01-20: Sorular ve Cevaplar

1 - Allah'a Yakınlaşmak Ne Demektir?

Bir insanın Allah'a yakınlaşması, Allah'a olan sevgisinin, bağlılığının, Allah korkusunun, imanının ve inancının artması demektir. Hiçbir insan için Allah'a yakınlaşmanın bir sınırı yoktur. İnsanlar ahirette Allah'a olan yakınlıkları ölçüsünde karşılık alacaklar ve yine bu ölçüde sonsuz bir cennet hayatına kavuşacaklardır. Bu nedenle her insanın dünyadaki asıl yaşayış amacı Allah'ın bildirdiği şekilde bu konuda samimi bir gayret sarf etmek olmalıdır. Kuran'da müminlerin bu konuda gösterdikleri çabaya şöyle dikkat çekilmiştir:

Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 99)

Böyle bir çaba sonucunda Allah'a yakınlaşan bir insanın Allah'a olan sevgisi ve bağlılığı daha da şiddetlenir, kalbinde Rabbimiz’e karşı daha büyük bir coşku hisseder, Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içerisine girmekten çok daha fazla korkar ve bu ölçüde de Allah'tan sakınır. Din ahlakına karşı bağlılığı, şevki ve dine hizmet etme isteği kuvvetlenir. Allah'a olan yakınlığın gücü arttıkça tüm bu sayılan özellikler de sürekli olarak artmaya devam eder.

2 - Bir müminin Allah'a Yakınlıkta Hedefi Ne Olmalıdır?

Allah "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Maide Suresi, 35) ayetiyle insanları Kendisine yakınlaşmak için yollar aramaya çağırmıştır. Bu nedenle bir müminin yaşamının en büyük hedefi Allah'ın bu çağrısı doğrultusunda çaba harcamak ve gelmiş geçmiş tüm insanlar arasında Allah'a en yakın kul olmaya çalışmaktır. Bu konuda müminlerin kendilerine örnek aldıkları kimseler ise peygamberlerdir. Peygamberlerin Allah'a olan yakınlıkları, onların Allah'tan çok korkan ve Allah'ı çok seven, takva sahibi, güzel ahlaklı ve samimi insanlar olmaları nedeniyledir.

Kuran'da "Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır." (Sad Suresi, 25) ayetiyle Hz. Davud'un Allah'a olan yakınlığı tüm müminlere örnek verilmiştir. Kendisine peygamber ahlakını ve samimiyetini örnek alan her kişi, aynı şekilde Allah'tan korkup sakınarak, Kuran'ın hükümlerini titizlikle yerine getirerek ve hayatını Allah'ın rızasını kazanmaya adayarak peygamberlerin Allah'a olan yakınlıklarını elde etmeyi umabilir. Ancak burada önemli bir nokta daha vardır: Bir insanın Allah'a yakınlık konusunda gelişme gösterebilmesi yalnızca samimi bir istekle birkaç saniye içinde olabilir. Çünkü Allah insanlara çok yakındır ve kullarının dualarına icabet edendir. Bu yüzden bir insanın Allah ile yakınlaşması yalnızca samimi ve kesin bir niyetine bağlıdır.

3 - Kuran'a Göre Peygamberlere Karşı Saygı Nasıl Olmalıdır?

"İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık." (En'am Suresi, 86) ayetiyle bildirildiği gibi, peygamberler Allah'ın seçtiği ve tüm insanlar arasında üstün kıldığını bildirdiği kimselerdir. Allah, peygamberlerine Kendi Katından özel bir ilim vermiş, onları melekleriyle desteklemiş ve cennetiyle müjdelemiştir. Peygamberler her dönemde Allah'ın dinini tebliğ etmekle görevlendirilmiş, insanlara Allah'ın vahyini iletmiş ve onları hak dini yaşamaya davet etmişlerdir. Her ne zorlukla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar bu konudaki kararlılıklarından hiçbir şekilde taviz vermemiş, şevkle ve sabırla mücadeleye devam etmişlerdir. Allah’ın seçtiği ve gösterdikleri üstün iman ve ahlak anlayışlarıyla dikkat çeken peygamberler kuşkusuz ki tüm müminlerin içten bir saygı ve sevgiyle bağlandığı kişilerdir. Kuran'da Allah'a olan sadakatinden övgüyle bahsedilen Peygamberimiz (sav), Allah'ın ayette bildirdiği gibi müminler için "kendi nefislerinden daha evla"dır. (Ahzab Suresi, 6)

Bu nedenle tüm müminler peygamberlere karşı kalplerinde büyük bir hürmet ve saygı beslerler. Kalplerindeki bu saygıyı nasıl ifade edecekleri ise Kuran'da şöyle açıklanmıştır:

"Ki Allah'a ve Resulü'ne iman etmeniz, onu savunup-desteklemeniz, onu en içten bir saygıyla-yüceltmeniz ve sabah akşam O'nu (Allah'ı) tesbih etmeniz için." (Fetih Suresi, 9)

Peygamberlere karşı gösterilen bu saygının günlük hayatta nasıl yaşanacağı Kuran'ın Hucurat Suresi'nde çeşitli örneklerle anlatılmaktadır. Müminlerin Peygamberimiz (sav)’in yaşadığı yerde "yemek saatini gözlememeleri", "kapıların ardından peygambere seslenmemeleri", "seslerini peygamberin sesi üstünde yükseltmemeleri" ve "birbirlerine bağırdıkları gibi peygambere bağırmamaları" ya da konuşmada "elçinin huzurunda öne geçmemeleri" gibi konulara dikkat etmeleri hatırlatılarak bu saygının nasıl olması gerektiği hakkında bilgi verilmiştir.

Bunun yanında Peygamber (sav) döneminde yaşayanlar kadar, sonrasında yaşayan tüm müminler de aynı saygı anlayışını kalplerinde sürdürmeye devam ederler. Peygamberimiz (sav)’e olan derin saygılarını, "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21) ayetiyle de hatırlatıldığı gibi tüm tavırlarında onu örnek alarak ve tüm konuşmalarında onu övgü dolu sözlerle ve saygıyla yücelterek ifade etmeye çalışırlar.

Diğer peygamberler için de Allah şöyle emretmiştir:

Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136)

Ayetten de anlaşıldığı gibi diğer peygamberlere de benzer bir saygı göstermemiz uygun olur. Nitekim Allah bir başka ayetinde de şöyle buyurur:

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak İbrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönüş Sana'dır." (Mümtehine Suresi, 4)

4 - Vahiy Ne Demektir?

Vahiy Allah'ın, kişinin kalbine dilediği bir konuda, dilediği bir bilgiyi ilham etmesidir. Kuran'da vahiy konusunda verilen örneklerden, bu vahyin kimi zaman melekler vasıtasıyla kimi zaman "bir perde arkasından" iletildiği, kimi zaman da Allah'ın hiçbir aracı olmaksızın doğrudan kişinin kalbine bıraktığı görülmektedir. Allah Kuran'da bu konuyu şöyle açıklamıştır:

Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Şura Suresi, 51)

Bu konuda Kuran'da pek çok örneğe rastlamak mümkündür. Örneğin ayetlerde Hz. Musa'nın bir ateş gördüğü ve ne olduğunu anlamak üzere gittiği yerde vahiy aldığı bildirilmektedir:

Nitekim ona gidince, kendisine seslenildi: "Ey Musa." "Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın." "Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle." "Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Taha Suresi, 11-14)

Bir başka ayette ise Hz. Muhammed (sav)'e Kuran'ın Cibril vasıtasıyla vahyedildiğinden bahsedilmektedir:

Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu. O, en yüksek bir ufuktaydı. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti. (Necm Suresi, 5-10)

Allah kimi zaman da, ortada görünen hiçbir şey olmadan, sadece bir sesin hitap etmesi şeklinde de vahiyde bulunabilir. Ayetlerde bu konunun bir örneği Hz. Musa için verilmiştir:

Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. (A'raf Suresi, 143)

Hz. Meryem'e ise, Allah bir su arkının altından gelen bir ses ile vahiyde bulunmuştur:

Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin. Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım." (Meryem Suresi, 24-26)

Hz. Musa'nın annesinin ise kalbine vahiy bırakılmıştır:

Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü Biz onu tekrar size vereceğiz ve onu gönderilenlerden kılacağız" diye vahyettik." (Kasas Suresi, 7)

5 - Bir Başkasının Dua Etmesi İnsana Fayda Getirir Mi?

Allah "Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mü'min Suresi, 60) ayetiyle tüm insanları dua etmeye çağırmış ve bunun karşılığında da dualarını kabul edeceğini bildirmiştir. Bu nedenle bir insanın diğer insanlar için ettiği bir dua da -Allah'ın dilemesiyle- elbette fayda getirebilir. Bir ayette Allah Peygamberimiz (sav)’e diğer inananlar için dua etmesini bildirmiştir:

… Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir. (Tevbe Suresi, 103)

İman eden bir insan, kendisi kadar tüm diğer inananların da Allah'ın rızasını kazanabilmesini ve cennetine kavuşabilmesini ister. Bu nedenle de en az kendisi kadar diğer mümin kardeşleri için de dua eder. Ancak bu duanın kabul edilmesi konusunda takdir Allah'a aittir. Allah dilerse, dilediği kişinin isteğini dilediği şekilde yerine getirir. Dilerse de bir hayır ve hikmet doğrultusunda bu duaya farklı bir şekilde icabet eder.

6 - Korku İle Ümit Arasında Dua Etmek Ne Demektir?

Allah insanlara tüm hayatları boyunca Kendisine itaat etmelerini, güzel ahlak göstermelerini, hayırlarda yarışmalarını ve Kendi rızasını kazanmak amacıyla salih amellerde bulunmalarını emretmiştir. Ancak hiç kimse bu yaptıkları sonucunda kesin olarak cennete gireceğinden emin değildir. Bu nedenle insan imanı ne kadar güçlü, Allah'a ne kadar bağlı olursa olsun, her an umut ve korku hisleri arasında yaşar. Bir yandan cehennem azabından korkarak, kul olarak yaptığı hatalardan dolayı bağışlanma diler. Bir yandan da Allah'a samimi olarak iman ettiği için Allah'ın hatalarını bağışlayacağını kuvvetle umut eder. Allah'ın merhametine ve bağışlayıcılığına sığınır, eksikliklerini gidermesi için samimiyetle dua eder. Hesap günü Allah'ın hakkındaki takdirini öğrenene kadar da, hem cehenneme gitme korkusunu hem de cennete gitme umudunu sürekli olarak birarada yaşar. Kuran'da peygamberlerin de bu şekilde korku ve umut dolu olarak Allah'a dua ettiklerinden bahsedilmektedir:

Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 90)

7 - Kuran'da peygamberlerin ve müminlerin hangi konularda dua ettiklerinden bahsedilmektedir?

Allah müminlere dua konusunda hiçbir sınır getirmemiş "Bana dua edin, size icabet edeyim" (Mümin Suresi, 60) diyerek ihtiyaç duydukları her konuda Kendisine sığınıp yardım dilemeye çağırmıştır. Kuran'da peygamberlerin ve müminlerin Allah'tan neler istedikleri konusunda verilen örneklerden bazıları ise şöyledir:

➝ kendilerini doğru yola, nimet verdiklerinin yoluna iletmesi, gazaba uğrayanların ve sapmışların yolundan ayırması (Fatiha Suresi 1-7)

➝ yaşadıkları şehri güvenlikli bir yer kılması (Bakara Suresi, 126)

➝ yaşadıkları şehrin halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandırması (Bakara Suresi, 126)

➝ kendilerini Allah'a teslim olmuş müslümanlar kılması ve soy larından Allah'a teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet vermesi (Bakara Suresi, 127-129)

➝ ibadet yöntemlerini göstermesi (Bakara Suresi, 127-129)

➝ tevbelerini kabul etmesi (Bakara Suresi, 127-129)

➝ içlerinden ayetleri okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten ve onları arındıran bir elçi göndermesi (Bakara Suresi, 127-129)

➝ dünyada ve ahirette iyilik vermesi (Bakara Suresi, 201-202)

➝ ateşin azabından koruması (Bakara Suresi, 201-202)

➝ üzerlerine sabır yağdırması, adımlarını sabit kılması (kaydırmaması) ve kafirler topluluğuna karşı yardım etmesi (Bakara Suresi, 250)

➝ unuttuklarından ve yanıldıklarından dolayı sorumlu tutmaması (Bakara Suresi, 286)

