek çok değişikliğe neden olmuşlardır. Özellikle de 1949 yılında Komünist Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte Çin çok büyük bir değişim yaşamıştır. Yıllar boyunca Çin'in değişik bölgelerinde hükümet kuvvetlerine karşı gerilla savaşı yürüten ve "kurtarılmış bölge"ler oluşturan Mao Tse-Tung'un militanları, dünyanın ikinci büyük komünist devrimini gerçekleştirmiş ve ülkede iktidarı ele geçirmişlerdir. Mao'nun yönetime gelmesiyle birlikte Çin tüm dünyaya korku salan bir devlete dönüşmüştür. Mao kendi halkını da katliamların, işkencelerin, kıtlıkların, yoksulluğun hakim olduğu bir toplum haline getirmiştir. Mao'dan sonra iktidara gelen yönetimler ise bazı reformlar gerçekleştirip, ekonomik anlamda iyileşmeler sağlamış olsalar da komünist düşünce yapısı Çin toplumu için her zaman için baskın bir kimlik olmuştur.
Çin'deki yerleşik kültür, komünizmin yanı sıra ülkede kabul gören üç dinin etkisi altındadır: Budizm, Konfüçyüsçülük ve Taoizm.
Şamanizm Çin'in en eski dini olarak kabul edilir. Bu batıl din, "Kam" adı verilen Şaman rahiplerinin ruhlarla bağlantı kurdukları ve bu ruhlardan aldıkları sözde güçle geleceği bildirme, kötülükleri savma, hastalıkları iyileştirme, kötü ruhları çıkarma, ölümsüzlüğün yolunu bulma, yaşamı uzatma gibi kabiliyetlere sahip oldukları yönünde çarpık bir temel üzerine kuruludur.
Şamanizm, Konfüçyüsçülüğün ilk ortaya çıkışına kadar Çin toplumu üzerindeki en etkili inanıştı. Ancak Konfüçyüsçülüğün halk arasında kabul görmesi ve dönemin yönetimleri tarafından destek görmesi Şamanizmin toplum üzerindeki etkisini azalttı.
Şamanizm ve Konfüçyüsçülük birbiriyle tamamen zıttır. Konfüçyüsçülük ahlaki bir öğreti gibi gözükmekle birlikte Allah ve ahiret inancını içermeyen batıl bir dindir. Şaman inanışları "Kam"ların gücüne, büyüye, ruhların insanlar üzerindeki iyi ve kötü etkisine büyük yer verirken, Konfüçyüsçülük tam ters yönde bir hayat görüşüne sahiptir. Konfüçyüsçüler "mantık, gerçeklik, düzen, kontrol, denge" gibi değerleri öncelikli görüyor, Şamanları ise düzen bozucu, cahil ve anarşist bir topluluk olarak kabul ediyorlardı. İşte bu nedenle Konfüçyüsçülüğün yükselişi Şamanizmin de düşüşü anlamına geldi. Ancak Şamanizmin güç kaybetmesi, batıl inanışların, büyünün ve dünyevi ölümsüzlüğü arama yönündeki beyhude çabaların ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Özellikle de bazı karışımlar, formüller, ayinler ve büyülerle ölümün engellenebileceği yönündeki saçma inanç Çinliler arasında büyük bir kabul görüyordu. Bazı Çin imparatorlarının da bu yöndeki akıl ve mantık dışı, sapkın ritüelleri desteklemeleri yeni bir batıl dinin ortaya çıkmasına yol açtı. MS 2. yüzyılda büyü, ruhlarla bağlantı, bitki ve çeşitli karışımlarla tedavi gibi batıl uygulamalara yönelen bazı akımlar çeşitli Şaman liderlerinin etrafında birleştiler. Şeytan çıkarma gibi Şamanist uygulamalarda, ölümsüzlüğün formülünü keşfetme gibi hayali uğraşılarda birleşen bu yarı felsefi düşünce "Taoizm" ismi altında halka sunuldu.
Taoizmi ve Çin'i şekillendiren diğer pagan inançları ilerleyen sayfalarda inceleyeceğiz. Ancak bundan önce Çin'in antik dini olan ve diğer pek çok Asyalı halk tarafından da paylaşılan Şamanizmin nasıl bir yanılgı olduğunu incelemekte yarar vardır.
Şamanizm sapkın bir büyü dinidir. Şaman rahipleri ise yanda görülen garip kıyafetleri giyerek ruhların dünyasına girdikleri aldatmacasına başvuran büyücülerdir. Altta, bir Siberyalı Şaman rahip tasvir edilmiştir.
Şamanizm, milattan önceki bin yıllarda Sibirya bölgesinde gelişen ve Orta Asya'daki çeşitli kavimler tarafından benimsenen bir tür putperest dindir. Şamanizmin temelinde iki önemli kavram yatar:
1. Doğadaki her varlığın (taş, toprak, su, ağaç vs.) bir ruhu ve iradesi olduğuna, onun için bunlarla diyalog kurulması gerektiğine inanılır.
2. Bu diyaloğu kurabildiğine inanılan kimse ise "Şaman"dır. Şaman, tütsüler, davul ritimleri veya danslar yoluyla doğadaki cansız maddelerle konuşur, onları kendince ikna eder ve yine kendince çeşitli hastalıkları iyileştirmeye çalışır.
Şamanizmin temeli, yukarıda da belirtildiği gibi doğadaki cansız varlıkların ruh ve kudret sahibi olduklarına inanılmasıdır. Örneğin yağmurun bulutların içindeki ruh tarafından yağdırıldığına veya ateşin kendi içindeki bir ruh tarafından yakılıp sürdürüldüğüne inanılır.
Bu inanç aslında pek çok eski putperest dinde yer almaktadır ve " animizm" olarak bilinir. Animizm, kısaca, doğadaki her varlığın ayrı bir ruh ve ayrı bir ilah olduğu inancıdır. Şaman dini, animizmin Orta Asya'ya özgü bir şeklidir. Bu konuda detaylı araştırmalar yürüten Ivar Paulson isimli antropolog, "Şamanizm gerçekte animist bir ideolojidir" diyerek konuyu özetlemektedir.132
Sibirya ve Orta Asya'daki Şaman inanışlarını inceleyen ve 1980 yılında bir kitap yayınlayan N. A. Alekseev, kitabının "Doğanın ve Temel Güçlerin İlahlaştırılması" adlı bölümünde Şamanizmin garip inancını şöyle anlatmaktadır:
Dünyanın dört bir yanında, özellikle de Asya ve Amerika'da, çeşitli Şaman toplulukları vardır. Ancak yapılan saçma büyüler, sapkın törenler ve garip ritüeller hiç değişmez.
Eski Altay halklarının inançlarına göre, her dağ, her göl veya her nehir kendine ait bir ruh gücüne sahipti. Bu ruhun o bölgeye ve içinde yaşayan hayvanlara hakim olduğu düşünülüyordu. Yine o bölgede yaşayan veya sadece geçip giden insanların da bu ruh tarafından korunduğuna inanılıyordu. Bu ruhların kendi aralarında evlenip çocuk edinebildikleri, dahası insan konuşmalarını anladıkları varsayılır ve bu ruhların hoşnutluğunu kazanmak için çeşitli dualar edilip kurbanlar kesilirdi.133
Görüldüğü gibi Şaman dini tam anlamıyla çok-ilahlı bir şirk dinidir. Bu dine mensup olanlar, sayısız denecek kadar çok ilahın varlığına inanmakta ve bu ilahları hoşnut edebilmek için dualar edip kurbanlar sunmaktadırlar. Her göl, her dağ, her orman ayrı bir ilah olarak görülmekte, hepsine ayrı ayrı tapılmaktadır.
İslam'ın temeli olan " La İlahe İllallah" (Allah'tan başka İlah yoktur) hakikatine tamamen ters olan bu batıl inancın, akla tamamen aykırı olduğu ortadadır. Doğadaki taşın, toprağın veya suyun bir iradesi olmadığı gibi, gerçekte hepsini alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır. Tüm kainatın tek bir Yaratıcısı ve tek bir Hakimi olduğunu kavrayamayan Şamanlar ise, Allah'tan başka sayısız ilahlar edinerek O'na şirk koşmuş insanlardır.
Allah Kuran-ı Kerim'de şirk inancının mantıksızlığını şöyle açıklar:
... O'nunla birlikte hiçbir ilah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını götürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden yücedir." (Müminun Suresi, 91)
Dikkat edilirse, cahiliye dönemi Arapları veya tarihte peygamberlerin muhatap oldukları putperest kavimler ile Şamanizm inancı arasında büyük benzerlik bulunmaktadır. Putperestler doğada "gök tanrısı", "yer tanrısı", "bereket tanrısı", "savaş tanrısı" gibi hayali ilahlar olduğuna inanmış, sonra da bunların birer sembolünü kendi elleriyle yapıp bunlara tapınmışlardır. Şamanizmin tek farkı, varlığına inanılan ilahlar için birer sembol (put) yapılmamasıdır. Bunun yerine "Şaman" adı verilen kişiler doğrudan göğe, yere, denize, göle veya ormana yönelip bunlara tapınıp dua etmişlerdir. Sonuçta her iki öğreti de, Allah'tan başka ilahlar olduğuna inandığı için, şirktir.
