Allah yukarıdaki ayetiyle inkar edenlerin din gününde yüzlerinden tanınacaklarına dikkat çekmektedir. Bir insan dünya hayatında masum veya güzel görünümlü bir yüze sahip olabilir. Ancak hesap günü için yeniden diriltilen bu insanların o gün sahip olacakları yüzler için Kuran'da "zillet içinde", "bir karartı sarıp kaplamıştır", "toz bürümüştür" ifadeleri kullanılmaktadır. Ayrıca inkarcılar kör olarak haşredileceklerdir. Gözleri, kör olmanın yanısıra korkunç bir görünüm de alacak ve Kuran'da bildirildiğine göre "gömgök" olacaktır. Ve her inkarcı, din gününde bu korkunç görüntüsü ile tekrar diriltilecektir.
Müminler, dünyada Allah'ın insanları zorluklarla veya hastalıklarla denediğini bilirler. Bu nedenle en şiddetli hastalıkla veya zorlukla karşılaşsalar bile, daima tevekküllü ve sabırlı davranırlar, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmazlar. Hastalığı ve zorluğu verenin Allah olduğunu ve bunları yalnızca Allah'ın giderebileceğini bilerek hemen Allah'a yönelirler. Gösterdikleri bu güzel tavırların karşılığına dünyada ve ahirette kavuşmayı Allah'tan umarlar. Allah, Bakara Suresi'nde müminlerin başlarına gelen zorluklara karşı gösterdikleri güzel tavrı şöyle bildirir:
Allah Kuran'da "Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar…" (Şura Suresi, 38) ayetiyle müminlerin işlerini birbirlerine danışarak yaptıklarını bildirmektedir. Böyle bir istişarenin maddi ve manevi çok faydalı sonuçları vardır. Herşeyden önce insanın bir işinde başkasına danışarak fikrini alması o kişinin tevazusunu gösterir, ki tevazu Allah'ın beğendiği bir ahlaktır. Diğer bir faydası ise şudur: Bir işte, bir kişi tek başına karar vereceğine birkaç kişi birleşerek daha yüksek bir akıl oluştururlar. Birinin düşünemediğini diğeri düşünür, herkes birbirinin eksiğini kapatır. Böylece alınan sonuç çok daha verimli olur. Yapılan işte elde edilen başarı ise bir değil birkaç kişiye ait olur. Bu da insanın nefsinin bu başarı ile övünmesine, bunu kendine ait bir başarı olarak görmesine engel olur.
Allah, Yusuf Suresi'ndeki bu ayetle Kuran'da anlatılan kıssalarda ibretler olduğunu bildirmektedir. Bu kıssalarda anlatılan olaylar müminler için birçok açıdan örnek teşkil eder. Geçmişte yaşayanların hatalarını tekrarlamamak, geçmişte yaşamış olan peygamberlerin ve müminlerin bazı durumlarda nasıl davrandıklarını ve nasıl başarı elde ettiklerini görerek örnek almak, onların üstün ahlakını görerek uygulamaya çalışmak, geçmişteki olayları ve sonuçlarını gözönünde bulundurarak günümüzdeki olayları değerlendirmek gibi pek çok açıdan bu kıssaların müminler için büyük önemi bulunmaktadır.
