Bu, birçok insanın yanılgıya düştüğü son derece samimiyetsiz bir düşüncedir. Allah tüm kalpleri, kalplerdeki gizlinin gizlisini bilir. Allah ancak yaptığından samimi olarak pişmanlık duyan ve tavrını kesin olarak düzelten kişinin tevbesini kabul edeceğini bildirmiştir. "Nasıl olsa Allah beni bağışlar" diyerek günaha girenler ahirette her yaptıklarından dolayı sorgulanacaklar ve bir karşılık göreceklerdir.
Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)
İmandan sonra gelen en önemli ibadetlerden olan beş vakit namaz, müminlere hayatları boyunca sürdürmeleri emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir.
İnsan unutmaya ve gaflete düşmeye müsait bir varlıktır. İradesini kullanmayıp kendini günlük olayların akışına kaptırırsa asıl dikkatini vermesi ve aklında tutması gereken konulardan uzaklaşır. Allah'ın her yönden kendisini sarıp kuşattığını, her an kendisini izlediğini, işittiğini, yaptığı herşeyin hesabını Allah'a vereceğini, ölümü, cennetin ve cehennemin varlığını, kaderin dışında hiçbir olayın meydana gelmeyeceğini, karşılaştığı herşeyde, her olayda bir hayır olduğunu unutur. Gaflete düşerek, hayatının gerçek amacını hatırından çıkarabilir.
Günde beş vakit kılınan namaz ise, bu unutkanlık ve gafleti yok eder, müminin bilincini ve iradesini canlı tutar. Müminin sürekli olarak Allah'a yönelip dönmesini sağlar ve Yaratıcımız olan Allah'ın emirleri doğrultusunda bir yaşam sürdürmesine yardımcı olur. Namaz kılmak için Allah'ın huzurunda duran mümin, Rabbimiz ile güçlü bir manevi bağlantı kurar. Namazın insana Allah'ı hatırlattığı ve insanı her türlü kötülükten alıkoyduğu bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
Namaz ibadeti, başta peygamberler olmak üzere tüm iman edenlere farz kılınmış bir ibadettir. Tarih boyunca insanlara gönderilmiş olan peygamberler kavimlerine Allah'ın farz kıldığı bu ibadeti tebliğ etmişler, kendileri de hayatları boyunca bu ibadeti en güzel ve en doğru şekilde uygulayarak tüm müminlere örnek olmuşlardır. Kuran'da, peygamberlere namaz kılmalarının emredilmesi, onların bu ibadete verdikleri önem, bu ibadeti yerine getirmede ve korumada gösterdikleri titizlik, kavimlerine namaz kılmayı emretmeleri ile ilgili pek çok ayet yer alır. Bu ayetlerden bazı örnekler şöyledir:
Hz. İbrahim için:
Rabbim, beni namazı(mda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (İbrahim Suresi, 40)
Hz. İsmail için:
Kitap'ta İsmail'i de zikret. Çünkü o, va'dinde doğruydu ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekatı emrediyordu ve o, Rabbi Katında kendisinden razı olunan (bir insan)dı. (Meryem Suresi, 54-55)
Hz. Musa için:
Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)
Mümin kadınlara örnek olarak gösterilen Hz. Meryem'e de namaz kılması emredilmiştir:
Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et. (Al-i İmran Suresi, 43)
Allah'ın kelimesi olan Hz. İsa da aynı emri almıştır:
(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. (Meryem Suresi, 30-31)
Kuran'da, namazın müminlere vakitleri belirlenmiş bir ibadet olarak farz kılındığı bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulur:
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Namaz vakitleri, "sabah", "öğle", "ikindi", "akşam" ve "yatsı" olmak üzere beş vakitten oluşmaktadır. Namaz vakitleri pek çok Kuran ayetinde açıkça bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir:
Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt). Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. (Taha Suresi,130)
Allah'ın vahiy ve ilhamıyla Kuran'ı en iyi anlayan ve tefsir eden Peygamber Efendimiz de (sav) beş vakit namazın gün içindeki başlangıç ve bitiş zamanlarını müminlere tarif etmiştir. Namaz vakitlerinin bildirildiği hadis-i şeriflerden biri İbn-i Abbas'ın bildirdiği hadis-i şeriftir:
Resulullah buyurdu ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Cibril (aleyhisselam) bana, Beytullah'ın yanında, iki kere imamlık yaptı. Bunlardan birincide öğleyi, gölge ayakkabı bağı kadarken kıldı. Sonra, ikindiyi herşey gölgesi kadarken kıldı. Sonra akşamı güneş battığı ve oruçlunun orucunu açtığı zaman kıldı. Sonra yatsıyı, ufuktaki aydınlık (şafak) kaybolunca kıldı. Sonra sabahı şafak sökünce ve oruçluya yemek haram olunca kıldı. İkinci sefer öğleyi, dünkü ikindinin vaktinde herşeyin gölgesi kendisi kadar olunca kıldı. Sonra ikindiyi, herşeyin gölgesi kendisinin iki misli olunca kıldı. Sonra akşamı, önceki vaktinde kıldı. Sonra yatsıyı, gecenin üçte biri gidince kıldı. Sonra sabahı, yeryüzü ağarınca kıldı. Sonra Cibril (aleyhisselam) bana yönelip: 'Ey Muhammed Bunlar senden önceki peygamberlerin (aleyhimüssalatu vesselam) vaktidir. Namaz vakti de bu iki vakit arasında kalan zamandır!' dedi."