Şamanizm inancı, akla ve mantığa tamamen aykırı bir hurafe olmasına rağmen nesilden nesile aktarılmış, her nesil bu inancı atalarından gelen bir gelenek olarak benimsemiştir. Pek çok kavim ve kabile, dağın, taşın veya suyun bir akıl ve iradesi olmadığını görmelerine rağmen, bunlara dua edip kurban sunmaya devam etmiştir.
Aslında "düşünüp akıl ve mantık süzgecinden geçirmeden inanma" gafleti, tüm şirk dinlerinin ortak özelliğidir. Kuran'da Hz. İbrahim ile putperest kavmi arasında geçen konuşma, buna açık bir örnektir:
Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:
Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.
Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz."
Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?"
"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?"
"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (Şuara Suresi, 69-74)
Şamanizm, akla ve mantığa tamamen aykırı bir hurafe olmasına rağmen nesilden nesile aktarılmış, her nesil bu inancı atalarından gelen bir gelenek olarak benimsemiştir. Asırlar öncesinin sapkın törenleri günümüzde de birebir aynı şekilde uygulanmaktadır.
Şamanizmin temelinde doğadaki nesnelerin ilah olarak kabul edilmesi hurafesi yatar. Bu inanç, Şamanları oldukça garip ibadetlere sürüklemiştir:
Şamanlar, "dağ ruhları" (tag-azi) ve "su ruhları" (shug-azi) olduğuna inanırlardı. Her kabilenin kendine ait bir dağı ve bu dağın bir ruhu olduğuna inanılır ve bu ruhun kabile üyelerini koruduğu düşünülürdü. Her üç yılda bir bu dağın üzerinde kurban ayinleri düzenlenirdi… Suların ruhu ise uzun kollu çıplak bir kadın olarak hayal ediliyordu… Bu kadın-ilahın rahat etmesi için nehir kenarlarına taşlardan ve kuru dallardan oturaklar yapılırdı. Kulübeye benzeyen bu yapıların içine su ilahını memnun etmek için değerli taşlar, halılar veya at tüyleri sunak olarak yerleştirilirdi. Özellikle bir nehri geçmeden önce (boğulmaktan koruması için) su ilahına bu gibi ayinler yapılırdı.134
Şamanların su ilahı dedikleri hayali tanrıya olan inançları, aynen "bereket tanrısı"na inanan putperestlerin inancına benzemektedir. Antropolog S. M. Malinovskaya'nın belirttiğine göre, Şamanlar bir yerde balık avlamadan önce, avlanmanın bereketli olması için su ilahına bir hediye veya kurban sunmaktadırlar.135
Şaman dininin bir başka saçma inancı, diğer pek çok putperest dinde de rastlanan "ateş kültü"dür. Ateşin de bir ruhu olduğuna, bu ruhu hoşnut etmek gerektiğine inanan Şamanlar, ateşe kurban veya hediye sunmak gibi geleneklere sahiptirler.
Lehtisalo adlı antropoloğun 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yürüttüğü araştırmalara göre, Şamanlar ateşin canlı bir varlık olduğuna inanıyorlar, hatta onu metafizik güçleri olan yaşlı bir kadın olarak görüyorlardı. Ateşin alevleri bu kadının hareketleri olarak anlaşılıyordu. Eğer birisi ateşe kül atarsa veya üzerine tükürürse, ateşin öfkeleneceği ve sonra yangın çıkararak intikam alacağından korkuluyordu. Çocuklara, süt dişleri döküldüğünde bu dişleri ateşe atmaları ve "ateş büyükanne"den yeni dişler istemeleri tembihlenirdi. Ateşten aynı zamanda oldukça korkuluyor ve "eğer suçluysam ateş büyükanne beni cezalandırsın" anlamında yeminler ediliyordu.136
Sibirya'daki Şaman kavimlerden biri olan Tuvanlar, "ateş bayramı" dedikleri bir bayram düzenliyorlar ve bu ayinlerde Şamanlar ateşe kurbanlar sunarak onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışıyorlardı. Ateşe genellikle bir kuzu veya buzağı sunulurdu. Ateşe ne kadar çok yağ sunarlar ve onu ne kadar çok beslerlerse, gelecek yıl ateş ruhunun kendilerine o kadar sağlık ve mutluluk vereceğine inanırlardı.137
Yakut soyundan gelen Şamanlar ise "Uat iccite" dedikleri ateş ruhunu iyice gözlerinde büyütmüşler ve onu aynı Mecusilikteki gibi bir "ateş tanrısı"na dönüştürmüşlerdi. Anatolij Ignatevia Gogolev Yakutların hayatını anlattığı kitabında bu konuyu şöyle anlatıyor:
Yakutlar ateşin tüm konuşmaları anladığını, kendisine yapılan duaları duyup cevaplandırdığını düşünürlerdi. Dolayısıyla ateşe karşı bir saygısızlık yapmak son derece tehlikeli addedilirdi. Ateş canlı bir ilah olarak kabul edildiği için, onu demir bir çubukla deşmek çok büyük bir saygısızlık sayılırdı. Ev kadınları ateşi tatmin etmeye büyük önem verirler, bunun için pişirdikleri her yiyecekten bir parçayı ateşe sunarlardı.138
Şamanların bir başka özelliği, kadınları ve kız çocuklarını manen "kirli" varlıklar olarak görmeleriydi. Öyleki, adeta bir ilah olarak görüp sunaklar sundukları ateşin, kadınlar veya kız çocuklar tarafından üzerine basılıp sözde "kirletilmesini" yasaklamışlardı. Rusya İnsan Bilimleri Eğitim Üniversitesi'nde (Russian Humanities Educational University) Nenet dilleri uzmanı olan Prof. M. Ya Barmich kitabında bu konuyu şöyle açıklar:
Ateş kültüyle ilgili Şaman tabuları, ateşe saygı duyma ve onu kirletmeme mantıklarına dayalıydı. Öyleki insanların ateşin üzerine suyu ani biçimde dökmeleri, ateşe doğru tükürmeleri veya yerdeki tozları ateşe doğru süpürmeleri yasaklanmıştı. Ateşi ve yanan odunları metal nesnelerle sertçe karıştırmak da büyük saygısızlık olarak görülüyordu. Kadınların ve kız çocuklarının ateşin üzerine basmaları da yasaktı, çünkü kadınlar kirli olarak görülüyor ve ateşi kirletecekleri düşünülüyordu.139
Görüldüğü gibi Şamanizm, bir cahiliye inancıdır. Nasıl Araplar cahiliye devrinde putlara tapınmışlar, Allah'tan başka varlıklarda güç vehmederek onları ilah saymışlarsa, Şamanlar da hurafelerle dolu bir inanç içinde dağı, taşı, toprağı, ateşi ilah kabul ederek sapmışlardır.
Cahiliyenin temel özelliklerinden biri akletmemektir. Putlara tapan veya doğadaki varlıklarda ilahlık vehmeden kişiler, tüm bunların Allah'ın yarattığı varlıklar olduklarını, kendi başlarına bir iradeleri bulunmadığını anlayamadıkları, yani akledemedikleri için, kendilerince güçlü gördükleri varlıklara tapınırlar. Ateşe veya Ay'a ve Güneş'e tapınan insanların hepsi, bu akılsızlık içinde kalmış ve davranmıştır. Allah, Kuran-ı Kerim'de yaratılanlara tapınan insanların bu akılsızlığını, Güneş'e ve Ay'a tapınan kavimlerden söz ederken şöyle haber verir:
Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Siz Güneş'e de, Ay'a da secde etmeyin. Allah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz." (Fussilet Suresi, 37)
Eski çağlarda Şamanizmin batıl inançları ile yoğrulan Çin topraklarında, daha sonra halen hüküm süren üç ayrı din egemen olmuştur: Konfüçyüsçülük, Taoizm ve Budizm. Ancak bu üç farklı batıl inanış Çin kültürü içinde kaynaşmış, birbirlerinin gelenek ve uygulamalarını almıştır. Bu nedenle de Çin dinlerini inceleyen birçok araştırmacı bu üç dini birlikte ele almayı tercih ederler. Bu dinlerden bir tanesi Budizmdir. Hinduizme tepki olarak ortaya çıkan Budizm zaman içinde Çin topraklarına da girmiş, yerleşik Çin dinleriyle çok köklü bir şekilde birleşmiş ve Çin Budizmi adını almıştır. Budizmin Buda'ya sözde bir ilah gibi tapınmayı öngören inanışlarını, insanı yokluk ve sefalet içinde yaşamaya teşvik eden batıl uygulamalarını İslam ve Budizm isimli kitabımızda detaylı olarak incelemiştik.
Bu üç batıl dinin karşılıklı ilişkileri, "üç din tek dindir" şeklindeki bir Çin özdeyişiyle ifade edilmektedir. Çinlilerin büyük bölümü bu batıl inanç şekillerinin her birini diğerinin tamamlayıcısı olarak görürler. Konfüçyüsçülük tamamen toplum yaşamını ve devlet yönetimini düzenlemeye yönelik sosyal bir düzen üzerinde yoğunlaşırken, Taoculuk ile Budizm ritüelleri, ayinleri, batıl inanışları ile insanın iç dünyasını, günlük yaşamını, ruhsal yönünü temel alırlar. Ancak Çin'de çok sayıda Budist bulunmasına rağmen, bu asılsız inanç şekli temelde Hindu öğeler taşıdığı için Çinliler tarafından milli din olarak kabul görmemektedir. Bu nedenle de Çin kültürü daha ziyade Konfüçyüsçülük ve Taoculuk çevresinde şekillenir.