Allah geçmişte yaşamış kavimlere elçiler göndermiş, onları ahiretin ve hesap gününün varlığı ile uyarıp korkutmuştur. Ancak bu kavimlerin çoğu kendilerine gelen uyarıları dinlememişler, Allah'a ve elçilerine başkaldırmışlar ve dinlerini unutmuşlardır. Bunun üzerine Allah onlara ihtar mahiyetinde çeşitli belalar göndermiş, bunlardan ibret almayan bir kısmını da helak etmiştir. Bu kavimlerin başlarına gelen belalar görünüş olarak birbirlerinden farklıdır. Ancak temel özellikleri, insanların hiç ummadıkları bir yerden, beklemedikleri bir anda, hatta çoğu zaman uykuları sırasında gelmesidir. Söz konusu belalar kimi zaman bütün bir şehri veya kavmi yerle bir etmiş, o şehirden bir eser bırakmamış, insanlar için acı ve korku dolu bir azap olmuştur. Allah Kuran'da, pek çok ayette helak olan kavimleri tüm insanlara ibret olarak aktarmaktadır:
Kuran'da bahsedilen pek çok helak çeşitinden bazıları şöyledir;
- Suda boğulma, (İsra Suresi, 103)
- Gökten inen azaplar, (Bakara Suresi, 59)
- Sarsıntı tutması-deprem, (Araf Suresi, 78)
- Sel afeti, (Kamer Suresi, 12)
- Dayanılmaz bir ses, (Hud Suresi, 67)
- Balçıktan taş yağması, (Hud Suresi, 82)
- Kulakları patlatan kasırga, (Kamer Suresi, 19)
- Yıldırım çarpması, (Zariyat Suresi, 44)
- Yerin dibine geçme… (Necm Suresi, 53)
Allah Kuran'da kimlerin öğüt alıp düşüneceklerini bildirmiş ve müminlere de, "Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat' " (A'la Suresi, 9) ayetiyle bu özelliklere sahip kimselere öğüt vermelerini emretmiştir. Allah'ın öğüt vermenin fayda sağlayacağını bildirdiği kimselerin bazı özellikleri şöyledir:
Allah'tan 'İçi titreyerek korkan' öğüt alır-düşünür. (A'la Suresi, 10)
… Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. (Rad Suresi, 19)
... İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mümin Suresi, 13)
... Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)
Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü'minlere yarar sağlar. (Zariyat Suresi, 55)
Allah Kuran'da, "Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır." (Nur Suresi, 51) ayetiyle, müminlerin öğüte nasıl bir karışılık vermeleri gerektiğine işaret etmektedir. Allah'tan ve Allah'ın elçilerinden gelen öğüdü işiterek, buna hemen uyanları Allah cennetle müjdelemektedir. Ayrıca Allah bir başka ayetinde müminler için "Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir." (Zümer Suresi, 18) şeklinde haber verir. Bu ayetin de işaretiyle müminler kendilerine Allah'a inanan kimselerden gelen tüm öğütlere açıktırlar. Onların kendilerine her zaman iyiliği emrettiğini, kötülükten sakındırdığını unutmazlar ve her söylediklerini eksiksizce, samimiyetle uygularlar.
İnfak bir insanın sahip olduğu malını ve imkanlarını Allah yolunda kullanması demektir. Bir insanın hiçbir gelecek endişesi duymadan, "ihtiyacından arta kalanı"nı (Bakara Suresi, 219) Allah yolunda harcamasının karşılığında, Allah ahirette bu kişiye cenneti, dünyada ise harcadıklarının yerine bir başkasını vermeyi vaat eder:
… kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Fatır Suresi, 29)
Allah infakın "gizli veya açık" (Bakara Suresi, 274) olarak yapılabileceğini bildirmektedir. Ancak Allah infak edenlerin kesinlikle "gösteriş için" infak etmemelerini, infaklarının ardından karşıdaki kişiye sıkıntı verecek bir eziyette bulunmamalarını ve onları minnet altında bırakacak tavırlar göstermemeleri gerektiğini bildirmektedir. Allah verdiği örneklerle gösteriş için infak edenlerin hiçbir karşılık bulamayacaklarını da hatırlatmaktadır:
İnsanlardan bazıları bütün ömürleri boyunca mal ve para yığıp biriktirirler ve bunları Kuran'da tarif edilen hayırlı işlerde kullanmazlar. Büyük bir hırsla, sürekli daha fazla mala-mülke sahip olmak için çalışırlar. Elde ettiklerini ise Allah yolunda harcamak, ihtiyaç içinde olanları doyurmak varken sırf kendi zevkleri uğrunda kullanırlar. İhtiyaçlarından kat kat fazlasını biriktirirler ve göstermelik bazı küçük harcamalar dışında, bunlarla faydalı işler yapmaya yanaşmazlar. İşte bu kişilerin ahirette görecekleri karşılık çok şiddetli olacaktır. Bu karşılık Tevbe Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:
Sahip oldukları şeyleri yığarak biriktirenler ve cimrilik edenler, Allah'ın bu dünya hayatında onları denemek için kendilerine mal ve zenginlik verdiğini kavrayamayan, bunlarla dünya hayatına hırsla bağlanan insanlardır. Allah hiç kimsenin infakına ihtiyacı olmayan, tüm zenginliğin tek sahibi olandır. İnfak ederek Allah Katından bir sevaba muhtaç olan ise insandır. Allah bu gerçeği bir başka ayette şöyle açıklamaktadır:
Bir insanın ne zengin olması ne de dünyada iken bir güç veya iktidar sahibi olması ahirette ona hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bir insanın dünyada istediği kadar çok parası, malı olursa olsun ölü bedeni toprağa gömüldüğü andan itibaren bu serveti ona hiçbir fayda getirmeyecektir. Eğer inkar edenlerdense, tüm diğer inkarcılarla aynı muameleyi görerek cehennem azabına atılacaktır. Dünyada iken zenginlikleri nedeniyle özel muamele gören bu insanlar, ahirette benzeri görülmemiş bir aşağılanma ile aşağılanacaklardır. Bu onların dünyadaki zenginliklerinden kaynaklanan büyüklenmeleri ve Allah'ın ayetlerini tanımamalarından dolayıdır. Ahirette insanlar Allah'a iman etmelerine ve Allah'tan korkarak O'nun dilediği tavır ve davranışları göstermelerine göre muamele göreceklerdir. Dünyadaki zenginlik ya da statüleri kendilerine hiçbir ayrıcalık sağlamayacaktır. Zenginliğin Allah Katında hiçbir değeri olmadığını bildiren ayetlerden biri şöyledir:
Nefsi insana kötülüğü emreder. Nefsin bu özelliği Şems Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:
Nefsin kötülüğü emretme özelliğini açıklayan ayetlerden biri de Hz. Yusuf'la ilgilidir. Ayette, Hz. Yusuf'un hiçbir suçu olmadığı bir konuda iftiraya uğradıktan sonra şöyle dediği bildirilmiştir:
Ayette de bildirildiği gibi nefis her zaman kötülüğü emreder. Bu nedenle bir insanın herhangi bir olay karşısında hemen kendini savunmaya geçmesi, haklı olduğunu ispatlamaya çalışması doğru olmaz. Çünkü bir anlık boş bulunmayla nefsine uymuş olabilir. Böyle bir durumda yapılması gereken önce bir düşünmektir. Bir insan samimi ve dürüst olarak düşündüğünde, haklı olduğunu sandığı birçok konuda aslında hatalı davrandığını anlayabilir. Bunu fark etmek ise bir mümin için büyük bir kazançtır. Çünkü hatası olduğunu görerek kabul eden bir insan, hatasını düzelterek, Allah'ın bağışlamasını ummak için ilk adımı atmış demektir. Aksi takdirde kendini sürekli haklı çıkarmaya, üzerine hiçbir hatayı kondurmamaya çalışan biri istediği kadar kendisini insanların gözünde haklı çıkarsın, Allah gerçeği bilmektedir. Ve bu gerçek ahirette karşısına çıkacaktır.
Bir insanın nefsini daima savunmasındansa, nefsini kınayarak sürekli onun eksikliklerini ve kusurlarını ortaya çıkarması ve bunları gidermek için Allah'a yönelmesi, Allah Katında güzel karşılığı olan bir davranıştır.
Dünya, insanların denenmeleri ve ahiret yurduna hazırlık yapmaları için Allah'ın özel olarak hazırladığı bir mekandır. Ve bu denemenin bir gereği olarak insanlara çekici gelecek şekilde yaratılmıştır. Dünyanın insana çekici gelen süslerine bir ayette şöyle dikkat çekilir:
Ayette de belirtildiği gibi birbirinden değerli ziynetler, mallar, kar getiren ticaret, güzel ve zengin eşler, sağlıklı çocuklar, güzel evler, her renkte ve modelde arabalar, çeşit çeşit yiyecekler insanı dünyaya bağlayan değerlerdir. İnsan, bunların Allah'tan birer nimet olarak verildiğini, tümünün geçici olduğunu ve ayette haber verildiği gibi "asıl varılacak güzel yer"in ahirette olduğunu unutmamalıdır. Kendisine sunulan nimetleri de dünyada sorumsuzca tüketerek değil, ahirete yönelik bir hazırlık yapmak için kullanmalıdır. İşte bu önemli gerçeğin bilincinde hareket eden insanlar, dünya hayatına kapılmamış olurlar.
Kimi insanlar dünyanın geçici ve eksik bir yer olduğunu unutarak ona hırsla bağlanırlar. Allah bu insanlardan Kuran'da şöyle bahseder:
Kendilerini Yaratan'ı unutup hırs içinde dünyaya bağlananlar, -Allah'ın dilemesi dışında- sonsuza kadar cehennem azabı içinde yaşayacaklarını bilmelidirler. Bu insanlar yaptıklarının karşılığı olarak çok kısa bir yaşamı tercih ederek sonsuz bir yaşamı kaybedeceklerdir. Üstelik dünyada hırsla bağlandıkları bu değerlere ahirette sonsuza kadar tek bir an dahi sahip olamayacaklardır.