➝ önceki nesillere yüklediği gibi ağır yük yüklememesi ve güç yetiremeyecekleri şeyleri taşıtmaması (Bakara Suresi, 286)

➝ affetmesi, bağışlaması, esirgemesi (Bakara Suresi, 286)

➝ hidayete erdirdikten sonra kaplerini kaydırmaması ve Katından bir rahmet bağışlaması (Al-i İmran Suresi, 8-9)

➝ günahları bağışlaması, kötülüklerini örtmesi (Al-i İmran Suresi, 193)

➝ elçilere vadettiklerini kendilerine de vermesi (Al-i İmran Suresi, 194)

➝ kıyamet gününde kendilerini hor ve aşağılık kılmaması (Al-i İmran Suresi, 194)

➝ aralarında hak ile hüküm vermesi (Araf Suresi, 89)

➝ canlarının Müslüman olarak alınması (A'raf Suresi, 126)

➝ kafirler topluluğundan kendilerini rahmetiyle kurtarması (Yunus Suresi, 86)

➝ Katından yardımcı bir kuvvet vermesi (İsra Suresi, 80)

➝ namazlarında sürekli olması ve dualarını kabul etmesi (İbrahim Suresi, 40-41)

➝ hesap gününde, kendisini, annesini ve babasını bağışlaması (İbrahim Suresi, 40-41)

➝ göğsünü açması, işlerini kolaylaştırması (Taha Suresi, 25-26)

➝ şeytanın kışkırtmalarından koruması (Müminun Suresi, 97-98)

➝ kendilerini takva sahiplerine önderler kılması (Furkan Suresi, 74)

➝ Katından hüküm ve hikmet bağışlaması (Şuara Suresi, 83)

➝ nimetlerle donatılmış cennetin mirasçılarından kılması ve insanların dirilecekleri günde kendilerini küçük düşürmemesi (Şuara Suresi, 85-87)

➝ kendisine, anne ve babasına verdiği nimetlere şükretmeyi ve hoşnut olacağı salih bir amelde bulunmayı ilham etmesi ve rahmetiyle kendisini salih kullarının arasına katması (Neml Suresi, 19)

➝ Katından kendileri için hayır indirmesi (Kasas Suresi, 24)

➝ kendilerini ve kendilerinden önce yaşamış olan müminleri bağışlaması ve iman edenlere karşı bir kin bırakmaması (Haşr Suresi, 10)

➝ Katından mülk vermesi (Sad Suresi, 35)

➝ Katından bir anlatım çarpıcılığı vermesi (Taha Suresi, 27-28)

8 - Dünyada İken, İnsanlar İçin "Cennetlik ya da Cehennemlik" Demek Doğru Mudur?

İnsanların ahirette nasıl bir karşılık görecekleri konusunda herhangi bir yorumda bulunmak yanlış olur. Zira hangi insanın cennete hangi insanın cehenneme gideceğini sadece Allah bilir; insanlar ise bunu ancak -Allah'ın dilemesi dışında- ahirette öğrenebilirler. Bu, aynı zamanda insanın kendisi için de geçerlidir. İman edenler kendileri için cenneti umarlar; ancak hiçbir zaman cennete gideceklerinden ya da cehenneme gitmeyeceklerinden emin olamazlar. Kuran'da Hz. Davud'un, canını Müslüman olarak alması için Allah'a ettiği dua bu konuya güzel bir örnektir:

... Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat.(Yusuf Suresi, 101)

9 - Kuran'da Geçen "Ateşe Çağıran Önder" İfadesinin Anlamı Nedir?

İman edenlerin olduğu gibi, inkar edenlerin de liderleri vardır. Mümin topluluğunun liderleri, onları din ahlakını yaşamaya, güzel tavırlara ve hayırlı işler yapmaya çağırırlar. Onlara Allah'ın varlığını anlatır, dinin hükümlerini ve güzel ahlakın nasıl yaşanması gerektiğini açıklar, eksik ya da hatalı oldukları yönlerini göstererek kendilerini geliştirmelerini sağlarlar.

