İnsanlara iyi olanı emretmek ve onları kötü tavırlardan sakındırmak her insanın yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur. Doğruyu bilen herkes, diğer insanlara bildiği bu doğruyu anlatmakla yükümlüdür. Bu nedenle din ahlakını anlatmak ve insanları Allah'a imana davet etmek sadece elçilerin değil, iman eden her insanın yerine getirmesi gereken ibadetlerden biridir. Allah insanları din ahlakına davet ederek, onlara doğru yolu göstermenin, ahiret hayatındaki sonsuz kurtuluşun yolu olduğunu bildirmiştir:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Kuran'da kendisine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı halde, Allah'a ibadet etmekten yüz çeviren kimseler "zalim" olarak adlandırılmıştır:
Allah'a karşı yalan söyleyenden ve kendisine geldiğinde doğruyu (Kur'an'ı) yalanlayandan daha zalim kimdir? Kafirler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 32)
Bu kimselerin zalimliklerinin en önemli göstergelerinden biri, kendilerine verdiği sayısız nimete karşı Allah'a nankörlük ediyor olmalarıdır. Allah'ın büyüklüğü karşısında ne kadar aciz olduklarını düşünmemeleri de yine onların zalimliklerindendir. Sahip oldukları bu karakter ile kendilerini cehenneme sürükledikleri gibi, beraberlerindeki insanları da aynı kötü ahlakı yaşamaya çağırırlar. Onları din ahlakını yaşamaktan alıkoyarak, dünyada ve ahirette büyük bir azabın içerisine girmelerine neden olurlar. Bu nedenledir ki, Allah "Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz." (Hud Suresi, 113) ayetiyle insanları böyle kişilere uymama konusunda uyarmıştır.
İnsanın sadece diliyle Müslüman olduğunu söylemesi tek başına yeterli değildir. Çünkü iman etmek, dil ile tasdik etmenin yanında Allah'ın emrettiği din ahlakını fiili olarak yaşamak ve yaşatmakla mümkün olur. Allah Kuran'da iman eden insanları şu özellikleriyle tarif etmiştir:
Din ahlakının yaşanması için çaba gösteren, gerektiğinde dinin menfaati için kendi çıkarlarından özveride bulunan, nefsinin bencil tutkularını yenen, başkalarının hatalarını bağışlayabilen, öfkesini tutup itidalli davranabilen, ihtiyaç içinde olsa bile başkaları için fedakarlıkta bulunabilen, malını Allah yolunda harcayan, sabreden, din ahlakının yayılması için gece gündüz İslam'ı tebliğ eden, Allah'ı çok anan, ibadetlerini titizlikle yerine getiren, herhangi bir haksızlıkla karşılaştığında itidalini kaybetmeyen, adaletli ve bunun gibi daha pek çok konuda çaba harcayan kimseler...
Dikkat edilirse sayılan bu fiillerin hiçbirisi sadece sözle yerine getirilebilecek konular değildir. Yani insanın fiili bir çaba içinde olmadan, "ben çaba harcıyorum" demesinin bir anlamı olmaz. Ya da malını harcamadan, "ben malımı ihtiyaç olduğunda veririm" demesi yeterli olmaz. Bu nedenle "ben Müslümanım" demek belki iman etmenin ilk aşamasıdır, ancak gerçek iman ancak Allah'ın hükümlerini tümüyle yaşamakla mümkün olur. Kuran'da bu konu şöyle açıklanmıştır:
Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet Suresi, 33)
Yeryüzündeki canlı cansız tüm varlıklar Allah'ın kontrolü altındadır. Bu durumun şuurunda olsalar da olmasalar da, inkar edenler de aynı şekilde hayatlarının her anında Allah'ın denetimi altında yaşarlar. "... Biz herşeyi bir kader ile yarattık" (Kamer suresi, 49) ayetiyle de bildirildiği gibi, tüm varlıkların kaderini belirleyen tek güç Allah'tır. Allah inkar edenler için de bir kader belirlemiştir ve bu kimseler hayatlarını bu kadere tabi olarak yaşarlar. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle açıklamıştır:
Peki onlar, Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülmektedirler. (Al-i İmran Suresi, 83)
Allah'ın varlığı tüm evreni sarıp kuşatmıştır ve O'nun görmediği, sesini duymadığı hiçbir canlı yoktur.
İnkar edenlerin, akıllarından geçirdikleri bir düşünceye, söyledikleri tek bir sözden yaptıkları herhangi bir tavra kadar Allah her an onlara şahittir. Dolayısıyla tüm insanlar her an her yerde Allah'ın kontrolü altında yaşarlar. Dünyanın her neresine giderlerse gitsinler, kimsenin bilmediği en gizli yerlerde de olsalar, Allah mutlaka onların yanındadır ve onları denetlemektedir. Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Allah'a karşı duyulan sevgi, birçok duygunun birleşmesinden oluşan çok köklü bir sevgidir. Bu sevginin içinde sonsuz bir güç sahibi olan Yaratıcı'nın karşısında hissedilen teslimiyet duygusu, Allah'ın sonsuz merhametine duyulan güçlü bir güven duygusu, O'nun sonsuz aklına karşı hissedilen saygı ve yarattığı güzelliklere karşı duyulan hayranlık vardır. Allah'ın herşeyin sahibi olduğunu bilmenin getirdiği bir sadakat ve bağlılık vardır. Bütün bunların bilincinde olan insan, Rabbimiz’e karşı çok coşkulu bir aşkla bağlanır. Bu sevgi gerçek ve saf sevgidir. Kuran'da müminlerin Rabbimiz'e olan sevgileri şöyle ifade edilir:
Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cehd eden (çaba gösteren) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir... (Maide Suresi, 54)
Allah Kuran'da müminlere güzel ahlaklı olmayı ve her ne olursa olsun, nasıl bir tavırla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar bu özelliklerinden taviz vermemeyi emretmiştir. İnkar edenlerin yaşadığı hayat ise, müminlerin sahip olduğu güzel ahlak özelliklerine tamamen zıt tavırlar içerir. Müminler inkar edenlerin bu tavırlarıyla karşılaştıklarında onların seviyesine inmez ve onurlu bir tavır ile karşılık verirler. Onların bu ahlakı karşısında Kuran ahlakından asla taviz vermezler ve bu konuda güçlü bir kararlılık gösterirler. Kötü söze güzel sözle, kibire tevazuyla, haksızlığa adaletle, merhametsizliğe merhametle cevap verir, basit bir tavra girmeyi asla kendilerine yakıştırmazlar.
Kuran'da müminlerin inkar edenlere karşı gösterdikleri bu onurlu tavırlara verilen örneklerden bazıları şöyledir:
Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.(Furkan Suresi, 72)
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam" derler. (Furkan Suresi, 63)
Din ahlakını anlatan bir insan, karşısındaki kişinin iman edip etmemesinden hiçbir şekilde sorumlu değildir. Müminler sadece Kuran'ı karşı tarafa en güzel şekilde anlatarak, insanları Allah'a iman etmeye çağırmakla yükümlüdürler. Ancak din ahlakının anlatıldığı bu insanın kalbi tümüyle Allah'ın kontrolündedir. Tebliğ yapılan insan eğer mümin olacaksa ona İslam'ı sevdirecek, kalbine imanı yerleştirecek olan sadece Allah'tır. Bu nedenle Allah Kuran'da Müslümanların din ahlakını anlatmakla yükümlü olduklarını, ancak hidayeti vermenin sadece Kendisi’ne ait olduğunu bildirmiştir:
Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (Kasas Suresi, 56)
Bir mümin, zaruri nedenlerle tek başına kalması söz konusu olmadığı sürece diğer müminlerle birarada yaşamalıdır. Çünkü Müslümanın güzel ahlakını, fedakarlığını, öğüte karşı boyun eğiciliğini, alçakgönüllülüğünü, sevgisini, sadakatini gösterebilmesi için müminlerle birlikte olması gerekir.