Hayatın tamamını Allah için yaşamanın nasıl olacağını anlayabilmek için öncelikle hayatın gerçek anlamını bilmek gerekir. Allah, hayatın gerçek anlamını şöyle bildirmektedir:
Ayette bildirildiği gibi tüm insanlar davranışlarının nasıl olduğu ile denenirler. Güzel davranışlarda bulunanlar, bunun sonucunda Allah'ın hoşnutluğunu kazanarak cennete girmeyi arzularlar. Bunun için de hayatlarının her anını böyle bir çaba içinde geçirmeleri gerektiğini bilirler.
Fakat kimi insanlar bu noktada önemli bir yanılgı içindedirler. Sadece bazı ibadetleri yapmanın ve haramlardan sakınmanın Allah rızası için olduğunu ve bunların dışındaki zamanların dinle bir ilgisinin bulunmadığını zannederler. Oysa insan yaşadığı her anda, her konuşmasında, aklından geçirdiği her düşüncede, yaptığı her türlü işte Allah'ı en fazla hoşnut etmenin yolunu aramalıdır. Örneğin dünyada her insan çalışır ve para kazanır. Ancak hayatını Allah için yaşayan bir insan, Allah'ın dinine daha fazla hizmet edebilmek için çalışır ve kazancından kendine ihtiyacı kadarını ayırarak, kalanını Allah'ın hoşnut olacağı yerlerde harcar. Bu insan her sohbetinde Allah'ı en hoşnut edecek konuşmaları yapar. İnsanlara Allah'ı hatırlatır, kötülükten menederek iyiliği emreder. Çevresini ve dostlarını Allah'ın hoşnut olacağı insanlardan seçer. Bu seçimi yaparken dünyevi çıkarlarını veya din ahlakını yaşamayan insanların kıstaslarını dikkate almaz. Her an, "şu an Allah'ı en fazla nasıl hoşnut edebilirim?" diye düşünür.
Dinin en temel şartlarından biri, hayatın tamamının Allah için geçirilmesidir. Bu nedenle Allah müminlere şöyle söylemelerini emreder:
Allah'tan korkan bir insanın hayattaki en büyük amacı Allah'ı razı edecek bir ahlaki yapıya sahip olmaktır. Bunun için kendisini eğitmesi, sürekli olarak daha üstün bir ahlakı yaşama çabası içinde olması gerektiğini bilir. Çünkü samimiyetin, dürüstlüğün, çalışkanlığın, fedakarlığın, tevazunun ya da diğer güzel özelliklerin "üst sınırı" yoktur. Yani bir insanın "ben en güzel ahlaka ulaştım bundan daha iyisi olamaz" demesi mümkün değildir.
Kendisini her açıdan eksik gören, daha iyisini arayan bir insanın manevi yönden gelişmesi çok hızlı olur. Böyle bir kişi süratle hatalarından arınır, her gün daha üstün bir ahlaka doğru ilerler. Aksi takdirde eğer insan bir konuda kendisini yeterli görürse daha iyisini aramak ve uygulamak için bir çabası olmaz. Eksiklerini ve hatalarını bulamaz ve düzeltemez. Bu da onun ilerleyememesine neden olur. Allah Kuran'da insanın kendisini herhangi bir konuda müstağni görmesinin yani yeterli bulmasının büyük bir hata olacağını şöyle bildirmiştir:
İşte bu yüzden insan gerek Allah'ı razı edecek hayırlı işler yapma, gerekse manevi yönden kendisini geliştirme konusunda kesinlikle yeterli görmemelidir. Allah'ın kendisine verdiği akıl ve vicdan ile, hep daha iyisini, daha güzelini, daha üstününü, daha mükemmelini talep etmeli ve bu konuda samimi bir çaba göstermelidir.