Konfüçyüs
Konfüçyüsçülük günümüzde yaklaşık 200 milyon kişi tarafından kabul gören, Çin kültürü içinde köklü bir temele sahip olan toplumsal sistemin adıdır. Japonya, Burma ve Tayland gibi ülkelerde de etkin olan bu öğreti, 4000 yıllık Çin tarihinde yer alan çeşitli batıl dinlerin kurallaştırılmış ve sistemleştirilmiş şeklinden oluşmaktadır.
Geleneklere dayanan ve birçok saçma öğretiyi içeren Çin dinleri her çeşit hayali ilaha, ataların ruhlarına, toprağın, suların, dağların, ormanların ve tabiatın bir ruhunun olduğuna inanma üzerine bina edilmişti. Batıl ritüeller, tapınmalar, büyücülük, falcılık, kahinlik Çin toplumu arasında çok yaygındı. Genelde tarımla uğraşan Çin halkı bereket, kıtlık, zenginlik ve fakirlik nedeni olarak gördükleri tabiata cahilce tapınıyorlardı. Ayrıca dünya üzerinde meydana gelen olayları gökteki yıldızlarla ilgili gördüklerinden yıldızları da sözde birer ilah olarak kabul ediyorlardı. Ölmüş atalarının ruhlarını ise herşeyin üstünde tutuyorlardı. Onların, insanların yaşayışları üzerinde olumlu ya da olumsuz anlamda etkili olduklarına ve etrafta görünmeden dolaştıklarına inanıyorlardı.
Tüm bu putların yanı sıra günümüzde Çin inanışlarında "T'ien" adı verilen kendilerince daha yüce gördükleri bir ilah da mevcuttur. Çinliler diğer bütün hayali ilahların T'ien'e bağlı olduğuna ve onun emriyle çalıştığına inanırlar. Ancak önceki bölümde de belirttiğimiz gibi bu inanış ilahi dinlerdeki tevhid inancına (bir ve tek olarak Allah'a iman etmek) tamamen aykırıdır, Kuran'da tarif edilen putperest toplumlarla aynı özellikler taşımaktadır. Çünkü tevhid inancına sahip olan iman sahipleri, tek güç ve kudret sahibi olarak Rabbimiz'e teslim olur, sadece Allah'tan yardım ister, sadece Allah'tan korkar ve her türlü kusur ve eksiklikten münezzeh olan yüce Rabbimiz'i tüm kalpleriyle severler. Putperestler ise Allah'tan başka varlıklara çeşitli güçler ithaf eder, onlara saygı gösterilerinde bulunur, onlardan yardım dilerler. Putperest Çin halkı da uydurma ilahlarına tapınır, onlar için ayinler düzenler, hediyeler ve yiyecekler sunar, ihtiyaçlarını onlardan talep ederler. Allah atalarının yolunu izleyip, şuursuzca şirk koşan insanların durumlarını Kuran'da şu şekilde haber vermektedir:
Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili 'hiçbir delil' indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir. (Necm Suresi, 23)
İmparator Ch'in Shih Huang Ti'nin, yazılı metinleri yaktırıp rahipleri katledişini tasvir eden bir illüstrasyon.
Bu batıl geleneksel dinleri temel alan Konfüçyüsçülük, 2500 yıldır Çin'de hüküm sürmektedir ve hemen her Çinlinin yaşamında en önemli yol gösterici olarak kabul edilmektedir.
Konfüçyüsçülük Allah katından vahyedilmiş hak bir din değil, Çinli düşünür Konfüçyüs tarafından ortaya konan ahlaki bir sistemdir. Batı'da Konfüçyüs 140 adıyla tanınan K'ung Çeu'nun (MÖ 551-479) ortaya koyduğu bu sistem, dini konulardan, ölümden, ahiret hayatından hiç bahsetmez. Zaman içinde aslı batıla dayalı bir din halini almış ve Uzak Doğu'nun birçok ülkesine yayılmıştır.
Çin'in Shantung eyaletinde doğan Konfüçyüs, Hıristiyanlığın doğuşundan yaklaşık beş yüz yıl önce, Chou Hanedanlığı döneminde (MÖ 1027-256) yaşamıştır. Onun öncelikli amacı Chou Hanedanlığının ilk zamanlarına özgü sözde ahlak değerleri tekrar canlandırmaktı. Ona göre Chou Hanedanlığının ilk yılları "altın çağ"dı. O dönemin ülkülerini canlandırmanın, Çin'in birliğini yeniden sağlamanın tek yolu olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle yeni bir anlayış ortaya koymaktansa, asırlardır Çin topraklarında hüküm süren inanışları, gelenekleri, törenleri bir toplumsal sistem haline getirmeye karar verdi. Konfüçyüs yeni kurduğu bu sistemde sadece toplum düzenine ağırlık verdi. Aile içi ilişkileri, öğrenci-öğretmen ilişkisini ve halkın devletle olan ilişkisini belli bir zemin üzerine oturtmayı hedefledi. Ancak bu hedefini gerçekleştirirken, geçmiş dinlerde yer alan birçok batıl inancı da aynen hayata geçirdi. Atalara tapınma, sunularda bulunma, kadınları ikinci sınıf insan olarak görme bu batıl inanışlardan bazılarıydı. Konfüçyüs'ün Çin'de yaşanan ve vahye dayanmayan batıl dinlerden miras aldığı daha sapkın öğretiler de mevcuttu. Geçmiş Çin dinlerinde ahiret hayatı, hesap günü, kader, cennet ve cehennem inançları olmadığı için Konfüçyüs de yeni oluşturduğu sapkın sistemde Allah'ın ilahi kitaplarında bildirdiği bu gerçeklerden hiçbir şekilde bahsetmedi. Kendisine bu konularda soru soranlara cevap vermedi ve hiçbir yorumda bulunmadı.141 Oysa Konfüçyüs'ün kurmaya çalıştığı sistemin başarıya ulaşması mümkün değildi. İlerleyen bölümlerde daha detaylı olarak göreceğimiz gibi güzel bir ahlaka sahip olabilmek ancak Allah'tan korkmakla mümkündür. Bir insanın güzel ahlaka sahip olması ve bu konuda istikrarlı olması için derin bir Allah sevgisi ile birlikte güçlü bir Allah korkusu taşıması gerekir.
Maoistler Çin'in dört bir yanında Konfüçyüs aleyhtarı gösteriler düzenlemiş, Konfüçyüsçülüğün Çin topraklarından kalkması için her türlü baskı yöntemini denemişlerdir.
Chou Hanedanlığının ilk yıllarının en önemli özelliği olan siyasal birlik ve siyasal güç, hanedanlığı oluşturan kent devletleri arasındaki çatışmalarla, kimi devletlerin yayılmacı saldırılarıyla, göçebe toplulukların akınlarıyla büyük ölçüde zarar görmüştü. Konfüçyüs'ün kenti işgalcilerin denetimi altına girmişti. Bu dönemde Konfüçyüs küçük bir izleyici topluluğunun eşliğinde gittiği saraylarda yöneticilere öğütlerde bulunarak gezginci öğreticilik yapmaya başladı. Kısa zamanda topladığı ilgi ile önce hakim oldu ardından adalet bakanlığında göreve getirildi. Bu dönemde devlet mekanizmasının işleyişinde Konfüçyüs'ün batıl toplum sistemi büyük bir güç kazandı. Ancak bir süre sonra yerleştirmeye çalıştığı çarpık sistem bazı çevrelerde rahatsızlık oluşturdu ve görevden çekilmek zorunda kaldı. Bunun ardından hayatının sonuna kadar çevresindeki insanlara batıl ahlak anlayışını anlattı ve MÖ 478 yılında 74 yaşındayken öldü.
Konfüçyüs'ün ölümünden iki yüzyıl sonra Çin'de Sung Hanedanı kuruldu. Sung Hanedanı Çin'in bir ucundan öteki ucuna kadar bütün eyaletleri kontrolü altına aldı. Ancak Konfüçyüs'ün izinden gidenleri tasfiye etme konusunda istedikleri kadar başarılı olamadılar. Bu yüzden, bir tanesi dışında Konfüçyüs'ün bütün kitaplarını yaktılar. Ayrıca yüzlerce Konfüçyüs takipçisini de diri diri yaktılar. Fakat Han Hanedanı kurulunca Konfüçyüs öğretisine karşı çok saygılı bir tutum benimsendi. Konfüçyüs arkasında hiçbir yazılı metin bırakmamıştı. Ancak öğrencileri Konfüçyüs'e ait olduğunu iddia ettikleri sözlerden oluşan eserler oluşturup Han Hanedanı döneminde Büyük Bilgi ve Orta Yol Doktrini isimleriyle yayınladılar.
Han İmparatorluğu zamanında Konfüçyüsçülük Çin'in resmi dini haline geldi ve bu iki bin yıl kadar devam etti. Konfüçyüsçülük bu süreç içinde çok büyük değişimlere uğradı. İmparator "Göğün Oğlu" ismiyle (Allah'ı tenzih ederiz) bu dinin başrahibi olarak kabul edildi. Sapkınca göğe ve yere tapınma anlayışı da zaman içinde öğretiye dahil edildi. Asırlar boyunca Çin İmparatorluğu'nun neredeyse tüm kurumları, gelenekleri ve yerleşik düzeni Konfüçyüs'ün batıl ahlaki anlayışına dayanmıştır. 1313'ten 1905'e kadar olan devlet görevliliği sınavları Konfüçyüs'ün Dört Kitap diye bilinen yapıtlarını okumayı gerektirmiş, 1912 yılına kadar bu ahlaki sistemin okullarda öğretilmesi zorunlu olmuştur. Bunun sonucunda da sadece dünya hayatına yönelik yaşam süren, ölüm, ahiret ve hesap günü gibi konular üzerinde hiç düşünmeyen, mutluluğu sapkın ritüellerde arayan nesiller ortaya çıkmıştır.
