Cahiliye toplumu, şeytanın gücünün ve kendileri üzerindeki etkisinin farkında değildir. Bu insanların yanılgılarına göre şeytan, günlük hayatta etkisi olmayan bir kötülük sembolüdür. Yalnızca büyük suçlara teşvik eder. Bu kişilerin yanılgısına göre büyük günahlar işleyen caniler ve katiller şeytanın etkisinde olan "cehennemliklerdir", diğer insanlar, örneğin kendi halinde bir ev kadını veya bir öğrenci ise şeytandan uzaktır. Aynı yanlış mantığa göre şeytanın ordusu da, kan içen, insanları kurban eden, ancak korku filmlerinde rastlanacak olan sapık ruhlu kimselerdir. "Cehennemlik" olan bu kimseler ruhlarını tamamen şeytana satmış, yeryüzünün gerçek "kötüleridir". Bu yanlış mantık ile düşündükleri için cehennemin de yalnızca bu kadar "kötü" insanlar için var olduğuna inanırlar.
Cahiliye toplumuna hakim olan bu aldatıcı mantık şeytanın işini kolaylaştırır. Çünkü kimseye zararları olmadığı için, kendilerini cennetlik gören bu kimseler, şeytanın kolayca hükmettiği, onun kontrolündeki en büyük kitleyi oluştururlar. Ölecekleri ve cehenneme gidecekleri güne kadar, (Doğrusunu Allah bilir) şeytanın telkinleri altında kendi kendilerini kandırırlar. Ayetlerde bildirildiğine göre bu insanlar, gerçek konumlarını ancak ahiret günü görürler ve buna kendileri bile inanamazlar:
(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı). (En'am Suresi, 23)
Şeytanın esas amacı insanları Allah'ın istediği şekilde yaşamaktan alıkoymak, Kuran'ın emirlerinden uzak tutmak ve Allah'ın sınırlarını çiğnetmektir. İnsanın şeytana uyması için ille de cinayetler işlemesi, katliamlar yapması, kan içmesi, şeytana tapılan ayinlere katılması gerekmez. Allah'ın kesin olarak emrettiği 5 vakit namaz, oruç, tesettür gibi ibadetlerini yapmayan ama kendisini "temiz kalpli" gören veya "mesleğiyle insanlara hizmet ettiğini, dolayısıyla ibadet etmiş olduğunu" düşünen kimse, zaten şeytanın istediği konuma düşmüştür.
Kuran'da bildirildiği gibi, şeytanın istediği gibi yaşayan bu kişiler oldukça büyük bir kitleyi oluştururlar. Sayıları çok az olan bir grup iman ehli ise şeytanın etkisinden uzaktır:
Andolsun, iblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. (Sebe Suresi, 20)
Eğer insan biraz dikkat ederse, kendi çevresinin şeytanın bu sessiz ordusuyla kuşatılmış olduğunu görür. Bu sessiz ama itaatli askerler, çok farklı karakterlerde ortaya çıkabilirler. Bunlardan biri insanın annesi, babası, karısı, kocası, arkadaşı -hatta kendisi- olabilir. Bunu öğrenmenin tek yolu, insanı da, şeytanı da yaratan Allah'ın indirdiği Kuran'a başvurmaktır. Bu konuda yapılacak "bence", "bana göre", "kanaatimce" gibi sözlerle başlayan felsefi yorumların hiçbir önemi yoktur. Tek kıstas Kuran'dır. Bir insan Kuran'da bildirildiği şekilde, yani Allah'ın istediği gibi yaşamıyorsa, o zaman şeytanın istediği gibi yaşıyordur. Bu gerçeğin farkında olmasa da, bunu kabullenmek istemese de sonuç değişmez Allah'ın emrettiği gibi yaşamayan kimse, şeytanla beraber cehennem ateşinin içine atılır. Mahşer günü cehenneme atılanlar Kuran'da şöyle anlatılır:
Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir. Ve iblisin bütün orduları da. (Şuara Suresi, 94-95)
Bu kimseler şeytanın esiri olduklarının farkında olmadıkları için, kolaylıkla onun tarafından yönlendirilebilirler. Şeytanın kendilerine benimsettiği hayat tarzını hiç sorgulamadan kabullenerek, 60-70 senelik ömürlerini bir hiç uğruna harcarlar. Bu hayat tarzının detayları kişilerin sosyal statülerine göre farklılık gösterse de, genel olarak ana ilke aynıdır; ahireti, Allah'ı düşünmeden, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatı için çalışmak.
