61-88: Sorular ve Cevaplar

61 - İnsan Aklından Geçirdiği Şeylerden de Sorumlu Olur mu?

Şeytan insanların akıllarına çeşitli kuruntular, vesveseler ya da kuşku dolu düşünceler verebilir. Eğer insan, şeytanın bu fısıltılarına aldanır, ona inanır ve onun sözleri doğrultusunda hareket ederse elbette ki bu düşüncelerinden sorumlu olabilir.

Ancak eğer bu fısıltıların şeytandan olduğunu fark eder, Allah'a sığınır ve doğru olan tavrı gösterirse bu durumda aklından geçen kötülükleri hemen dağıtır ve doğru düşünmeye başlar. Kişi şeytanın verdiği kötü düşüncelere itibar etmediği için bu düşünceler de kaybolup gider. Kuran'da müminlerin kendilerine şeytandan bir vesvese geldiğinde gösterdikleri tavır şöyle açıklanmıştır:

(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (A'raf Suresi, 201)

Ama şunu da belirtmek gerekir ki, insan tüm bunları bilip de hala aklında vesveselerin, kuşkuların, olumsuz düşüncelerin kalmasına izin veriyorsa bunlardan sorumlu olabilir. Sürekli kafasında müminlere karşı kötülük, fitne, fücur tarzında düşünceler geçiren insan, niyetinden de sorumlu tutulabilir. Allah bir ayetinde şöyle bildirmektedir:

De ki: "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir." (Al-i İmran Suresi, 29)

62 - Ölen Bir Kimsenin Ardından Üzülmek Doğru Olur mu?

Allah her insan için belirli bir ömür süresi belirlemiştir ve hiç kimsenin bu vaktin önüne geçmesi mümkün değildir. Bu konuda takdir Allah'ın olduğu için böyle bir durumla karşılaşıldığında mümine düşen en güzel tavır, Allah'ın yarattığı kadere razı olmak ve bu olaya tevekkül ve teslimiyetle yaklaşmaktır. Aksinde gösterilen tevekkülsüz bir tavır Allah'ın yarattığı kadere karşı bir isyan anlamına gelir ki bu, bir müminin asla yanaşmayacağı bir tavırdır.

Dahası eğer ölen kişi mümin ise, ölüm ile birlikte Allah'ın hoşnutluğuna ve cennetine kavuşacak ve dünyayla kıyaslanmayacak kadar büyük nimetler içerisinde güzel bir hayat yaşayacaktır. Bu durumda onun için değil üzülmek, aksine böyle şerefli bir sonuca ulaşabildiği için sevinmek gerekir. Eğer ölen kişi dünyadaki hayatını Allah'ın rızasını kazanmak için geçirmemişse bu durumda da cehennemle karşılaşacaktır. Ancak bu da yine Allah'ın adaletinin bir gereği ve Allah'ın takdiri olduğu için yine üzülecek bir konu yoktur. Çünkü bu kişi kendisine bu son hatırlatıldığı halde bile bile inkar yolunu seçmiştir.

Bunun yanında insanın ölümle birlikte sevdiği bir insandan uzak kaldığı için üzülmesi de yersizdir. Zira unutulmamalıdır ki eğer o kişi de Allah'ın rızasını kazanmak için ciddi bir çaba gösterirse sonsuz cennet hayatında sevdiği insanla sonsuz bir beraberliği elde etmesi de söz konusudur. Dolayısıyla bir mümin bir başka müminin ölümünün ardından onun cennete kavuşmuş olmasını umduğu için hiçbir şekilde üzüntüye kapılmaz. Kuran'da müminlerin, ölümün ardından cennete kavuşmayı ummalarından dolayı sevinip müjdeleşmeleri tavsiye edilmiştir.

63 - İnsanın, Çevresindeki Bir Kimsenin İman Etmemesinden Dolayı Hüzne Kapılması Doğru Mudur?

Allah'ın ve ahiretin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden bir insan, çevresindeki insanların da kendisi gibi doğruyu görmesini ve insan fıtratına en uygun yaşam şekli olan Kuran ahlakını yaşamasını ister. Aksinde karşısındaki kimsenin sonsuz bir cehennem azabıyla karşılaşacağını bilmekten dolayı bu kimsenin iman etmesi için elinden gelen tüm çabayı harcar. Ancak unutulmamalıdır ki insan din ahlakını anlatmakla ve insanları doğru olana çağırmakla sorumludur fakat bu kimselerin imanı kabul edip etmemelerinden sorumlu değildir. Hidayeti verebilecek tek güç Allah'tır. Bir insan gece gündüz din ahlakını anlatsa, en çarpıcı anlatımları yapsa, en etkileyici örnekleri de verse, eğer Allah bu kişi için hidayet dilememişse anlatılanların hiçbiri karşı taraf üzerinde etkili olmaz. Eğer Allah dilerse de istediği kişiye istediği anda hidayet verebilir. Takdir Allah'a aittir ve Allah hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Allah'ın belirlediği kader, verdiği karar insanlar için en hayırlı olandır. İşte bu nedenle gösterilen tüm çabaya rağmen çevresindeki bir kimsenin iman etmemesi, mümin için hiçbir zaman için bir üzüntü vesilesi olamaz. Allah'ın takdirine teslim olmanın Kuran'a göre gösterilebilecek en güzel tavır olduğunu bilir ve tevekkül eder.

64 - İnsanlara Ahirette Kimler Şahitlik Edecektir?

