İman hakikatlerine beş duyumuzun eriştiği her yerde rastlamak mümkündür. Büyük küçük, canlı cansız yaratılmış her şeyde onu Yaratan'a götüren bir yol vardır. Bu da iman hakikatlerinin sayılamayacak kadar çok olduğunun bir göstergesidir. Allah'a daha yakın olmayı ve Cennet'te yüksek derecelerle ağırlanmayı isteyen her mümin, güç yetirebildiği kadar iman hakikatleri konusunda bilgi sahibi olmaya, onları tefekkür etmeye ve bu sayede yakinini parlatmaya, imanını kuvvetlendirmeye ve bu güçlü iman ile Allah'ı razı edecek üstün bir ahlakı yaşamaya çalışmalıdır.
Bu kitabı okurken iman hakikatlerinin ne kadar önemli olduğunu fark edenler, iman hakikatlerini öğrenip onlar üzerinde düşünmeye başlayacaktır. Bu yüzden kitabımızın bu kısmında iman hakikatleri üzerinde düşünmeye başlayanlara yardımcı olmak üzere, kainattaki milyonlarca iman delilinden birkaç örneğe yer verilmiştir.
Siz bu yazıyı okurken vücudunuzda milyonlarca işlem yapılmaktadır. Bu işlemlerle bedeninizin hangi bölgesinde hangi hücrelerin neye ihtiyaçları olduğu hesaplanmakta, hangi görevleri yapmaları gerektiği belirlenmekte, hücrelerin ihtiyaçlarını karşılayacak önlemler alınmakta ve hücrelere neler yapmaları gerektiği teker teker bildirilmektedir.
Örneğin bu yazıyı okumanızı sağlayan göz hücrelerinizin beslenmek için glikoza ihtiyaçları vardır. Bunun için kanınızda ne kadar şeker bulunacağını hesaplayan ve şeker miktarını sabit tutan bir sistem kurulmuş ve vücudunuza yerleştirilmiştir. Kalbinizin dakikada kaç kez atması gerektiği, kemiklerinizde depolanan kalsiyum oranı, böbreklerinizin dakikada süzdüğü kan miktarı ve bunlara benzer binlerce detay büyük bir planlama ve hücreler arasındaki iletişim ağı sayesinde hesaplanmakta ve organize edilmektedir.
Tüm bu organizasyonu gerçekleştiren ise, vücudumuzdaki sistemlerden yalnızca bir tanesidir. 100 trilyon hücremizin birbirleri ile uyum içinde çalışmalarını sağlayan bu kimyasal iletişim sistemi hormon sistemidir. Hormon sistemi, sinir sistemi ile birlikte vücut hücrelerinin koordinasyonunu sağlar. Eğer sinir sistemi internet yoluyla gönderilen mesajlara benzetilirse, hormon sistemi mektup yoluyla gönderilen mesajlara benzer; daha yavaştır ancak daha uzun süre etkilidir. Hormon sisteminin vücudumuzdaki etkisini büyüme konusunu ele alarak inceleyelim.
Bir yaşını dolduran bir bebek, doğduğu güne oranla yaklaşık olarak iki kat daha ağır, %50 daha uzundur. Yıllar geçtikçe olağanüstü hızlı şekilde kilo almaya devam eder ve boyu uzar.
Tek hücreden insana...
İşte bu mucizevi büyüme, hücrelerimiz arasındaki mükemmel haberleşme sayesinde gerçekleşir. Bedenimiz bizim adımıza, kimyasal bir haberleşme sistemi ile yönetilir. Bu sistemin elemanı olan ve hormon denilen mesaj taşıyıcılar yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan emirleri hücreler arasında getirip-götürürler. Bu haberleşme sayesinde vücudumuzda orantılı bir büyüme gerçekleşir.
Hipofiz bezi, nohut büyüklüğünde küçük pembe renkli bir et parçasıdır. Beynin altında bulunan hipotalamus bölgesine küçük bir sap ile bağlıdır. Bu bağlantı sayesinde hipotalamustan doğrudan emir alır. Bu emirler doğrultusunda gerekli hormonu üretir ve vücutta ihtiyaç duyulan düzenlemelerin yapılmasını sağlar. Hipofizin vücutta yaptığı düzenlemelerden bir tanesi de vücudun büyümesidir.
İnsanların sağlıklı büyümeleri, simetrik ve estetik bir vücuda sahip olmaları büyüme hormonu vesilesiyle olur. Bu hormon, vücut hücrelerinin her birine teker teker komut vererek, ne kadar büyümeleri ve nerede durmaları gerektiğini emreder. Bir molekül ve vücut hücreleri arasındaki bu uyum Allah'ın gücünün delillerindendir.