Gerek Kuran ayetleri, gerek Peygamber Efendimiz (sav)'in sahih hadisleri, gerekse İslam alimlerinin açıklamaları ile, namazın beş vakit olduğu sabit ve tartışma götürmez bir gerçektir.
Beş vakit namaz farz, vacib ve sünnetleriyle 40 rekattan oluşmaktadır. Bu rekatların namaz vakitlerine göre dağılımı ise aşağıdaki gibidir:
- Sabah Namazı: 2 rekat sünnet, 2 rekat farz
- Öğle Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet
- İkindi Namazı: 4 rekat sünnet, 4 rekat farz
- Akşam Namazı: 3 rekat farz, 2 rekat sünnet
- Yatsı Namazı: 4 rekat ilk sünnet, 4 rekat farz, 2 rekat son sünnet, 3 rekat vitr namazı
Huşu, 'saygı dolu korku' anlamına gelir. Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimiz'in huzurunda O'nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O'na saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir. Namazda, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin, elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah'a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yakınlaşacaktır.
Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir.
Rabbimiz, Kendi huzurunda durduğumuzda, yalnızca O'nu anmamızı, O'nu yüceltmemizi ve bütün eksikliklerden münezzeh tutarak O'nu birlememizi buyurmaktadır. Bunun için Ehli Sünnetin ittifakla kabul ettiği namaz dualarının namazda okunması gerekir. Namazı dosdoğru kılmak Rabbimiz'i gönülden yüceltmek için büyük bir fırsattır. Nitekim ayette Allah Kendisi'ni zikretmek için namaz kılınmasını buyurmaktadır:
Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl. (Taha Suresi, 14)
Din ahlakını yaşamaya başlayan insanın Allah'ın emirlerini uygulamak, ibadetlerini yerine getirmek dışında kendinde yapacağı en önemli değişiklik daima vicdanına uyarak güzel ahlaklı yaşaması olacaktır. Her insanın dini tanımadan önce alıştığı bir karakteri ve bir yaşam şekli olabilir. Ancak din ahlakını yaşamaya başladığında iyi olan huylarını Allah'ın rızası için devam ettirmeli, Kuran'a uymayan yönlerini ise derhal terkederek Kuran ahlakını benimsemelidir. (www.Kuranahlaki.com)
Müminlerin arasında ayrı dünya görüşleri veya yaşam şekilleri, farklı bakış açıları olmaz. Tek kıstas Kuran ve sünnettir ve örnek alınacak kişiler de, başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere Allah'ın Kuran'da örnek olarak gösterdiği elçiler ve salih müminlerdir.
Bir insan uyarılmadan önce din konusunda bilgisiz sayılır, neyin doğru neyin yanlış olduğunu gerçek anlamda bilemez. Bu nedenle bir daha aynı günahlara ve hatalara dönmemek üzere tevbe edip Allah'tan bağışlanma dilerse, herhangi bir sorumluluğu kalmayacaktır. Allah Katında önemli olan hatalarda ve günahlarda ısrarcı davranmamaktır. Allah inananlara bunu Kuran'da şöyle müjdelemiştir:
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz. (Ankebut Suresi, 7)
Allah tüm insanları İslam dinini yaşamakla sorumlu kılmıştır. Dinin varlığından haberdar olan her insan, ahirette Kuran'a uyup uymadığından sorulacaktır. Bu yüzden Allah'ın emrettiği din ahlakını yaşayan insanların, Kuran'ın gereği olan güzel ahlakı diğer insanlara da anlatması, onları doğru olana çağırması, insanlara iyiliği tavsiye etmesi ve onları kötülüklerden uzaklaştırması gerekir. Allah Kuran'da insanlara şöyle emretmiştir:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Kuran'da insanın Allah için sabretmesi bildirilmiştir. Bir ayette Rabbimiz, "Rabbin için sabret" (Müddessir Suresi, 7) şeklinde emretmiştir. İnsanın Allah'ın rızasını kazanmak için gösterdiği güzel ahlakta, yaptığı hayırlı işlerde en önemli özelliklerinden biri sabırdır.
