Şu anda bir yerde oturuyor veya uzanmış olabilirsiniz. Elinizde tuttuğunuz bu kitabı okumayı bitirdikten sonra, muhtemelen ayağa kalkıp yürümeye başlayacak, belki de eğilip yerden birşeyler alacak ya da kütüphanenin üst rafına uzanıp elinizdeki kitabı oraya koyacaksınız. Bütün bunları yaparken bir yandan da parmaklarınızla sıkıca kavradığınız fincandaki çayınızı da yudumluyor olabilirsiniz. Ancak her ne konumda bu satırları okuyorsanız veya hangi işi yapıyorsanız yapın, tüm hareketlerinizi kemiklerinize ve kemiklerin oluşturduğu güçlü iskelet sistemine borçlusunuz. Eğer kemikler ve iskeletiniz olmasaydı, bu yazıyı okuyamazdınız, değil yerinizden kalkıp hareket etmek, koşmak, yürümek, elinizi kıpırdatmak bile sizin için mümkün olmazdı. Çünkü vücudunuz, içi boş bir çuval veya bir et yığını gibi yere serilirdi. Organlarınız kendi ağırlığınız altında ezilir ve birkaç saniyede yaşamınızı yitirirdiniz.
Günlük hayatta hiç düşünmeden yaptığımız ve çok basit olarak nitelendirilebilecek hareketleri bile kemiklerimizin fonksiyonel yapıları sayesinde gerçekleştiririz. Örnek olarak bu kitabı okurken neler yaptığınızı düşünelim. Bu sayfayı okuyabilmek için bir önceki sayfayı çevirdiniz. Bunu yaparken ilk olarak işaret veya orta parmağınız çalıştı. Baş parmağınız da size yardımcı oldu. İşaret parmağınızı oluşturan üç parça kemik sırayla büküldü. Aynı zamanda başparmağınızı oluşturan iki kemik havaya kalkarak sayfanın çevrilmesini sağladı. Bütün bunlar olurken elinizin bağlı olduğu bilek kemiği ve elinizdeki diğer kemikler çeşitli açılarda büküldüler, esnediler. Elbette kol kemikleri de sayfaya doğru uzanmanıza yardım ettiler. Kısacası varlığının belki de farkında olmadığınız bir mekanizmanın, yine siz hiç farkına varmadan, sizin için birçok işlemi aynı anda yapması sayesinde bu kitabı okumaya başladınız ve hala da sayfaları çevirmeye devam ediyorsunuz.
Gülme, koşma, yürüme, oturma, kalkma, ayakta durma, yatma, yazı yazma… Her insan bu işlemleri kemikleri sayesinde yapar. Kemikleri sayesinde yürür, yine onlar sayesinde ayakta durur, yatar, güler, kemikleri sayesinde yemek yer… İnsan bedeninin çatısı 206 tane sert parçanın biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Bu parçalar adeta bir yap-boz oyununun parçaları gibi birbirlerine tam olarak uydurulmuş ve belirli uçlardan birbirlerine tutturulmuştur.
Birbirine Bağlı 206 Parçalı Bir Yapı: İskelet |
Kemikler ve kemiklerin biraraya gelerek oluşturduğu iskelet; yapı, görev ve fonksiyon olarak incelendiğinde, çok önemli bir yaratılış mucizesi ile karşı karşıya olduğumuzu daha yakından fark ederiz. İnsan vücudunda bulunan ve her biri farklı fonksiyonlara sahip olan kemikler, Allah'ın yaratma sanatının yüceliğini bize gösterirler. Bu benzersiz yaratılışa Allah pek çok ayette dikkat çekmiştir.
"… Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?…" (Bakara Suresi, 259)
Bir başka ayetinde Allah, ölümden sonraki sonsuz yaşamın varlığına inanmayan bir inkarcıya, kemiklerin ilk yaratılışını şöyle örnek göstermiştir:
Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş? De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." (Yasin Suresi, 78-79)
Hemen hemen bütün kemiklerde, özellikle de vücuttaki uzun kemiklerde iki farklı yapı bulunur. Kemiğin gövdesi yoğun kemik dokusu içerirken, uçları ince bir kemik katmanından, gözenekli kemik yapısından oluşur. Aslında bu düzenleme, kemiklerin işlevini yerine getirebilmesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü kemik ancak böyle bir dizayna sahip olduğu takdirde yoğun baskı altında kalmadan hareket edebilir ve kendisine yüklenen ağırlık ve gerginlik kemik gövdesinden eklemlere aktarılır. Eğer her bölge aynı yapıda olsaydı; kemiklerde esneklik ve sağlamlık gibi özellikler olmazdı.
Kemik dokusu, kemik hücreleri ve bu hücrelerin salgıladığı etraflarındaki ara maddeden oluşur. Kemik dokusunda üç çeşit hücre bulunur. Kemiklerin yapımında rol alan ve şekil almasını sağlayan, kemik içindeki boşlukları oluşturan ve bu boşlukları birbirlerine bağlayarak iletişimi kuran hep bu hücrelerdir.
1. Dış Lamel | 4. Havuzcuk |
Vücudumuzu ayakta tutan kemiklerin genel yapısı üstte görüldüğü gibidir. Bu özel tasarım her insanda aynıdır. Bu sayede her insanda kemikler aynı sağlamlığa ve esnekliğe sahiptir. Kemikler Allah'ın kusursuz yaratmasının örneklerinden biridir. |
Kemiğin iç yapısı, dayanıklılığı nedeniyle bir mikroskobik harikadır. Vücutta oldukça büyük bir alan kaplayıp, çok önemli işlevleri olan iskeletin bu kadar hafif, ancak bir o kadar da dayanıklı olmasındaki sır, kemiklerin yapısındadır. Bilimadamlarının bir "mühendislik harikası" olarak adlandırdıkları kemiklerin içleri, hayranlık uyandıracak bir tasarıma sahiptir. Hatta mühendisler yirminci yüzyılın ikinci yarısında yapımı oldukça zor, uzun ve masraflı olan gökdelen, köprü gibi büyük ve yüksek yapılar için kemiğin yapısına benzeyen bir teknik geliştirdiler. Kafes sistemi adı verilen bu yönteme göre yapının taşıyıcı elemanları tek parça değil, birbiri içine geçmiş kafes şeklinde çubuklardan oluşmaktaydı. Ancak bilgisayarların yapabileceği karmaşık hesaplarla, kemiklerin tasarımındaki bu yöntem kullanılarak, büyük köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve daha ucuza inşa edildi.