İnsanlar, dünyada yaptıkları her fiille, akıllarından geçirdikleri her düşünceyle hesap günü karşılaşacaklardır. "… Doğrusu Allah, herşeyin üzerinde şahid olandır." (Hac Suresi, 17) ayetiyle bildirildiği gibi Allah dünyada onların yapmakta oldukları herşey üzerinde şahittir. Kuran'da ayrıca insanların karşısına hesap günü şahit olarak getirilecek kimselerden de söz edilmektedir. Ahirette şahitlik edecek olan kimselerden bazıları şöyle haber verilmiştir:

Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi, 20)

Ve resuller de (şahitlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman... (Mürselat Suresi, 11)

Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak? (Nisa Suresi, 41)

Bugün Biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazandıklarını, elleri Bize söylemekte, ayakları (aleyhlerinde) şahitlik etmektedir. (Yasin Suresi, 65)

Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 69)

Her ümmetten bir şahid göndereceğimiz gün; (artık ondan) sonra ne inkar edenlere (özür dilemeleri için) izin verilecek, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecek. (Nahl Suresi, 84)

Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz… (Nahl Suresi, 89)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman edenlere, dünya hayatında ve şahidlerin (şahidlik için) duracakları gün elbette yardım edeceğiz. (Mü'min Suresi, 51)

(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)

65 - Gururlu Ve Kibirli Bir İnsana Karşı Nasıl Bir Tavır Göstermek Gerekir?

Müminlerin en önemli özelliklerinden biri de, şartlara, kişilere ve ortama göre güzel ahlaklarından ya da inançlarından taviz vermemeleridir. Bu nedenle gururlu ya da kibirli bir tavırla karşılaştıkları zaman da hiçbir şekilde karşı tarafın içerisine düştüğü hataya düşmez, aksine en mütevazi ve alçakgönüllü tavırlarıyla karşı tarafa da örnek olmaya çalışırlar. Allah'ın razı olacağını bildirdiği tavır da budur zaten. Allah Kuran'da kötü bir tavra güzel ahlakla karşılık verildiğinde bunun karşı taraf üzerinde de etkili olacağını bildirmiştir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

66 - Sabırsızlık, Ümitsizlik Gibi Kavramların Müminlerin Hayatlarında Yeri Var Mıdır?

Allah "Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz." (Al-i İmran Suresi, 200) ayetiyle müminlere bir zorlukla karşılaştıkları zaman sabır göstermeyi tavsiye etmiştir. Müminler bu zorluğu ortadan kaldırmak için akıllarını, maddi ve manevi tüm imkanlarını sonuna kadar kullanır, ellerinden gelen tüm çabayı gösterirler.

Ancak bir yandan da zorlukların Allah'ın kendilerini denemek için yarattığı özel olaylar olduğunu ve bu olayların ardında mutlaka bir hayır gizlendiğini bilerek Allah'a tevekkül ederler. Müminlerin sabırlarında Allah'a olan bu güvenleri esastır. Allah'ın her olayı kesin olarak bir hikmet üzerine yarattığına ve müminlerin dualarını kabul ederek bu zorlukları gidereceğine dair Allah'a güçlü bir güven duyarlar. İşte bu nedenledir ki hiçbir zaman için ümitsizlik gibi bir duyguya kapılmazlar.

Allah bir ayetinde "(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53) diyerek müminlere her ne olursa olsun Allah'ın rahmetinden umut kesmemeyi emretmiştir.

67 - "Dünya Hayatına Razı Olmak" Ne Demektir?

"Dünya hayatına razı olmak" insanın ahiret hayatını göz ardı ederek tüm planlarını sadece dünyaya göre yapması ve sadece bu dünya için yaşamasıdır. Bu kimseler yaklaşık altmış yetmiş yıl süren dünya hayatını, sonsuz ahiret hayatına tercih ederler. Dünya binlerce eksiklikle dolu iken, cennette kusursuz ve sonsuz bir hayat olduğunu unuturlar. Dünya hayatını yakın, ahiret hayatını uzak gördükleri için öncelikle kendilerince dünyanın tadını çıkarmak isterler.

Ancak burada yaptıkları en büyük yanlış bir yandan dünya hayatını yaşarken bir yandan da ahiret için hiçbir hazırlık yapmıyor olmalarıdır. Oysa ahireti hedefleyen insanlar hem dünya hayatının nimetlerinden hem de cennetin güzelliğinden yararlanabileceklerdir. Sadece dünya hayatına razı olan kimseler ise yalnızca dünyadan istifade edebilecek ama ahirette azapla karşılaşacaklardır. Kuran'da dünya hayatına razı olanların alacağı karşılık şöyle bildirilmiştir:

Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)

68 - İnsanın Yakın Bir Akrabasının Dini İbadetlerini Yerine Getirmesinin O İnsana Bir Faydası Olur Mu?

Allah "Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir." (Mümtehine Suresi, 3) ayetiyle hiçbir yakın akrabanın kıyamet gününde birbirine bir yarar sağlayamayacağını bildirmiştir.

Yine bir başka ayette de "… o Bize, 'yapayalnız tek başına' gelecektir." (Meryem Suresi, 80) sözleriyle Allah her insanın yaptıklarından tek başına sorguya çekileceğini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi ahiret gününde hiçbir insanın yaptığı bir ibadet bir başkasına fayda sağlamayacaktır. Çünkü Allah her insana müstakil bir anlayış, müstakil bir vicdan vermiş ve her birini çeşitli yollarla ayrı ayrı uyarmıştır. Bu nedenle insanın eşi, çocuğu gibi en yakın kimselerin bile tüm ibadetlerini yerine getiriyor olması, kişinin kurtuluşunu sağlamaz. Aksine tüm bunları en yakınlarından gördüğü ve doğru olduğunu bildiği halde uygulamaması, ahirette bu kişiyi Allah'a karşı sorumluluk altında bırakabilir.

