Allah Kendisi'nden korkan insanın vicdanına her zaman mutlaka en doğru olanı ilham eder. Allah bir ayette şöyle belirtir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Ayrıca unutmamak gerekir ki, genellikle insanın kalbinde ilk duyduğu ses doğruyu yanlıştan ayırt etmesini sağlayan vicdanının sesidir ve Allah'ın hoşnut olacağı tavır ilk duyulan sesin söylediğidir. İşte Allah'tan korkan insanlar da, vicdanlarının sesini dinleyerek doğruyu bulurlar.
İnsanın vicdanının sesinden sonra gelen diğer alternatiflerin hepsi vicdanı bastırmaya çalışan "nefsin sesi"dir. Nefis insanı vargücüyle doğru olandan alıkoyup, ona kötü olanı yaptırmaya çalışır.
Bunu çok açıkça yapmayabilir. Bir insana makul gelebilecek bazı bahaneler öne sürebilir, "bundan birşey olmaz" dedirtebilir. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. (Şems Suresi, 7-9)
Ayette de bildirildiği gibi insana hem kötülükler, hem de bu kötülüklerden sakınmak ilham edilmektedir. İnsan ise bunlardan hangisine uyacağı konusunda denenmektedir.
Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi. (Nahl Suresi, 78)
Görme olayı çok aşamalı bir şekilde gerçekleşir. Görme sırasında herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri, gözün önündeki lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters olarak düşerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülen görme uyarıları, sinirler aracılığıyla beynin arka kısmındaki "görme merkezi" adı verilen küçük bir bölgeye ulaşırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani görme olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ışığın hiçbir şekilde giremediği, kapkaranlık bir noktada yaşanır.
İnsan, "görüyorum" derken, aslında gözüne gelen uyarıların elektrik sinyaline dönüşerek beyninde oluşturduğu "etkiyi" görür. Yani "görüyorum" derken, aslında beynindeki elektrik sinyallerini seyreder.
Okuduğunuz kitap da, ufka baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelir. Bu gerçek, diğer duyularımızla elde ettiğimiz algılar için de geçerlidir.
Dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır. Yani biz gözümüzün gördüğü, elimizin dokunduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, kulağımızın duyduğu bir dünyayı tanırız. Ancak bugün birçok bilim dalında yapılan araştırmalar, algılarımızın yalnızca elektrik sinyallerinin beynimizde yarattığı etkiler olduğunu söylemektedir. Buna göre dış dünyadaki insanların, renklerin, sahip olduğumuz herşeyin yalnızca beynimize ulaşan kopyaları ile muhatap oluruz.
Örneğin bir meyveyi düşünelim: Meyvenin tadı, kokusu, görünüşü, sertliği ile ilgili elektrik sinyalleri sinirlerimiz vasıtasıyla beynimize ulaşır ve orada meyveyi oluşturur. Eğer beyne ulaşan sinyallerde bir kesinti olsa, meyveye ilişkin algılar da ortadan kaybolur. Bundan da anlıyoruz ki, bizim meyve olarak algıladığımız şey, aslında beynimize ulaşan algıların bütünüdür. Meyve dışarıda vardır, ancak biz meyvenin dışarıdaki halini hiçbir zaman bilemeyiz. Yani, bu "algılar bütünü"nün dışımızda var olan aslı ile hiçbir şekilde muhatap olamayız. Çünkü hiçbir zaman beynimizin dışına çıkma, bu algılardan başka birşeyle muhatap olma imkanımız yoktur.
Dış dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayız. Hayatımız boyunca sadece zihnimize ulaşan elektrik sinyalleriyle muhatap olduğumuza göre, biz sadece zihnimizdeki algıları biliriz. Tanıdığımız tek dünya, zihnimizin içinde olan, orada çizilen, seslendirilen ve renklendirilen, kısacası zihnimizde meydana gelen bir dünyadır.
Evet, rüyalarımız bu konuyu anlamak için çok iyi bir örnektir. Rüyada tamamen gerçek gibi duran olaylar yaşar, insanlar, nesneler, ortamlar görürüz. Ama bunların hepsi rüyada vardır ve birer algıdan başka bir şey değildir. "Rüya" gibi "gerçek dünya" da zihinde yaşanır. Rüyada zihindekinin dışında hiçbir şey yoktur, gerçek dünyada ise dışarıda var olan maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayız, sadece zihnimizde algıladığımız halini biliriz.
Beynimiz de kolumuz, bacağımız ya da başka herhangi bir nesne gibi maddesel dünyanın bir parçası olduğuna göre, onun da sadece algısıyla muhatap oluruz. Bu konuyu daha iyi açıklamak için rüya ile ilgili bir örnek verebiliriz: Bir rüya gördüğümüzü düşünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacaktır. Hayali bir kolumuz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve hayali bir beynimiz. Rüya sırasında bize "nerede görüyorsun?" gibi bir soru sorulsa vereceğimiz cevap "beynimde görüyorum" olacaktır. Ama ortada gerçek bir beyin yoktur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatası ve hayali bir beyin vardır. Rüyamızdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin değil, ondan daha "ötede" olan bir varlıktır.