Konfüçyüsçülüğün Çin toplumu üzerindeki etkisi 1911 yılında İmparatorluğun ortadan kalkmasıyla zayıfladı. Mao döneminde ise Konfüçyüsçülük büyük bir düşman olarak görüldü. Mao ilk önce ülke içindeki tüm dini kurumları devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağladı. Ardından bu dini kurumları "Maoizm propaganda merkezi" haline getirdi. Mao, tüm ibadethaneleri yıktı, tüm dini kitapları yaktırdı, Konfüçyüsçüleri yakın bir takibata aldırdı. Ancak Mao'nun ardından gelen yönetimlerde bu baskı yavaş yavaş azaldı. Özellikle de son yıllarda Çin'de Konfüçyüs batıl prensipleri tekrar yaşamda yerini almaya başladı. Günümüzde resmi olmamakla birlikte Konfüçyüsçülük Çin'de hala kamu hayatındaki güçlü konumunu devam ettirmektedir. On milyon kadar mensubu bulunduğu Japonya'da da halk tarafından büyük bir kabul görmektedir.
Konfüçyüs'ün yazılı kaynaklarda aktarılan yaşamı çeşitli efsanelerle doludur. Bunun sebebi onun yaşadığı döneme ait herhangi bir yazılı kaynağın bulunmayışı, tüm yazılanların sözlü olarak aktarılan rivayetlere dayanmasıdır. Elimizde, onun ölümünden sonra geliştirilmiş ve pek çok yönüyle takipçileri tarafından elden geçirilmiş, tahrif edilmiş ve yeniden düzenlenmiş açıklamalar vardır. Konfüçyüsçülük dendiği zaman herkesin aklına bu özdeyişler gelir. Konfüçyüs'e atfedilen özdeyişlerin ona ait olup olmadığını saptamak da mümkün değildir. Ancak Konfüçyüsçülüğün temel inanışlarını bu sözlerden anlamak mümkündür.
* Allah İnancı ve Konfüçyüs
Konfüçyüs hakkında yazılan eserlerde onun Allah inancına sahip olduğu, "Gök Tanrısı" olarak isimlendirdiği yaratıcı bir varlığa inandığı yönünde açıklamalara rastlamak mümkündür. Ancak Konfüçyüs'e ait olduğu iddia edilen kitaplarda, özdeyişlerde Allah inancından hemen hiç bahsedilmemektedir. Konfüçyüs insanlara erdemli birer birey olmayı öğütlemekte, toplum düzenini bozan davranışları tarif etmekte, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar getirmektedir. Bunun dışında bir açıklamada bulunmaz, sorulan sorulara cevap vermez, hatta ölüm, kader gibi konulardaki soruları gözardı eder. Bu anlayışı da "her insanın doğuştan iyi olduğu, bu nedenle de ilahi bir yol göstericiye gerek olmadığı" yönündeki sapkın bir inanışa dayandırır.
Oysa güzel bir ahlaka sahip olabilmek ancak Allah'tan korkmakla ve O'nun emirlerine kesin olarak boyun eğmekle mümkündür. Bir insanın güzel ahlaka sahip olması ve bunu kararlılıkla sürdürebilmesi için, derin bir Allah sevgisi ile birlikte güçlü bir Allah korkusu taşıması gerekir. Allah'tan gereği gibi korkabilmek ise, Allah'ın büyüklüğünü, şanını ve azametini, sonsuz ilim ve kudretini, kulları üzerindeki kayıtsız şartsız güç ve hakimiyetini, dilediğini dilediği gibi gerçekleştirebileceğini sürekli akılda tutmakla, Allah'ın vaadine, tehdidine, hesap gününe, cezasının şiddetine, cehennem azabının sonsuzluğuna kesin olarak iman etmekle mümkündür. Bu iman, güçlü bir Allah korkusunu doğurur. Bu korku da insanın tüm tavır ve davranışlarını, hareket ve konuşmalarını Allah'ın beğendiği, hoşnut olduğu ahlak doğrultusunda düzenlemesini sağlar. Allah'tan korkan kişi O'nun sınırlarını korumaya karşı derin bir hassasiyet içinde olur.
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?
(Nahl Suresi, 52)
Allah'tan korkmayan insanlar ise, Allah'ın beğenmediği her türlü tavrı gösterebilirler. Örneğin Konfüçyüsçülüğün kurallarına uyan bir insan, kişisel çıkarlarıyla çatıştığında kolaylıkla bu toplumsal kuralların tersini yapabilir. Dürüst olması gereken yerde yalan söyleyebilir, ihtiyaç içindeyken hırsızlık yapabilir, rüşvet verebilir. Çünkü onu engelleyen hiçbir şey yoktur. Allah'a hesap vereceğini unutmuş bir insanın dürüstlük göstermesi, insanlara fedakarlıkta bulunması, adil ve namuslu olması, kısacası güzel ahlaklı olması için hiçbir nedeni yoktur. Onun tüm ahlakını yalnızca kendi kişisel hırsları ve çıkarları şekillendirir. Ve ölümlü insanlara güzel ahlak göstermenin onun için bir anlamı olamaz. Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edemediğinden, Allah'ın azabı onun için caydırıcı bir unsur olmaz. Allah'tan korkmadığı ve karşılık göreceğini düşünmediği için haddi aşmada, insanlara zalimce bir tavır göstermede hiçbir sınır tanımaz ve alabildiğine azgın bir karakter sergiler. Allah'ın azametini ve intikam alacağını aklına getirmediği için rahatlıkla Allah'ın sınırlarını aşar. Bu nedenlerden dolayı Allah korkusu olmayan insanlar, hangi toplumsal sistem içinde yaşarlarsa yaşasınlar, her türlü günaha ve ahlaki bozukluğa açıktırlar.
Allah inancına ve korkusuna sahip olmayan insan için tüm dünya kaos ve belirsizliklerden oluşur. Herşeyin tesadüfler sonucu geliştiğini, etrafında olup biten olayların da başıboş işlediğini sanır. Bu durumda hiçbir zaman gerçek bir emniyet ve huzur duygusu yaşayamaz. Çünkü her an başına bir şeyler gelebileceğini, onu üzecek, yıpratacak, zarar verecek olayların gelişebileceğini düşünür. Gelecekle ilgili sayısız endişeleri ve korkuları vardır. Örneğin amansız bir hastalığa yakalanabilir, tüm parasını kaybedebilir ya da sevdiği bir insandan ayrılabilir. Veya hiç ummadığı felaketler kendisinin ya da yakınlarının başına gelebilir. Tüm bu muhtemel olayları kontrolsüz zannettiği için her birinden ayrı ayrı endişe ve tedirginlik duyar. Her birini kendi kontrolü altına almanın mümkün olmadığını da bildiği için büyük bir çaresizlik ve ümitsizlik içine düşer. Etrafında kendisini ezmeye, alt etmeye çalışacak sayısız rakipleri vardır. Bunlarla başa çıkabilmesi mümkün değildir. İnsanların kendisi hakkında ne düşündüğüne kadar herşeyi tek tek hesaplamak zorundadır. Bu, ona tarifsiz bir gerilim ve stres yaşatır. Oysa yalnızca Allah'tan korkan bir insan saydığımız bu korkuların hiçbiriyle muhatap olmaz. Allah korkusu ve iman bu korkuların hepsini ortadan kaldırır. Herşeyin sahibinin ve yaratıcısının Allah olduğunu, olayların Allah'ın kontrolünde ve çizdiği kader doğrultusunda geliştiğini, Kendisi'ne inanıp güvenen kullarını Allah'ın koruyup kollayacağını bilmek iman eden bir insanı her türlü korku ve bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturur. Bu nedenledir ki, Hz. İbrahim, putperest olan babasının batıl inancını şöyle vurgulamıştır:
Hani (İbrahim) babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42)
* Sadece Dünya Hayatına Dair Konular Üzerinde Durmak
Konfüçyüs yukarıda bahsettiğimiz gibi ölüm, ahiret hayatı, cennet cehennem inancı ve kader gibi konulardan hiç bahsetmemiştir. Onun için öncelikli olan her zaman toplum düzeni olmuştur. Kendisine ölümle, kaderle ilgili sorulan sorulara hiç ilgi göstermemiş, bu konuları düşünmenin gerekli olmadığını ifade etmiştir. Ölüm hakkında yorum yapmaktan her zaman uzak durmuş, insanları Allah korkusundan ve ahiret inancından uzaklaştırarak sadece dünyadaki hayatları için çaba sarf etmeye yöneltmiştir.
Oysa ölüm ve öldükten sonra insanın nelerle karşılaşacağı hakkında hiç düşünmemek çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü hiçbir insanın ölümden kaçışı mümkün değildir. Her canlı varlık bir gün ölmek üzere doğar. Kimileri çok küçük yaşta, kimileri genç, kimileri de ileri yaşlarda bu dünyayı terk ederler. Kimsenin sahip olduğu malı-mülkü, serveti, makamı, şöhreti, kuvveti ve güzelliği ölümü kendisinden uzaklaştıramaz. Allah bir ayetinde şu şekilde buyurmuştur:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' Bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız… (Enam Suresi, 94)
Herkes istisnasız ölüme boyun eğmiştir ve bundan sonra da eğmeye devam edecektir. Konfüçyüsçülükte de olduğu gibi bazı insanlar ölümü düşünmemekle kazançta oldukları yanılgısına düşerler. İnsanlar arasında düşünülmediği sürece, ölümle karşılaşılmayacağı gibi batıl bir inanç gelişmiştir. Kuran'da bu durum şu ayetle haber verilir:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Oysa bu kişiler, hayattayken ölümü düşünmekten ne kadar kaçarlarsa, ölümün gerçeğiyle karşılaştıklarında yaşayacakları azap da o kadar şiddetli olur. Bu dünyadaki gafletleri ne kadar büyükse, ölüm anında, kıyamet gününde ve ebedi azaptaki dehşet, şaşkınlık ve azapları o derece büyük olur.
* Atalara Tapınma
Bir "Atalara Tapınma" dini olan Konfüçyüsçülüğün günümüzdeki takipçileri, batıl dinlerinin kurucusunun doğum gününü çeşitli törenlerle kutlarlar.
Konfüçyüs aile içindeki ilişkileri geleneksel Çin dinlerinden yola çıkarak yeni bir sisteme oturtmuştur. Ancak eski Çin dinlerinden kaynaklanan atalara saygı konusundaki batıl uygulamaları da bu sistemin içine dahil etmiş, törenler ve kurban ayinleri yeni kurulan sistemin önemli bir parçası haline gelmiştir.
Konfüçyüsçülükte ataların ruhlarına tapınma önemli bir yer tutar. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Çin'de evlerde atalara ait bir köşe bulunmaktadır. "Ecdad levhaları" adı verilen tabletler bu köşede saklanır. Levhalarda ölmüş ataların isimleri yazılır. Çinliler bu levhaların önünde kurban takdim eder, adaklarda bulunurlar, düğün merasimleri burada yapılır. Meyveler, şarap, pişirdikleri yemekler bu levhaların önüne konur. Ataların ruhlarının buralarda dinlendiklerine inanırlar. Bunun yanı sıra her yerel topluluğun ortak ataları için yılda iki kez ayinler düzenlerler. Danslar ve müziklerle atalarını mutlu etmeye çalışırlar. Bu saygı gösterilerinin nedeni ruhların ancak bu şekilde mutlu olacağına, huzur bulabileceklerine olan batıl inançlarıdır. Hiç kimse bu sunularda bulunmanın akıl ve mantıkla ne kadar çeliştiği üzerinde düşünmez. Kendileriyle iletişim kurduğuna inandıkları ruhların hiçbir güçleri olmadığını, insan hayatı üzerinde hiçbir etkileri olamayacağını akıllarına getirmezler. Gözleri kapalı bir şekilde, şuursuzca, ezbere bildikleri ritüelleri yerine getirirler. Bir kişinin rasyonel bir eğitim görmesi, bilimsel düşünceyle ilgilenmesi de aynı mantık dışı ritüelleri uygulamasını engellemez. Çünkü ataların ruhuna ibadet, tüm Çin halkı için yerine getirilmesi gereken kesin bir emir gibidir.
Konfüçyüs de sözde onurlandırmak amacıyla adına ayinler düzenlenen ruhlardan biridir. Günümüzde Konfüçyüs için düzenlenen ayinler aynı şekilde devam etmektedir. Pekin İmparatorluk Üniversitesindeki bir tapınakta Konfüçyüs'ün tabletleri bulunmaktadır. Ve senede iki kez imparator bu tapınağa resmi bir heyet eşliğinde giderek yiyecekler sunmakta ve saygısını ifade eden konuşmalar yapmaktadır.142
Atalara tapınma derecesinde saygı ve sevgi gösterilerinde bulunma Çin dinlerinde putperest bir ritüel halini almıştır. Çin toplumu insanları sözde kutsallaştırıp, hayali bir ilah olarak kabul etme yönündeki inanışları atalarından miras almıştır ve aynı sapkınlığı asırlardır devam ettirmektedir. Doğru olup olmadığını düşünmeden yüzyıllardır bu anlamsız ritüeli uygulamaktadırlar. Allah ayetlerde geçmiş kavimlerin de atalarının sapkın uygulamalarını devam ettirdiklerini şu şekilde bildirmektedir:
Çünkü onlar, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı. Kendileri de onların izleri üzerinde koşturup-duruyorlardı. (Saffat Suresi, 69-70)
Konfüçyüs'ün yerleştirmek istediği ahlaki sistem yukarıda saydığımız batıl özelliklerinin yanı sıra Kuran ahlakıyla uyan birtakım öğütleri de içermektedir. Toplumdaki düzeni sağlamayı, insanlar arasındaki ilişkileri sevgi ve saygı temeline oturtmayı, sorumluluk bilincini oluşturmayı ve dürüst, çalışkan bireyler oluşturmayı hedefleyen Konfüçyüs, Çin toplumunda ahlaki anlamda bazı anlayışların oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
* Aile ilişkilerine önem vermiştir. Çocuğun ebeveynlerine, ebeveynlerin de çocuklarına sevgi ve saygı ile yaklaşmasının önemi üzerinde durmuştur.
* Her bireyin kendi sorumluluğunu eksiksizce yerine getirmesini öğütlemiş, sorumluluk bilincinin toplumun ilerlemesindeki rolüne dikkat çekmiştir. Her insanın görevini gerektiği gibi yapmasının toplumsal sorunların çok büyük bir bölümünü çözeceğini söylemiştir.
* Konfüçyüs'ün iyilik kavramının merkezinde "yen", yani iyilikseverlik ya da insan sevgisi düşüncesi vardır. İnsanların birbirlerine iyilik yapmalarını, fedakarlıkta bulunmayı, sevgi dolu olmayı tavsiye etmiştir.
* Sadakatin üzerinde durmuş, aile içinde, iş hayatında, devletle ilişkilerde ve arkadaşlıklarda sadık olmayı tavsiye etmiştir.
* İnsan ilişkilerinde adaletle davranmayı, adaletsizliğe de adaletle karşılık vermeyi öğütlemiştir.
* "Kişinin kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkalarına da yapmaması" yönündeki tavsiyesi Konfüçyüsçülüğün temel özelliklerinden birini oluşturmuştur.
Bu olumlu özellikler Konfüçyüsçülüğün bir ahlak felsefesi olarak kabul edilmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak belirttiğimiz gibi, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'e iman üzerine bina edilmemiş ve Allah korkusu üzerine kurulmamış bir felsefenin insanları kurtuluşa götürmesi mümkün değildir. İnsanlar ancak Allah'a samimiyetle iman edip teslim olduklarında hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında gerçek mutluluğa ulaşabilirler.
Önceki bölümde de vurguladığımız gibi Konfüçyüsçülüğün ortaya çıkışıyla Çin toplumu üzerindeki etkisini yitiren Şamanizm, bir süre sonra Taoizm adı altında toplum içindeki yerini aldı. Taoizm asırlardır süregelen batıl Çin kültürünü temsil ediyordu. Nitekim Konfüçyüsçülük devlet kadroları ve eğitimli kesimler üzerinde daha etkili olurken, Taoizm her zaman geniş kitleleri içine alan popüler bir inanç oldu.
Taoizm günümüzde Çin, Japonya, Kuzey ve Güney Kore'de yaygın bir din olmasına karşın, taraftarlarının büyük bir çoğunluğu Güney Kore'de yaşamaktadır. Dünya üzerinde yaklaşık olarak 20 milyon civarında Taoist olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayı bazı istatistiklerde 95 milyona kadar çıkmaktadır. Çünkü Çin'de çeşitli dinler birbirine karışmıştır ve Taoistlerin tam olarak sayısını belirlemek mümkün değildir. Taoizm sadece Uzak Doğu ülkeleriyle sınırlı kalmamış, dünyanın dört bir yanındaki insanlar üzerinde etkili olmuştur. Ancak bu etki Taoizmi bir din olarak kabul etmekten ziyade, Tao kültürünün çeşitli öğelerini kabul etmek şeklinde olmuştur. Örneğin akupunktur, bitkisel tedavi, fal, meditasyon, astroloji gibi Taoist öğretilerin Batı kültürü üzerinde köklü etkileri vardır.
Taoizmin MÖ 500'lü yıllarda yaşadığı düşünülen, fakat yaşamı hakkında hiçbir bilgi bulunmayan, (hatta yaşayıp yaşamadığı dahi şüpheli olan) Lao-Tse isimli bir kişi tarafından kurulduğu kabul edilir. Çeşitli kaynaklarda Lao-Tse'nin bir arşiv memuru olduğu, yaşlandığında Batıya göç ettiği, Tao ve Fazilet isimli kitabını ise bir gümrükçüye yazdırdığı iddia edilir. Taoistler Tao-teh-King isimli bir metni kutsal kabul ederler. İki bölümden oluşan bu metin yaklaşık 5000 kelimedir. Bu kitabın Lao-Tse tarafından yazıldığı kabul edilir.
Taoizmin kurucusu Lao Tse'yu temsil eden bir heykel
Taoizm insanları barışa, huzura ve dengeli yaşama götüren bir yol olarak sunulur. Oysa bu tanım gerçekleri yansıtmaz. Çünkü mistik Taoist kavramlar ve felsefi yorumların insanı amaçsızlığa, eylemsizliğe, boş uğraşılara, büyü ve fal gibi batıl inançlara sürüklemekten başka bir sonucu yoktur.
Asırlardır kuşaktan kuşağa aktarılan geleneklerin, Konfüçyüsçülüğün ve Budizmin etkisiyle şekil değiştiren Taoizmin tanımını yapmak zordur. Genel kabul gören tanıma göre Tao insanın hayatı boyunca izlemek zorunda olduğu yoldur. Yani çeşitli prensipler üzerine kurulu olan bir davranış şeklidir. Ancak bu prensipler Allah'ın vahyine dayanmayan, insan yapımı prensiplerdir. Bu nedenle de içinde birçok çelişkiler, saçmalıklar, akıl ve mantıkla ters düşen izahlar bulunmaktadır.
Taoistler insanın, Tao olarak adlandırdıkları kozmik sürecin bir parçası olduğuna inanırlar. İnsanın hayattaki en temel seçimi ise bu gerçeği kabul edip Tao ile bir olmak ya da direnip Tao'nun dışında kalmaktır. Onlara göre insan Tao'dan var olmuştur ve Tao'ya geri dönecektir. Bu batıl inanışa göre Tao, herşeyin temeli olan, varlığı var eden bir güç olarak kabul edilir. Ama Taoizm sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah inancına sahip değildir. Tao, dünyayı yöneten sebep olarak kabul edilir. Ama bir bilinci, ruhu, kimliği olmayan bu soyut "yönetici sebep"in, evrendeki ve doğadaki olağünüstü denge, tasarım ve düzeni nasıl sağladığı sorusu cevapsızdır. Taoistler Allah'ın mutlak varlığını kabul etmektense, "Tao" gibi hayali bir kavrama inanmaktadırlar.
Yine de Taoizmin mistik atmosferi kimileri tarafından ilgi çekici bulunmakta, bu nedenle de Tao kültürü toplum içinde kolaylıkla yayılmaktadır. Oysa Taoizm tamamen süslü, felsefi cümlelerden oluşan, insanları akıl ve mantıkla hareket etmekten uzaklaştıran, batıl inançlarla dolu bir hayat kurmaya yönelten sapkın bir inanıştır. Taoist yorumlar ne bir delile dayanmaktadır, ne de akla uygun bir temele. Örneğin Taoizmin bir diğer temel inanışı "yin" ve "yang" kelimeleriyle özetlenir. Taoistler için bu iki kelime çok şey ifade etmektedir. Onlara göre evrendeki hayat yin ve yang adını verdikleri bir prensip üzerine kuruludur. Yang dünyada var olan, Yin ise dünyada var olmayandır. Yin, dünyayı oluşturan nefes olarak kabul edilir. Soğuk, şeytani, karanlık ve negatif enerji olarak tarif edilir. Yang ise sıcak, iyi, ışık ve pozitif gibi prensiplerle tarif edilir. Taoist felsefenin anlatıldığı eserlerde "Yin olmadan Yang, Yang olmadan Yin yoktur ve doğadaki herşeyin Yin ve Yang'ı olmalıdır" gibi cümlelerle sık sık karşılaşılır. Oysa sanki büyük bir anlam taşıyormuş gibi söylenen bu cümleler, Allah'ın bildirdiği gerçeklere dair hiçbir bilgi vermezler.
(sağda) Tao felsefesinin özünü oluşturan, ancak hayatın gerçeğine dair hiçbir bilgi vermeyen yin-yang felsefesini sembolize eden bir tılsım.
(solda) 17. yüzyıla ait tabloda yaşlılar ve çocuklar batıl yin-yang sembolünü çalışırken tasvir edilmiştir.
Taoculuk putperest bir dindir ve akla gelebilecek hemen herşeyi ilah olarak benimsemektedir. Önünde eğilip ibadette bulundukları her hayali tanrının Tao'nun bir yönünün yansıması olduğuna inanırlar. Örneğin Yu-huang, Taoistlerin en önemli hayali tanrılarındandır. Tüm diğer tanrıların ona adeta "rapor verdiğine" inanırlar. Bu sapkın inanca göre Yu-huang her yıl diğer hayali tanrıların performanslarını gözlemler. Performanslarına göre ya yeni görevlere yükseltir, ya da cezalandırır. Ancak ilginçtir ki Taoistler bu putlara da dua etmez, hayali tanrıların bir sorunu çözebileceğine de inanmazlar. Onlar sorunların sadece gözlem, ruhlarla bağlantı, büyü, fal ve meditasyon gibi yöntemlerle çözüleceğine inanırlar. Bir Taoistin, önemli ruhların isimlerini, rütbelerini ve güçlerini bilmek, meditasyon ve imgeleme yöntemleriyle onları yönlendirebilmek için eğitimden geçmesi gerekmektedir.143
Taoistlerin evlerinde birçok putun tasviri dolaplar içine yerleştirilir. Ancak bu putlar her Taoiste göre değişiklik gösterir. Taoistlerin çoğu hayali savaş tanrısı Kvan-Ti ile tüccarların tanrısı kabul edilen hayali zenginlik tanrısı Sai Shin'e tapmaktadırlar. Hinduizm, Caynizm, Şintoizm gibi batıl dinlerinde görülen müşrik anlayış Taoizmde de köklü bir şekilde yer etmiştir. Taştan, tahtadan heykellere ibadet etmenin, onlara sunularda bulunmanın ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık olduğunu kitap boyunca birçok kez açıkladık. Ancak Allah Kuran ayetlerinde bu pagan anlayıştaki toplulukların tarihin her döneminde var olduklarını bize haber vermiştir. Taoistlerin de bu topluluklardan bir farkları yoktur. Allah Kuran'da İsrailoğulları ile ilgili bir örnek vermiştir. Hz. Musa ile birlikte Firavun'un kavminden kurtulan İsrailoğulları yolculukları sırasında puta tapan bir kavimle karşılaşmışlar ve Musa Peygamberden kendilerine aynı şekilde bir put yapmasını istemişlerdir. Bu durum Kuran'da şöyle bildirilir:
İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir." (Araf Suresi, 138-139)
Resimlerdeki sapkın Taoist Şamanlar, çeşitli danslar eşliğinde tedavi ve ruh çıkarmagerçekleştirilebildiği aldatmacasına başvurmaktadırlar.
Görüldüğü gibi İsrailoğulları cahilce bir tavır gösterip, gözleriyle gördükleri, önünde eğilecekleri, belki de çevresinde sapkınca törenler yapacakları bir ilah istemektedirler. Bu durum onların cehaletlerinin, Allah'ın kadrini takdir edemediklerinin ve kavrayamadıklarının göstergesidir. Hz. Musa kendilerine gerçeği açıkladığı halde peygamberleri yanlarından ayrılır ayrılmaz hemen kendilerine yeni putlar edinmişlerdir. Bu, çok büyük bir sapkınlıktır. Nitekim bu davranışlarının ardından pişmanlığa kapıldıkları, Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
(Tura gitmesinin) Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular.
Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız" dediler. (Araf Suresi, 148-149)
Ancak Allah'ın buzağıyı ilah edinen ve bundan sonra tevbe etmeyenlere verdiği cevap şöyledir:
Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 152)
Yukarıdaki ayetten de anlaşılmaktadır ki Allah Kendisi'ne şirk koşanları dilediği takdirde affetmemektedir. Çünkü ayette de ifade edildiği gibi Allah'a şirk koşanlar aslında yalan düzüp uydurmaktadırlar. Bir ve tek olan ilahın Allah olduğu apaçık bir gerçekken, onlar sahte ilahlar edinmektedirler. Bu uydurma ilahların önünde bel büküp eğilmek ise Allah'a karşı işlenmiş çok çirkin bir suçtur. Taoistlerin durumu da tarih boyunca yaşamış tüm putperestlerle aynıdır. Onlar da hurafelerle, batıl öğretilerle beyinleri uyutulmuş, içinde bulundukları büyük sapkınlığı fark edemeyen kimselerdir. Dünya hayatının gerçeklerinden kendilerini tamamen soyutlamış, büyülenmiş bir şekilde atalarının dinlerine sarılmışlardır. Oysa bu batıl inançlarını bir kez sorgulamaları, akıl ve vicdanlarının sesini dinleyerek asırlardır süregelen öğretilerini yargılamaları, geleneklerini izlemeyi değil doğru yolu bulmayı hedeflemeleri gerekir ve böylece hiç şüphesiz Allah'ın varlığını, sonsuz kudretini ve merhametini fark edeceklerdir.
Taoistler, tapınaklarda yapılan garip danslarla tabiatın hayali enerjisini elde edebilecekleri ve güç kazanabilecekleri yönünde akıl dışı bir inanca sahiptirler.
Şamanların en büyük hedeflerinden biri dünya hayatında ölümsüzlüğe giden yolu bulmak, büyüler, tılsımlar ve çeşitli karışımlarla insanı ölümsüz kılmaktı. Taoistler bu sapkın inanışı Şamanlardan miras almış ve ölümsüzlük arayışından hiç vazgeçmemişlerdir. Martin Palmer, World Religions, A History of Faith (Dünya Dinleri, İnancın Tarihi) isimli eserinde bu inanışı şu şekilde açıklar:
Taoistler ritüeller ve bazı dietlerle insan vücudunu ölümsüz bir vücuda dönüştürebilecekleri gibi bir inanışa sahiptirler. Çin mitolojisinde insanüstü güçler ve ölümsüzlük arayışı çok önemli bir yer tutar. Çin efsanelerinde, filmlerinde yer alan uçan, üstün güçlere sahip ve ölmeyen karakterler bu inanışları temsil ederler. Kimi inanışlara göre bazı yiyecekler ya da içecekler insanı ölümsüz yaparken, bazılarına göre günlük meditasyonlar insanı ölümsüz kılar.144
İşte Taoizmin özü de bu alıntıda gizlidir. Taoistler asırlar boyunca bitkilerle yaptıkları çeşitli kimyasal karışımlarla ölümsüzlük arayışı içinde olmuşlardır. Geliştirdikleri beslenme yöntemleri, egzersizler, masaj şekilleri hep bu arayışın sonuçlarıdır. Belki bu çalışmalar eczacılık alanında büyük gelişmelere vesile olmuştur, ancak onların beyhude ölümsüzlük arayışları her zaman için büyük bir hüsranla sonuçlanmıştır ve her zaman da bu şekilde sonuçlanacaktır. Bu çalışmalarla insanın sağlığını korumasının dışında bir sonuç alabilmeleri mümkün değildir. Çünkü Allah her insanı bir ecel ile yaratmıştır. Dünya hayatında denemeden geçirilen insan mutlaka ölecektir. Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Biz'e döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 34-35)
Kuran'da tarih boyunca ölümsüzlüğe ulaşmak, bin yıl yaşatılmak isteyen insanlardan da bahsedilmektedir. Bir ayette şu şekilde buyurulmaktadır:
Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir. (Bakara Suresi, 96)
Zamanın ilerlemesine rağmen kendini yaşlanmaya ve ölüme karşı koruyabilmiş tek bir insan yoktur. Ölmeyecek tek bir insan da yoktur. Çünkü insan kendi bedeninin ve kendi hayatının sahibi değildir. Yaşamaya karar verip hayatını kendisinin başlatmamış oluşu, bunun bir göstergesidir. Bir diğer göstergesi ise, hayatını sona erdiren ölüme müdahale edemeyişidir. Hayatın sahibi, onu verendir. Ve O, dilediği zaman da o hayatı geri alır. Günümüzden önce yaşamış olanların da şu anda yaşamakta olanların da başlarına gelmiş ya da gelecek olan bir sondur ölüm. Kimse kendini bu kaçınılmaz sondan kurtaramaz. Kuran'da, bu konu şu şekilde bildirilir:
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi, 185)
Bu dünya insanların eğitim yeridir. Allah insanlara dünyada çeşitli sorumluluklar yüklemiş ve onlara gözetmeleri gereken sınırları bildirmiştir. İnsan, bu sınırları gözettiği, emredilenleri yerine getirip, yasaklanan şeylerden sakındığı ölçüde ruhen olgunlaşır, aklı ve şuuru gelişir. Başına gelen olaylara sabretmesini, hiçbir durumda Allah'ın dininden taviz vermemeyi, her durum karşısında Allah'a yönelip dönmeyi, yalnız O'ndan yardım istemeyi öğrenir. Allah'ı gereği gibi takdir etmeyi, O'na karşı içli bir sevgi ve saygı dolu bir korku duymayı öğrenir, Allah'a karşı katıksız bir iman ve tam bir teslimiyet kazanır. Allah'ın yarattığı nimetlerin değerini gerçek manada anlar ve bu sayede Allah'a karşı olan şükrü, sevgisi, yakınlığı ve hayranlığı artar. Sonuçta, Allah'ın beğendiği üstün akla ve ahlak özelliklerine sahip ideal bir mümin haline gelir. Bu şekilde her yönüyle mükemmel yaratılmış olan cennete girmeye layık bir insan haline gelir.
İnsan bu dünyada başına gelen sayısız olaylarla sınanır ve bu imtihandaki başarısı oranında ebedi hayatında ceza veya mükafata kavuşur. Hiç kimse kendi imtihanının ne zaman son bulacağını bilemez. Ölüm, Kuran'da bizlere bildirildiği gibi "süresi belirtilmiş bir yazıdır". (Al-i İmran Suresi, 145) Bu süre bazen uzun, bazen de kısadır. Aslında en uzun olarak tanımladığımız süre bile nadiren 70 ya da 80 senenin üzerine çıkabilir.
Bu nedenle, uzun yaşama planları yapmak yerine insan, Allah'a karşı sorumlu olduğunu ve hesap gününde bütün yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek, Kuran'ın rehberliğinde ve onun gösterdiği yola uygun olarak yaşamalıdır. Aksi halde, insanın sonsuz hayatı için bir hazırlık yapmaması, bunun için kendisine tanınan bu tek ve önemli fırsatı kaçırması ve ebediyen cennetten mahrum kalması kendisi için gerçekten de çok acı bir sonuç olur. Bu nedenle dünyada boşa geçen her saniye hem çok büyük bir kayıp hem de çok acı bir sonuca doğru atılan bir adım olabilir.
İnsan hayatı boyunca karşısına çıkacak muhtemel olaylar için önceden hazırlık yapar. Ölüm ise her insanın karşılaşacağı mutlak sondur. İnsan ölümle karşılaştığında tek başına olacak, ölümünün ardından da "teker teker, yapayalnız ve yalın olarak" (Enam Suresi, 94) hesaba çekilecektir. Ebedi kurtuluşu isteyen insanlara, Allah Kuran'da şöyle emreder:
Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)
Konfüçyüsçülerin durumu ise dünya hayatını yeterli görüp, hiç ölmeyeceklerini sanan insanların durumu gibidir. Allah Kuran ayetlerinde bu insanların durumunu şöyle haber vermektedir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 103-104)
Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysa ki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)
Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' (İsra Suresi, 72)
Çinliler çok eski tarihlerden beri falcılığı, astrolojiyi, telkin ile tedaviyi ve büyücülüğü uygulamışlardır. Ölümsüzlüğe erişmek için meditasyon, nefes alıştırmaları, ilaç kullanımı gibi birçok yöntem geliştirmiş, tüm bu uygulamaları da batıl bir din haline getirmişlerdir.
Bazı Taoist akımlar büyü, tanrıları davet, ölülere adakta bulunup ziyafetler verme, rüzgar ve yağmuru çağırma ve kötü ruhları kovalayıp hastalıkları iyileştirme gibi sihir işlerinde yoğunlaşmıştı. Zaten Çinliler ölümsüzlük arayışlarını tıbbi alandan ziyade büyücülük alanına kaydırmışlardı. Bunun dışında "ölümsüzlük tarikatı" adı verilen akımlar da bulunuyordu. Taoculuğun içinden çıkan bu akımın en önemli öncülerinden biri Chung Tao Ling (MS 34)'dir. Tao Ling batıl bir büyücülük yığını olan bugünkü yaygın Taoizmin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Sapkın Tao efsanelerine göre Ling'in ruhlar ülkesinde kendisine görünen Lao Tse'den kılıç ve diğer aletleri teslim aldığı ve bunların sayesinde ruh dünyası üzerinde hakimiyet kurduğu söylenir. Bu gibi akımlar düşüncenin yoğunlaştırılması, nefes talim ve denetimi, vücudu uzatma, banyo, perhiz, ilaç kullanımı, masaj ve hatta havada sıçrama, bedeni şekli değiştirme ve görünmeme gibi usullerle ölümsüzlüğe ulaşılabileceğine inanıyorlardı. Pekin Üniversitesinden Tang Yie-Jie Confucianism, Buddism, Daoism, Christianity and Chinese Culture (Konfüçyüsçülük, Budizm, Taoizm, Hıristiyanlık ve Çin kültürü) isimli kitabında Çin kültüründeki ölümsüzlük anlayışını şu şekilde tarif eder:
Eyalet savaşlarının sonunda (MÖ 3. ve 2. yüzyıllar) belirli uygulamalarla yaşamlarını uzatıp ölmeyeceklerini iddia eden "ölümsüzler" adlı insanlar çıktı... İnsanlar nasıl ölmemeyi başaracaktı? Taoist dindeki ideal, insanlar için yaşamlarını uzatmak ve ölmemektir, bu vücutta yukarı uçmaktır yani ölümsüz olmaktır... Eğer ölürseniz herşey biter, bu yüzden hayatı uzatmayı araştırmak için ilk önce çürümeyen bir vücut elde etmelisiniz, böylece can ya da ruh dayanacağı bir yer bulmuş olur... Taoizm bu amacı başarmak için çeştli metodlara sahiptir. Bunların en temel olanı iki çeşittir: dış hap ve iç hap. Dış hap çeşitli mineralleri kullanmaktan oluşur, örneğin ilaçları birbirlerine uyumlu hale getirmek için civa. Çeşitli ilaçları alarak insanın vücudunu çürümekten kurtaracağını umarlar, böylece ruh kendi ortamında sonsuza kadar devam eder. Eğer ayağınıza bronz bir çamur koyar ve çok uzun süre ayağınızı suya sokarsanız çürümeyeceğinizi iddia ederler. Eğer altın hapı bulursanız bir kere yediniz mi bütün vücudunuz çürümeden sonsuza kadar yaşayabilir...145 Hemen hemen tüm dinler ölümden sonra insana ne olacağı hakkında araştırırlar. Ama Çin'deki Taoizm yalnızca "insan ölüden nasıl kaçınır" sorunuyla uğraşmayı seçer. Taozimin temel inancı "sonsuzda yaşamaktır" ve "vücudun eti için ölümsüz olmaktır"… Bu yüzden yaşam ve ölüm sorusuna bir çözüm bulmak, kurtuluşu ve ölümsüzlüğü araştırmak ve sonunda "sonsuzlukta yaşamak" durumuna erişmek Taoizmin özelliklerindendir. Taoizm vücuttaki ölümsüzlüğü savunur, yani ruhla bağlanmış olan vücut ölümsüzlüğü başarır. Bu şekilde insan acı gerçeği bırakabilir ve ölümsüzlük dünyasına girer.146
Oysa tüm bu batıl inanışlar çok büyük bir saçmalıktır. Daha önce de vurguladığımız gibi insanın dünya hayatında ölümsüzlüğü elde etmesi Allah'ın dilemesi dışında kesinlikle mümkün değildir. Rabbimiz her insanı belli bir ecel ile yaratmıştır ve her insan vakti geldiğinde mutlaka ölecektir. Hiçbir ilacın, hiçbir tedavinin, dietin ya da başka bir yöntemin bu vakti değiştirmesi, gerçekleşmesi kesin olan ölümü engellemesi mümkün değildir. Nitekim Allah ayetlerde şu şekilde bildirir:
Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu, Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar? (Nisa Suresi, 78)
Evet, Biz onları ve atalarını yararlandırdık; öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı? Şu halde, üstün gelenler onlar mı? (Enbiya Suresi, 44)
Taoizmin tarihinde birçok yükseliş ve inişler vardır. Örneğin daha önce de belirttiğimiz gibi Han İmparatorluğu dönemine kadar Taoizm benimsenen bir inanıştı. Ancak 6. yüzyılda Budizmin yükselişiyle tekrar düşüşe geçti. 8. yüzyılda ise İmparator Hsuan Tsung tarafından tekrar benimsenmiştir. Manchu Hanedanı ise Taoizmi sapkın bir öğreti olarak ilan etmiştir.
Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): "Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.
(Zümer Suresi, 65)
Çin'de Komünist Parti'nin yönetimi ele geçirmesinin ardından her türlü dini inanış da yasaklandı. Yeni yönetim tüm rahipleri tarlalarda çalışmaya zorladı, tapınakları kapattı ve tüm zenginliklere el koydu. 1960 yılında sayıları milyonları bulan rahiplerin sayısı 50.000'e indi. 1966-1976 yılındaki Kültür Devrimi sırasında geriye kalan Taoist miras da ortadan kaldırıldı. Bu dönemde neredeyse tüm Taoist tapınaklar kapatıldı, binlercesi yıkıldı, heykellerin yüzde 95'i parçalandı. Böylece Taoizm neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı.
Kitap boyunca Uzak Doğu dinlerine ait birçok sapkın geleneği, batıl uygulamayı inceledik. Örneğin Hindu geleneklerinin kadınları yakmayı, kız çocuklarını diri diri gömmeyi teşvik ettiğini gördük. Ancak Uzak doğu dinleri bu saydıklarımızdan çok daha kapsamlı şiddet sahneleri içermektedir. Bunlardan biri de Çin'in Phuket bölgesindeki "Vejeteryan Festivali" sırasında yaşananlardır.
19. yüzyılın başlarından bu yana her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen bu garip festivalin amacı Çinlilerin sözde ilahlarına saygı göstermeleridir. Bu saçma "saygı" gösterileri ise, insanın bakmakta dahi zorlandığı korkunç uygulamalar içermektedir. Festivalin adının "vejeteryan bayramı" olmasının nedeni 9 gün boyunca et ve ürünlerinin yenmemesi, sadece sebze ve meyve yenmesidir. Çinliler bu şekilde ruhlarının ve vücutlarının kötülüklerden temizleneceği yönünde batıl bir inanca sahiptirler.
Festival boyunca, "vücutlarına hayali tanrılarının girdiği" aldatmacasına başvuran kişiler yanaklarında, dillerinde ya da vücutlarının çeşitli bölümlerinde delikler açarlar. Daha sonra bu deliklere bıçaklar, sopa, çeşitli metaller, ağaç dalları, maketler gibi çeşitli objeler sokarlar. Herkesin yüzü kan içinde kalır. Sapkın geleneklerine körü körüne bağlanmış Çin halkı ise bu vahşi ritüeli büyük bir hayranlıkla izler. Bu kişiler sokaklarda dolaşır, halkın ikram ettiği yiyecekleri yerler. Çinlilerin saçma inanışlarına göre bu kişilere dokunan kişiler iyileşir, pozitif enerji alır. "Trans" halindeki bu kişiler kendilerinden geçerek garip danslar yapar, ateşte yürür, keskin kılıçlardan yapılmış uzun bir merdivenden çıkar, kızgın yağları üzerlerine döker, tam 9 gün boyunca kendilerine çeşitli işkenceler yaparlar. Bu işkenceleri ise sözde tanrıları için yaptıklarını, bu şekilde ruhlarını ve bedenlerini temizlediklerini söylerler. Bu insanlar yanağına demir geçirerek ruhunu arındıracağını iddia edecek kadar akıl ve mantıktan yoksundurlar. Oysa insan ruhu ancak Allah korkusunun getirdiği irade ile, güzel ahlakla ve derin imanla kötülüklerden uzaklaşıp temiz bir vicdana ulaşabilir. Aksi yöndeki batıl inanışlar ise Allah'a iman etmeyen insanların karanlık ruh hallerinin doğal bir sonucudur. Çünkü Allah'tan korkmayan bir insan için sapkınlıkta bir sınır yoktur. Böyle bir kişi dünya hayatında yaptıklarından dolayı hesap vermeyeceğini düşündüğü için kendine ve çevresindeki kişilere eziyeti, cinayeti, vahşeti ve şiddeti makul görür. Kitabın önceki bölümlerinde de gördüğümüz gibi bu kişiler için günah ve suç kavramı yoktur. Bu nedenle de sapkın geleneklerinin emrettiği her batıl inanışı doğru olarak kabul eder ve gözü kapalı bir şekilde uygularlar. Oysa batıl bir hayata saplanan bu kişiler bilmelidirler ki, insan başıboş değildir. Tüm yaptıklarından sorumludur ve yaptığı her hareketten, söylediği her sözden mutlaka Allah katında hesaba çekilecektir. Rabbimiz Kıyamet Suresi'nde "İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?" şeklinde buyurmuştur.
1982 yılında Deng Xiao-Ping'in yönetime gelmesinin ardından Taoizm ve diğer dini inanışlar yavaş yavaş canlanmaya başladı. 1980 yıllarından sonra tekrar organize olmaya başladı ve bazı tapınaklar yavaş yavaş yeniden hareketlenmeye başladı. Günümüzde de Tao kültürü dünyanın dört bir yanında taraftar toplamaktadır.147 Mistik Doğu kültürünün meditasyon, yoga, fal gibi tüm öğelerini içinde barındıran Taoizm, ilerleyen bölümde detaylı olarak inceleyeceğimiz "21. yüzyılın Allah inancı olmayan yeni sapkın din anlayışının" da önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Vatikan'ın "Yüzyılımızda Hıristiyanlığın en büyük düşmanı" olarak kabul ettiği New Age adındaki bu batıl akım dünya üzerindeki Allah'a yönelişi engelleyebilmek için materyalist çevrelerce körüklenen bir aldanıştan başka bir şey değildir.
132. Paulson, Ivar Zur Phänomenologie der Schamanismus, 1964, s. 131
133. N. A. Alekseev, The Early Forms of Religion of the Turkic-speaking Nations of Siberia, 1980, s. 63
134. N. A. Alekseev, The Early Forms of Religion of the Turkic-speaking Nations of Siberia, 1980, s. 72-73
135. S. M. Malinovskaya, Selkup Animistic Ideas, 1990
136. Lehtisalo, Ajurakszamojed Mitologia Vazlata, 1924, s. 103
137. Kenin-Lopsan, Magic of Tuvian Shamans. 1993, s. 31
138. A. Gogolev, The Mythic World of the Yakuts, 1994, s. 19
139. Barmich, Nenets Customs, Connected with Animistic Conceptions, 1990, s. 1-2
140. Barmich, Nenets Customs, Connected with Animistic Conceptions, 1990, s. 1-2
141. "Confucianism", Catholic Encyclopedia, http://www.newadvent.org/cathen/04223b.htm
142. "Confucianism", Catholic Encyclopedia, http://www.newadvent.org/cathen/04223b.htm
143. Julian Pas, Historical Dictionary of Taoism, s. 184-185. http://religiousmovements.lib.virginia.edu/nrms/taoism.html
144. Martin Palmer, The Times, World Religions, A History of Faith, Times Books, London, 2002. s. 199
145. Tang Yie-Jie, Confucianism, Buddism, Daoism, Christianity and Chinese Culture, Pekin Üniversitesi, 1991, s. 81-83
146. Tang Yie-Jie, Confucianism, Buddism, Daoism, Christianity and Chinese Culture, Pekin Üniversitesi, 1991, s. 167
147. Martin Palmer, The Times, World Religions, A History of Faith, Times Books, London, 2002. s. 196-203