69 - Din Ahlakını Bilen Bir İnsanın Bunu Bir Başkasına Da Anlatması Gerekir Mi? Sadece Kendisinin Yaşaması Yeterli Olur Mu?

Din ahlakını öğrenen her insan bunu başkalarına da anlatmakla sorumludur. Allah "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle müminlere bu sorumluluklarını bildirmiştir. Bu nedenle mümin hayatının sonuna kadar Kuran ahlakını bir yandan kendisi yaşayıp ve ibadetlerini yerine getirirken bir yandan da başkalarının aynı şekilde din ahlakını yaşaması için çaba harcamakla yükümlüdür.

Kuran'da din ahlakının başkalarına da tebliğ edilmesinin müminlerin önemli bir özelliği olduğuna şöyle dikkat çekilmiştir:

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

70 - Çevreden ya da İnsanlardan Çekinerek İyiliği Tavsiye Etmemek Ve Kötülükten Men Etmemek Doğru Olur mu?

Allah insanlara birbirlerine iyiliği tavsiye edip, yanlış tavırlardan da sakındırmalarını emretmiştir. Mümin, karşı tarafın Allah'ın beğenmeyeceği bir tavır içerisinde olduğunu gördüğü zaman, Allah'ın bu emri doğrultusunda bu kişiyi doğru olana çağırır. Allah'ın Kuran'da bildirdiği konuları insanlara hatırlatma ve onları doğru olana davet etme konusunda hiçbir zaman için bir tereddüte kapılmaz. Çünkü Allah "(Bu,) bir Kitap'tır ki onunla uyarman için ve müminlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın." (A'raf Suresi, 2) ayetiyle müminlere Kuran hükümlerini başkalarına hatırlatma konusunda çekimser davranmamalarını bildirmiştir.

71 - Allah'ın Afüv Ve Gaffar İsminin Tecellilerini Nasıl Görürüz?

Allah'ın Afüv ismi "Affı çok olan", Gaffar ismi "Mağfireti, bağışlaması çok olan" anlamındadır. İnsan, hata yapmaya, unutmaya ve yanılmaya açık bir varlıktır. Hayatı boyunca binlerce kez hata yapar, binlerce kez de bu yaptıklarından dolayı pişmanlık duyar. Ancak tevbe ederse her seferinde de Allah'ı esirgeyici, affedici ve bağışlayıcı olarak bulur. Çünkü Allah kullarına merhamet eden, onları esirgeyen ve bağışlayandır. Allah, "Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur." (Nisa Suresi, 110) ayetiyle insanlara bu gerçeği bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah'ın şirk dışındaki tüm günahları affedebileceği bildirilmiştir:

Gerçekten, Allah, Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

72 - Allah'ın Ğaniy İsminin Tecellilerini Nasıl Görürüz?

Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)

Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi Allah, Ğaniy'dir, yani "çok zengin ve herşeyden müstağni olan"dır. İnsanlar da dahil olmak üzere tüm varlıklar her an Allah'ın varlığına, kendilerine bağışlayacağı nimetlere, Allah'ın esirgemesine ve bağışlamasına muhtaçtırlar. O'nun dilemesiyle ve kendilerine verdiği nimetlerle yaşamlarını sürdürmektedirler. Allah ise tüm eksikliklerden münezzehtir ve herşeyin tek sahibidir. Kuran'da Allah'ın bu ismi pek çok ayetle tanıtılmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:

- "Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakabilecek hiçbir şey yoktur" (Fatır Suresi, 44)

- Allah, "mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan"dır (İsra Suresi, 111)

- Allah, "gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan"dır (Ahkaf Suresi, 33)

- Allah, "doğurmamış ve doğurulmamış"tır. (İhlas Suresi, 3)

- "Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur" (Taha Suresi, 6)

- "Şüphesiz Biz, gerçekten Biz yaşatır ve öldürürüz ve varis olanlar Biziz" (Hicr Suresi, 23)

73 - Allah'ın Mühevvin İsminin Tecellilerini Nasıl Görürüz?

Mühevvin ismi Allah'ın "zorlukları hafifleten" sıfatını ifade eder. Kuran'ın "... Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle Allah'ın Mühevvin sıfatına dikkat çekilmiştir. Allah Kendisine sığınan kullarının işlerini kolaylaştıracağını, onlara yardım edeceğini, kalplerine bir huzur ve güven duygusu vererek onları destekleyeceğini ve ayaklarını sağlamlaştırarak kararlılıklarını arttıracağını bildirmiştir. Onlara kaldıramayacakları bir yük yüklemeyeceğini belirtmiş, dahası karşılaştıkları zorluklara karşı, Allah için güzel bir sabır ile sabrettikleri zaman da onları Katından yardımıyla destekleyeceğini müjdelemiştir. Ayrıca Allah "Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 5) ayetiyle de insanlara zorlukların ardından mutlaka kolaylık kılacağını bildirmiştir.

74 - Allah'ın Şafi İsminin Tecellilerini Nasıl Görürüz?

Allah'ın Şafi ismi "şifa veren" anlamındadır. Hastalığı yaratan Allah olduğu gibi bu hastalıkları giderebilecek ve insanlara şifa verebilecek tek güç de yine Allah'tır. Elbette ki Allah her hastalık için pek çok tedavi yöntemi ve ilaç da yaratmıştır, ancak tüm bunlar bir insana yine ancak Allah'ın dilemesiyle şifa verebilir. Allah dilemediği sürece hiçbir doktor, hiçbir tedavi yöntemi veya hiçbir ilaç tek başına bir insanı iyileştirmeye yeterli olamaz. Hz. İbrahim'in Kuran ayetiyle bildirilen "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur." (Şuara Suresi, 80) sözleri de bu gerçeği dile getirmektedir.