İnsanlara bugüne kadar algılayanın beyin olduğu öğretilmiştir. Oysa beyni analiz ettiğimizde karşımıza, diğer canlı organlarda da bulunan protein ve yağ moleküllerinden daha farklı bir malzeme çıkmaz. Yani beyin dediğimiz et parçasında, görüntüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluşturacak, kısacası "ben" dediğimiz şeyi yaratabilecek birşey yoktur.
Bu noktada karşımıza çıkan gerçek açıktır: Gören, işiten ve hisseden varlık, madde ötesinde bir varlıktır. Bu varlık "canlı"dır ve ne madde, ne de görüntü değildir. Bu varlık vücut görüntümüzü kullanarak önündeki algılarla muhatap olur.
İşte bu varlık "ruh"tur. Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Sana ruh'tan sorarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir." (İsra Suresi, 85)
Bu soruya cevap verirken dikkat edilmesi gereken gerçek şudur; biz maddeyi sadece hayalimizde görürüz, dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olamayız. Madde bizim için bir algı olduğuna göre, "yapay" bir şeydir. Yani bu algının bir başka güç tarafından yapılması, daha açık bir ifadeyle yaratılması gerekir. İçinde yaşadığımız maddesel evreni yaratan ve sürekli yaratmaya devam eden üstün bir Yaratıcı vardır. Nitekim o Yaratıcı, bize indirdiği kitap yoluyla Kendisi'ni, evreni ve bizim neden var olduğumuzu anlatır. O Yaratıcı Allah, kitabının ismi ise Kuran'dır.
Göklerin ve yerin, sabit ve kararlı olmadığı, Allah'ın yaratmasıyla varlık buldukları ve O yaratmayı durdurduğunda yok olacakları bir ayette şöyle ifade edilir:
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
Maddesel varlıklar Allah'ı göremezler, ama Allah, Kendi yarattığı maddeyi her şekliyle görür. Yani biz Allah'ın varlığını gözlerimizle algılayamayız. Ama Allah bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. O'nun bilgisi dışında, tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız.
Allah'ın bize gösterdiği algıları seyrederken, yani hayatımızı sürerken de bize en yakın olan varlık, Allah'ın Kendisi'dir. Kuran'da yer alan "Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16) ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. Bir insan kendi bedeninin aslıyla muhatap olduğunu zannettiğinde ve gördüğü her anın zihninde gerçekleştiğini düşünmediğinde, bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü "kendi" zannettiği yer beyniyse, dışarısı olarak kabul ettiği yer kendisine 20-30 cm gibi belirli bir uzaklıkta olur. Ama maddenin sadece beynindeki kopyasıyla muahatp olduğunu kavradığında, artık dışarısı, içerisi, uzak, yakın gibi kavramlar anlamsızlaşır. Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona "sonsuz yakın"dır.
Kuran'a göre olan gerçek sevgi beraberinde saygıyı ve Allah'ın beğenmediği şeylerden sakınmayı da getirir. Sadece sevginin yeterli olacağını savunan insanların yaşamlarına ve hareket tarzlarına baktığımızda bu konuda gevşek davrandıklarını görürüz. Oysa samimi olarak Allah'ı seven bir insan herşeyden önce O'nun emirlerine son derece titizlik gösterir, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınır, güzel gördüğü tavırlara yönelir. Sevgisini, yaşamının her anında Rabbimiz'in rızasını arayarak, O'na olan derin saygısı, güveni, boyun eğiciliği ve sadakatiyle gösterir.