Ancak, sabır ile "tahammül" kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Tahammül, hoşa gitmeyen, acı veren bir sıkıntıya katlanma eylemidir. Oysa Kuran'da kastedilen sabır, mümin için bir sıkıntı kaynağı değildir. Mümin, Allah'ın rızasını kazanmak için sabreder, dolayısıyla sabrından dolayı bir sıkıntıya kapılmaz, aksine manevi bir haz duyar.
Ayrıca sabır, Kuran'da anlatılan tüm mümin özelliklerini de kapsayan bir vasıftır. Çünkü bir insan; mütevazi, cömert, fedakar, itaatkar olabilir, fakat bu özellikleri sürdürme konusunda sabır gösterirse bunların gerçek bir değeri olur. Yani sabır, diğer tüm mümin vasıflarını değerli ve geçerli kılan bir vasıftır.
Tevekkül, yeryüzündeki tüm olayların Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğini, O dilemeden hiç kimsenin kendisine yarar veya zarar dokunduramayacağını bilen insanın, Allah'a güvenip dayanmasıdır. Müminler Allah'ın herşeye güç yetiren olduğunu, O'nun tek bir "Ol" demesiyle herşeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu bilirler ve karşılaştıkları zorluklarda asla ümitsizliğe kapılmazlar. Ne şartlar altında olursa olsun Allah'ın kendilerine mutlaka yardım edeceğini, dünyada ve ahirette kolaylık dileyeceğini bilirler. Bundan kaynaklanan bir iç huzuru ve neşe içerisinde yaşamlarını sürdürürler.
Müminin üzerine düşen, olaylar karşısında sadece Allah'ın istediği tepkileri vermek, sonucunu ise Allah'tan beklemektir. Ayetlerde, yalnızca inananların kavrayabildiği bu büyük sır şöyle ifade edilir:
... Kim Allah'tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)
Takva; Allah'ın emirlerine ve tavsiyelerine uymak, aksi düşünce ve davranışlardan sakınmak ve korunmaktır. Kuran'da Allah'ın hükümlerine kesin bir bilgiyle iman eden ve bu konuda tavizsiz bir kararlılık gösteren müminler "takva sahipleri" olarak nitelendirilir. Allah bir ayetinde; "… Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden korkup-sakının." (Bakara Suresi, 197) diyerek takvanın önemini bildirmektedir.
Allah Katındaki üstünlük, bir insanın ırkına, malına, mevkisine, güzelliğine veya sahip olduğu herhangi bir şeye göre değil, yalnızca Allah'a olan yakınlığına yani takvasına göredir. Bir ayette şöyle haber verilir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. (Hucurat Suresi, 13)
Allah'a iman edenlerin en önemli özelliklerinden biri, Allah'ın yarattığı delilleri görebilmeleridir. Mümin çevresindeki her incelikte Allah'ın kudretini ve sanatını görür, O'nu tesbih eder ve O'na yakınlaşmaya yol bulur. Müminlerin bu özelliği Kuran'da şöyle anlatılır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Allah, Kuran'ın birçok yerinde "düşünmez misiniz", "düşünenler için deliller vardır" ifadeleriyle müminlere derin düşünmenin önemini vurgular. Düşünülecek konular ise sınırsızdır. Mümin, evrendeki olağanüstü düzen, yeryüzündeki canlılar, bunların sahip olduğu kusursuz sistemler, insanın başına gelen herhangi bir olay, Allah'ın durmaksızın yarattığı nimetler, inkarcılara verilen belalar, cennet, cehennem, sonsuzluk gibi pek çok konu üzerinde düşünür ve Allah'ın varlığını, yüceliğini, sonsuz aklını daha iyi takdir eder.
Din kesinlikle bilimle çelişmez. Bilim, Allah'ın sanatını görme ilmidir. Dini ve bilimi yaratan Allah'tır, dolayısıyla ikisinin arasında bir uyumsuzluk veya çelişki olması mümkün değildir. Allah'ın 1400 sene önce yeryüzüne indirdiği Kuran'da bazı bilimsel açıklamalar yer almaktadır ve bunlar ancak 20.yy teknolojisi ile keşfedilen bazı bilimsel gerçeklerdir. Dinin bilimle çeliştiği iddiası, Allah'ı inkar edenlerin insanlara kendi akıllarınca din konusunda şüphe vermek için ortaya attıkları bir yalandır.
Bilimsel araştırmalar yapan insanların birçoğu evrendeki tüm varlıklarda bulunan son derece kompleks yapıları, kusursuz düzeni, her varlık arasındaki uyumu bizzat kendi gözleriyle ve tüm detaylarıyla görmektedirler. Bu insanların Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü anlamaları kaçınılmazdır. Kuran'da "… Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar...' " (Fatır Suresi, 28) ayetiyle de bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.