75 - Allah'ın Münzir İsminin Tecellilerini Nasıl Görürüz?

Allah'ın Münzir isminin anlamı "uyarıp korkutan"dır. Allah indirdiği hak kitaplar ile insanlara doğruyu ve yanlışı bildirir ve onları ahirette karşılarına çıkacak olan cehennem azabına karşı uyarır. Bir ayette Kuran'ın indirilişindeki bu amaç şöyle açıklanmıştır: "İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır." (İbrahim Suresi, 52) Bunun yanında Allah'ın tarih boyunca gelmiş geçmiş her topluluğa elçilerini göndermesi de yine aynı amaçladır. Kuran'da peygamberlerin insanlara doğru yolu gösterdiği, onları Allah'ın azabıyla uyardığı ve cennet ile müjdelediği şöyle bildirilmiştir:

Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir. (Nisa Suresi, 165)

76 - Allah'ın Kuran'da Sevdiğini Bildirdiği Özellikler Nelerdir?

Bir ayette Hz. Şuayb'ın "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (Hud Suresi, 90) sözleriyle kavmine Allah'ın sevgisini hatırlattığı bildirilmektedir. İman eden, Allah'tan korkup sakınan, Kuran'ın hükümlerini titizlikle yerine getiren ve ciddi bir çaba ile ahiret için çalışan her insan Allah'ın sevgisini, rızasını ve hoşnutluğunu kazanmayı umabilir. Allah'ın bu sevgisini kimlere yönelteceğini bildirdiği ayetlerden bazıları ise şöyledir:

• Allah, iyilik yapanları sever

"... İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." (Bakara Suresi, 195)

• Allah, adaletle hükmedenleri sever

"... (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah adil olanları sever." (Hucurat Suresi,9)

• Allah sakınanları sever

"Hayır; kim ahdine vefa eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever." (Al-i İmran Suresi, 76)

• Allah sabredenleri sever

"... Allah sabredenleri sever." (Al-i İmran Suresi, 146)

• Allah tevekkül edenleri sever

"... Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Al-i İmran Suresi, 159)

• Allah arınanları sever

"... Allah arınanları sever." (Tevbe Suresi, 108)

• Allah muttaki olanları sever

"... Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." (Tevbe Suresi, 7)

• Allah, Kendi yolunda saf bağlayarak fikren mücadele edenleri sever

"Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever." (Saff Suresi, 4)

77 - Allah'ın Kuran'da Sevmediğini Bildirdiği Özellikler Nelerdir?

Bu konuda Kuran'da bildirilen ayetlerden bazıları şöyledir:

• Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez

Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 276)

• Allah zalim olanları sevmez

"İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim olanları sevmez." (Al-i İmran Suresi, 57)

Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)

• Allah büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez

Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Lokman Suresi, 18)

• Allah ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez

Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez. (Nisa Suresi, 107)

• Allah aşırı gidenleri sevmez

… Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190)

• Allah bozguncuları sevmez

… Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)

• Allah israf edenleri sevmez

… Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (En'am Suresi, 141)

Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (A'raf Suresi, 31)

• Allah haddi aşanları sevmez

Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)

• Allah ihanet edenleri sevmez

… Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez. (Enfal Suresi, 58)

• Allah müstekbirleri sevmez

Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (Nahl Suresi, 23)

• Allah hain ve nankör olan kimseyi sevmez

Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (Hac Suresi, 38)

• Allah şımararak sevince kapılanları sevmez

… Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." (Kasas Suresi, 76)

78 - Evrimcilerin, Bir Canlının Doğar Doğmaz Kendi Türünün Özelliklerine Ait Bilgilere Nasıl Sahip Olduğu, Sergilediği Bilinçli, Planlı ve Akılcı Davranışların Nasıl Ortaya Çıktığı Sorularına Verdikleri Cevaplar Nelerdir?

Buna benzer sorulara evrimciler açık ve kesin cevaplar veremezler. Ancak, bu tip durumlarda evrimcilerin başvurdukları bir açıklama vardır. Hayvanların içgüdüleri ile bu davranışları gösterdiklerini iddia ederler. İçgüdü kelimesi evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların doğuştan sahip oldukları bazı davranışları tanımlamak için kullanılır. Ancak bu içgüdünün nasıl edinildiği, ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ve nesilden nesile nasıl aktarıldığı soruları her zaman cevapsızdır. Evrimci genetikçi Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery isimli kitabında içgüdülerle ilgili bu çıkmazı şöyle ifade etmektedir:

İçgüdüsel bir davranış ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerleşiyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız. (Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row Publishers 1983, s. 222)

79 - Evrimciler İçgüdüyü Nasıl Tanımlarlar?

Evrimciler içgüdüyü, canlıların genlerine programlanmış olan davranışlar olarak tanımlarlar. Örneğin evrimcilere göre göç eden canlılar, ilk kez çıktıkları göç yolculuğunda yönlerini içgüdülerine uyarak bulmaktadırlar. Bir kuşun ya da bir yılan balığının binlerce kilometrelik yolculuğu tamamlayabilmesini sağlayan içgüdüleridir. Yani göçmen kuşların, yılan balıklarının, kaplumbağaların nereye gidecekleri genlerine programlanmıştır. Bu durumda akla bu programı kuşların genlerine kimin yerleştirdiği sorusu gelecektir. Çünkü her programın bir programlayıcısı vardır. Öyleyse canlılardaki içgüdülerin programlayıcısı kimdir? Bu sorulara evrimcilerin verdikleri cevap sadece bir göz boyamadan ibarettir. Evrimcilere göre yeryüzündeki tüm canlılar özelliklerini "tabiat ana" ya da "doğa ana" adını verdikleri kavramlar sayesinde kazanmışlardır. Bu kavramların nelerden oluştuğunu bir düşünelim; taş, toprak, çimen, ağaçlar, çiçekler… Bir ağacın bir arıya nasıl petek yapacağını, petekleri oluşturduğu altıgenlerin kaçar derecelik eğimlerinin olacağını ya da bir kuşa yuva yapmayı öğretmesi mümkün değildir. Doğada bulunan hiçbir şeyin başka bir canlıya akıl ve bilinç gerektiren hareketler yaptırması mümkün değildir. Böyle bir iddia akıl ve bilim dışı bir iddia olacaktır. Canlılara tüm bunları yaptıran, sahip oldukları özellikleri onlara veren bir akıl sahibi olduğu çok açık bir gerçektir. Bu sınırsız aklın sahibi de hiç kuşkusuz ki tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Evrimcilerin "içgüdü" olarak tanımladıkları veya "programlanma" olarak nitelendirdikleri bütün davranışlar Allah'ın ilhamı sayesinde gerçekleşmektedir.

80 - Doğada pek çok örneğini gördüğümüz fedakarlıklara, canlılar arasındaki yardımlaşmalara ve şefkat dolu davranışlara evrimciler nasıl bir açıklama getirmektedirler?

Evrimciler bu konulara tutarlı açıklamalar getirememektedirler. Bu konuyu birkaç örnek üzerinde detaylandıralım: Erkek boynuzlu kuş son derece korumalı bir yuva yapar ve dişi kuşu içine yerleştirir. Daha sonra yavrular yumurtadan çıkıp büyüyene kadar dişisine ve yavrularına sürekli yemek taşır, onlara bakar. Bakımlarını hiç aksatmaz. Bir penguen dondurucu kış ayları süresince yumurtalarının başından hiç ayrılmaz, hiç beslenmeden kuluçkada durur. Birçok balık türü yumurtaları ve larvaları için çok özenli yuvalar hazırlar. Örneğin erkek dikenli balıklar su bitkilerinden parça toplarlar, böbreklerinden salgılanan yapışkan bir sıvıyı fışkırtıp, bitki parçalarını birbirine yapıştırarak bir yuva yaparlar. Yuvada yaptıkları tünele dişilerin yumurtlamasını sağlayarak, yumurtaların bütün bakımını üstlenirler. Yuvayı onarmak, yumurtalara oksijen sağlamak için suyu dalgalandırmak, nöbet bekleyerek onları korumak gibi bütün görevler erkek balığa aittir.

Doğada bunlara benzer pek çok örnek vardır. Bu davranışların ortaya çıkışlarının evrim mekanizmaları ile açıklanması ise imkansızdır. Bu nedenle evrimciler canlılardaki bu özelliklerin nasıl ortaya çıktığı sorusunu cevapsız bırakırlar. Evrimci profesörlerden Dr. Cemal Yıldırım, bir annenin yavrusuna olan sevgisi gibi davranışların evrim mekanizmaları ile açıklanamayacağını şöyle ifade etmektedir:

Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsal öğe içermeyen "kör" bir düzenekle (doğal seleksiyon) açıklamaya olanak var mıdır? Biyologların (bu arada Darwincilerin) bu tür sorulara doyurucu yanıt verdiklerini söylemek güçtür, kuşkusuz. (Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s. 185)

81 - Canlılardaki fedakarlık ve benzeri davranışların evrim teorisi için önemli ve çözülemeyen birer sorun olmalarının asıl nedeni nedir?

Canlılardaki fedakarlık ve işbirliğine dayalı davranışlar evrim teorisinin geçersizliğini tüm açıklığıyla ortaya koyar. Bunun asıl nedeni teorinin kurucusu olan Darwin'in iddialarını dayandırdığı mekanizmadır. Evrim teorisinin iddialarından biri olan doğal seleksiyon mekanizmasına göre, canlılardan ortama en iyi uyum sağlayanlar hayatta kalır, güçsüz olanlar ve çevre koşullarına uyum sağlayamayanlarsa elenirler. Bu da canlılar arasında yardımlaşma değil, rekabet olmasını gerektirir. Oysa doğaya baktığımızda evrimcilerin iddia ettikleri gibi sadece güçlülerin yaşadığı ve kıyasıya bir yaşam mücadelesinin sürdüğü bir ortam olmadığını görürüz.

Bütün canlılar yaşamak için avlanırlar, kendilerini korumak için savaşırlar. Ama bunların yanısıra doğada yavrularını korumak için fedakarlıkta bulunan, sürüsünün güvenliği için kendi yaşamını tehlikeye atan pek çok canlı vardır. Farklı türler arasında birbirlerinin çıkarını koruma da sık karşılaşılan davranışlardandır.

Evrim teorisi doğanın yalnızca bir savaş yeri olduğunu iddia ettiği için canlılardaki fedakar davranışlara açıklama getirememektedir. Örneğin evrimciler sürüdeki gözcü kuşun düşman yaklaştığında çığlık atarak neden kendisini feda ettiğini ya da başka bir kuş türünün düşmanı yavrularından uzaklaştırmak için yaralı taklidi yaparak dikkati kendi üzerine çekmesini açıklayamazlar. İşte bu durum teorinin geçersizliğini ortaya koyarken bir yandan da bu canlıları Allah’ın yarattığını kanıtlayan bir delil olmaktadır.

82 - Evrim Teorisinin "Doğal Seleksiyon" Mekanizması Neden Geçersizdir?

Doğal seleksiyon, "bir canlı için faydalı olan bir değişimin (bu değişim yapısal olabilir veya davranışlarla ilgili olabilir) diğerlerinin arasından seçilerek o canlıda kalıcı hale gelmesi ve bu şekilde bir sonraki nesle aktarılması"dır. Bu iddiada dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar vardır. Bunlardan ilki, bu tezin doğayı, faydalı ve zararlı davranışları ayırt edebilen, bilinçli ve karar verebilen bir güç olarak göstermeye çalışmasıdır.

Öncelikle doğada böyle bir kararı verebilecek bir güç yoktur, doğadaki herhangi bir başka canlı da böyle bir yeteneğe sahip değildir. Böyle bir seçimi sadece o canlıları yaratan yapabilir ki, tüm canlılar Allah'ın kontrolü altında hareket ederler.

Doğal seleksiyon mekanizmasına göre, kazanılan davranışların kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarılması gerekmektedir. Burada da gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır. Canlılar tecrübe yoluyla bazı şeyleri öğrenseler de bunu daha sonraki nesillere aktarmaları imkansızdır. Bu konudaki ilginç örneklerden biri, işçi karıncalardır. Karınca kolonilerindeki bütün sorumluluk işçi karıncalara aittir. Bu karıncaların özelliklerinden biri kısır olmalarıdır. Yani bu canlıların sahip oldukları yetenekleri daha sonraki nesillere kalıtım yoluyla aktarmaları imkansızdır. Kısacası doğal seleksiyon mekanizmasıyla canlıların giderek gelişen özelliklere sahip olmaları ve bunları kendilerinden sonraki nesillere aktarmaları mümkün değildir.

Üstelik doğal seleksiyon yeni bir canlı türü meydana getirme özelliğine de sahip değildir. Yani bir aslandan kaçan ceylan sürüsü içerisinde doğal olarak en hızlı koşan ceylanlar kaçıp kurtulacaktır. Ama bu kurtulan ceylanların bir başka türe örneğin bir geyiğe dönüşmesini sağlamayacaktır. Bu nedenle, evrim teorisinin iki temel mekanizmasından biri olarak sunulan doğal seleksiyonun, canlılığın oluşumu ve canlı türlerinin ortaya çıkışı konusunda hiçbir katkısı yoktur.

83 - Her canlı doğar doğmaz kendi türüne özgü davranışlar göstermeye başlar. Bu davranışların tesadüflerle açıklanması mümkün müdür?

Elbette ki böyle bir şey mümkün değildir. Bunu görmek için tek bir örnek bile yeterli olacaktır. Yeni doğmuş bir ipek böceği tırtılını ele alalım. Dünyanın tek seferde en fazla yumurta yumurtlayan canlılarından biri de ipek böceğidir. Bir seferde 450-500 yumurta yumurtlayan ipek böcekleri yumurtalarını korumak ve etrafa saçılmalarını önlemek için, onları salgıladıkları çok özel bir iplikle birbirlerine bağlarlar. Yumurtadan çıkan tırtıllar, ilk olarak kendilerine uygun bir dal bulur ve aynı iplikle kendilerini bu dala bağlarlar. Bunun hemen arkasından da vücutlarından salgıladıkları ayrı bir iplikle kendilerine koza örmeye başlarlar. Tırtıl bu işlem sırasında ortalama 900 ila 1500 m. uzunluğunda iplik salgılar. Yeryüzünde her gün dünyaya gelen sayısız tırtıl aynı şekilde hareket eder. Böyle zor ve karmaşık işlemleri bir ipekböceği tırtılının tesadüfen öğrendiğini ve daha sonra bunları kendinden sonraki nesillere öğrettiğini iddia etmek ise elbette ki son derece mantıksızdır. Allah yarattığı her canlıya farklı özellikler verir. Bu özellikler her yeni nesilde aynıdır, hiç değişmez, gelişim göstermez. Tırtıl her zaman tırtıldır ve her zaman aynı kozayı örer. Bu, Allah'ın sanatıdır. Allah herşeye güç yetirendir.

84 - Canlılar fedakarlığı sadece kendi yavrularına karşı göstermezler. Aynı türündiğer bireylerinin yavrularının bakımıyla da aynı şekilde ilgilenirler. Bu da evrimciler açısından bir çelişki değil mi?

Canlıların kendilerine ait olmayan yavrulara bakmaları evrimcilerin "doğadaki mücadele" iddialarını tamamen geçersiz kılan bir delildir. Evrimcilerin bir iddiası, hayvanların genlerini bir sonraki nesle aktarmak için yavrularına fedakarca davranışlar gösterdikleridir. Bu nedenle canlıların kendi yavruları dışında, aynı türün diğer bireylerine de yardım etmeleri evrim teorisinin açıklamakta en zorlandığı konulardan biridir. Bunu örneklerle de görebiliriz. Misk öküzlerinde, sürünün herhangi bir saldırıya maruz kalması durumunda yetişkin öküzler yanyana durarak bir daire oluştururlar ve sürüdeki bütün yavruları ortalarına alırlar. Böylelikle yavrular için kesin bir koruma sağlamış olurlar. Aynı şekilde yunuslar da sürü halinde dolaşırlar ve birbirlerini tehlikelere karşı korurlar. Bir yunus doğum yaparken yanında mutlaka anne yunusa yardımcı olan başka yunuslar da bulunur. Afrikalı av köpekleri de sürü halinde yaşayan canlılardandır. Erkekler ve dişiler yavruların bakımı konusunda iş bölümü yaparlar. Bir avı öldürdükten sonra sürüdeki yetişkinler yavruların etrafında daire oluştururlar ve ilk olarak yavruların beslenmesine izin verirler.

Aynı şekilde arı, karınca gibi canlıların koloni içindeki fedakarca davranışları da Darwin'in "güçlü olan yaşar, zayıf olan ise ezilerek yok olur" tezini geçersiz kılmaktadır.

85 - Doğadaki pek çok canlı kendisinden umulmayacak işleri büyük bir başarıyla gerçekleştirir. Bazen vücutlarında bir kimya fabrikası varmış gibi hareket ederler, bazen de en zor koşullara dayanacak çok özel mekanizmalarını kullanırlar. Evrimciler canlılardaki bu gibi akıl örneklerine nasıl bir açıklama getirmektedirler?

Evrimciler canlılardaki kompleks mekanizmalar karşısında suskun kalmaktadır. Teoriyi geçersiz kılan yaratılış örneklerinden biri, bombardıman böceğidir. Bombardıman böceği düşmanlarına karşı, arkasındaki bir delikten kaynar sıcaklıkta özel bir kimyasal sıvı fışkırtarak kendisini savunur. Bu kimyasal silah nasıl çalışır?

Bu sorudan yola çıkan bilim adamları son derece şaşırtıcı bulgular elde etmişlerdir. Bombardıman böceği, gizli salgı bölmelerinde iki kimyasal maddenin konsantre bir karışımını yapar: Hidrojen peroksit ve hidro-kinon. Bunların karışımı, toplama keseciği denilen saklama odasında birleşir. Bu toplama kesesi, patlama odacığı denilen ikinci bölmeye bağlanır. Bu iki bölme, insan kalbindeki kapakçıklı kas sistemi gibi bir sistemle birbirinden ayrılmıştır. Böcek tehdit edildiğini anladığında, toplama kesesindeki kaslarını kasar. Aynı anda bu odayı, patlama odasından ayıran bağlantı kaslarını serbest bırakır ve aradaki kapak açılır. Bu sayede, salgılanan kimyasal karışım patlama odacığına girer ve patlamayı gerçekleştirecek katalizör enzimleriyle karşılaşır. Bu aşamada hemen patlama odacığının kapağı kapanır. Hidrojen peroksit, su ve oksijene ayrışır. Oksijen, hidrokinon ile tepkimeye girerek daha fazla su oluşturur ve "kinon" denilen tahriş edici kimyasal madde üretilir. Bu reaksiyon sırasında oldukça yüksek bir ısı açığa çıkar. Kimyasal madde bu aşamada kaynama noktasına ulaşır ve bu karışım, böceğin vücudunun arka kısmında ye alan boru şeklindeki özel bir kanalla dışarı püskürtülür. Ve böylece böcek, düşmanını zehirli bir kimyasal madde olan kinon ile haşlar.

Böceğin vücudunda gerçekleşen tüm bu zincirleme reaksiyon göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşir. Bu sistemin hiç hatasız işlemesi çok önemlidir. Çünkü sistemdeki herhangi bir aksaklık patlamanın gerçekleşmemesi ve böceğin ya düşmanı tarafından öldürülmesi ya da patlamanın böceğin vücudunun içinde gerçekleşmesi anlamına gelecektir. Kısacası bombardıman böceğinin savunma sisteminin tam olarak işlemesi için bütün parçalarının aynı anda ve eksiksiz bir şekilde var olması gereklidir. Bu da, böceğin yaratılmış olması demektir.

86 - Doğadaki Canlılar Kendi Kendilerini Tedavi Etmeyi Nasıl Öğrenmiş Olabilirler? Bu Evrimcilerin İddia Ettikleri Gibi Tesadüfen Gelişmiş Bir Özellik Olabilir Mi?

Böyle bir şey elbette ki mümkün değildir. Bunu bir örnekle görelim. Bezuar keçisi, ne zaman bir yılan tarafından ısırılsa, yaşadığı çevrede yetişen sütleğen bitkisi türlerinden birini yiyerek kanına karışan yılan zehirini sütleğen sıvısındaki "öforbon maddesi" sayesinde etkisiz hale getirir. Günlük otlamaları sırasında ise sütleğenlere ağzını bile sürmez. Bu Bezuar keçilerinin sütleğen otlarının kimyasal yapısını ve bu otun yılan zehirine iyi geldiğini bilmeleri demektir. Bu bilgiyi Bezuar keçileri nasıl edinmişlerdir?

Keçilerin, kendilerini yılan ısırdığında buldukları tüm otları yiyerek, yani deneme-yanılma metodunu kullanarak hangi otun zehirlenmeyi engelleyeceğini bulmaları elbette ki mümkün değildir. Öyleyse bu keçiler yılan zehirine karşı hangi otun etkili olacağını, yılan ısırdığında nasıl tedavi olacaklarını nereden bilmektedirler? Bu bilgileri onlara öğreten kimdir? Bu soruların tek bir cevabı vardır. Bezuar keçileri, dünyadaki her canlı gibi Allah'ın ilhamı ile hareket etmektedirler. Allah, onlara nasıl davranmaları gerektiğini öğretmiştir.

87 - Evrimciler ilkel bir bakteri hücresinin şartların zorlaması sonucunda fotosentez yapmaya başladığını ve evrimleşerek bitkileri oluşturduğunu iddia ederler. Bakterilerin böyle kompleks bir işlemi kendi kendilerine başlatmış olmaları mümkün müdür?

Evrimciler, ilk bakterilerin beslenme ihtiyacı dolayısıyla fotosentez yapmaya başladıklarını iddia ederler, ama böyle bir şey mümkün değildir. Çünkü canlıların açlığa dayanma süreleri çeşitlilik gösterse de besin bulamayan her canlının kaçınılmaz sonu ölümdür. Bu iddia doğrultusunda cevaplanması gereken sorular vardır. Aç kalan bir canlı milyonlarca yıl süren bir zaman sürecinde ölmeden nasıl beklemiştir? Üstelik de bu açlık neticesinde bakteriler çok daha gelişmiş bir canlıya dönüşerek, fotosentez gibi pek çok aşaması günümüzde çözülememiş, suni olarak bile taklit edilemeyen bir işlemi yapmaya başlamışlardır.

Bitkiler bakterilerden evrimleşmiş olamazlar. Çünkü bakteri hücresi ile bitki hücresi yapı olarak birbirinden çok farklıdır. Sadece DNA'larının yapısı incelendiğinde bile çok farklı oldukları rahatlıkla görülecektir. Örneğin bitki hücresindeki DNA molekülü çift katlı bir zarla saklanır, bakteri hücresindeki DNA molekülü ise hücre içinde serbest durmaktadır. Bakteri hücresindeki DNA molekülünde az sayıda protein vardır. Ancak bitki hücresindeki DNA molekülü bir uçtan diğer uca kadar proteinlere bağlıdır. Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgi taşır oysa bitki hücresindeki DNA bitkinin tümüne ait bilgileri taşır.

Bakterilerde hiç organel bulunmaz, bitki hücrelerindeyse her biri çok kompleks yapılara sahip birçok organel bulunur. Bu gerçeğin evrimciler de farkındadır. Örneğin evrimci bilimadamı Prof. Ali Demirsoy aşağıdaki sözleriyle bu durumu açıkça itiraf etmektedir:

Karmaşık hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde gelişerek meydana gelmemiştir. (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 79)

88 - Evrimciler su yosunlarının kara bitkilerine dönüştüğünü iddia ederler. Bu iddia ne derece doğrudur?

Evrimcilerin bu iddiaları da diğerleri gibi asılsızdır. Evrimcilerin iddialarına göre su yosunları denizlerdeki gel-gitler sonucunda deniz kıyılarına tutunurlar ve bir süre sonra kara bitkilerine dönüşerek kıyılardan içerilere doğru ilerlerler. Acaba evrimcilerin bu hayali varsayımı gerçeğe ne kadar yakındır?

Su yosunlarının karaya geçmeleri durumunda yaşamalarını imkansız kılacak çok sayıda etken vardır. Bunlardan en önemlilerine kısaca bir göz atalım:

1-Kuruma Tehlikesi: Suda yaşayan bir bitkinin karada yaşayabilmesi için öncelikle yüzeyinin fazla su kaybından korunması gerekmektedir. Aksi takdirde bitki kuruyacaktır. Kara bitkileri, kurumadan korunmak için özel sistemlerle donatılmışlardır. Bu sistemlerde çok önemli detaylar vardır. Böyle hassas bir sistemin tesadüfen oluşması ihtimal dışıdır, imkansızdır. Eğer böyle bir sistem bitkide yoksa, bitkinin bu sistemin gelişmesini bekleyecek milyonlarca yıl zamanı da yoktur. Böyle bir durumda bitki bir süre sonra kurur ve ölür. Kaldı ki bu çok özel sistemler, milyonlarca ve milyarlarca yıl geçse de tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks sistemlerdir.

2-Beslenme: Su bitkileri, ihtiyaçları olan suyu ve mineralleri direkt olarak içinde bulundukları sudan alırlar. Dolayısıyla karaya çıkıp, yaşamaya çalışan bir su yosununun beslenme problemi ortaya çıkacaktır. Bunu halletmeden yaşamını sürdürmesi ise imkansızdır.

3-Üreme: Su yosununun karadaki kısa ömrü sırasında üremek için herhangi bir imkanı da olamaz. Çünkü su yosunları her türlü işlerinde olduğu gibi, üreme hücrelerini dağıtma işleminde de suyu kullanırlar.

4-Oksijenin yıkıcı etkisinden korunma: Karaya geçtiği iddia edilen su yosunu oksijeni o ana kadar suda çözünmüş olarak almıştır. Evrimcilerin iddiasına göre karaya geçtiği anda oksijeni daha önce hiç karşılaşmadığı bir biçimde, yani havadan direkt olarak almak zorundadır. Bilindiği gibi normal şartlar altında havadaki oksijenin organik maddeler üzerinde yıkıcı etkisi vardır. Karada yaşayan canlılar, bu etkiden zarar görmemelerini sağlayacak sistemlere sahiptirler. Su yosunu bir su bitkisidir dolayısıyla oksijenin olumsuz etkilerinden korunmak için gerekli olan enzimlere sahip değildir. Bu yüzden karaya geçtiği anda oksijenin zararlı etkisinden kurtulması mümkün değildir. Böyle bir sistemin oluşmasını beklemesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Karaya çıkan bir su yosunu zaman içinde kaçınılmaz olarak kuruyarak yok olacaktır.

Görüldüğü gibi bir su yosunu için karaya geçme ve karada yaşama gibi bir ihtimal yoktur. Karaya çıktığı ilk anda, karada yaşayan bir bitki gibi, rahatça yaşayabilmesi için kusursuz işleyen pek çok mekanizmaya sahip olması gereklidir.

Sonuçta ortaya çıkan gerçek şudur: Bir su bitkisinin ne kadar süre geçerse geçsin, şartlar ne olursa olsun bir kara bitkisine dönüşmesi imkansızdır.

Özetle, canlıların tesadüfler sonucu ortaya çıktıklarını öne süren evrim teorisi, gerçeklere aykırı bir hurafeden ibarettir. Çünkü tüm canlıları, Allah yaratmıştır.

Sen Yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • 01-20: Sorular ve Cevaplar
  • 21-40: Sorular ve Cevaplar
  • 41-60: Sorular ve Cevaplar
  • 61-88: Sorular ve Cevaplar
  • Yaratılış Gerçeği 1/2
  • Yaratılış Gerçeği 2/2
  • Darwinizm'in Çöküşü