İnsan vücudundaki büyüme işlemi iki farklı şekilde gerçekleşir. Bunlardan birincisi bazı hücrelerin hacimlerini artırmasıyla, diğeri ise bazı hücrelerin bölünerek çoğalmasıyla gerçekleşir. İşte bu iki işlemi de sağlayan ve yöneten büyüme hormonudur.
Hipofiz bezinden salgılanan büyüme hormonu bütün vücut hücrelerine etki eder. Her hücre hipofiz bezinden kendisine gelen mesajın anlamını bilir. Eğer büyümesi gerekiyorsa büyür, bölünerek çoğalması gerekiyorsa çoğalır.
Örneğin yeni doğmuş bir bebeğin kalbi yetişkin halinin yaklaşık olarak 16'da biri kadardır. Buna karşın toplam hücre sayısı yetişkin kalbindekilerle aynıdır. Büyüme hormonu gelişme döneminde kalp hücrelerine teker teker etki eder. Böylece her hücre, büyüme hormonunun kendisine emrettiği kadar büyür. Böylece kalp de büyüyerek yetişkin bir insan kalbi haline gelir.
Vücutta bulunan diğer hücreler -örneğin kas ve kemik hücreleri- gelişme dönemi boyunca bölünerek çoğalırlar. Bu hücrelere ne kadar bölünmeleri gerektiğini bildiren de yine büyüme hormonudur.
Büyüme hormonunun bütün vücut hücreleri üzerinde etkili olması da son derece büyük bir mucizedir. Eğer bazı hücreler büyüme hormonuna itaat ederken, bazı hücreler de bu hormona isyan etselerdi sonuç felaket olurdu. Örneğin kalp hücreleri büyüme hormonunun emrettiği şekilde büyürken, göğüs kafesi hücreleri çoğalmayı ve büyümeyi reddetselerdi ne olurdu? Elbette ki büyüyen kalp küçük kalan göğüs kafesi içinde sıkışır ve sonuç insan için ölüm olurdu.
Ya da burun kemiği büyürken burun derisi büyümesini durdursaydı, burun kemiği burun derisini yırtarak dışarı çıkardı. Vücuttaki bütün kaslar, kemikler, deri ve organlar birbirleriyle uyumlu bir şekilde büyürler. Bu kusursuz uyum her hücrenin teker teker büyüme hormonuna itaat etmesi sonucunda sağlanır.
Bu durumda şu soruyu sormamız gerekir; Hipofiz bezi nasıl olur da hücrelerin bölünmesi veya büyümesi için gerekli olan formülü bilir? Bu son derece mucizevi bir olaydır. Çünkü nohut büyüklüğünde bir et parçası, vücutta bulunan bütün hücrelere hükmetmekte ve bu hücrelerin büyümelerini veya bölünmelerini sağlamaktadır.
İşte bu noktada Allah'ın yaratmasındaki kusursuzluk ve mükemmellik bir kez daha ortaya çıkar. Küçücük bir bölgede bulunan hücreler, trilyonlarca hücrenin bir düzen içinde bölünmelerini ve büyümelerini sağlamaktadırlar. Oysa bu hücrelerin insan bedenini dışardan görmelerine, bedenin ne kadar büyümesi ve hangi aşamaya geldiğinde durması gerektiğini bilmelerine imkan yoktur. Bu şuursuz hücreler, vücudun karanlıkları içinde, ne yaptıklarını dahi bilmeden büyüme hormonu üretmektedir. Üstelik tam üretimi durdurmaları gerektiği zaman da durmaktadırlar.
Büyüme hormonu hakkında buraya kadar anlatılan bütün detaylar ve birbiri içine geçmiş bu hassas dengeler tek bir gerçeği göstermektedir: İnsanı tek bir seferde, kusursuz bir şekilde Allah yaratmıştır. Allah, Kendi yaratışındaki üstünlük için Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Canlıların bedenlerinde her saniye sayılamayacak kadar çok işlem gerçekleşir. Bu işlemler o kadar detaylıdır ki, her aşamalarında, bütün karmaşayı kontrol eden, düzeni sağlayan ve olayları hızlandıran "süper denetleyicilerin" müdahalesine gereksinim vardır. İşte bu süper denetleyiciler enzimlerdir.