Ancak burada gözardı edilmemesi gereken çok önemli bir nokta vardır. Kemiğin içindeki sistem bu binaların inşasında kullanılan teknikten çok daha komplekstir. Kemikler birbirine zıt gibi görünen iki özelliğe aynı anda sahiptir. Sağlamlık ve hafiflik... Mühendislerin inşa ettikleri binalar ise kullanılan malzeme nedeniyle aynı anda bu iki özelliğe birden sahip değildir. Kemiklerdeki gözenekli ve boşluklu yapı ise onun hafif olmasına neden olmaktadır. Ancak bunun yanında kemikler çok sağlam ve dayanıklıdırlar.
Kemiğin yapısındaki hafiflik ve sağlamlık kriterlerinin altını bir kez daha çizmekte fayda vardır. Çünkü bu iki özelliğin birarada olması insana çok büyük kolaylıklar sağlarken, tam aksi insan için öldürücü olabilirdi. Kemikler bu özelliklerden yalnızca birine sahip olsalardı, örneğin sağlam olup aynı zamanda ağır olsalardı, tüm iskelet insanın taşıyabileceği ağırlığın çok üzerinde olurdu. Bu ağırlık nedeniyle insanın hareket imkanı azalır, günlük hayatı çok kısıtlanırdı. Ayrıca bu sertlik ve gevrekliğin sonucu olarak en ufak bir darbede kemiklerde kırılma ve çatlama olabilirdi.
Bunun tam aksi olsaydı yani kemikler yine hafif olup, sert olmasaydı, bu durumda vücut şu an olduğu şekliyle olmaz, pelte halinde bir deri kütlesine benzerdi. Bu haldeyken beyin, kalp gibi hayati öneme sahip birçok organ her an tehlikeye maruz kalırdı.
Üstelik insan vücudundaki kemikler bulundukları bölüme göre farklı özelliklere sahip olurlar. Bütün kemikler esnektir ve dayanıklıdır, ancak bunların oranı birbirinden farklı olabilmektedir. Örneğin göğüs kafesinde, kalp ve akciğer gibi hayati organları koruyacak kadar sağlam olan kemikler, aynı zamanda sürekli olarak akciğerlere havanın dolmasını ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişleme ve büzülme özelliğine de sahiptirler. Eğer akciğeri koruyan göğüs kemikleri kafatası gibi sert kemiklerden oluşmuş olsaydı, nefes almak neredeyse imkansızlaşır, akciğer her nefes alışımızda bu sert kemikler arasında sıkışır kalırdı. Buraya kadar sıralanmış özelliklerinde de görüldüğü gibi kemiklerdeki tek bir özelliğin dahi ayrıntılı olarak incelenmesi insanın önüne pek çok yaratılış mucizesini çıkarmaktadır. Ancak kemiklerdeki özel yapılar sadece bunlarla sınırlı değildir.
Kemiklerdeki kafes yapının sağlamlığı mühendisler için de esin kaynağı olmuştur. Kemiğin yapısına benzeyecek şekilde geliştirilen inşaat teknikleri sayesinde çok daha dayanıklı ve ucuz yapılar inşa edilmiştir. |
Bir insanın hareket edebilmesi için iskelet sisteminin yanısıra bir kas sistemine de ihtiyaç vardır. İskeleti oluşturan tüm kemikler kaslara bağlıdır. Kas kasılırken, kemikleri çeker ve onların hareket etmesini sağlar. Böylece kas ve kemikler birlikte çalışarak yürümemizi, oturmamızı, kalkmamızı ve daha birçok hareketi yapabilmemizi sağlar. Yine günlük yaşamınızda yaptığınız hareketleri düşünelim. Karnınız acıktı ve yemek yemek için elinizi ağzınıza götürdünüz, size seslenen kişiye bakabilmek için arkanıza doğru döndünüz, elinizdeki kitap yere düştü almak için eğildiniz, sabah saatiniz çaldı, doğruldunuz ve saati kapatmak için bir hamle yaptınız. Bir insan günlük yaşamında bedenini kullanarak bu hareketleri ve benzerlerini sayısız kere tekrarlar. Ve tüm bu hareketler sırasında da kaslarıyla kemiklerini birlikte kullanır. Daha doğru bir anlatımla bir insan ancak ve ancak kas-iskelet sisteminin birbiriyle koordineli olarak çalışması sonucunda yürüyebilir, konuşabilir, yemek yiyebilir, oturabilir, yatabilir…
Hareket etmemizi sağlayan kas sistemimiz kemiklerin yapısını ve işlevlerini, aynı şekilde kemikler de kaslarımızı çok iyi tanır adeta birbirlerinin dilinden anlarlar. Oturmak istediğimizde dizin eklem yerinden bükülmesiyle birlikte bacak kasları da harekete geçerek kasılır. Biz de bu sayede hiç zorlanmadan otururuz, kalkarız. Kas, kemiği öyle uygun bir şekilde sarar ki, kasın kasılabilmesi için gerekli olan her türlü şart en uygun şekilde hazırlanmış olur. Ne kas kemikten sıyrılır gider, ne de kemik kası parçalar. Birbirinden tamamen farklı olan bu iki doku, iki ayrı kompleks sistem birbirleriyle mükemmel bir işbirliği içindedirler.
İskeletteki mükemmel yapı sayesinde çok çeşitli şekillerde hareket edebiliriz. Solda dizlerin bükülme ve uzama sırasında aldıkları şekil, altta ise avucun önkolun ekseni etrafında ve içe doğru dönmesi görülüyor. |
Peki bu işbirliği nasıl ortaya çıkmıştır? İnsan vücudundaki biraz sonra detaylarıyla ele alınacak olan bu kusursuz sistemler nasıl ortaya çıkmıştır?