Aynı şekilde küfrün de liderleri vardır. Ancak lider deyince akla sadece bir topluluğun başında olan insanlar gelmemelidir. Allah'ı inkar eden kimseler düşünceleri, tavırları ve yaşadıkları hayat şekli ile beraberlerindeki insanları ateşe, yani cehenneme çağırır ve böylece inkarın önderliğini yapmış olurlar. İnsanları Allah'a iman etmeye değil inkar etmeye yöneltirler. Kuran'a ve vicdanlarına değil, şeytana ve nefislerine uymaları için teşvik ederler. Dünya hayatında inkarın önderliğini yapan bu liderler, böylelikle kendilerine uyanları ateşe ve Allah'ın azabına sürüklemiş olurlar:

... Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. (Kasas Suresi, 40- 41)

10 - Kuran'da Ahirette Hesap Verirken İnsanların Derilerinin İşitme Ve Görme Duyularının Konuşacağı Bildirilmiş Midir?

Kuran'da, hesap gününde inkar edenlerin işitme, görme duyularının ve derilerinin kendi aleyhlerinde şahitlik edeceği haber verilmektedir. Dünya hayatında iken belki de gizlediklerini ya da kimsenin bilmediğini sandıkları tüm amelleri, işitme, görme duyularının ve derilerinin dile gelmesiyle ortaya çıkacaktır. Kuşkusuz onların dünyada iken yaptıkları gizli ya da açık tüm tavırlara Allah şahittir, ancak o gün Allah tüm bu gerçekleri onlara bizzat ikrar ettirerek, kendi yaptıkları suçlara kendilerini şahit tutacaktır. Bu, Allah için son derece kolaydır. Zira dünyada iken insanın diline nutuk veren Allah, o gün de insanın derisine, gözlerine ve kulaklarına nutuk verecektir. Kuran'da bu olay şöyle bildirilmiştir:

Allah'ın düşmanlarının bir araya getirilip-toplanacakları gün işte onlar, ateşe bölükler halinde dağıtılırlar. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz. Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz." (Fussilet Suresi,19-22)

11 - Gayb Ne Demektir?

Bilgisine ulaşamadığımız, göremediğimiz, duyamadığımız herşey gayb bilgisidir. İnsanlar bu bilginin ancak Allah'ın kendilerine bildirdiği kadarını bilebilirler. Gayb bilgisinin tek sahibi ise Allah'tır. Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. Bu nedenle de geçmişin, şu anın ve geleceğin bilgisine sahip olan tek güçtür. Allah "Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir." (Taha Suresi, 7) ayetiyle de bildirdiği gibi insanların asla ulaşamayacağı en gizli olan şeyleri de bilendir. İnsanların kalplerinden geçeni, bilinçaltlarında sakladıklarını, hiç kimseye söylemedikleri en gizli düşüncelerini de bilendir. Kuran'da gayba dair bu bilginin sadece Allah'a ait olduğundan şöyle bahsedilmiştir:

Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)

12 - Herhangi Bir İnsanın Gelecekle İlgili Bilgi Verebilmesi Mümkün Müdür?

Yaşadığımız andan bir saniye ya da bir saat sonrası da dahil olmak üzere geleceğe dair bilgileri ancak gayb bilgisinin tek sahibi olan Allah bilebilir. Bu nedenle insanların geleceğe dair herhangi bir haber verebilme imkanı yoktur. Ancak Allah Kuran'da dilerse elçilerinden dilediklerine gelecek hakkında bilgi verebileceğini bildirmiştir:

O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)

13 - Gelecekle İlgili Kesin Konuşmalar Yapmak Doğru Olur Mu?

Gelecekte gerçekleşeceği umulan bir olay hakkında hiçbir zaman için kesin bir ifade kullanmak doğru olmaz, çünkü gelecekte ne olacağını yalnızca Allah bilir. İnsanın başına bir hafta, bir dakika hatta bir saniye sonra ne geleceği tümüyle Allah'ın takdiri altındadır. İnsan bir gün sonrası için bile kesin bir plan yapma imkanına sahip değildir. Çünkü Allah bir gün içinde bir insanın hayatına bambaşka bir yön verebilir. Bir gün önce evinde sakin bir gün geçiren ve ertesi gün neler yapacağını planlayan bir insan, bir gün sonra hayatını yitirmiş olabilir, çok büyük bir kaza geçirebilir, ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, yaşadığı şehir bir deprem sonucu yerle bir olabilir ya da bunlar gibi hiç beklenmedik pek çok olayla karşılaşabilir. İnsan Allah'ın kendisi için belirlediği kaderi hiçbir zaman için önceden bilebilme imkanına sahip değildir. Bu nedenle hiç kimsenin bir saniye sonrası için kesin konuşmalar yaptığı bir planı gerçekleştirebileceğine dair garantisi yoktur. Gerçekleşecek tüm olayların takdiri Allah'a aittir. Bu nedenle Allah Kuran'da hiçbir şey için kesin konuşmamayı, ancak "Allah dilerse" ya da "İnşaAllah" diyerek konuşmak gerektiğini bildirmiştir:

Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme. Ancak: "Allah dilerse" (İnşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir." (Kehf Suresi, 23-24)

14 - Kuran'a Göre İltifat Ve Övgü Nasıl Olmalıdır?

Bir insana güzelliğinden, güzel ahlakından ya da örnek tavırlarından dolayı iltifat edilir. Gördüğümüz tüm bu güzel özelliklerin tek ve gerçek sahibi ise Allah'tır. Bu nedenle de tüm iltifatlarımızı herşeyi en güzel biçimde, kusursuzca var eden Allah'a yöneltiriz. Eğer iltifat edilen özellik insani bir güzellik ise bu güzelliği o kişiye lütuf olarak veren Allah'tır. Akıl, zeka veya herhangi bir özellik de yine Allah'ın o kişiye vermiş olduğu birer nimettir. Dolayısıyla tüm övgüler ancak Allah'a övgü niyetiyle yapılırsa yerini bulur. Övgünün gerçek sahibinin Allah olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 111)

Bu nedenle bir güzelliği överken, bunu yaratanın Allah olduğunu ve görülen güzelliğin de yine Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın dilediğinde bu nimeti geri alabileceğini unutmamak gerekir.

15 - Ölüm Anındaki Tevbe Allah Katında Kabul Edilir Mi?

Allah ayetlerinde insanların tevbelerini kabul edeceğini, ancak ölüm anında yapılan tevbenin kabul edilmeyeceğini bildirir. Ancak insan yaptığı tüm hatalar için ömrünün sonuna kadar tevbe etme imkanına sahiptir. Allah tevbe edilecek konulara bir sınır da koymamıştır. Bir insan olabilecek en kötü suçu işlemiş olabilir ya da o ana kadar dinsiz yaşamış olabilir. Her ne olursa olsun, eğer samimi olarak pişman olup, Allah'tan bağışlanma diler ve iman ederse, o zaman Allah dilerse bu insanın tevbesinin kabul edebileceğini bildirmiştir. Ancak iman etmeden yaşadığı upuzun bir ömür için tevbe etmeye ve kendini düzeltmeye gerek duymayıp, son anda ölüm korkusuyla pişmanlığını dile getiren bir insanın durumu farklıdır. Bu durumda tevbe ettiğini söyleyen kimseler için Kuran'da bildirilen hüküm şöyledir:

Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)

16 - İnsanın Bir Başkası Adına Bağışlanma Dilemesi Mümkün Müdür?

İnsanın her zaman için ve her türlü hata karşısında diğer müminler için bağışlanma dilemesi mümkündür. Kuran'da müminlerin, Allah'ın, tüm inananların günahlarını affetmesi, onları bağışlaması ve esirgemesi için dua ettiklerinden bahsedilmektedir. Ancak Allah'ın razı olduğu insanların cehennem azabından kurtulup cenneti kazanabileceğini bildikleri için, Allah'ın kendileri gibi diğer müminlerin hatalarını da affedip bağışlamasını isterler. Kuran'da Allah'ın bu emri şöyle ifade edilir:

Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka İlah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. (Muhammed Suresi, 19)

Müminler hayatlarının sonuna kadar inananlar için Allah'tan bağışlanma dilerler, ancak bu isteklerinin kabul edilip edilmemesi tümüyle Allah'ın takdiri altındadır. Kuran'da müminlerin birbirleri için bağışlanma dilediklerine bir ayette şöyle örnek verilmiştir:

Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)

17 - Kıyamet Saatinin Vaktini Bilmek Mümkün Müdür?