Her canlı hücrede, her biri kendi özel işini yapan, örneğin DNA kopyalanmasına yardımcı olan, besin maddelerini parçalayan, besinlerden enerji üreten, basit moleküllerden zincir yapılmasını sağlayan ve bunlar gibi sayısız işler gören binlerce denetleyici vardır.
Bu denetleyiciler enzimlerdir. Enzimler canlı bedenlerindeki düzenden sorumludurlar.
Enzimler hücre içinde mitokondrilerde üretilir. Büyük bölümleri proteinlerden oluşur, geri kalanları ise vitamin ve vitamin benzeri maddelerdir. Eğer bu enzimler olmasaydı, en basitinden en karmaşığına kadar hemen hiçbir fonksiyonunuz çalışmaz ya da neredeyse duracak kadar yavaşlardı. Sonuç her iki halde de değişmez ve ölüm olurdu. Nefes alamaz, bir şey yiyemez, sindiremez, göremez, konuşamaz kısacası yaşayamazdık.
Enzimlerin en önemli görevleri vücuttaki birtakım kimyasal reaksiyonları başlatıp durdurmak ve onları hızlandırmaktır. Vücuttaki hücreler görevlerini yerine getirirken, içerdikleri kimyasalların reaksiyona girmeleri gerekir. Kimyasal reaksiyonların başlaması içinse yüksek derecede ısı gereklidir. Bu yüksek ısı ise canlı hücrelerin hayatları için tehlikeli bir durumdur; hücrelerin ölümüne neden olur. İşte bu sorunu çözenler enzimlerdir.
Yüksek ısıya gerek kalmadan, enzimler kimyasal reaksiyonları başlatır veya hızlandırırlar, ancak kendileri reaksiyona girmezler. Örneğin nefes alıp verirken karbondioksitin kanımızdan temizlenmesinde görev alan bir enzim sayesinde boğulmadan yaşamımıza devam edebiliriz. Çünkü "anhidraz" adlı bir enzim karbondioksitin temizlenme işleminin hızını 10 milyon kez daha artırır. Bu hızla enzimler bir dakikada 36 milyon molekülü değişikliğe uğratma imkanına sahiptirler.27
Enzimler hem hayati olan reaksiyonların en hızlı şekilde gerçekleşmesini sağlar hem de vücut enerjisini en tasarruflu şekilde kullanırlar. Eğer insan vücudunu bir fabrika, içinde çalışan enzimleri de fabrikadaki üretim araçları gibi düşünürsek, böyle bir fabrikaya enerji kaynağı dayanmaz. Çünkü 2000 farklı çeşidi olan, trilyonlarca makinenin kusursuzca böyle bir hızda çalışması için gereken enerji çok yüksektir. Kaldı ki hücre içindeki basit bir reaksiyonu laboratuvar ortamında gerçekleştirmek için oldukça fazla miktarda ısı ve enerji kullanılması gerekmektedir.
Yürümek, koşmak, konuşmak gibi hiç düşünmeden yaptığımız birçok hareketi, Allah'ın vesile ettiği enzimler sayesinde başlarız.
Oysa hücrelerde sessizce çalışan enzimler vücudun ısısıyla ve besinlerden aldıkları enerjiyle bütün görevlerini eksiksizce yerine getirirler. Sadece bu özellikleri bile, enzimlerin vücutta meydana gelen her olayı en kusursuz ve en kullanışlı hale getirmek için tasarlanmış yetenekli elemanlar olduklarını görmek için yeterlidir. Şu anda siz bu kitabı okurken de birçok enzim vücudunuzun her bir köşesinde meydana gelen reaksiyonları kontrol etmekte ve onları hücrelerinizin yaşamını sağlayacak hıza getirmektedirler. İnsan, vücudunda daha neler olup bittiğini dahi bilmezken, enzimler, hem bunlardan haberdardırlar hem de tüm işlemlere son derece önemli ve yerinde müdahalelerde bulunurlar. Ayrıca her bir enzim vücuttaki belirli kimyasal reaksiyonları hızlandırır. Hiçbir enzim bir diğer enzimin görevini yapmaz, kendi görevini şaşırmaz. Çünkü her bir enzim kendi görevi için özel olarak imal edilmiştir.
Örneğin enzimlerin büyük bir bölümü nötr durumdaki sulu ortamlarda etkin olabilirken, midede besinleri sindirmekle görevli olan enzimler ancak asitli ortamda etkin olabilmektedirler.