Birçok insan yıllarca akademik veya mesleki eğitim görür, daha iyi bir hayat, daha yüksek bir mevki için her gün çalışır, sonra sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi bir gün gelir ölürler. Kısa bir süre sonra unutulurlar, yerleri başkaları tarafından doldurulur. Ölüm anından sonra ne kazanılan paraların, ne sosyal statünün, ne elde edilen yaşam standartının, ne de geride bırakılan ailenin bir değeri kalmaz. Dünyada onlara verilen hayatın süresi bitmiştir. Ne var ki bazı insanlar karşılaşmaları kesin olan tek gerçeği, ölümü düşünmeden yaşarlar. Ahiret hayatları için bir çaba harcamadan kendilerine tanınan bu süreyi pervasızca harcarlar. Bu kimseler, adeta şeytana kulluk ederler ve şeytan onların bedenleriyle kendi "dinini" (yani felsefe ve sistemini) yayar. Bu insanların dilleri, gözleri, derileri şeytana hizmet eder. Bu sayede şeytan bir değil milyarlarca gözden bakar ve milyarlarca kulaktan duyar. Konuşmalarda, Kuran'a uygun mantık ve akıl gider, yerini şeytanın konuşmaları alır. Şeytan, dil, ırk, milliyet fark etmeden bütün dünyadaki insanları kendi sapkın dininin tebliği için kullanabilir.
Kısacası şeytan bu insanların bütün benliklerini kendisi için kullanır. Bunu yaparken de bazı kimselerin zannettiği gibi korkunç bir görüntüyle rüyalarına girerek veya filmlerdeki gibi kişinin yapamayacağı uç bir hareketi ona yaptırmayı başararak değil, sadece onu adeta "kabuk gibi sararak" yani "o kişinin kendi olarak" bunu yapar. İşte, şeytanla bu insanlar arasındaki müthiş benzerliğin nedeni de budur. Kuran'da bu kimselerle şeytan arasındaki yakın bağ "kardeşlik" olarak bildirilmiştir:
(Şeytanın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (Araf Suresi, 202)
Şeytan o kişinin bilinçaltına girer ve onun bedenindeki her noktaya hükmeder. Örneğin hak olan bir düşünceyi engeller. Artık şeytan ilhamına aralıksız devam edebilecek güçtedir.
Şeytanın ruhlarını ele geçirip bedenlerine hakim olduğu bu insanlar, Allah'ın yolundan, hayırlı işlerden insanları alıkoymak için şeytanla aynı metodları kullanırlar. Tıpkı şeytan gibi Hakk'ın akıllardaki etkisini kendilerince yok etmek, insanların vicdanlı davranmalarını sağlayan her türlü şeyi onlara unutturmak gibi binbir türlü tuzak kurarak şeytanın dinini yayarlar. Bu noktada artık şeytan ve onun etkisi altındakiler gibi bir kavram da kalkmıştır. Çünkü söz konusu kimselerin kendileri birer şeytan olmuştur. Adeta beden bulmuş şeytanlar söz konusudur.
Müminler Kuran'ın birçok ayetinde şeytanın dostlarına karşı uyarılmışlardır. Bu insanlar toplumun çok farklı kesimlerinden gelirler. Kimi sanayici, öğretmen, doktor, kimi de işçi, öğrenci olabilir. Şeytanın istediği dini yaşayan bu insanların sosyal olarak hiçbir ortak yönleri de olmayabilir. Ama hepsinin ortak bir özelliği vardır, hak din yani Kuran'daki gerçek dinden kesin olarak uzaktırlar. Farklı özellikler gösteren, ancak şeytanın kontrolünde olan cahiliye toplumu fertlerini belli başlı başlıklar altında inceleyebiliriz.
Hidayet ve hak din ile gelen her elçinin, insanlardan ve cinlerden bir grup şeytan düşmanı olacağı Kuran'da bildirilir. Cin şeytanlar saptırmak amacıyla insanların kalplerine fısıltılarda bulunurlar. Bu şeytanlardan insan olanları, Peygambere ve onunla birlikte olan müminlere karşı düşmanlıklarıyla kendilerini belli ederler. Peygambere karşı mücadele ederken, kendi benzerleri ile birleşir, kimi zaman ortak faaliyetlerde bulunurlar. Bu ortaklık süresinde birbirlerini kışkırtır, süslü ve kandırıcı cümlelerle müminlere karşı birbirlerini cesaretlendirmeye çalışırlar. Kuran'da bu işbirliği şöyle bildirilir:
Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla başbaşa bırak.
Bir de ahirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin de ondan (bu yaldızlı ve içi çarpık sözlerden) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını yüklenedursunlar. (Enam Suresi, 112-113)
Ayetlerde de belirtildiği gibi, eğer Allah dileseydi bu şeytanlar Peygambere düşmanlık yapamaz, müminlere sıkıntı ve eziyet veremez, onlara karşı savaşamazlardı. Ancak Allah'ın isteği ve izniyle bu varlıklar, Allah'ın dostlarının imtihan edilmeleri, ahiretteki derecelerinin yükselmesi için gerekli ortamı oluştururlar. Bu sayede müminler denemeden geçirilir, kalpleri temizlenir, sabırları denenir. Allah'ın dilemesi dışında hareket edemeyen şeytan, müminler ile kafirleri birbirlerinden ayırmak için Allah'ın belirlediği bir görevlidir.
İnkarcıların azgınlıklarının, müminlere karşı olan düşmanlık ve saldırganlıklarının ardındaki en önemli unsur şeytanın kışkırtmalarıdır. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar. (Meryem Suresi, 83)
... Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar... (Enam Suresi, 121)
Şeytan müşrikleri ve kafirleri kimi zaman atalarının dini adına, kimi zaman ırkçılıkla, kimi zaman da maddi çıkarlar uğruna müminlere saldırmaya teşvik eder. Yüzyıllar boyu hak dinin karşısına dikilen her inkarcının ortak özelliği, şeytan tarafından kışkırtılmış olmasıdır. Bu saldırılar sözle olabileceği gibi, öldürme amacıyla fiili olarak da gerçekleşebilir. Bir ayet, inkarcıların Allah'ın elçisine karşı giriştikleri hareketi şöyle bildirmiştir:
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı... (Enfal Suresi, 30)
Şeytanın inkarcılar üzerindeki telkini o kadar güçlüdür ki, bu insanlar gerektiğinde ölümü göze alarak elçi ve müminler aleyhine faaliyetlerini sürdürürler. Buna en açık örneklerden biri de, müminlere karşı açılan savaşları anlatan ayetlerde görülür. Şeytan savaş öncesinde, inkarcıları müminler aleyhine kışkırtır ve müminlere karşı savaşmayı onlara çekici gösterir. Hatta inkarcıları kendilerini yenebilecek hiçbir ordu bulunmadığına inandırarak iyice tahrik eder. Ancak iki ordu karşılaştıklarında şeytan kendisine inananları yüz üstü bırakır:
O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara: "Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım" demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu (karşılaştı) o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: "Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan da korkuyorum" dedi. Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal Suresi, 48)
Çünkü şeytan gerçekte insanlardan hiçbirinin iyiliğini istemez. Bu yüzden mümin olsun kafir olsun herkesin cehenneme gitmesi için uğraşır. Kendisini dost gibi göstermesi ise insanları birbirine düşürmek, fitne ve bozgunculuk çıkarmak için kullandığı bir taktiktir. Amacına ulaştıktan sonra kendisini dost edinenleri -her kim olurlarsa olsunlar- yüz üstü bırakır.
Şeytan tarafından kışkırtılmış bir başka inkarcı örneği ırkçılardır. Dünyanın her neresinde olursa olsun, ırkçı bir insan ya da topluluk -hiçbir tutarlı gerekçesi olmaksızın- kendisini diğer insanlardan üstün görür. Bu insanlarda kışkırtılmış bir öfke vardır. Çoğu zaman şeytanın kışkırtmasının kuvvetiyle, ne uğruna olduğunu kendileri bile tam olarak bilmeden hayatlarını ortaya koyarlar. Kuran'da ırkçıların hareketlerindeki öfke ve kışkırtılmışlığa özel olarak dikkat çekilmiştir:
Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, "öfkeli soy koruyuculuğu"nu (hamiyeti), cahiliyenin "öfkeli soy koruyuculuğunu" kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine (kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu" indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde "kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. (Fetih Suresi, 26)
Irkçıların kendilerini üstün görerek, diğer insanlara karşı nefret beslemeleri, şeytanın daha önce değindiğimiz bir başka özelliğini hatırlatır. Kendisini kendi düşük aklınca Hz. Adem (as)'dan üstün gördüğü için ona nefret besleyen şeytanın buradaki zihniyeti, ırkçıların temel yaşam ilkesi olarak ortaya çıkar. Irkçı toplumların kendilerini üstün görme saplantılarının altında, kendi fiziksel yapılarını, geçmişlerini, atalarını, soylarını üstün görmeleri yatar. Soyunu öne sürerek diğer insanlardan daha üstün olduğunu iddia etmek, dikkat edilirse şeytanın ateşin çamurdan üstün olduğu iddiasıyla benzer bir mantıktır.
İnkarcılar ve müşrikler hak din yerine tercih ettikleri batıl dine tutkuyla bağlanırlar. Hangi ideoloji veya fikir olursa olsun, bu batıl dinlere inananlar aslında şeytanın kendilerine süsleyip çekici gibi gösterdiği cehennem yoluna tabi olurlar.
Şeytanın süsleyiciliği inkarcılar için o kadar etkilidir ki, bu süse kananlar doğru yolda olduklarını zannederek sapıklığa tutkuyla bağlanırlar. Kuran'da şeytanın süsleyip çekici kıldığı bir dinin, Hz. Süleyman (as) devrindeki insanları nasıl etkisi altına aldığı şöyle bildirilir:
"Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar." (Neml Suresi, 24)
Ayette, Güneş'e tapan bir topluluktan söz edilmekte ve şeytanın bu sapkınlığı o insanlara süslü gösterdiği bildirilmektedir. Bugün bazı insanlar Güneş'e tapmasalar da, bir kişi veya ideolojiye körü körüne bağlanıp bu sistemin sözde doğrularının takipçisi olurlar. Hz. Süleyman (as) zamanında Güneş'e tapanlar ile, bugün İslam'ı terk edip insanlar tarafından belirlenmiş batıl ideolojilerin takipçisi olanlar arasındaki benzerlik, her iki grubun da içinde bulundukları durumun şeytan tarafından süslü gösterilmiş olmasıdır.
Cahiliye toplumunun önde gelenlerinin sık sık kullandıkları bir yöntem vardır. Bu insanlar, hem kendi düşük akıllarınca kendilerini temize çıkarmak ve içinde bulundukları sapkın durumu sözde meşru göstermek, hem de kendilerine taraftar toplamak amacıyla din hakkında olmadık, son derece akılsızca yorumlar ve açıklamalar yaparlar. Kendilerini sözde aydın olarak nitelendiren bir grup önde gelen, bu taktiğe sık sık başvurur.
Ortak özellikleri kendilerini halktan üstün görmeleridir. Kendilerini o kadar beğenirler ki Allah'ın cezalandıracağını bir türlü kabullenmezler. Allah'ın dininden hem kaçar, hem de başkalarını alıkoyarlar. (Enam Suresi, 26) Dindar insanları kendilerince cahil, saf ve küçük görürler. Kendi kafalarına göre dini yorumlar yaparlar. Bu yorumlarla kendi kafalarında uydurdukları batıl dine, kendileri de inanarak bu sahte dinin propagandasını yaparlar. İnsanları Kendisi'ne kulluk etmeleri için yaratan, herşeyin tek sahibi olan Allah'a karşı nankörlük edip kendilerini bilmez bir şekilde isyan etmiş olurlar. Kuran'da bu tip insanlar hakında şöyle buyrulmaktadır:
İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.
Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla "gururla salınıp-kasılarak" (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona tattıracağız. (Hac Suresi, 8-9)
İster sanatçı, ister işadamı, ister politikacı, isterse sıradan bir insan olsun bu kimseler kendileri gibi azgın ve kaypak olan şeytanın peşine düşmüşlerdir. Kuran ve dinle hiçbir ilgisi olmayan, kendi batıl fikir ve sistemlerini sözde meşru göstermek için dini alet eden ve tarihin her döneminde ortaya çıkan bu insanların hepsi aslında şeytanın yolunu izlerler. Kuran'da bu insanlar şöyle haber verilir:
İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanının peşine düşer.
Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 3-4)
Bazı sapkın kimseler, fitne çıkarmak ve bilgisiz insanları İslam'dan uzaklaştırmak amacıyla Kuran vahyine cinlerin ve şeytanın sözlerinin karıştığı şeklinde son derece sapkın ve akıl dışı bir iftira öne sürmüşlerdir. (Allah'ı ve Kuran'ı tenzih ederiz)
Aynı sapkın inanış, Peygamberimiz (sav)'in dönemindeki cahiliye toplumunda da bulunmaktaydı. Hatta o dönemdeki müşrikler Peygamber Efendimiz (sav)'i kendi düşük akıllarınca kahinlik ve mecnunlukla suçlamışlardır. (Tur Suresi, 29) Çünkü kahinlerin cinlerden ve şeytandan haber alan, onların etkisi altına giren kimseler olduklarına inanılırdı. (Mecnun, "cinlenmiş" demektir.) Yine aynı sapkın mantık içinde Hz. Muhammed (sav)'i mecnunlukla, yani cinlenmiş olmakla itham edenler de olmuştur. Bütün bu sapkın inkarcılara en güzel cevap yine Kuran'da verilir:
O (Kuran) da kovulmuş şeytanın sözü değildir. (Tekvir Suresi, 25)
Onu (Kuran'ı) şeytanlar indirmemiştir.
Bu, onlara yaraşmaz ve güç de yetiremezler. (Şuara Suresi, 210-211)
Ayetlerin devamında, şeytanların Allah'ın vahyini dinlemelerinin yasaklandığı ve önlendiği bildirilir:
Çünkü onlar, (vahyedileni) işitmekten kesin olarak uzak tutulmuşlardır. (Şuara Suresi, 212)
Göğün sınırları da şeytanlardan korunmuştur, bu sınırlara yaklaşıp kulak hırsızlığı yapmaya kalkanlar (gizlice dinleyip haber almaya çalışanlar), o anda ateşle cezalandırılırlar. (Hicr Suresi, 17-18)
Bilindiği gibi şeytan bir cindir ve cinlerin İlahi vahyi dinlemeleri mümkün değildir. Bu engel Cin Suresi'nde, cinlerin ağzından şöyle bildirilmiştir:
Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.
Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur. (Cin Suresi, 8-9)
Kuran'da, şeytanın üzerlerine indiği ve etkisi altına aldığı kimselerden söz edilir. Bu kimselerin belirgin özelliği olarak da, yalancı ve günaha düşkün oldukları haber verilir. Farkında olarak veya olmayarak, bu insanlar şeytana kulak verir, onun talimatları doğrultusunda hareket ederler. Kuran'da bu konuda şöyle denir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi?
Onlar, "gerçeği tersyüz eden", günaha düşkün olan her yalancıya inerler.
Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)
Bu ayetlerin hemen ardından Kuran'ın indiği dönemdeki şairlerden bahsedilmektedir:
Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar.
Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar. (Şuara Suresi, 224-226)
Mekke'de Peygamberimiz (sav)'in döneminde şairler toplumu yönlendirme, etkileme ve gündem belirleme vasfına sahip insanlardı. Yazdıkları şiirler ağızdan ağıza hızla yayıldığından, bu insanlar bir nevi haber kaynağı işlevi görüyorlardı. Ancak bu şairlerden çoğu yeteneklerini İslam aleyhine kullanıyor, insanları kendilerince hak dinden uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.
Ayetten anlaşıldığına gibi halkı kandırmak için kullandıkları yollardan biri de, insanlara boş vaatlerde bulunmaktı. Boş vaatte bulunmanın şeytanın kullandığı temel bir yöntem olduğu hatırlanırsa (Nisa Suresi, 120; İbrahim Suresi, 22) bu çevrelerle şeytan arasındaki ilişki bir kez daha ortaya çıkar.
Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, söz konusu durumda bir değişiklik olmamıştır. Şairlerin yerini din ahlakına karşı olan belirli güç odakları ve bunların güdümündeki bazı kişi ve kuruluşlar almıştır. Boş vaatler, halkın gözünü boyama, aldatma, gerçekleri olduğundan farklı gösterme gibi yöntemler de bu çevrelerin en çok başvurdukları yollardır. Yalan haberlerle gerçekler tersyüz edilmekte, Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için her çeşit günahın propagandası, dünya tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar yoğun ve kapsamlı yapılmaktadır. Müslümanları karalama, onlara iftiralar atma, İslam'ı kendi akıllarınca yıpratmaya çalışma çabaları da şeytanın kontrolü altında aynı şekilde sürmektedir.
İslam dinini öğrenmek için en temel kaynak Kuran ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleridir. Bu yüzden şeytan da bazı insanları Kuran'dan ve sünnetten uzak tutarak, atalardan gelen hurafelerle dolu batıl bir dine yöneltir.
Şeytanın bu tuzağına düşen kimseler Allah'ın vahyine değil, yüzyıllar boyu birbirine eklenerek gelmiş hurafelere uyarlar. En önemlisi de bu insanların, batıl dinlerine tutkuyla bağlı olmalarıdır. Şeytan şuurlarını o kadar kapamıştır ki, Allah'ın indirdiği hak dine davet edildiklerinde tutumlarını ısrarla sürdürürler:
Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)
Örneğin günümüz cahiliye toplumunun, hurafelerle dolu dininde, kadın ikinci sınıf bir varlık olarak bilinir. Bu kimseler erkeğin üstünlüğünü savunup, kadına değer vermezler. Oysa Kuran'da cinsiyete dayanan bir üstünlük sıralaması yoktur. Kuran'da en üstün kimselerin takvaca en ileri kimseler oldukları bildirilmiştir.
Ataların batıl dinine uyan kimseler uzlaşmaz ve inatçıdırlar. Yapılacak hiçbir açıklama, atalarından gördükleri hurafeleri kendilerine bıraktırmaz. Çünkü Kuran'da bildirildiği gibi bu kimselerin "akıl erdirebilmek" gibi bir yetenekleri yoktur. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 170-171)