Kıyamet saatinin vaktini yalnızca Allah bilir. İnsanlardan hiç kimse -Allah'ın dilemesi dışında- kıyametin ne zaman kopacağını bilemez. Bu konuda tek bilinen ise kıyamet saatinin yaklaşarak gelmekte olduğudur. Kuran'da bu konu şöyle haber verilmiştir:

İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar; de ki: "Onun bilgisi yalnızca Allah'ın Katındadır." Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakın da olabilir. (Ahzab Suresi, 63)

Allah'ın ayette bildirdiği gibi, kıyametin saati Allah'ın dilemesi dışında kimse tarafından bilinemez, ancak Peygamberimiz (sav)'in hadislerine ve Kuran'da yer alan işaretlere bakılıp yüzyıllık dönem olarak kıyametin hangi dönemde olabileceğine dair tahminde bulunulabilir. "İman eden hiç kimsenin kalmadığı, inkar edenlerin hakim olduğu bir dönemde kıyamet kopabilir" denilebilir. Nitekim büyük Ehl-i Sünnet alimi Berzenci Hazretleri ve Suyuti Hazretleri, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak ümmetin ömrünün Hicri 1500’ü geçmeyeceğini yani 1600'leri bulmayacağını söylemektedirler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de, yine hadislerdeki bilgilere göre, Müslümanların Hicri 1506’lara kadar Allah’ın hak üzerinde galibane olarak devam edeceklerini, Hicri 1545 (Miladi 2120) tarihinde ise kıyametin kopmasının muhtemel olacağını ifade etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. www.hazretimehdi.com)

18 - Kuran'da Bahsedilen "Kalbinde Hastalık Bulunan Kimseler" Kimlerdir?

Kuran'da geçen bu tanım Allah'a, dine ve müminlere karşı samimiyetinde eksiklik olan, imanı zayıf olan kişiler için kullanılmaktadır. Söz konusu hastalık, fiziki anlamda değil, manevi anlamda bir kalp hastalığı, bir başka deyişle bir iman zaafiyetidir.

Kalplerinde hastalık olan insanlar genellikle kendilerini birtakım tavır bozuklukları ile belli ederler. Kuran'da bu kimselerin, Allah'ı az anmaları, Kuran ahlakını yaşamamaları, dine hizmet konusunda şevksiz ve gevşek olmaları, ibadetlerde isteksiz ve üşengeç olmaları, müminlere karşı sevgisiz ve soğuk davranmaları, korkak olmaları, bir zorlukla karşılaştıklarında din ahlakından taviz vermeleri gibi alametlerle tanındıklarından bahsedilmiştir. Allah bir ayetinde bu alametlerin dilediği kulları tarafından anlaşılabileceğini bildirmiştir:

Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 29-30)

19 - İbadetlerde Süreklilik Nasıl Olmalıdır?

Allah "Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun?" (Meryem Suresi, 65) ayetiyle insanlara yaptıkları ibadetlerde kararlılık göstermelerini emretmiştir. Kuran'da Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan her türlü salih amelin Allah Katında karşılık bulacağı belirtilmiştir. Ancak Allah bu konuda kararlı davranmak gerektiğini bildirerek, asıl makbul olanın ibadetlerde süreklilik göstermek olduğuna dikkat çekmiştir:

Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.(Kehf Suresi, 46)

20 - Kuran'a Göre Anne Ve Babaya Karşı Gösterilmesi Gereken Tavır Nasıl Olmalıdır?

Allah Kuran'da anne babaya karşı güzellikle davranılmasını emretmiştir. Anne babaya karşı güzel söz söylemek, saygı ve sevgi göstermek, merhametli davranmak Kuran ahlakının bir gereğidir. Allah bu konuda ölçü olarak anne babaya "öf" bile denmemesi gerektiğini hatırlatmıştır. Hatta anne ve baba, çocuklarının inancını paylaşmayıp, iman etmeyi kabul etmeseler dahi, müminler onlara karşı nezaketli tavırlarını değiştirmezler.

Din ahlakına muhalif olan tavsiyelerinde onlara uymaları ise söz konusu değildir:

Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • 01-20: Sorular ve Cevaplar
  • 21-40: Sorular ve Cevaplar
  • 41-60: Sorular ve Cevaplar
  • 61-88: Sorular ve Cevaplar
  • Yaratılış Gerçeği 1/2
  • Yaratılış Gerçeği 2/2
  • Darwinizm'in Çöküşü