Enzimlerin şekilleri, üzerinde etkili oldukları madde ile tam uyumludur. Enzim ve birleşerek etkileyeceği madde, üç boyutlu karmaşık bir geometride, anahtar ve kilit gibi birbirlerine kenetlenirler. Vücut içinde enzimlerin kendilerine uyan maddeyi bulmaları ve giderek birleşmeleri çok şuurlu bir harekettir. Üstelik enzimler vücudun her köşesinde bir yer tutmuş ve kendilerine uygun olan maddeleri bekleyen avcılara benzemektedirler. Hepsi kendi tasarımına ve özelliklerine uygun, en doğru yerde bulunur. Zarar görecekleri veya etkilerini yitirecekleri ortamlardan ise uzak dururlar. Tüm reaksiyonları başlatma veya hızlandırma gibi bir sorumluluğu almaları ise üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir konudur.
Enzimler, eğer kendilerini durduran bir etken olmazsa, vücuttaki tüm reaksiyonları sürekli olarak başlatıp hızlandıracaklardır. Bu da, örneğin belli bir proteinin gereğinden fazla üretilmesine veya hücredeki bazı dengelerin bozulmasına neden olacaktır. Enzimin faaliyetlerini düzenleyen ise hücredir. Hücre enzimin durması gerektiğine karar verdiğinde, olağanüstü bir şuur ve planlama ile enzimi "oyalar". Bunun için, enzimin normalde birleştiği maddeye benzer bir madde gönderir ve enzim bu madde ile birleşir. Dolayısıyla bu "taklit" madde, enzimi bir süre oyalayarak, gereksiz faaliyette bulunmasını engeller. Ancak bu taklit maddenin enzimi yakalamak için gerçek maddelerle rekabet etmesi gerekir. Bu nedenle enzimin bu şekilde engellenmesine "kompetitif inhibitor" (rekabetçi engelleyici) denilmektedir. Ve enzimin neden olduğu reaksiyonun sonucunda oluşan ürün belli bir seviyenin altına inene kadar enzimin faaliyetleri bu oyalama metoduyla durdurulmuş olur.
Yukarıda anlatılanlar elbette ki, üzerinden bir kere okunup geçilecek olaylar değildir. Her şeyden önce şunu hatırlatmakta fayda vardır; yukarıda anlatılan hesapları yapan, kararları alan, planları uygulamaya koyanlar eğitimli, bilinçli, sorumluluk sahibi insanlar değil; cansız atomların birleşmelerinden oluşmuş proteinler, yağlar, karbonhidratlar, vitaminlerdir. Hücre stok kontrolü yapar gibi, ürettiği maddenin miktarını tespit etmekte, üretime bir süre ara verilmesi gerektiğine karar verdiğinde ise, üretimi durdurmak için son derece zekice bir plan uygulamaktadır.
Hücrenin enzimi oyalayacak olan taklit maddeyi üretmesi ve onu tam gerektiği zamanda göndermesi de çok şuurlu bir harekettir. Çünkü bu taklit maddeler hep ortada olsalardı, acil üretim gerektiğinde enzimleri oyalayarak üretimi engelleyeceklerdi. Ancak hücreler her zaman doğru zamanlama yaparlar. Bu kadar organize, zekice ve bilgi gerektiren davranışların art arda, gözle görülmeyecek kadar küçük moleküller tarafından başarılması Allah'ın yaratışındaki üstünlüğün göstergelerindendir. Tüm bu varlıkların Allah'ın emri ile hareket ettikleri apaçık bir gerçektir.
En yakınımızdaki, kendi bedenimizdeki iman hakikatlerine başka bir örnek olarak, tek görevleri hücreyi hareket ettirmek olan tüycüklerin yapısını verelim:
Bazı hücreler kirpiklere benzeyen tüycükler sayesinde hareket ederler. Örneğin solunum yollarındaki sabit hücrelerin her biri yüzer tane tüycüğe sahiptir. Tüycükler tıpkı gemi kürekçileri gibi aynı anda hareket ederek, hücrenin ilerlemesini sağlarlar
Bazı hücreler yukarıda büyütülmüş halleri görülen tüycükler sayesinde hareket eder. Tüycüklerin bu hareketleri yaparken sergiledikleri uyumu birlikte kürek çeken sporcuların uyumuna benzetmek mümkündür.
-Bir tüycük diklemesine kesildiğinde, bunun dokuz ayrı çubuk (mikroçip) şeklinde yapıdan oluştuğu görülür.
-Mikrotüp denen çubuklar birbirine geçmiş iki ayrı halkadan oluşurlar.
-Bu halkaların biri 13, diğeri 10 ayrı telden oluşur.
-Mikrotübüller tubulin adı verilen proteinlerden meydana gelirler.