Bu titizliğinin bir sonucu olarak, Allah'ın rızasını kaybetmekten, azabına uğramaktan da şiddetle korkar. Yoksa sadece sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak, fakat Allah'ın sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz samimiyetten son derece uzak bir tavırdır. Allah Kuran'da Kendisi'nden korkup sakınmayı emretmiştir:
'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum Suresi, 31)
Allah'ın varlığını bilen, O'nu üstün sıfatlarıyla tanıyan her insan Allah'tan şiddetle korkar. Çünkü Allah sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir, ancak bunun yanı sıra Kahhar (kahreden), Hasib (hesap gören), Muazzib (azaplandıran), Muntakim (intikam alan), Saik (cehenneme süren) sıfatlarının da sahibidir. Bu yüzden Müslümanlar Allah'tan içleri titreyerek korkarlar, O'nun azabından emin olunamayacağını bilirler. Yaptıkları her işin hesabının sorulacağının bilincinde oldukları için Allah'ın hoşnut olmayacağı bir tavır göstermekten şiddetle kaçınırlar. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, burada söz edilen korku, dinsiz toplumlarda yaşanan klasik korkudan tamamen farklı, mümine huzur veren, onu harekete geçiren, Allah'ı razı etme konusunda şevklendiren bir korkudur. Allah müminlere şunu emretmiştir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)
Allah Kuran'ı tüm insanlara yol gösterici bir rehber olarak indirmiştir işte bu nedenle Kuran son derece anlaşılır ve açıktır. Allah Kuran'ın bu özelliğini "… Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi" ayetiyle haber vermiştir. (Maide Suresi, 15) Bir başka ayette ise Kuran için şöyle denir:
İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)
Kuran'daki hikmetleri görebilmek ve Kuran'ın üstün özelliklerini kavrayabilmek için Kuran'ı okuyan kişinin yüzde yüz samimi olması ve hep vicdanına uygun düşünmesi gerekir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Müslümanların kendi kişisel yorum ve düşüncelerine göre Kuran'dan hüküm çıkarmaktan şiddetle kaçınmaları gerekir. Bu konularda cevap arayan kimselerin büyük Ehli Sünnet alimler tarafından hazırlanmış ilmihallere başvurması en doğru davranış olacaktır.
Kuran bir müminin ömrü boyunca başvuracağı yegane rehberdir. Allah Peygamberimiz (sav)'in hanımlarına hitaben indirdiği bir ayetinde "evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın…" (Ahzab Suresi, 34) diye buyurarak, tüm müminleri Kuran'ı okuma konusunda teşvik etmiştir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi müminler evlerinde Kuran okumakta ve ayetleri de hatırlarında tutmaktadırlar. Ancak önemli olan Kuran ayetlerinin okunarak tamamının hayata geçirilmesi ve büyük bir titizlikle uygulanmasıdır.
Kuran'ın nasıl uygulandığını görmek içinse en doğru kaynak Peygamberimiz (sav)'in hayatı ve uygulamaları yani sünnetidir.
Allah Kuran'ı tüm alemlere ve tüm zamanlara bir yol gösterici olarak indirmiştir. Bir ayette şöyle denir:
Bu (Kur'an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. (Al-i İmran Suresi, 138)
Allah, Kuran'da geçmiş olaylardan örnekler verir ki tarih boyunca yaşayan tüm insanlar bu olaylardan ibret alsınlar ve aynı hataları tekrarlamasınlar. Kuran'da anlatılan olayların herbirinin benzerlerine ise günümüzde de rastlamak mümkündür.
Kuran'ı Allah korumuştur ve 1400 senedir hiçbir değişiklik olmadan günümüze kadar gelmiştir. Allah bu gerçeği ayetleriyle bize bildirir:
Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tastamamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O işitendir, bilendir. (En'am Suresi, 115)
Allah'ın bu vaatleri inanan insanlar için yeterlidir. Fakat bunların dışında Allah, Kuran'a birtakım bilimsel ve rakamsal mucizeler koyarak da, onun Hak Kitap olduğunu bize göstermiştir.
Kuran 1400 sene önce vahyedilmiş olmasına rağmen, o dönemde kesinlikle bilinmeyen, günümüzde bilimin ve teknolojinin son imkanları kullanılarak bulunmuş birçok bilimsel gerçeği insanlara bildirmektedir. Kuran'ın bu özellikleri, onun Allah Katından indirilmiş olduğunu son derece açık olarak gösterir. Bu mucizelerden bazıları şunlardır:
Evrenin sürekli genişliyor olması 20. yüzyılın en önemli keşiflerinden biri olarak nitelendirilmektedir. Ancak Allah bu gerçeği bize 1400 sene evvel Kuran'ın Zariyat Suresi'nin 47. ayetinde bildirmiştir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.
Gökcisimlerinin hesaplanmış bir yörünge üzerinde hareket halinde oldukları bundan asırlar önce Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir. (Enbiya Suresi, 33)
Kuran'da Güneş ve Ay'dan bahseden ayetlerin Arapçaları incelendiğinde ilginç bir özellik göze çarpar. Ayetlerde Güneş için "sirac" (lamba) veya "vahhac" (parıl parıl parlayan, yanıp tutuşan) kelimeleri kullanılmıştır. Ay içinse "munir" (aydınlatıcı, ışıklı) kavramı vardır. Gerçekten de Güneş kendi içindeki nükleer reaksiyonlar sonucunda büyük bir ısı ve ışık üretirken, Ay sadece Güneş'ten aldığı ışığı yansıtmaktadır. Ayetlerde bu ayrım şöyle geçer:
Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır. (Nuh Suresi, 15-16)
Kuran'da rüzgarların 'aşılayıcı' özelliğinden Hicr Suresi'nin 22. ayetinde şöyle bahsedilir:
Ve aşılayıcı olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık... (Hicr Suresi, 22)
Söz konusu ayette geçen "aşılama" kelimesinin Arapça karşılığı hem bitkilerin, hem de bulutların aşılanması anlamını taşımaktadır. Nitekim modern bilim, rüzgarların her iki işleve de sahip olduğunu göstermiştir.