Allah'ın ihtişamlı yaratışının apaçık delillerini görmelerine rağmen vicdanlarının sesini dinlememekte ve inkarda direnen bazı bilim adamları ise büyük bir yanılgı içindedirler. Bu kimselerin söz konusu tutumlarının kaynağı ideolojiktir.
Geçmişte ve günümüzde birçok ünlü bilim adamı Allah'a ve dine olan inançları ve bağlılıkları ile tanınmaktadır. Bu bilim adamlarından bazıları şöyledir: Einstein, Newton, Pascal, Galile, Max Planck, Faraday, Kelvin, Maxwell, Kepler, William Thompson, Robert Boyle, Iona William Petty, Michael Faraday, Gregory Mendel, Louis Pasteur, John Dalton, Blaise Pascal, John Ray…
Yine günümüzde de birçok bilim adamı Allah'ın varlığını tasdik etmekte, hatta bilimi Allah'ı tanımanın bir yolu olarak görmektedirler. İnsan Genomu Projesi'nin yöneticilerinden Francis Collins ve uzun yıllar ateist olmasına rağmen sonradan iman ettiğini açıklayan filozof Anthony Flew bunlardan bazılarıdır. (http://www.imanedenbilimadamlari.com/)
Allah'ın verdiği tüm nimetlere şükretmek önemli bir ibadettir. Ancak sözlü olarak şükretmenin yanında, Allah'ın verdiği nimetleri Allah'ın hoşnut olacağı şekilde, israf etmeden, hayır ve güzellik için kullanmak da fiili bir şükür olacaktır. Ayrıca insanın Allah'tan gelecek herşeye muhtaç olduğunu bilmesi, sahip olduğu hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını, Allah'ın kendisine verdiğini unutmaması ve bunlar için sürekli şükretmesi gerekir. Kuran'da şöyle bildirilir:
Öyleyse Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O'na kulluk ediyorsanız Allah'ın nimetine şükredin. (Nahl Suresi, 114)
Şeytan Allah'ın yarattığı cinlerden biridir. Allah ilk insan olan Hz. Adem'i yarattıktan sonra tüm meleklere Adem'e secde etmelerini emretmiştir. İçlerinden sadece şeytan Allah'ın emrine, büyüklendiği için, itaat etmemiş ve şöyle demiştir:
… Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana baş kaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. (Hicr Suresi, 39)
Allah'ın huzurundan kovulan şeytan, tüm insanları Allah'ın yolundan alıkoymak ve onların tamamını saptırmak için Allah'tan kıyamete kadar süre istemiştir. Şeytan kendisine tanınan bu süre içerisinde insanları Allah yolundan şaşırtıp saptırmaya çalışacak ve bunun için her yolu deneyecektir. Bu nedenle şeytan, her insanın ahireti için en önemli tehlikedir ve her insanın en büyük düşmanıdır.
Allah Kuran'da, "'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar)" (Nas Suresi, 4-5) ayetiyle şeytanın kalplere gizlice vesvese verdiğinden söz etmektedir. Bu, şeytanın en sinsi yöntemidir. Çoğu insan zihnindeki düşüncelerin şeytandan olduğunu anlayamaz. Bunların hepsini kendi düşünceleri zanneder. Örneğin dini yeni öğrenen bir kişi şeytanın önemli bir hedefidir. Bu kişiye dini zormuş gibi gösterebilir. Veya kendi yaptıklarının zaten yeterli olduğunu daha fazlasını yapmasına gerek olmadığını söyleyebilir. Bu kişi ise bunların doğru olduğu yanılgısına kapılabilir. Veya şeytan insanlara korku, endişe, gerilim, huzursuzluk gibi olumsuz hisler verir, onların gücünü azaltmayı hedefler. İyilik ve hayır yapmalarını, sağlıklı düşünmelerini engellemeye çalışır. Tüm bunların şeytandan olduğunu bilerek, Allah'a sığınmak ve şeytanın telkinlerine hiçbir zaman kulak vermemek gerekir.
Bu arada unutulmamalıdır ki, dünyadaki tüm kötülüklerin, savaşların, katliamların, ahlaksızlıkların kökeninde şeytanın insanlar üzerindeki etkisi vardır.
Şeytan konusunda kesinlikle bilinmesi gereken en önemli nokta şudur: Şeytanın kendisine ait bir gücü yoktur. Tüm diğer varlıklar gibi onu da Allah yaratmıştır ve Allah'ın kontrolündedir. Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şey yapamaz. Şeytan, insanları saptırma görevini Allah'ın izniyle sürdürmektedir. Bu şekilde Allah insanları imtihan etmek için yarattığı dünya hayatında kimlerin şeytana uyacağını, kimlerinse uymayacağını denemektedir. Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir.
Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)
Şeytanın samimi müminler üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Allah bu gerçeği Nahl Suresi'nin 99. ve 100. ayetlerinde şöyle bildirir:
Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)