-Mikrotübülün, "dynein" isimli bir proteine sahip dış kol ve iç kol denen iki uzantısı vardır. Dynein proteininin görevi hücreler arasında motor görevini yapmak ve mekanik bir güç oluşturmaktır.
-Tubulin proteinini oluşturan moleküller, adeta birer tuğla gibi dizilip, hücrede silindir şeklinde bir düzen meydana getirirler. Ancak tubulin moleküllerinin dizilimi tuğlalardan çok daha komplekstir.
-Tüycüklerin ortasında iki mikrotüp daha bulunur. Bunlar kendi başına bulunur ve on üç tubulin şeridinden oluşurlar.
-Her bir tubulinin üst tarafında on tane kısa çıkıntı, alt tarafında da on tane girinti vardır. Bu girinti ve çıkıntılar birbirinin içine geçebilecek şekilde uyumlu yaratılmıştır. Böylece çok sağlam bir yapı oluştururlar. Çok özel bir tasarıma sahip olan bu girinti ve çıkıntılardaki en ufak bir bozukluk hücrenin yapısına zarar verecektir.
Bunlar tüycüklerdeki detayların çok kısa bir özetidir. Bu parçacıklar tek bir tüycüğe aittir ve tek hedefleri vücudunuzdaki trilyonlarca hücreden bir tanesini hareket ettirmektir. Bugüne kadar yaşamış olan ve halen yaşayan tüm insanların solunum hücrelerinin her birinde böyle kapsamlı bir sistem vardır. Üstelik bu kompleks ve birçok parçadan oluşan sistem, gözle dahi göremeyeceğimiz kadar küçük hücrenin içindeki bir tüycüğün daha da alt yapılarıdır.
Kısacası Allah, bizim gözle göremeyeceğimiz kadar küçük bir yere, son derece sistemli ve kompleks bir mekanizma yerleştirmiştir. Tesadüflerin, bir hücreyi hareket ettirmeyi düşünüp, böyle bir sistemi kurmaları ve bu kadar küçük bir alana sığdırmaları kesinlikle imkansızdır. Bu, ancak Allah'ın üstün ve sonsuz aklı, ilmi ve gücü ile mümkün olabilir.
Beyin hücrelerindeki tasarım yaratılışın delillerinden yalnızca bir tanesidir.
Kemikler, yoğun basınçla karşılaştıklarında, vücuttaki diğer kemiklere ve organlara zarar gelmemesi için ince kısımlarından kırılacak şekilde tasarlanmışlardır. Yoğun bir basınç ile karşı karşıya kalıp kırılan bir kemik içinse vücudun bir dizi önlem paketi vardır. Bu önlemlerden biri de kırılma esnasında, acıyı azaltmak için tasarlanmış endorfin salgısıdır.
Kırılma esnasında hırpalanan acı sinirleri, omurilik aracılığı ile beyne çok fazla sinyal yollar. Beyin hücreleri ise, ilk 10-15 dakika boyunca acı sinyallerini neredeyse sıfıra indiren morfin benzeri bir doğal anestezi maddesi olan endorfini salgılamaya başlar. Bu sayede yaralanan kişi, tehlike yerinden uzaklaşabilecek veya önlem alabilecek gücü kendinde bulabilir.
Şuursuz, bilgisiz, eli, gözü veya beyni olmayan hücreler, morfin etkisi olan endorfinin formülünü nereden öğrenmişlerdir? Endorfini ne zaman salgılamaları gerektiğini nasıl bilirler? Diğer zamanlarda salgılanmaması gerektiğine nasıl karar verirler?
Son derece ince bir plan üzerine inşa edilmiş insan vücudunda bu şekilde daha birçok şaşırtıcı ve mükemmel işlemler gerçekleşmektedir. Şuursuz hücrelere bu işlemleri gerçekleştirecek aklı veren ise yüce Allah'tır.
Mideden sindirilerek bağırsaklara gelen besin bulamacının içinde oldukça güçlü asitler bulunur. Bu asidik ortam onikiparmak bağırsağı için büyük bir tehlike oluşturur, çünkü bağırsağın mide gibi kendisini koruyabileceği özel bir tabakası yoktur.
O halde onikiparmak bağırsağı nasıl olup da asitlerden zarar görmemektedir?