Başka bir Kuran mucizesine bir ayette şöyle dikkat çekilir:
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor... (Zümer Suresi, 5)
Ayette gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri için "tekvir" fiili kullanılmaktadır. Bu fiilin Türkçesi "yuvarlak birşeyin üzerine birşey sarmak"tır. Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılmaktadır. Bu ayet, Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran'da, dünyanın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir.
Kuran'da 19 sayısının ayetlerin içine şifresel bir biçimde yerleştirilmiş olması ve bazı kelimelerin tekrar sayıları gibi rakamsal mucizeler de vardır.
Kuran'da kelime tekrarları: Kuran'da birbiriyle ilgili bazı kelimeler aynı sayıda kullanılmıştır. Örneğin;
"Yedi gök" tabiri 7 kere geçmektedir.
"Dünya" ve "ahiret" kelimeleri 115'er kez tekrarlanmaktadır.
"Gün (yevm)" tekil olarak 365 kere geçerken, çoğul yani "günler (eyyam ve yevmeyn)" kelimeleri 30 defa tekrarlanır. "Ay" kelimesinin tekrar sayısı ise 12'dir.
"İman" (tamlama almadan) ve "küfür" kelimeleri Kuran boyunca 25 kere tekrarlanır.
"De" kelimelerini saydığımızda çıkan sonuç 332. "Dediler" kelimesini saydığımızda da aynı rakamı görüyoruz.
"Şeytan" kelimesi 88 kere geçiyor. "Melek" kelimesinin tekrar sayısı da 88.
Kuran'da 19 mucizesi:
Müddessir Suresi'nde "Onun üzerinde ondokuz vardır." (Müddessir Suresi, 30) ayetiyle dikkat çekilen 19 sayısı Kuran'ın bazı ayetlerine şifrelenmiştir. Örneğin;
"Besmele" 19 harftir.
Kuran 114 sureden oluşur ve 114 ise 19'un 6 katıdır.
Kuran'ın ilk vahyedilen ayetleri 96. surenin ilk 5 ayetidir ve bu ayetlerin toplam kelime sayısı 19'dur.
Son vahyedilen sure olan Nasr, toplam 19 kelimeden oluşur.
Vahyedilen ilk sure 19 ayete sahiptir.
Kuran'da geçen tüm sayıları (tekrarlar dikkate alınmadan) topladığımızda çıkan sayı; 162.146 yani 19x8534'tür.
(Detaylı bilgi için bakınız: www.Kuranmucizeleri.com)
Kuran'da ayrıca ayetlerin rakamsal olarak incelenmesiyle elde edilen başka bir mucize daha vardır: Ebced hesabı.
Bu hesap yöntemi, çok eski tarihlere kadar uzanan ve Kuran indirilmeden önce kullanımı çok yaygın olan bir yazım şeklidir. Arap, Fars ve Türk tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, her kullanılan harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu.
Ebced yöntemiyle, Kuran'da geçen bazı ayetler incelendiğinde, bu ayetlerin anlamlarına uygun olarak birtakım tarihlere denk geldiğini görürüz. Ayetlerde bahsedilen olayların, ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğini gördüğümüzde ise, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunduğunu anlamış oluruz. Dikkat çekici ebcedlere Kuran'dan verilebilecek birkaç örnek şöyledir:
(Bu) Kitabın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah (Katın)dandır. (Zümer Suresi, 1)
... Kitap Allah'tandır...
MİLADİ: 610 (vahyin başlangıç tarihi)
Bilindiği gibi İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ve bu ebced değeri de son derece dikkat çekicidir.
Andolsun Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var). (Sebe Suresi, 15)
... Güzel bir şehir...
HİCRİ: 857, MİLADİ:1453
Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)
... Saat ve ay yarıldı...
HİCRİ: 1390 MİLADİ:1969
Allah şu anda insanları sadece algılarıyla muhatap oldukları, aslını bilmedikleri bir dünyada yaşatmaktadır. Bir algılar bütünü olan bu dünyayı, böylesine kusursuz ve muhteşem bir yaratılışla, derinliği olan, üç boyutlu, rengarenk, ışıl ışıl görüntülerle var eden Allah, kuşkusuz ki bundan çok daha güzelini de yaratmaya güç yetirir.
Allah insanın beyninde şu an nasıl bir dünya görüntüsü oluşturuyorsa, ölümünün ardından da farklı bir boyuta geçirerek, farklı bir ortamın görüntüsünü gösterecektir. İşte insana gösterilen o boyut, ahiret olacaktır.