Yoksa bir mümin din ahlakından uzak birine karşı sadakatli olamaz. Kuran ahlakının dışında hareket etmez. İman sahibi olmayan birine karşı teslimiyet gösteremez. Allah'a inanmayan biriyle Allah'ı zikredemez. Bu nedenle Kuran'da tarif edilen hayatı tam olarak yaşayabilmesi için müminlerle birarada bulunması gerekir.
Ayrıca imanlı bir insan için İslam ahlakının insanlar arasında yayılması ve herkes tarafından yaşanması çok önemlidir. Çünkü bu, Allah'ın müminlere yüklediği sorumluluklardan bir tanesidir. Böyle bir çalışma ise müminlerin birbirlerine var güçleriyle destek olmalarını gerektirir. Bu nedenle Allah iman edenlere "kenetlenmiş binalar gibi saf bağlayarak" hareket etmelerini emreder. (Saff Suresi, 4)
Ayrıca bir mümin ancak Kuran ahlakını yaşayan imanlı insanların yanında rahat eder. Allah'ı dost edinmiş olan bir insanın dostluğundan zevk alır. Karşısında güzel ahlaklı ve Allah'a derinden bağlı bir insan görmek ister. Ahirette sonsuza kadar beraber olmak istediği insanlarla, dünyadayken de beraber yaşamayı arzu eder. Allah, dinin bu hükmünü Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)
Din ahlakını yaşamayan hiçbir insanın gerçek anlamda mutlu olabilmesi mümkün değildir. Çünkü bir insanın mutlu olabilmesi için herşeyden önce vicdanen rahat olması şarttır. Yani kalbine sıkıntı verecek, aklına takılacak, pişmanlık içinde yaşamasına sebep olacak bir durum içinde bulunmaması gerekir. Vicdanın rahat olması ise sadece bir tek şekilde mümkündür; bu da din ahlakının yaşanmasıdır. Çünkü vicdan Allah'ın emrindedir ve insana sürekli olarak Allah'a iman etmeyi, dinin hükümlerini yerine getirmeyi ve güzel ahlaklı olmayı emreder. Bu nedenle bütün hayatı boyunca vicdanının bu emrine karşı mücadele veren dinsiz bir insanın mutlu olabilmesi mümkün değildir. Allah insanın kalp rahatlığını ve gerçek huzuru yalnızca Allah'a imanla elde edebileceğini bildirmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
Allah'ın varlığını kavrayabilecek bir şuur açıklığına ulaştığı andan itibaren her insan, Allah'ın emirlerini yerine getirmekle sorumludur. Ne fakir olması, ne sakat olması, ne hasta olması, ne çok zengin ve çok ünlü olması, ne de çok yüksek bir mevki sahibi olması bir insanın din ahlakını yaşamasına engel değildir. Çünkü bunların hiçbiri insanların Allah'a kulluk etmeleri için yaratıldıkları gerçeğini değiştirmez. Kuran'da sadece fiziksel olarak özürlü olan kişilerin dinin bazı hükümlerinden sorumlu olmadığı bildirilmiştir. Bunun dışında ise her insan Allah'a kulluk etmekle ve O'nun indirdiği dinin hükümlerini yerine getirmekle sorumludur. Allah Kuran'ın insanlara farz kılındığını ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. (Zuhruf Suresi, 44)
Kuran'da Hz. İsa, Hz. Musa da dahil olmak üzere Hz. Süleyman, Hz. İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Yusuf ve diğer bütün peygamberler "Müslüman" olarak anılmaktadır. Çünkü Allah'ın dini tektir ve bu din Allah Katında İslam'dır. Hz. Adem'den bu yana insanlara öğretilen din hep aynıdır. Hz. İsa'ya vahyedilen İncil, Hz. Musa'ya inen Tevrat ve Hz. Davud'a inen Zebur'un tahrif edilmeden önceki hallerindeki özü de yine bu dini anlatmaktadır. Bu nedenle Allah'ın dinini tebliğ eden bütün peygamberler tek bir dine mensupturlar. Bu din de hak din olan İslam dinidir. Kuran'da bu konu insanlara şöyle açıklanmıştır:
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: Ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)
Yine bir başka ayette de Hz. Musa'nın beraberindeki kimselerden "Müslüman" olarak bahsettiği haber verilmektedir:
Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O'na tevekkül edin."(Yunus Suresi, 84)
Hz. İsa'nın yanındaki Havarilerin de kendilerini Müslüman olarak isimlendirdikleri bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. (Maide Suresi, 111)
Bir insanın Allah'tan razı olması, Allah'ın kendisi için belirlediği kaderden ve kendisine verdiklerinden kayıtsız şartsız, içinde hiçbir sıkıntı duymadan hoşnut olması demektir. İnsan karşılaştığı herhangi bir olaydaki hayrı ve güzelliği o an için göremeyebilir. Ancak bu hayrı görsün veya göremesin, Allah'ın her olayda muhakkak iyilik ve güzellik dilediğini bilir. Her zaman için karşılaştığı her olayda Allah'a sonsuz bir güveni vardır. Hiçbir zaman kendi içinde, "bu olay bana iyilik mi getirecek kötülük mü" diye bir şüpheye kapılıp tereddüt yaşamaz, hep Allah'a güvenerek ve hayırla karşılaşacağını bilerek düşünür.
Başına ölümcül bir hastalık gelebilir, kaza geçirip sakat kalabilir, bütün malını mülkünü kaybedip fakir duruma düşebilir, insanlar tarafından haksızlığa uğratılabilir ya da hiç beklemediği bambaşka bir olayla karşılaşabilir. Ne olursa olsun bütün bunların Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğini bildiği için, içi çok rahattır. Allah'ın aklına ve merhametine tam olarak teslim olmuştur. Her ne koşul altında olursa olsun Allah'a şükreder. İşte bu, Allah'tan razı olan bir insanın tavrıdır. Allah Kendisinden razı olan kullarını Kuran'da şu şekilde haber vermektedir:
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
… Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
Batıl inançlar halk arasında ağızdan ağıza yayılan, ancak hiçbir geçerliliği olmayan inanışlardan ibarettir. İnsanlar çeşitli varlıkların kendilerine uğursuzluk getirdikleri gibi asılsız inançları nedeniyle tedirgin olurlar. Oysa bir maddenin uğur ya da uğursuzluk getirmesi diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü kainatta var olan hiçbir olay tesadüf eseri meydana gelmez. Her insanın, her bitkinin, hayvanın veya eşyanın bir kaderi vardır. Ne kadar yaşayacakları, nasıl bir hayat sürecekleri, nasıl bir görünüme sahip olacakları gibi herşey Allah Katında zaten bellidir. Allah'ın izin olmadan bir ağaç dalındaki tek bir yaprağın bile düşmesi mümkün değildir.
Evrenin yaratılışından itibaren gerçekleşmiş ve gerçekleşecek olan her olayı Allah takdir etmiştir. Bu kaderi ne bir insanın, ne bir hayvanın, ne de bir eşyanın değiştirme gücü yoktur. Eğer bir insanın başına beklemediği bir anda bir kaza geliyorsa, bu onun daha yaratılmadan önce belirlenmiş olan kaderi gereğidir. Bir insanın bir başarı elde etmesi, sağlığına kavuşması ya da başına herhangi bir iyilik gelmesi de onun uğurundan değil, Allah'ın lütfundandır:
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiçkimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Kuran kıyamete kadar yaşayacak olan tüm insanlar için indirilmiştir. Dolayısıyla Kuran'ın hükümleri, bu süre içerisinde yaşayan her insan için geçerlidir. Bundan 1000 sene önce yaşamış olanlar da, bundan sonra yaşayacak olanlar da aynı kitaptan ve aynı hükümlerden sorguya çekileceklerdir. Bir yüzyıldan başka bir yüzyıla geçilmesi, giyim tarzının, teknolojinin ya da şehirlerin değişmesi insanların Allah'a karşı olan sorumluluklarını değiştirmez. Bir insan büyük bir çölün ortasında da olsa, bir gökdelen katında da otursa, ibadetlerini ve ahlakını Kuran'da belirtilen şekilde yerine getirmekle yükümlüdür. Allah Kuran'ın tüm alemlere gönderildiğine ve tüm insanların bu kitaptan sorguya çekileceklerine ayetlerinde şöyle dikkat çekmiştir:
Alemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 1)
Hastalık, sakatlık ya da fakirlik gibi eksiklikler, insanın dünya hayatının geçiciliğini anlaması ve cennete özlem duyup bu yönde çaba harcamaya yönelmesi için Allah’ın yarattığı özel durumlardır. Bu nedenle de bunlar aslında Allah'ın kullarına olan lütfundan kaynaklanmaktadır. Dünyada eksiklik gibi görünen bu konular, ibret almasını bilen bir insanın sonsuz hayatı açısından büyük bir nimete dönüşür. Allah dünya hayatının eksikliklerine ve zorluklarına karşı Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla tevekkül edip sabır gösteren kullarına cennetini vaat etmiştir. Dahası Allah orada bu kimselerin hem manevi hem de fiziki açıdan tüm bu eksikliklerini giderecek, onları en güzel surette hem de sonsuz bir yaratılışla yaratacaktır.
İşte bu nedenle insanın böyle bir acizlik karşısında dünya hayatında yapması gereken şey, bu gerçeği hiç unutmadan sonsuz akıl sahibi olan Rabbimiz’e tamamen teslim olmasıdır. Çünkü Allah'ın bir insan için belirlediği kaderde kişinin hiç bilmediği hayırlar ve pek çok hikmet vardır. İnsanların fakirlik, çirkinlik ya da hastalık gibi hoşlarına gitmeyen durumlara karşı isyankar ve şikayetçi bir tutum içinde olmaları Kuran ahlakına uygun değildir. İnsana düşen Allah'ın kendisi için belirlediği kadere razı olmaktır. Unutmamak gerekir ki, herhangi bir durumdan şikayetçi ve memnuniyetsiz olan bir insan, aslında Allah'ın kendisi için dilediği bir güzelliğe karşı memnuniyetsiz bir tavır göstermiş olur. Bu ise Allah'a karşı büyük bir nankörlüktür. Çünkü Allah her olayı insanı denemek amacıyla yaratmakta ve onun sonsuz kurtuluşuna bir vesile kılmaktadır. Müminlerin bu konuda göstermesi gereken ideal tavır ise Kuran'da şöyle belirtilmiştir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
Hesap gününde dünya tarihi boyunca yaşamış olan bütün insanlar biraraya gelecektir. Bu insanlar arasında peygamberler de vardır. Her peygamber kendi kavmine şahitlik etmek üzere toplanma yerine gelecektir. Bütün insanlar, Allah'ın huzurunda dünya hayatında işledikleri amellerden dolayı hesap vereceklerdir. Bu nedenle hesap gününde Allah'ın dilemesiyle Hz. Muhammed (sav)'i, Hz. İsa'yı, Hz. Adem'i, Hz. Yusuf'u ve diğer bütün peygamberleri görebilmek mümkün olacaktır. Allah Kuran'da bu konuyu şöyle haber vermiştir:
Yer, Rabbi'nin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 69)
Müminler cennette, Hz. Adem'den bu yana yaşamış olan tüm inananlarla birlikte olacaklardır. Bu kimseler arasında bugüne kadar gönderilmiş olan tüm peygamberler, onlara uyup gösterdikleri yolu izleyen salih müminler ve şehidler de bulunacaktır. Kuran'da bu müjde müminlere şöyle verilmiştir:
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar. (Nisa Suresi, 69)
Allah Kuran'da insanlara her konuda ihlaslı davranmayı ve her işte sadece Allah'ın rızasını gözetmeyi öğütlemiştir. Övgü beklentisi ise kişinin insanlardan takdir beklemesinden ve onların hoşnutluğunu kazanmaya çalışmasından kaynaklanır. Bu bakış açısına sahip olan insanlar sadece yaptıkları şeylerle değil, yapmadıkları şeylerle de övünmeye kalkışırlar. Oysa ki insanın yapmadığı bir şeyi yapmış gibi göstermeye çalışması ve bunu öne sürerek kendine bir pay çıkarması, Allah'a karşı yalan söylemesi anlamına gelir. Çünkü Allah insanın yaptıklarını da yapmadıklarını da en iyi şekilde bilendir. Allah'ın bildiği bir şeyi insanların bilmemesinden istifade ederek bir övgü konusu haline getirmeye çalışmak Kuran'da yerilen bir tavırdır. Bu kimseler o an için kazançlı gibi görünseler de aslında büyük bir kayıp içerisine girerler. Çünkü Allah insanı söylediği her sözden sorumlu tutacak ve hak ettiği karşılığı ahirette mutlaka verecektir. Kuran'da bu kimselerin durumu şöyle açıklanmıştır:
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)
Allah yeryüzünde çeşitli güzellikler yaratmıştır. Sanat, bu güzelliklerin insanlar tarafından örnek alınması ve taklit edilmesiyle ortaya çıkar. Bu yüzden sanat Allah'ın insanlara sunduğu büyük bir lütuftur. Allah insanları estetikten, güzelliklerden zevk alacak bir fıtratta yaratmıştır. Özellikle müminler Allah'ın bu nimetlerini takdir edebilen, onlardaki incelikleri sezebilen, hür düşünerek estetik konusunda geniş bir ufka sahip olan insanlardır. Bundan dolayı sanattan aldıkları zevk katlanarak artar.
Müminler sanatı bir cennet nimeti olarak görürler. Kuran'da cennetin insanın ruhunda derin bir etki bırakacak güzellikte eşsiz bir sanatla döşendiğinden bahsedilmektedir.
Ayetlerde cennette altın işlemeli yastıklar, atlastan yapılmış ağır işlemeli kıyafetler, mücevherler, yüksek köşkler, yeşil ipekten elbiseler, mücevherlerin üzerine özenle işlendiği tahtlar olduğu bildirilmektedir. Allah'ın övdüğü tüm bu güzellikler, müminler için dünyada da büyük bir nimettir.
Ayrıca Kuran'da bahsi geçen Hz. Süleyman'ın sarayının güzelliği de, müminlerin sanat ve estetik anlayışlarını ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Hz. Süleyman sarayını havuzlar, büyük çanaklar, heykellerle süslemiş ve görenlerin hayran kaldığı mükemmel bir sanat eseri oluşturmuştur.
Hikmet, herşeyin en doğrusunu ve en isabetli olanını tespit edebilme yeteneğidir. Hikmet sahibi olan bir insanın, konuşması, aldığı kararlar, hatta tüm tavırları olabilecek en akılcı ve en isabetli yapıyı yansıtır. Hikmet sahibi bir kimse, bir konuyu en doğru, en özlü, en akılcı şekilde anlatabilir, bir olaya, kişiye ya da tavra en doğru teşhisi koyabilir. Olaylar karşısında en akılcı tepkiyi verir ve en güzel tavrı gösterebilir. Dolayısıyla da hikmet sahibi olan insanlar, aynı zamanda da yüksek bir akla sahip kimselerdir.
Bir insanın hikmet sahibi olabilmesi ise kişinin ancak Allah'a iman etmesi ve Kuran'a ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetine uymasıyla mümkün olur. Çünkü olayların doğrusunu, tavrın, düşüncenin, konuşmanın güzel ve akılcı olanını insanlara öğreten Kuran ve hadis-i şeriflerdir.
Allah Kendisine yönelen samimi kullarına bir nimet olarak Katından bir hikmet de verir. Kuran'da Allah'ın bu nimeti kullarından dilediğine vereceğine şöyle dikkat çekilmiştir:
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara Suresi, 269)