Onikiparmak bağırsağına gelen besinlerin içindeki asit oranı tehlikeli bir noktaya ulaştığında, bağırsağın duvarındaki hücrelerden "sekretin" isimli bir hormon salgılanır. Sekretin hormonu kana karışarak pankreasa gelir ve pankreası uyarır. Pankreas ise onikiparmak bağırsağının karşı karşıya olduğu tehlikeyi gidermek için bikarbonat moleküllerini bu bölgeye gönderir. Bu moleküller sayesinde mide asidi etkisiz hale getirilir ve bağırsak korunmuş olur.
-Peki bağırsak hücreleri ihtiyaçları olan "bikarbonat moleküllerinin" pankreasta bulunduğunu nasıl bilmektedirler?
-Pankreas, onikiparmak bağırsağını tehdit eden asitleri etkisiz hale getirecek olan "bikarbonat molekülleri"nin oluşumunu sağlayan formülü nasıl bilmekte ve üretimini nasıl yapabilmektedir?
-Pankreas bağırsaktan gelen tehlike mesajını nasıl algılayabilmektedir?
Akıl sahibi her insanın da takdir edeceği gibi hücrelerin düşünmesi, irade sahibi olması ve kararlar vermesi, başka bir organın özelliklerinden haberdar olması ve formüller üretebilmesi kesinlikle mümkün değildir.
Hücreleri, sahip oldukları üstün özelliklerle yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah, insanlara kendi bedenlerinde yarattığı bu kusursuz işleyişle, kudretinin ve ilminin sonsuzluğunu göstermektedir.
Geleceğin bilgisayarlarını tasarlayan mühendisler insan genomunu "erişilmesi imkansız" bir tasarım olarak nitelendirmektedirler. Bunun nedenini anlamak için küçük bir karşılaştırma yapalım.
İnsan vücudundaki yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde yer alan DNA, o kimseye ait tüm özellikleri içeren bilgiyi depolamıştır. DNA akıl almaz derecede üstün bir tasarıma ve bilgi depolama kapasitesine sahiptir. Öyle ki 1 gram DNA molekülü, 1 trilyon CD'ye eşit bilgi barındırır.28 Bir tek CD'ye yüzlerce kitap dolusu bilginin sığdığı düşünülecek olursa 1 trilyon CD'lik bilgiyi barındıran DNA'nın kapasitesi daha iyi anlaşılabilir.
DNA'daki bilgi depolama sistemi, bilgisayar mühendislerinin henüz taklit etmeyi bile hayal edemedikleri kadar mükemmel bir yapıya sahiptir.
DNA molekülü, istisnasız her insanda ve her hayvanda ilk yaratıldıkları andan itibaren vardır. Bu hatırlandığında, ne kadar üstün bir yaratılışla yaratıldığımız açıkça ortaya çıkmaktadır.
Böyle küçük bir yerde, belli bir kod sistemiyle dizilmiş atomlarda, canlıların yapısına dair tüm bilgilerin saklı olması, her şeyin Yaratıcısı olan Allah'ın eşsiz gücünü ve sonsuz aklını göstermektedir.
Bir tahtayı delmek oldukça zordur. İnsan için teknik alet kullanmadan yapılamayacak bu işlemi küçük bir böcek bütün ömrü boyunca hiç zorlanmadan yapar. Gövdesinden daha uzun bir boruyu kafasında taşıyan palamut böceği, meşe ağacının palamut adlı tahtamsı meyvesine bağımlı yaşar. Böceğin kafasındaki bu borunun ucunda da minik fakat çok keskin bir testere dişi bulunur.
Palamut böceği yaşamının her aşamasında nasıl davranacağını bilir. Larva iken tam yapması gerekenleri yapar, erişkin iken bir ağacı delebileceğini bilir ve buraya yuva yapar. Böceğe bu özellikleri veren Rahman olan Allah'tır.
Böcek normal zamanda bu boruyu, yürümesine engel olmaması için, vücuduyla aynı doğrultuda tutar. Bir palamutun üzerine geldiğinde ise, boruyu ona doğru eğer. Bu haliyle tam bir sondaj makinesine benzemektedir. Borusunun testereye benzeyen ucunu palamuta dayar. Hareketli kafasını bir sağa bir sola döndürerek boruyu oynatır ve palamutu delmeye başlar. Böceğin kafası bu iş için ideal bir tasarıma sahiptir ve olağanüstü bir hareket serbestliği gösterir.
Böcek bu şekilde sondaj yaparken bir yandan da borusu aracılığıyla palamut içindeki meyveyi yiyerek beslenir. Ancak meyvenin büyük bölümüne dokunmaz; bunu yeni doğacak yavrusu için saklamaktadır. Delme işlemi tamamlandığında, böcek açılan delikten içeri bir tane yumurta bırakır. Yumurta, annesinin palamut içinde açtığı kanalın içine yerleştikten sonra larva halini alır. Larva palamutu yemeye başlar. Yedikçe büyür, büyüdükçe de daha çok yer. Larva ne kadar çok yerse, palamut içinde gelişmek için kendine o kadar çok yer açmış olur.
Bu durum, palamut bağlı olduğu daldan düşene kadar devam eder. Palamutun yere düşerken çıkan çarpma sesi ve sarsıntı, larvaya artık dışarı çıkma zamanının geldiğini haber verir. Güçlü dişleri sayesinde, daha önceden annesinin açtığı deliği büyütür ve delikten dışarı çıkar. Larvanın bundan sonraki ilk işi kendini yerin 25-30 cm kadar altına gömmektir. Burada "pupa" evresini geçirecek ve bir ile beş yıl boyunca bekleyecektir. Tam bir yetişkin olup toprak üzerine çıktığında ise, bu kez o palamutlara sondaj yapmaya başlar. Pupa süresindeki farklılık, yeni sürgündeki palamutların olgunlaşmasına bağlı olarak değişmektedir.29
Palamut böceğinin bu ilginç hayatı, evrim teorisini çürüten ve Allah'ın canlıları ne denli kusursuz tasarımlarla yarattığını gösteren delillerden biridir. Dikkat edilirse, böceğin her türlü mekanizması belirli bir plan üzere tasarlanmıştır. Sondaj borusu, bu borunun ucundaki kesici dişler, borunun kullanılmasını sağlayan oynak kafa yapısı, tüm bunlar rastlantılarla ya da "doğal seleksiyonla" açıklanamaz. Sahip olduğu uzun boru, sondaj işini kusursuzca başarmadığı sürece, hayvan için bir ayakbağından ve dolayısıyla dezavantajdan başka bir şey olmayacaktır. Bu yüzden "aşama aşama" geliştiği iddia edilemez.
Larvanın palamut kabuğunu parçalayacak güçlü dişlere sahip olması, dışarı çıktığı anda toprağın derinliklerine girmesi gerektiğini "bilmesi" ve burada beklemek için de "sabretmesi" zorunludur. Aksi halde canlı neslini sürdüremeyecek ve yok olacaktır. Tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz ve bu küçük canlının çok üstün bir akıl gösterisiyle yaratıldığını ortaya koyar.
Allah bu küçük canlıyı kusursuz organlar ve kusursuz içgüdülerle yaratmıştır. Çünkü O, "Kusursuzca yaratan"dır. (Bakara Suresi, 54)
Bir canlının hareket yeteneği yoksa ve etobursa nasıl beslenir? Bu soruya en güzel cevap olarak bir su bitkisini örnek verebiliriz.
Torbaotu avlanmak için kese biçiminde kapanlar kullanır. Yukarıda görülen bu kapanların üzerine dokunmaya karşı çok duyarlı tüyler yerleştirilmiştir. Allah'ın bir su bitkisinde benzersiz olarak yarattığı bu özel mekanizma doğadaki sayısız iman hakikatinden yalnızca bir tanesidir.
Bilim dünyasında Utricularia adıyla bilinen torbaotu bir su bitkisidir. Torbaotunun kese biçimindeki kapanlarında üç tip salgı bezi bulunur: Bunlardan ilki olan küresel salgı bezleri, kapanın dış yüzünde yer alır. Diğer iki tip salgı bezi, yani "dört kollu salgı bezleri" ve "iki kollu salgı bezleri" ise kapanın iç yüzünde yer alır. Bu farklı salgı bezleri, çok ilginç bir tuzağı aşamalı olarak çalıştırır. Öncelikle iç yüzeydeki salgı bezleri devreye girer. Bu bezlerin üzerindeki tüyler, suyu torbaotunun dışına doğru pompalar. Böylelikle torbaotunun içinde, önemli bir boşluk meydana gelir. Bu boşluğun ağzında ise, deniz suyunun tekrar içeri girmesini engelleyen bir kapan vardır.
Bu kapanın üzerinde bulunan tüyler ise, dokunmaya karşı oldukça duyarlıdır. Sudaki bir böcek veya organizma bu tüylere değecek olursa, kapan hızla açılır. Doğal olarak da içi boş olan torbaotuna doğru ani bir su akımı oluşur. Bu akıntıya kapılan kurban daha ne olduğunu anlamadan kapan kapanır. Saniyenin binde biri kadar kısa süren bu olaydan hemen sonra da, salgı bezleri içeride hapsolan avı sindirmek üzere salgı üretmeye başlar.30
Her torbaotu bu mükemmel tasarıma sahiptir. Aynı salgı bezleri tümünün kapanlarının iç yüzünde yer alır. Kapanların üzerindeki tüyler de aynı duyarlılıktadır. Bu mekanizma nasıl ortaya çıkmıştır? Nasıl olup da bu tür su bitkilerinin tümünde aynı özellikler olmaktadır?