Öncelikle bir insanın hayati fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için bir bütün olarak var olması yani bir anda ortaya çıkması gerektiği açıktır. Bu nedenle vücut sistemleri zaman içinde gelişen tesadüflerle kendi kendine ortaya çıkmış olamaz. Bundan başka kas ya da kemik gibi dokuların haberdar olma, bilme, tahmin etme, işbirliğine gitme gibi özelliklere sahip olamayacağı açıktır. Bu da bizi tek bir sonuca, yani insanın yaratıldığı gerçeğine götürmektedir. İnsanı ve diğer bütün canlıları yaratan, herşeyden haberdar olan, her canlının ihtiyacını en ince ayrıntılarına kadar bilen Allah'tır. İnsanların kemiklerini yaratan da onlara kasları giydirerek birlikte uyum içinde çalışarak yürümemizi sağlayan da Allah'tır. Allah her türlü yaratmayı bilir. Hiç kuşkusuz ki Allah yarattığı herşeyi kusursuz yapandır.
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. Şimdi bunlar, kendilerine Allah'ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular?(Yusuf Suresi, 105-107)
A. DİZ EKLEMİ | 1. Uyluk Kemiği | 4. Kaval Kemiği |
Oynar eklemlerimiz sayesinde hareket ederken hiç zorlanmayız, acı hissetmeyiz. Çünkü eklemlerimizde özel bir tasarım vardır. Eklemler arasında bir boşluk bulunur. Bu boşluk da eklem sıvısı ile doludur. İşte bu sıvı eklemleri yağlama görevi yapar ve kemiklerimizin aşınmasını engeller. Allah'ın yaratmada hiçbir ortağı yoktur. |
1. Eklem Sıvısının Içinde Bulunduğu Boşluk | |
Kolunuzu ya da bacağınızı oynatırken neden acı duymadığınızı hiç düşünmüş müydünüz? Sürekli bir sürtünmenin olduğu kemiklerde normal şartlar altında aşınmalar ve yıpranmalar olması ve acı oluşması gerekirken böyle bir şey hiç olmaz. Çünkü eklemlerin arasında sürtünmeyi engelleyici eklem sıvısı vardır. Eklem sıvısı kayganlık sağlayarak eklem yüzeyindeki aşınmayı ve tahribatı önler. Biz de Rabbimizin vücudumuzda yarattığı bu kusursuz tasarım sayesinde rahatlıkla hareket ederiz. |
Kemikler vücut içinde bulundukları yere göre farklı özelliklere sahip olurlar. Örneğin sürekli hareket halinde olan bazı kemiklerimizin, hareketsiz bölgelerdeki kemiklere göre daha farklı desteklere ihtiyacı vardır. Buna örnek olarak eklemlerimizi verebiliriz. Omurgamızı meydana getiren omurlar, bacaklarımızdaki, kollarımızdaki, el ya da ayaklarımızdaki eklemler her hareketimizde birbirleri üzerinde dönerler. Sürekli hareket halinde oldukları için de destek sistemlere ihtiyaçları vardır. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Herhangi bir mekanik alet çalışırken hareket eden parçaların birbirlerine temas noktalarında sürtünme görülür. Sürtünmenin gerçekleştiği bölgelerde kısa bir süre sonra aşınma ve aşınma sonucunda parçaların bozulması söz konusudur. Bunu engellemek için mekanik parçalar düzenli olarak yağlanır. Basit bir kapı menteşesinden, üstün teknolojiye sahip bir otomobil motoruna kadar her hareketli mekanik sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Ancak yağlama aşınmayı tam olarak engellemez, yalnızca geciktirir. Örneğin otomobillerin motoru her beş bin kilometrede bir yağlandığı halde aşınmanın önüne geçilemez. Bu nedenle motor parçalarının düzenli olarak değiştirilmesi gerekir.
Ancak insanların ve hayvanların eklem yerleri bir ömür boyunca hareket ettikleri halde hiçbir şekilde bakıma ya da yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Hatta bir insanın ömür boyu yaklaşık 100 bin kilometre yol aldığını düşünürseniz sözü edilen mekanik sistemin yaptığı işteki mucizevi yön daha iyi anlaşılır.
Eklemlerimizin yardımı olmasaydı, hareket etmemiz mümkün olmazdı. Çünkü tüm vücut hareketlerimiz eklemlerin birbirleri üzerindeki hareketleri sayesinde gerçekleşir. Bir basketbol maçı sırasında oyuncular vücutlarındaki tüm kemikleri, eklemleri ve kasları kullanırlar. Ellerin topu kavraması, koşmak, topu fırlatmak... Peki eklemlerin bu hareketler sırasındaki görevleri nedir?
Eklem, iki kemiğin birbirine yaklaştığı her yerde olabilir. Eklemin görevi kemiklerin birbirlerine sürtünmemesi için aralarındaki mesafeyi mümkün olduğunca uzak tutmaktır. Ancak bu şekilde dizlerin, dirseklerin, bileklerin rahat hareket ettirilmesi mümkün olmaktadır. Eğer eklemin kendine has yapısı ve aradaki tampon bölge olmasaydı, insanlar da tıpkı robotlar gibi kesik kesik aşamalarla ve zorlukla hareket edebilirdi.
Eklemlerdeki bu özellik üzerinde bilim adamları uzun yıllardır araştırmalar yapmaktadır. Özellikle de çalışma sırasında ortaya çıkan sürtünmenin engellenmesi başlı başına bir araştırma konusudur. Amaç ise insan vücudundaki bu mükemmel sistemi robotlara da uygulayabilmektir. Araştırmacılar yapılan incelemelerde ayak bileklerinde sürtünmenin olmayışının ilk önceleri eklemde bulunan sıvılardan kaynaklandığını düşündüler. Ancak daha sonra anlaşıldı ki bu sıvının sürtünmeyi engelleyici bir gücü yoktu. Araştırmalarını bu konuda daha da yoğunlaştırınca bilim adamlarının karşısına üstün bir tasarım örneği çıktı. Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştı. Bu tabakaların altında ise yoğun bir sıvı bulunmaktaydı. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı gözeneklerden dışarı fışkırıyor ve eklem yüzeyinin yağ gibi kaymasını sağlıyordu.
Görüldüğü gibi insanın hareket edebilmesi için her yönden eksiksiz bir tasarım vardır.