Bu sorunun cevabı ayette açık olarak verilmiştir:
Ayette bildirildiği gibi dini yaşama konusunda bir insanın zorlanması söz konusu değildir. Diğer insanlara Allah'ın varlığını ve Kuran ahlakını anlatmak müminin sorumluluklarındandır. Bu sorumluluklarını yerine getirmek isteyen müminler diğer insanların hidayetine vesile olmak için dini anlatır; fakat Allah hidayet dilemedikten sonra hiçbir şey yapamayacaklarını bilerek bundan gerisini kişinin vicdanına bırakırlar. Çünkü Allah'ın ve ahiretin varlığı apaçık ortadadır. Allah'ın çağırdığı doğru yol ile şeytanın çağırdığı sapıklık arasındaki ayrımı görmek son derece kolaydır. Hangisinin daha güzel ve daha karlı olduğunu her insan kendi vicdanıyla rahatlıkla anlayabilir. Bu nedenle Allah'tan korkan insanlar zevkle, gönülden isteyerek doğru yola tabi olurlar.
Allah Kuran'da inananlara düşen görevin yalnızca doğruyu anlatmak olduğunu pek çok ayetiyle bildirmiştir. Bir ayette şöyle denir:
İnsanlar iman derecelerine göre birbirlerinden ayrılırlar. Kimi insan Allah'a hiç iman etmez. Kimisi ise sahip olduğu şiddetli Allah korkusu nedeniyle sürekli olarak salih amel işlemeye ve dine hizmet etmeye çalışır. Hayatının her anında Allah'ı razı etmeye çalışan bu insanları Allah Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Bu insanlar sabahtan akşama kadar sürekli olarak dine hizmet etmeye, dinin ve müminlerin menfaatine olacak salih ameller işlemeye, kısaca her adımlarında Allah'ı razı edecek bir güzellik sunmaya çalışırlar. Bunun için sürekli düşünmek, dua etmek, Allah'ın en çok razı olacağı tavrı aramak ve bunu bularak uygulamak gerektiğini bilirler. Bu yüzden sürekli Allah'a yakınlaşabilecekleri, O'nun ululuğunu hakkıyla takdir edebilecekleri şekilde derin bir düşünme içindedirler. Düşünmedikleri, dünyanın geçici yararına dalıp ahireti unuttukları bir an dahi olmasına izin vermezler. Katıksız olarak iman ettikleri için, yaşamlarının her anını Allah için geçirirler ve bu konuda gaflete kapılmazlar. Durmaksızın Allah'ı ve onun büyüklüğünü düşünmek Allah korkularını şiddetlendirir. Allah'ın Kuran'da emrettiği gibi, bir işten boşaldıklarında, hemen başka bir işle yorulmaya devam ederler. İşte bu kişiler "yarışıp öne geçenler"dir ve Allah onları cennet ile müjdelemiştir:
Müminin en önemli özelliklerinden birisi sabırdır. Ancak Kuran'dan öğrendiğimiz sabır, karşılaşılan sıkıntı anında tahammül göstermek demek değildir. Mümin ömrü boyunca karşılaştığı her durumda, her an Allah'ı en çok razı edeceği umulan tavrı seçme konusunda sabır gösterir.
Allah müminleri, açlık, korku, canlarından ve mallarından eksiltme, bolluk gibi çeşitli durumlarla imtihan eder. Kuran'da tarif edilen mümin ise hangi durumda olursa olsun, Allah'ın hoşnutluğunu sabırla arar. Bollukta Allah'a şükreder, darlık ve sıkıntı anlarında Allah'a tevekkül eder, dinin ve müminlerin menfaati her zaman kendi menfaatinden önce gelir. Ömrü boyunca güzel ahlakın her detayını sabırla uygular. Samimidir, dürüsttür, fedakardır, çalışkandır, şevklidir, her zaman sözün en güzelini söyler, sürekli olarak dine hizmet etmeye çalışır. Kısacası Yüce Allah'ın güzel gösterdiği herşeyi sabırla uygular. Bunun karşılığında Allah sabreden kullarını şöyle müjdelemiştir:
İnkarcıların sahip oldukları mal ve güç onların hep daha azgın insanlar olmasına neden olmuştur. Bu, Allah'ın Kuran'da açıkladığı bir sırdır. Allah onların sahip oldukları mülkün sadece dünyaya ait olduğunu, müminlerin hiçbir şekilde bunlara karşı bir imrenme duygusu yaşamamalarını emretmiş, bu mülkle onların küfrünü artıracağını, en sonunda hepsini topluca cehenneme süreceğini vaat etmiştir.
Bu önemli sırrı açıklayan ayetlerden biri şöyledir: