Münafık kelimesi, nifak, fitne çıkaran anlamına gelir. Münafıklar, mümin olmadıkları halde, müminlerin güç ve imkanlarından yararlanmak amacıyla kendilerini mümin gibi göstermeye ve mümin topluluğu içinde barınmaya çalışan kimselerdir.
Kalplerinde hastalık bulunan bu kimseler umduklarını bulamayınca ya da müminlerin başına bir sıkıntı ya da zorluk geldiğinde, hemen onlardan ayrılır ve gerçek yüzlerini gösterirler. Müminlerden ayrıldıktan sonra ya da ayrılırken, müminlere zarar vermeye, onlar arasındaki birliği bozmaya gayret ederler. Dahası bu amaçlarını gerçekleştirmek için inkarcılarla işbirliği yaparlar.
Kuran'ın birçok ayetinde münafıkların karakterleri ve davranış biçimleri ayrıntılı bir şekilde bildirilir ve müminler bu kimselere karşı uyarılırlar. Bu ayetlerde üzerinde durulan hususlardan biri de, şeytanla münafıklar arasındaki yakınlıktır. Bu yüzden şeytanın birçok özelliği -esrarengiz sapkın mantığı dahil- münafıklar üzerinde tecelli eder. Bir ayette münafıkların şeytan tarafından tamamen kuşatıldıklarından ve onun fırkası haline geldiklerinden bahsedilir:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
İşte bu yüzden, şeytanın karakteri incelendiğinde münafıkların birçok özelliği görülür. Münafıklar, şeytan gibi tutarsız ve çelişkili ifadeler kullanır, anormal davranışlarda bulunurlar. Aralarındaki en önemli benzerlik üstünlük kompleksidir. Bilindiği gibi şeytan da, Hz. Adem (as)'a secde etmeyi "kendini üstün görme" hastalığı yüzünden reddeder. Şeytanın bu küstahlığı Sad Suresi'nde şöyle bildirilir:
Meleklerin hepsi topluca secde etti; yalnız iblis hariç. O büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (Allah) Dedi ki: "Ey iblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?" Dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Sad Suresi, 73-76)
Bu kibir başka ayetlerde de haber verilir. Örneğin şeytanın Hz. Adem (as)'a secde etmeyi kendi düşük aklınca kendisine yakıştıramadığı, ayette bildirilen "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim..." (İsra Suresi, 61) ifadesinden anlaşılır. Bir başka ayette geçen, "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." (Hicr Suresi, 33) ifadesi, şeytanın akılsız kibirini daha açık gösterir.
Ancak burada çok önemli bir husus vardır ki, şeytanın esrarengiz sapkın mantığı bunun altında yatar. Ayetlerdeki ifadelere dikkat edilirse, şeytan Allah'ın varlığından ve O'nun kendisinin yaratıcısı olduğundan emindir. Allah'tan korkar ancak kibri yüzünden O'na itaat etmez.
Daha önce de belirtildiği gibi, bütün bu bilgisine rağmen, büyüklük hırsı yapması, basit bir fiziksel fark yüzünden kendisini insandan üstün görmesi, insana verilen makamı kıskanması, bu hırsla ona secde etmek istememesi ve böylece Allah'ın emrine karşı gelmesi onu yaratılmışların en kötüsü durumuna sokar.
Bu son derece saçma, küstah ve nankör bir mantıktır. İşte bu mantık münafıklar üzerinde de çok belirgin bir şekilde görülür. Tıpkı şeytan gibi münafıklar da kendilerini "üstün", "farklı" ve "seçkin" görürler. Örneğin Bakara Suresi'nin 13. ayetinde bildirilen münafıklar, diğer insanların iman ettiği gibi iman etmeye çağırıldıklarında, samimi müminleri "düşük akıllı" olarak nitelendirip, onlarla aynı konumda olmayı kendi düşük akıllarınca reddetmişlerdir. Bu konu ile ilgili ayet şöyledir:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Münafıklar iman etmedikleri için vicdanlarını bu şekilde kendilerince rahatlatmaya çalışırlar. Kendilerinin üstün olduğu, müminlerin aşağı olduğunu öne sürerek ve bu mantık dışı iddiaya kendilerini inandırarak, aslında müminlerin uydukları yola tabi olmayı reddederler. İnsanları "düşük akıllı" olarak nitelendirmelerinin esas nedeni amaçlarının; "insanların iman ettiği gibi iman" etmemek, yani elçiye teslim olmamak olmasıdır.
Oysa dünyada da ahirette de üstünlük Allah'a, Resulüne ve müminlere aittir. Kuran'da "... izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resulü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar" (Münafikun Suresi, 8) ayetiyle bu gerçek haber verilir.
Allah'ın elçisine itaat, Kuran'ın en temel hükümlerinden biridir. Münafıkların en sapkın özelliklerinden biri bu hükmü çiğnemeleri, Allah'ın elçisine isyan etmeleridir. Çünkü elçiye isyan, Allah'a isyan demektir (Allah'ı tenzih ederiz).
İblis de, Hz. Adem (as)'a secde etmeyi -onun üstünlüğünü kabul etmeyi- reddederek Allah'a karşı gelmiştir. Münafıklar da şeytan da, Allah'ın itaat etmelerini istediği bir başka varlığa tabi olmayı reddettikleri için bu ahlaksızlıklarının karşılığını alırlar.
Münafıklar elçiye itaat etmenin aslında Allah'a itaat etmek olduğunu (Nisa Suresi, 80) kavrayamazlar. İçlerindeki kıskançlık, onların bir başka insana tabi olmalarını engeller. Oysa elçiye itaat, Kuran'da en çok üzerinde durulan hükümlerden biridir. Çünkü elçi, Allah'ın Kendi dinini tebliğ etmesi için özel olarak seçtiği bir insandır. Diğer insanların üzerinde olan sorumluluk, ona kayıtsız şartsız itaattir. Allah bu konuda şu hükmü vermiştir:
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik... (Nisa Suresi, 64)
Hatta elçinin verdiği hükme karşı içinde sıkıntı duyanların iman etmiş sayılmayacakları bir sonraki ayette belirtilir:
Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
Şeytan ve münafıkların Allah'ın emrine isyanlarında bir benzerlik olduğuna değindik. Aynı şekilde, samimi müminlerle, melekler arasında da bir benzerlik mevcuttur. Çünkü melekler Hz. Adem (as)'a secde emrini aldıklarında, hiçbir sorgulamada ve üstünlük iddiasında bulunmadan, tam bir teslimiyetle secde etmişlerdir. Şeytanın isyanına karşı meleklerin bu itaatleri Kuran'da şöyle geçer:
Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu. (Bakara Suresi, 34)
Benzer şekilde gerçek müminler, Allah'ın elçisine hiç tereddüt etmeden tam bir teslimiyetle itaat ederler. Mümin kimselerin bu konudaki sözleri Bakara Suresi'nde şöyle aktarılmıştır:
... O'nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik... (Bakara Suresi, 285)
Şeytanın isyanında çok esrarengiz ve sapkın bir durumun söz konusu olduğu daha önceki sayfalarda incelenmişti. Allah'ın varlığını ve gücünü bilip, bütün bu ilme rağmen O'na isyan etmek, daha önce de belirtildiği gibi son derece akıl dışı bir tavırdır. Ancak esrarengizlik yalnızca şeytana özgü değildir. Şeytanın fırkası münafıklar da tıpkı şeytan gibi esrarengiz ve sapkın hareketlerde bulunurlar. Şeytanın bile bile isyan etmesi, Allah'ın emrini kendi düşük aklınca sorgulamaya kalkması (Allah'ı tenzih ederiz), bağışlanma dilememesi, yaptığının suç olduğunu bildiği halde günahında ısrarcı olması, haksızlığa uğratıldığını düşünmesi, kendisini haklı görmesi, başkalarını da kendi durumuna düşürmeye kalkışması... Münafıklar işte bütün bu sapkınlıklarda şeytanın adımlarını izlerler:
Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)
Münafıklar da tıpkı şeytan gibi bilgi sahibidirler. Şeytan Allah'ın gücünü, cenneti ve cehennemi bilir. Münafıklar da tıpkı şeytan gibi, Allah'tan, O'nun varlığından, kitabından, hükümlerinden, hatta elçisinden haberdardırlar. Kuran'ı ezbere bilen münafıklar bile olabilir. Ancak münafıklar da, şeytan da, önemli bir ilme sahip oldukları halde Allah'ın emrine karşı geldikleri için yaratılmışların en kötüleri durumuna düşerler. Sahip oldukları bilgi, onları bu cezadan kurtarmaz. Aksine bu bilgilere sahip olduktan sonra saptıkları için çekecekleri azap daha fazla artabilir. Münafıkların bir başka esrarengiz sapkınlıkları ise, Allah'ı ve elçiyi tanıdıktan sonra, kendi düşük akıllarınca onları aldatıcılıkla itham etmeleridir. Ahzap Suresi'nde bildirilen münafıklar, düşman birlikleriyle karşılaştıkları zaman böylesine sapkın bir harekette bulunurlar. Unutulmaması gereken, bu kişilerin normal şartlarda, müminler gibi davrandıkları, görünüşte diğer müminlerle beraber elçiye itaat ettikleri, nefislerini zora sokacak bir ortam bulunmadığında kalplerindeki hastalığı gizleyebildikleridir. Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki bir sıcak savaş zamanında içlerindeki pisliğin nasıl dışa vurduğu bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vaat etmedi" diyorlardı. (Ahzab Suresi, 12)
Şeytanın Allah'ın varlığını bildiği halde isyan etmesindeki sapkın mantık, münafıkların başka hareketlerinde de görülür. Örneğin Allah'ın elçisini kabul etmenin yanı sıra, Allah'ın elçisine vahiy indirdiğine şahit olan münafıklar da vardır. Bu münafıklar vahyin doğruluğundan da emindirler. Hatta vahyin doğruluğundan o kadar emindirler ki, kalplerinde bulunan hastalığın elçiye yine vahiy yoluyla haber verilmesinden çekinirler:
Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: "Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır." (Tevbe Suresi, 64)
Münafıkların hastalıklı mantıklarına bir başka örnek Maide Suresi'nde verilir. Hz. Musa (as)'ın kavmindeki münafıklar, savaş emri aldıklarında Hz. Musa (as)'a, "... sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız" (Maide Suresi, 24) diyebilecek kadar akıl almaz bir sapkınlık içine girmişlerdir. Bu insanlar da Allah'ı ve O'nun Resulünü tanıdıkları halde O'nun hükmüne pervasızca başkaldırmışlardır. Aynı şekilde Peygamberimiz (sav) dönemindeki bir başka grup münafığın da, inkar edenlerle cihat etmeye çağırıldıklarında şiddetli bir korkuya kapılarak direndiklerinden bahsedilir:
... Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi -hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler... (Nisa Suresi, 77)
Bu ifadelerde Allah'ın hükümlerini sorgular nitelikte (Allah'ı tenzih ederiz) saygıya uygun olmayan bir üslup kullanıldığı aşikardır.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken Peygamberimiz (sav)'le birlikte savaşa gitmek istemeyen münafıkların, Allah'ın varlığını inkar etmedikleri, hatta bazılarının O'nun yolunda savaşmaya karşı olmadıklarıdır. Görünüşte bütün istekleri savaşın bir süre ertelenmesidir. Örneğin "bu sıcakta savaşa çıkmayın" (Tevbe Suresi, 81) derken, daha uygun koşullarda savaşmayı istiyor gibi gözükebilirler. Fakat kendilerine göre makul görünen bu istek, gerçekte kalplerinde gizledikleri hastalığı ortaya döker. Ve Allah "bu sıcakta savaşa çıkmayın" diyenlerin hükmünü "cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir" (Tevbe Suresi, 81) diyerek bildirir.
Bu insanlar kendilerine yandaş toplayabilirler. Ancak bahaneleriyle ne kadar çok yandaş toplarlarsa toplasınlar, yalnızca kendileri gibi kalplerinde hastalık bulunanları ikna edebilirler. Allah'ın elçisinin emrine karşı gelen bu grup büyük bir fitnenin içine düşer. Çünkü Peygamberin emri, şartlar ne olursa olsun yerine getirilmelidir. Bu gibi insanlar savaşmak ve Allah yolunda şehit olmak gibi samimiyet gerektiren bir ibadeti yerine getiremezler.
Yine Peygamber Efendimiz (sav)'in dönemindeki bir başka grup münafık da Allah yolunda savaşa çıkmamak için evlerinin güvende olmadığı mazeretini öne sürmüşlerdir:
... Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)
Allah'a tam olarak teslim olmuş bir insanın, Allah yolunda çalışmaktan geride kalmak için izin istemeyeceği açıktır. Böyle bir izni ancak Allah'a teslim olmamış, O'nun gücünü idrak edememiş kimseler ister. Peygamberimiz (sav) dönemindeki kişilerin savaş emri geldiğinde gösterdikleri ağırlık, kalplerindeki sinsi şeytanlığın açığa çıkmasıdır.
Şeytanın fırkası olan münafıkların anlaşılması imkansız, akılsız hareketlerinden biri Allah'ı aldattıklarını zannetmeleridir. Kuran'da münafıkların bu gafletleri şöyle bildirilmiştir:
(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)
Burada oldukça şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşmaktayız. Bir insanın kendisini yaratan Allah'ı aldattığını zannetmesi oldukça büyük bir akılsızlıktır. Çünkü Allah "sinelerin özünde olanı" (Fatır Suresi, 38) ve "gizlinin gizlisini" de (Taha Suresi, 7) bilendir. Münafıkların bu hareketleri kendi kendilerini kandırmaktan başka bir şey değildir ve hiçbir açıklaması yoktur.
Münafıkların kendilerini kandırdıkları bir başka husus, Allah'tan değil, insanlardan korkmalarıdır. Hatta kimi münafıklar içlerindeki hastalığı Allah'ın bildiğini de bilirler. Bu onlarda bir korku yaratmaz. Ancak ne gariptir ki kendi durumlarının vahiy yoluyla Müslümanlara bildirilmesinden korkarlar. Kuran'da bu durum şöyle haber verilir:
Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar... (Tevbe Suresi, 64)
Burada çok esrarengiz ve sapkın bir yapı görülür. Münafıklar müminlerin vahiy yoluyla haberdar edilmesinden korkmaktadırlar. Dolayısıyla hem Allah'ın varlığından hem de O'nun elçisine vahiy indirdiğinden haberdardırlar. Bu bilgiye rağmen doğru yoldan saparlar.
Münafıklar sık sık Allah'tan korktuklarını ifade ederler. Ancak hareketlerinde Allah'tan korkan bir kimsenin sakınması yoktur. Bu da münafıklarla şeytan arasındaki bir başka ortak özelliktir. Çünkü şeytan da Allah'tan korktuğunu ifade eder. Ancak şeytan Allah'tan korktuğunu söylemesine rağmen, insanlara isyanı telkin etmek gibi korkunç bir suç işler. Allah'tan bağışlanma dileyeceğine, O'nun yoluna tabi olmaya çalışacağına, insanları Allah yolundan saptırmaya çalışır. İşte münafıklarla şeytan arasındaki önemli bir benzerlik de budur: Allah'ın gücünü bildiği, bu güçten korktuğunu söylediği halde, Allah'tan sakınmamak, bu korkuyu davranışlara yansıtmamak.
Bu şuursuz cesaret münafıkları kimi zaman da Allah'a karşı yalan söyleme gafletine sürükler. Tevbe Suresi'nde bahsi geçen münafıkların tutumları buna bir örnektir. Bu insanlar, sözde sadaka vermek ve Allah yolunda harcama yapmak amacıyla Allah'tan mülk isterler. Allah onlara mülk verdiğinde ise, cimrilik ederek Allah'a verdikleri sözü tutmazlar.
Onlardan kimi de: "Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiştir.
Onlara Kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir. (Tevbe Suresi, 75-76)
Bu kimseler de Allah'ı aldattıklarını zannederler. Oysa Allah yaptıkları bu harekete karşılık, münafıkların kalbine nifakı mahşer gününe kadar perçinleyerek en büyük cezayı verir. Menfaat sağlamaya çalışan bu kişiler, sonsuz hayatlarını kaybettiklerinin farkında olmayıp diğer münafıklar gibi kendi kendilerini kandırırlar. Bu kişilerin durumları Kuran'da şöyle bildirilir:
Böylece O da, Allah'a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı (sonuçta köklü bir duygu olarak) yerleşik kıldı. (Tevbe Suresi, 77)
'Tevil' esas olarak açıklama, yorum anlamına gelir. İkinci bir anlamı ise, kişinin yaptığı bir hatayı nefsani nedenlerden dolayı kabullenmemesi ve bu hatayı kendince meşru gösterecek geçersiz mazeretler öne sürmesidir. Biraz dikkatli düşünülürse, bu hareketin ilk sahibinin şeytan olduğu hemen hatırlanır. Bilindiği gibi şeytan, "kibiri yüzünden" Allah'ın Hz. Adem (as)'a secde etme emrine karşı gelir. Allah onu uyardığında da yaptığı hareketi kendi düşük aklınca doğru göstermeye çalışır, hatasını kesinlikle kabullenmez. Oldukça ilkel bir mantık içinde, ateşin çamurdan üstün olduğunu öne sürerek kendisini haklı göstermeyi dener.
Şeytanın bu özelliği münafıklarda da gözlenir. Münafıklar şaşırtıcı konuşmalar yapıp, olmadık davranışlarda bulunurlar. Nefislerini korumak ve davranışlarını haklı göstermek için konuşmaya başladıkları an, sanki ağızlarından şeytanın sözleri dökülür.
Kendilerini koruma ve temize çıkarma çabalarında açıkça gözlenebilen bir hırs vardır. Bu hırsla her türlü haramı göze alabilir, yalan söyleyebilir, iftira atabilirler. Söz konusu durumla ilgisi olmayan, alakasız ve manasız açıklamaları arka arkaya yaparlar.
Tevil yapan kişilerin yüzlerinden ve ifade bozukluklarından, şuurlarının kapalı olduğu belli olur. Sığ ve basit mantıklar kurarak kendilerini haklı göstermeye çalışırlar. Fakat bu açıklamaların ne başı ne de sonu, hiçbir anlam taşımaz. Bu çırpınışlar samimi müminler tarafından Allah'ın izniyle teşhis edilir.
Birçok ayette münafıkların bu samimiyetsiz açıklamaları belirtilmiştir. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde savaştan kaçmak için evlerinin açıkta olduğunu öne süren münafıklar (Ahzab Suresi, 13), havanın sıcaklığını bahane eden münafıklar (Tevbe Suresi, 81), savaşın bir süre daha ertelenmesini isteyen (Nisa Suresi, 77), "güç yetirebilseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık" diyen münafıklar (Tevbe Suresi, 42) bunlardan bazılarıdır. Ancak mazeretleri her ne olursa olsun, Allah yolunda mücadeleden herhangi bir bahane göstererek kaçanlar, gerçekte kalplerinde iman bulunmayan kimselerdir. Allah bunu Kuran'da şöyle bildirir:
Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cehd etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir.
Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. (Tevbe Suresi, 44-45)
Söz konusu durum, münafıkların "derin bir kavrayışa sahip olmamalarının" bir başka göstergesidir. Çünkü tevil yapan bir insan, türlü oyunlarla kendisini haklı gösterse bile ancak diğer insanları kandırabilir. "Sinelerin özünde olanı bilen" (Maide Suresi, 7)Allah'ı ise asla kandıramazlar. Allah bu konuda şu hükmü verir:
Kendilerini övgüyle temize çıkaranları görmedin mi? Hayır Allah dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar bile haksızlığa uğratılmazlar. (Nisa Suresi, 49)
Şeytanın Hz. Adem (as)'a secde etmeyi reddetmesinin sebeplerinden biri kendi düşük aklınca hakkının yendiğini düşünmesidir. (Allah’ı tenzih ederiz) Münafıklar da şeytanla aynı akılsız iddiada bulunurlar. Kendisini yaratan ve hidayet veren Allah'a ve hidayetine vesile olan elçiye karşı böyle ahlaksız bir tavır takınmak, son derece nankör bir harekettir. Bu durum Nur Suresi'nde şöyle bildirilmiştir:
Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 50)
Şeytan münafıklar üzerinde ciddi bir fiziksel tahribat yapar. Dengesiz bir ruha sahip olduklarından çok çabuk yıpranırlar. Bakışlarındaki bozukluk onlara bir tür akıl hastası görünümü verir.
Yoğun heyecan, korku, gerilim ve huzursuzluktan yüz ve bedenlerinde istemsiz kasılmalar meydana gelir. Sık sık gözler küçülür, ağız kurur, yanak ve dudaklar kontrolsüz titrer. Tikler oluşmaya başlar. Hızlı doku yıpranması bir süre sonra cilde çürümüş görüntüsü verir. Şeytanın verdiği ruh hali ve olumsuz telkinlerle vücut direnci zayıflar. Yorgun, bitkin, halsiz bir vücut ortaya çıkar. Yüzleri sağlıksız, beyaz veya sarıdır. Bazen neşesiz ve asık suratlı, bazen deli gibi uçarı, kontrolsüz olurlar. Yüz ifadeleri de farklı farklıdır. Kiminin yüzünde kurnaz bir gülümseme, kiminde nevrotik bir ifade olur. Hepsi birbirinden itici ve sevimsizdir. Fiziksel tahribata ifade bozuklukları da eklendiğinde bu kişiler kolayca tanınırlar. Kuran'da bu duruma şöyle işaret edilir:
Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)
Her türlü sapkın fikir, kuşku ve çelişkili mantıkların yanı sıra münafıkların öyle bir özellikleri vardır ki, bu onların ne derece akıldan yoksun olduklarını bir kez daha gözler önüne serer. Münafıklar kendilerini doğru yolda görür ve hidayete ermiş sayarlar.
Ayetlerde münafıkların niçin kendilerini doğru yolda gördükleri bildirilmiştir. Münafıklar aslında şeytan tarafından çepeçevre kuşatılmış, şeytanın dostları haline gelmişlerdir. Şeytana bir dost kadar yakın olan kimse ise, elbette onun telkinleri altında hareket eder. Bu telkin münafıkları doğru yolda olduklarına inandıracak kadar güçlüdür. Allah bunu Kuran'da şöyle bildirir:
Kim Rahman (olan Allah)'ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun "üzerini kabukla bağlattırırız"; artık bu, onun bir yakın dostudur.
Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)
Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (Araf Suresi, 30)
Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, hiçbir münafık, yaptığının bir hata olduğunu kabullenmez. Aksine Allah ve din adına haraket ettiğini iddia eder, hatta bu uğurda Allah adına yemin eder. İçinde olduğu durumun genellikle farkında değildir. Şuuru o kadar kapalıdır ki, kıyamet günü cehenneme sokulmak üzere diriltildiğinde, Allah'a bile yemin ederek kendini savunmaya çalışır:
Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 18)
Münafıklar, şeytanın kendilerini Allah adına kandırdığının farkında değildirler. Bu gerçeği ancak ahirette anlayacaklardır. Mahşer günü müminler ile münafıklar arasında geçen bir konuşma Kuran'da şöyle haber verilir:
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azap vardır.
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi ve o aldaltıcı da sizi Allah ile aldatmış oldu." (Hadid Suresi, 13-14)