1- Yassı Eklem | A. Eksensiz | a. El Bilek Kemiği | e. El Parmak Kemikleri |
Vücudumuzda yaptığımız işlere tam uygun özelliklerde çok farklı eklem çeşitleri vardır. |
İskeletin bütün olarak mükemmel bir işleve sahip olmasının yanında, iskeleti oluşturan kemikler de kusursuz bir iç yapıya sahiptir. Vücudun taşınması ve korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemiklerimiz, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasite ve sağlamlıkta yaratılmışlardır. Hatta bu yönde oldukça geniş bir güvenlik payının olduğu ve vücudun karşı karşıya kalabileceği zor durumlara uygun bir tasarım yapıldığı görülecektir.
Vücudumuzun en yüksek kapasitede yükü kaldırabilen kemiklerinden biri uyluk kemiğidir. Uyluk kemiği, dikey durumda 1 ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Vücuttaki kemikler hareket ettiğiniz, yattığınız, oturduğunuz her an şiddetli bir ağırlık ve basınçla karşı karşıyadırlar. Oturduğunuz yerden kalktınız ve yürümeye başladınız ya da tam tersini yaparak bir yere oturdunuz. İşte sizin hiç düşünmeden yaptığınız bütün bu hareketler sırasında gerçekte vücudunuzda son derece sistemli bir şekilde çalışan, kompleks iskelet tasarımı harekete geçmektedir.
Kemiklerdeki tasarımın mükemmelliğinin tam olarak anlaşılması için şöyle bir benzetme yapalım. İnsanoğlunun kullandığı en sağlam ve kullanışlı malzemelerden biri çeliktir. Çünkü çelik hem sağlam, hem de esnek bir maddedir. Ancak kemikler katı çelikten daha sağlamdır. Üstelik, bir parça kemik, çelikten 10 kat daha esnektir. Kemikler çelikten ağırlık bakımından da üstün bir yapıya sahiptirler. Bir çelik karkas insan iskeletine kıyasla 3 kat daha ağırdır.
Yalnızca çelik değil, insanoğlunun kullandığı herhangi bir başka malzeme de kemiklerin yapısıyla karşılaştırıldığında oldukça zayıf kalır. Aynı ağırlıktaki güçlendirilmiş çimentoyla karşılaştırıldığında kemiklerin dört kat fazla yük taşıyabildikleri görülecektir.
1. Ilik Boşluğu | 3. Eklem Kıkırdağı | 5. Boyun |
Vücuttaki uyluk, kaval, baldır ve parmak kemikleri aşağıda görülen uzun kemiklerden oluşur. |
Çoğu insan kemiklerin cansız maddeler olduğunu zanneder ancak kemikler dış tabakaları hariç canlı dokulardır. Bu dokuların içinde mikroskobik damarlar, sinir ağları ve kemik iliği bulunur. İnsan vücudundaki kemikler aynı zamanda birer banka gibi çalışırlar. Kalsiyum ve fosfor gibi hayati maddeleri depolarken, herhangi bir durumda ihtiyaç olduğunda depoladıkları bu maddeleri vücuda geri verirler.
Eğer vücutta kalsiyum bulunmasaydı ne olurdu?
Kalsiyum vücutta, çevreden toplanan uyarıların sinirlere ulaşmasını sağlamak gibi son derece önemli bir görev üstlenmiştir. Kalsiyum olmadan uyarılar sinirlere ulaşamaz. Bu da insanın tamamen felç olması ve iç organlarının çalışmaması anlamına gelir ki, bu ölümle sonuçlanacak bir durumdur.
Kalsiyumun vücut için önemi bununla bitmez.
Bir yeriniz kesildiğinde, kısa bir süre sonra kesik olan bölgede kan pıhtılaşır, kanama durur ve bu sayede kan kaybından ölmeniz engellenir. Bu çok hayati bir önlemdir. Eğer kan pıhtılaşmasaydı ne olurdu? Altı delinmiş bir fıçının içindeki bütün suyun, fıçı boşalana kadar bu delikten dışarı akması gibi, vücudunuzdaki küçücük bir delikten bile bütün kanınız akar giderdi. Ancak insan vücudunda kanın pıhtılaşmasını sağlayan mucizevi bir mekanizma vardır. (Detaylı bilgi için bkz. Kanın Pıhtılaşması bölümü) Bu mekanizma insanı mutlak bir ölümden korur. İşte bu mekanizmayı harekete geçiren en önemli faktörlerden biri de kalsiyumdur. Kemiklerde depolanan kalsiyum olmasaydı, kanınız pıhtılaşmazdı.
Kemik hücrelerinin birer kalsiyum ve fosfor deposu olarak görev yaptıkları belirtildi. Burada üzerinde durulması gereken yine çok önemli bir nokta vardır. Gözü veya herhangi bir duyu organı olmayan bir kemik hücresi, kanda bulunan binlerce değişik madde arasından kalsiyumu ve fosforu kolaylıkla ayırt eder. Sonra hiç şaşırmadan bu atomları yakalar.
1. Kanda Ca++ miktarı düşük | |
Vücuttaki kalsiyum seviyesinin belirli oranlarda olması insan için hayati önem taşır. Kandaki kalsiyum oranı düştüğünde hemen parathormon devreye girer ve kemikten kana kalsiyum geçişi sağlanır. Ayrıca böbreklerden kalsiyum atılması engellenir ve kalsiyum emilimi artırılır. Kandaki kalsiyum oranı arttığında ise kalsitonin salgılanır ve kandan kemiklere kalsiyum geçişi olur. |
Bir insan dahi önüne koyulan farklı element tozlarını -eğer bu konuda bir eğitim almamışsa- ayırt edemez. Bir masanın üzerine kalsiyum, fosfor, demir, çinko vs gibi elementlerin toz olarak koyulduğunu ve bu karışımın içinden kalsiyum taneciklerini ayırt etmenizin istendiğini düşünürseniz, herhangi bir duyu organı olmayan, bu konuda hiçbir eğitim almamış kemik hücresinin başardığı işin zorluğu daha iyi anlaşılır.
Kemik hücresi aynı zamanda diğer vücut hücreleri gibi son derece itaatli bir bireydir. Kendisine "kalsiyum depola" emri söylenildiğinde (Kalsitonin Hormonu) bu emre hemen itaat eder. Eğer kendisine "depoladığın kalsiyumu bırak" denirse (Parathormon), bu emre de itaat eder.69 Kemik hücresi yüksek şuur, kabiliyet, sorumluluk ve disiplin anlayışıyla gece gündüz görevine devam eder.
Kemikler vücuttaki kalsiyum depolarıdır. Kalsiyumun kaynağı ise süt ve benzeri besinlerdir. |
Kemiklerin ortalarında geniş bir boşluk vardır. Bu boşluğun içerisinde, kan için gerekli maddelerin üretimini sağlayan kemik iliği bulunur. İlik; yağ, su, alyuvarlar ve akyuvarlardan oluşur. Bazı kemiklerde ise tamamına yakını yağdan meydana gelen "sarı ilik" bulunur. Kırmızı ilikte hem vücudu besleyen hem de enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasını yapan kan hücreleri üretilir ve depolanır.
Kırmızı ilikte üretilen alyuvarların yapısındaki hemoglobin molekülleri oksijeni akciğerlerden alarak tüm hücrelere dağıtırlar. Eğer kırmızı ilikteki kan üretiminde biraz azalma olsa vücuttaki hücreler oksijensiz kalarak ölürler. Bu nedenle kemik iliğindeki üretimin sürekli olması zorunludur. Bu kadar önemli bir görevde aksama olmaması için vücutta çeşitli önlemler alınmıştır.
Bu önlemleri savaş zamanında düşman atağının seyrine göre değiştirilen stratejilere benzetmek mümkündür.
Vücut, enfeksiyonlarla savaş halindeyken kırmızı ilikte üretilen ve savunmaya göre planlanmış kan hücreleri kullanılır. Fakat bu hücreler her zaman yeterli olmayabilir. Bazen düşman, beklenenin üstünde bir performans göstererek saldırıya geçer. İşte bu durumda vücut alarm verir. Artık ciddi bir savunma yanında, saldırıya da geçilmelidir. Bu aşamada sarı ilik devreye girer. Ancak başta da belirttiğimiz gibi sarı ilik sadece yağlardan oluşmaktadır. Bu durumda yağların savunmada nasıl bir görevi olabilir? Elbette ki savunmada rol alan yağlar değildir. Vücuttaki asıl görevi yağ depolamak olan sarı ilik, kırmızı iliğin yetersiz kaldığı durumlarda acil durum sinyalini alarak birdenbire savunma yapan kan hücreleri üretmeye başlar. Amaç; düşmana karşı işbirliği içerisinde tek bir kuvvet oluşturarak savaşı kazanmaktır.
Bu, tüm canlılığı tesadüflere bağlayan Darwinist mantığın asla açıklayamayacağı, cevap bulamayacağı önemli bir ayrıntıdır. Çünkü işbirliği yapmaya ve düşmana karşı birlikte mücadele etmeye karar verenler akla, mantığa ve beyne sahip olmayan kemik içi sıvılarıdır. Aynı zamanda bu sıvılar o ana kadar kullanmadıkları bir özelliklerini açığa çıkararak farklı görevler yapabilecek şekilde hareket etmektedirler.
Bütün bunlar çok açık bir şekilde yaratılışı gösterir. Allah'ın üstün yaratışının bu gibi örnekleri Allah'a yönelmek ve O'nun yüceliğini, büyüklüğünü kavramak için birer vesiledir.
Bildiği ve bilmediği pek çok üstün özellikle birlikte yaratılan insana düşen ise kendisine her yönden kusursuz bir vücut veren Allah'a şükretmektir.
1. Eklem Kıkırdağı | 5. Sarı Ilik |
Sarı ilik, kırmızı iliğin yetersiz kaldığı durumlarda devreye girer. Vücut savunmasına destek vererek savunma yapan kan hücreleri üretir. Kendisi de hücrelerden oluşan bir dokunun, vücut için gerekli olan hücreleri tespit etmesi ve bunları ihtiyaç olduğu miktarda üretebilmesi, kuşkusuz Allah'ın ilhamı ve kontrolü ile mümkün olabilir. |
Kemikler taş kadar sert bir yapıya sahiptirler, ancak bu özelliklerine rağmen kemikler de kimi zaman kırılır. Ancak kırılan bölgedeki kemik bir süre sonra kendi kendini tedavi eder.
Kemiklerin daha az sağlam olduğunu -ki bunun için kemiklerin daha az kalsiyum depolamaları yeterlidir- ve en küçük zorlanmalarda bile kırıldıklarını varsayalım. Bir de bunun üstüne kemiklerin, "kendi kendine kaynama" gibi bir özelliklerinin bulunmadığını varsayalım. Kuşkusuz ki bu durum insan için son derece acı ve sıkıntı verici olurdu. Kırık kemikler kaynamadığı için sakat kalmalar, hatta hayati bölgelerdeki kemiklerin sürekli kırılması sonucunda ölümler meydana gelirdi.
Ancak insanoğlu bu noktada farkında bile olmadığı, kimi zaman üzerinde hiç düşünmediği bir nimetle birlikte yaratılmıştır. Öncelikle ciddi kazalar dışında kemikler kolay kolay kırılmaz. Ayrıca herhangi bir nedenle kırılan kemikler de kısa bir süre içinde kaynar.
1. Kırık Kemiğin Etrafında Oluşan Madde | 4. Osteoblast |
Kırılmış Kemikteki Genel Görünüş |
Kemik kırıldığında kendisini hemen tamir etmeye başlaması ve tamirden sonra eski halinden daha sağlam olması son derece olağanüstü bir olaydır. Bilim adamlarının çalışmaları insan vücudundaki kemikleri oluşturan madde benzeri bir madde üretebilme yönündedir. Ne var ki bugüne kadar hiçbir mühendis kemik kadar güçlü ancak hafif ve verimli, kemik gibi devamlı büyüyen, üstelik kendi kendini yağlayan, bir hasar oluştuğunda da kendini tamir eden bir maddeyi geliştirememiştir.70
Vücutta birkaç çeşit kemik hücresi vardır ve bunların hepsinin kemik içindeki görevleri birbirinden farklıdır. Ama sonuca bakıldığında hepsinin ortak bir çalışma içerisinde oldukları görülür. Kemiklerin yenilenmesini sağlayan kemik yapıcı osteoblast hücreleridir. Osteoblast hücreleri proteini mineralle sertleştirerek sürekli olarak kemiklerin yenilenmesini sağlar. Osteoklast adı verilen bir başka kemik hücresi ise kan ve kemik dokuları arasında besin alışverişi sağlayıp, kemik içindeki atıkların dışarıya çıkarılmasında rol alır.
Osteoklastların bir diğer görevi de kemiğin iç yüzeyinde, kemik iliği boşluğunda ve gözenekli kemik dokusundaki boşluklarda yıkıma yol açarak, kemiğin biçiminin ve boyunun değişmesini ve giderek erişkin boyutlara varmasını sağlamaktır. Bir yandan da dış yüzeylerde etkinlik göstererek kemik yüzeyindeki çıkıntıların küçülmesini sağlar. Böylece gövdenin kalınlığının her bölgede aynı kalması sağlanır.71
1. Osteosit | 6. Havers Kanalı |
Uzun kemikler osteon adı verilen birimlerden oluşur. (a)'da üç osteon görülüyor. Kemik hücreleri ise kemik dokudaki boşlukların (lakün) içinde bulunurlar. Şekilleri tam bu boşluğa uyar. İnce sitoplazmik uzantıları sayesinde kemik boşluklarını birbirine bağlayarak komşu hücrelerle bağlantı kurarlar. (b)'de ise iki tane kemik hücresi (osteosit) görülüyor. Bütün detaylarıyla birlikte Allah tarafından yaratılmış olan kemiklerdeki tasarım her yönden kusursuzdur. |
Osteoklastların kemikte yaptığı yıkım sırasında osteoblast hücreleri de boş durmaz ve iskeleti oluşturmak üzere yeni kemik yapmaya başlar. Çocukluk döneminde osteoblastların işi daha ağırdır, çünkü büyüme oldukça hızlı olduğundan kemik yapımı yıkımdan daha fazla olmalıdır. Ancak iskelet belli bir olgunluk düzeyine eriştikten sonra yapım ve yıkım süreçleri birbirlerini dengelemeye başlar. Bu dengeyle yalnızca kemiğin biçimi ve boyutları değişmez, aynı anda kanda ve dokular arası sıvıdaki kalsiyum oranı da ayarlanmış olur.
Her insanda kemiklerde bulunan bu hücreler aynı görevi görürler. Bu hiç değişmez. Hepsi kemik yüzeyini nasıl küçülteceklerini bilirler. Kafatasındaki kemiklerle uyluk kemiği arasındaki farklılıkları bilerek kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamasının duracağını, incelik ve kalınlığının nasıl olacağını bilirler. Çocukluk döneminden de haberdardırlar. Bu dönemde daha fazla işleri olduğunu bilirmişçesine hareket ederler. Kalsiyum oranının hangi dönemde ne kadar olması gerektiğinin bilgisine de sahiptirler.
Görüldüğü gibi kemik hücreleri birbirlerini çok iyi tanır ve planlı olarak hareket ederler. Ne zaman üretime, ne zaman başka bir işleme geçmeleri gerektiğini çok iyi ayarlarlar. Bu bir fabrikada yapılan üretim programına benzetilebilir. Bu programlarda üretimin mükemmel olarak işlemesi esastır. Program, hem gereğinden fazla üretim yaparak malların depolarda birikmesini önlemeli, hem de ihtiyacı karşılayamayacak şekilde az üretim olmasını engellemeye çalışmalıdır. Fabrikalarda bu konuyla ilgilenen planlamacılar vardır. Bu kişiler düzenli olarak günlük veya haftalık programlar hazırlayarak fabrikada dengeli bir üretimin yapılması için çalışırlar.
Kemik hücrelerinin kalsiyum oranını belli bir dengede sabit tutmaya çalışmaları da işte buna benzer. Fabrikadaki makinaların yerini kemikte üretim yapan osteoklast ve osteoblast hücreleri alır. Bu hücreler öylesine dengeli bir şekilde çalışırlar ki, osteoblast üretim yaparken, osteoklast fazla üretimi engellemek için tam tersi işlem yapar. Birbirleriyle olan haberleşmeleri mükemmeldir. Hiçbir zaman denge bozulmaz ve bu sayede yeterli miktarda kalsiyum her zaman için kemikte bulunur.
Kemik hücrelerinin, üretim planlama yeteneklerini, denge koruyacak özelliklerini kendi akıl ve iradeleriyle kazanmış olduklarını ya da bir gün bir tesadüfün isabet etmesiyle bu özelliklerin kemik hücrelerinde var olduğunu iddia etmek her yönden mantıkla çelişen, bilimsellikten uzak bir iddia olacaktır.
Hücre planlama yapamaz. Karar veremez. Vücuttaki dengelerden haberdar olamaz. İhtiyaçları hissedip önlem alamaz. Hücre öğrenemez. Ancak insan bedenindeki trilyonlarca hücrenin her biri şuurlu bir insan gibi davranmakta, hatta insandan daha yüksek bir akıl göstermektedir. Bu durum hücrelerin üstün bir güç tarafından yönetildiklerini ve yönlendirildiklerini gösterir. Hücrelere neler yapacaklarını ilham eden büyük bir kudret sahibi olan Allah'tır.
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Omurganın yapısı birçok parçadan oluşur. Öncelikle "omur" denilen 33 tane küçük yuvarlak kemik birbirlerinin üzerine yerleştirilmiştir. Bu kemiklerin içine de omurilik isimli -beyin ve tüm organlar arasındaki koordinasyonu sağlayan- çok önemli bir iletişim ağı döşenmiştir. Bu kemikler öyle bir yapıda birleştirilmişlerdir ki, vücudun dik durmasını sağlayacak şekil ortaya çıkmıştır. Bu 33 küçük kemiğin oluşturduğu büyük yapıya kaburgalar ve iç organlar bağlanmıştır. Bütün bu aşamalardan sonra ortaya yeryüzündeki en büyük mühendislik harikalarından biri çıkmıştır. Omurganın en önemli görevi yük taşımaktır. Vücudun üst kısmının ağırlığı omurganın üzerine biner. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbiri üstünde hareket eder. Omurgayı oluşturan 33 kemiğin ağırlık altında hareket etmesinden kaçınılmaz olarak sürtünme doğar. Sürtünmeden dolayı da aşınma meydana gelecektir. Hayati bir iletişim ağını koruyan ve aynı zamanda da oldukça büyük bir yük taşıyan omurga için aşınma son derece önemli problemler çıkaracaktır. Peki üst üste binmiş 33 diskten oluşan bir yapı, ezilme ve sürtünmeye karşı nasıl korunmaktadır? Bu sorunun cevabını bulabilmek için omurgayı incelediğimizde, omurganın içine olabilecek en mükemmel koruma sisteminin yerleştirildiğini görürüz. Omurgayı oluşturan kemiklerin arasına kıkırdak yapılı birer disk yerleştirilmiştir. Bu diskler otomobil tekerleklerindeki yükü emen amortisörler gibi çalışırlar.
Omurganın şekli de üzerine binen yükü taşımasına yardım edecek şekilde yaratılmıştır. S şeklinde kıvrımlı bu özel şekil yükün eşit dağıtılmasını sağlar. Her adım attığınızda, vücut ağırlığınız nedeniyle yerden vücudunuza doğru bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, ortaya çıkan kuvvet direkt olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi. Ancak böyle olmaz. Allah'ın insan vücudunda yarattığı mükemmel mühendislik ile sağlıklı bir yaşam sürdürürüz. |
Kemiklerdeki kusursuz tasarımın bir başka örneği de ayak kemikleridir. İnsanın bir ayağı 26 kemikten oluşur, dolayısıyla vücut kemiklerinin dörtte biri ayaklarda yer alır. Ayak, mekanik fonksiyonların kolaylaştırılması için tasarlanmış çok özel bir yapıya sahiptir. Ayağın yapısındaki mükemmelliği çeşitli mühendislik eserleri ile örneğin ayaktaki taban yapısını köprü mühendisliği ile kıyaslayabiliriz. Bu kavisli şekil vücut ağırlığına karşı, kemiklere destek verecek özelliğe sahiptir.
Başka bir örnek olarak otomobilleri ele alabiliriz. Bir otomobilin gaz pedalına basıldığında pedal kaldıraç gibi çalışır. Aynı şekilde ayaklar da parmak ucunda kalkma hareketi yapıldığında hidrolik bir kriko görevi görürler. Zıplama hareketinde bedeni fırlatırken, koşma hareketi yapıldığında bacaklar için birer yastık görevi görürler. Bütün bu hareketler sırasında ayakta bulunan dokulara, damarlara ya da kaslara hiçbir zarar gelmez.
Bu özel durumun öneminin tam olarak anlaşılması için vücutta bulunan başka herhangi bir organınızı, örneğin elinizi ve ayaklarınızı ağırlık kaldırma bakımından kıyaslayalım. Her ayağa kalktığınızda ayaklarınızın üzerine uygulanan ağırlığın aynısının ellerinize uygulanıldığını varsayalım. Bunun için de elinizi masanın üzerine koyup sonra üzerine 70-80 kilo ağırlığında bir yük yerleştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda çok kısa bir süre sonra dokularınız ezilir, damarlarınız patlar, hatta kemikleriniz etinizi parçalardı. Ancak bütün bir gün insan vücudunu taşıyan ayaklarda ne damarlar patlar, ne de dokular ezilir. Çünkü ayak özel olarak yük taşımak için tasarlanmış bir organdır.
Bu örnek de Allah'ın insanlar üzerindeki şefkatinin delillerinden bir tanesidir. Allah insan için en rahat edeceği, hiçbir sıkıntı duymayacağı, tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayacağı şekilde bir tasarıma sahip olan bedeni yaratarak Kendisini bizlere tanıtmaktadır. Görebilenler için Allah'ın ayetleri her yerde sergilenmektedir. Önemli olan bu ayetler üzerinde düşünerek herşeyin hakimi olan Allah'a yönelmektir.
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
A. Vücudun bütün ağırlığını taşıyan ayak kemikleri. Ayakta ağırlık topuk kemiği üzerine biner. | 1. Iç Yandan Uzunlamasına Eğim |
Vücudun bütün ağırlığını taşıyan ayak kemikleri. Ayakta ağırlık topuk kemiği üzerine biner. Ayak kemikleri üç tane eğim meydana getirecek özel bir tasarımla Allah tarafından yaratılmışlardır. Ayaklarımızdaki eğimler sayesinde rahatlıkla koşup, yürürüz. |
Evrimin İki Ayaklılık Çıkmazı |
İnsan mükemmel bir kemik yapısına ve kusursuz bir iskelete sahiptir. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu yapı sayesinde rahatlıkla yürüyebilir, hareket edebilir, koşabilir, istediği hareketi yapabilir. Peki bu duruma evrimciler nasıl bir açıklama getirmektedirler. Evrimciler iki ayaklılığın maymunların dört ayaklı yürüyüşünden evrimleştiğini iddia ederler. Bu, pek çok yönden gerçekleşmesi mümkün olmayan bir iddiadır. Öncelikle insan ve maymunlar arasında çok büyük anatomik uçurumlar vardır. İnsanın ve maymunun yürüyüş şekilleri birbirlerinden çok farklıdır. İnsan iki ayağının üzerinde dik durarak yürür. Bu sadece insana özgü bir yürüyüş şeklidir. Diğer canlılarsa öne eğik bir iskelet yapısına sahiptirler ve dört ayakları üzerinde yürürler. İki ayakları üzerine sadece ihtiyaç duyduklarında kalkarlar, ki bu da onlara çok sınırlı bir hareket kabiliyeti kazandırır. Burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda vardır. Evrimciler bu iddiaları ile kendi içlerinde çelişirler. Çünkü evrimin genel mantığına göre her zaman daha iyi olana bir yöneliş vardır. Yani bir canlının daha iyiyi ve daha avantajlı olanı bırakıp geriye dönmesinin bir anlamı yoktur. Maymunlar için dört ayaklı yürüyüş son derece avantajlıdır. Daha kolay, daha hızlı ve verimli hareket sağlar. İnsan ile hayvanların hareket kabiliyetlerini karşılaştıralım. Bir insanın ağaçtan ağaca atlaması ya da çita gibi saatte 125 km. hızla koşması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında evrim kendi içinde çelişmektedir. Çünkü evrimin mantığına göre maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmesinin onlar açısından bir faydası yoktur. İnsanların iki ayaklı olmalarının evrimi geçersiz kılmasının başka bir nedeni ise Darwinizm'in "aşama aşama" gelişim modeline uymamasıdır. Bu iddiaya göre dört ayaklı yürüyen bir canlı bir süre sonra hem dört hem iki ayaklı yürümeye başlamış ve bu şekilde yavaş yavaş iki ayaklı yürüyüşe ulaşmıştır. Ancak böyle bir senaryonun gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu konuyla ilgili olarak paleoantropolog Robin Crompton bir araştırma yapmıştır. Bunun sonucunda elde ettiği sonuç ise bir canlının ya tam dik ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebileceğidir.( Ruth Henke, "Aufrecht aus den Baumen", Focus, Cilt 39, 1996, s.178) Dik ya da dört ayak üzerindeki yürüyüşün arasındaki bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Dört ayaklı yürümeye uygun eğik maymun iskeletinin, iki ayaklı yürümeye uygun dik insan iskeletine evrimleşmesinin imkansız olduğu, yapılan araştırmalarla ispatlanmıştır. Gerçekte bunlardan haberdar olan kimi evrimciler insanın ortaya çıkışını sır olarak nitelendirmektedirler. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan insanın evrimiyle ilgili olarak dört önemli açıklayamadıkları sırrın bulunduğunu şöyle itiraf etmektedir: "İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1)Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2)Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3)Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4)Neden konuşmayı öğrendiler? Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1)Henüz bilmiyoruz. 2)Henüz bilmiyoruz. 3)Henüz bilmiyoruz. 4)Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir." (Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York, Oxford University Press, 1994, s.5) |
Kafatası beyni çevreleyen ve son derece güçlü bir koruma sağlayan kemikten bir zırhtır. 8 ayrı kemiğin birleşmesiyle oluşmuştur. Daha önce vücuttaki kemiklerin bulundukları yere ve işlevlerine göre farklı özelliklerde olabileceklerinden bahsetmiştik. Kafatasında da kendine özgü bir tasarım söz konusudur. Kemiklerin birleşim noktaları diğer kemiklerden daha farklı olarak girintili çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Çünkü kafatası kemiklerinin birleşim noktaları birbirlerine oturabilecek şekilde tasarlanmıştır.
Yetişkin bir insanda oldukça sert ve güçlü bir yapıya sahip olan kafatası, yeni doğmuş bir bebekte bambaşka bir yapıya sahip olarak karşımıza çıkmaktadır. Anne karnından çıkan bir bebeğin kafatası henüz kemik halini almamış, yumuşak bir yapıdadır. Ayrıca kafatasını oluşturan 8 kemik birbirlerine tam oturmamıştır. Kemiklerin birleşim noktaları arasında boşluklar vardır. İlk bakışta bebeğin sağlığı açısından bir dezavantaj gibi görünen bu durum, aslında doğum sırasında bebeğin hayatını kurtaran önemli bir özelliktir.72 Eğer kafatası tam olarak kemiksi sert bir yapıda olsaydı ve arada boşluklar olmasaydı, doğum anında bebeğin kafasının ezilme ihtimali çok yüksek olacaktı. Fakat bebeklerde kafatası kemiklerini oluşturan kıkırdaksı yumuşak yapıdan dolayı kemikler bir esneklik kazanarak, eğilme ve bükülme özelliği taşımaktadırlar. Ancak sadece esneme tabii ki yetersizdir. Kafatasının esneyebilmesi için bir de alana ihtiyaç vardır. İşte bu alan da doğum sırasında henüz tam olarak kapanmamış olan kafatası aralığıdır. Kafatası kemikleri sıkışarak aradaki bu boşluğu doldurur hatta birbirlerinin üzerine doğru çıkarlar ve kafanın hacmi küçülür. Böylece bebek, baş hacminin yarısı kadar olan doğum kanalından geçerek sağlıklı doğar.
Ya bunlardan biri olmasaydı? Mesela kafatası kemikleri yine esnek olsaydı da arada boşluk olmasaydı ya da tam tersi olsaydı, yani kemiklerin arasında boşluk olsaydı, ancak kemikler esnek olmasaydı… Her iki durumda da bebeğin beyni büyük hasar görürdü. Yani doğum anında bu iki özelliğin de birarada bulunması şarttır. Fakat burada unutulmaması gereken çok önemli bir detay daha vardır: Anne vücudundaki leğen kemikleri.
Hamile kadınlarda leğen kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirlerinden biraz ayrılır. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde bebek, başı ezilmeden doğabilir.
İnsan vücudundaki her özellik insanın sağlığını korumak ve zarar görmesini engellemek için tasarlanmıştır. Burada da açıkça görülen planın ve bu plan dahilinde gerçekleşen tasarımın nasıl ortaya çıktığı sorusunun tek bir cevabı vardır. Bu benzersiz tasarım evrendeki herşeyi yaratmış ve belirli bir düzene koymuş olan Allah'a aittir. Allah'ın sonsuz aklını görebilen ve bundan sonuç çıkarabilen kimseler gerçek kurtuluşa ulaşacaklardır. İnsana düşen, Allah'ın kendisi üstünde yarattığı bu gibi nimetleri görebilmek ve buna şükretmektir. Allah şükredenleri sever.
… Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan (fazl) sahibidir, ancak onların çoğu şükretmezler. (Yunus Suresi, 60)
1. Alın Kemiği | 6. Şakak Kemiği |
Allah insanı yaşamının her döneminde en üstün özelliklere sahip olarak yaratır. Örneğin yetişkin bir insanın kafatası sert ve güçlü bir yapıya sahip olmak zorundadır. Ancak cenin kafatası ile yetişkin kafatası aynı sertliğe sahip değildir. Bu, doğum sırasında kafatasının zarar görmesini engelleyen çok önemli bir önlemdir. Allah herşeyi en hikmetli şekilde yaratandır. |
69- Montgomery, Biochemistry, s.567-568
70- Brand & Yancey, 1980, s.91
71- Prof. Dr. Ahmet Noyan, Yaşamda ve Hekimlikte Fizyoloji, s.1046-1047
72- Marshall Cavendish, The Illustrated Encyclopedia of The Human Body, s. 40