Evrim savunucuları canlılardaki bu gibi özelliklere tesadüfler ile açıklama getirmeye çalışırlar. Ancak bu tasarım tek bir gerçeğe işaret etmektedir. Canlılar vücutlarındaki tasarımlara sahip olarak bir anda ortaya çıkmışlardır. Tüm canlıları bu özelliklere sahip olarak yaratan yüce Allah'tır.
Beyaz köpek balıkları avlarını gözleri ile takip ederek yakalar. Sıcak mercan kayalıklarında gezindiklerinde bu canlılar için hiçbir sorun yoktur. Avlarını kolaylıkla görürler. Ancak serin okyanuslarda gezindiklerinde beyaz köpek balıklarının soğuktan görüş yeteneklerinin etkilenmesi gerekmektedir.
Normal şartlar altında soğuk suyun etkisiyle kimyasal işlemler yavaşlayacağı için hayvanın gözlerinin hızla hareket eden avını takip etmede çok ağır kalması gerekmektedir. Ancak köpek balığı hiçbir zaman böyle bir problem yaşamaz. Çünkü beyaz köpek balıklarının gözleri kendileri gibi soğukkanlı değildir. Bu köpek balığı türünde vücut kaslarının ısısı direkt olarak gözlere aktarılır. Bu sayede en hızlı hareket eden balıkları hatta fok balıklarını bile rahatlıkla yakalayabilirler.31
Peki görme duyuları, suyun içindeki hareketleri takip edemeyecek kadar zayıf olan diğer tür köpek balıkları nasıl avlanırlar?
Bu sorunun cevabı köpek balıklarının mükemmel yaratılışlarını bize tanıtır.
Bütün canlılar ısı dışında elektrik de yayarlar. Karada yaşayan bir canlının bu akımları hissetmesi zordur çünkü hava bir yalıtkan görevi görür. Ancak suyun içerisinde durum farklıdır. Elektrik doğal bir iletken olan suyun içerisine akar. Dolayısıyla bu elektriği hissedebilen bir canlı son derece etkili bir duyuya da sahip olmuş olur. İşte köpek balıkları da bu avantaja sahip olan canlılardandır. Öyle ki sudaki tüm titreşimleri, suyun ısısındaki değişimleri, tuzluluk oranını ve özellikle de hareket halindeki canlıların yol açtığı elektrik alanındaki küçük değişiklikleri bile hissedebilirler.32
Köpek balıklarının vücutlarında, içi jöle dolu çok sayıda oluk mevcuttur. Bu oluklar yoğun olarak köpek balığının kafasında yerleştirilmiş olmasına karşın, balığın tüm vücudu boyunca da dağılmıştır. "Lorenzini ampülleri" olarak adlandırılan bu özel organlar, mükemmel birer elektrik algılayıcısıdır. Köpek balıkları ve vatozlar bu algılayıcılarını kullanarak avlarını bulurlar. Bu organlar, başın ve hayvanın yüzündeki sivri kısmın üstünde bulunan gözeneklere bağlıdırlar. Ve elektrik algılayıcısı (elektroreseptör) olarak son derece hassastırlar. Öyle ki köpek balıkları, bir voltun 20 milyarda biri büyüklüğündeki akımları bile hissedebilirler.
Köpek balıklarının denizlerde yaşamasını sağlayan sistemler bir iman hakikatidir. Ancak milyonlarca yıl öncesine ait köpek balığı fosilleri de (sağdaki resim) birer iman hakikatidir. Bir canlının milyonlarca yıl öncesinde de günümüzdeki örnekleriyle aynı özelliklere sahip olması evrimin olmadığının, bu canlının bir anda ortaya çıktığının kanıtlarındandır. Bu durum bize köpek balıklarını yaratanın canlı cansız bütün varlıkları yaratan Allah olduğunu gösterir. |
Bu muazzam bir güçtür. Evinizdeki kalem pilleri düşünün. İşte 1.5 voltluk bu pillerden iki tanesini birbirinden 3000 kilometre uzağa koyduğumuzda köpek balıkları bu pillerin yaydığı akımı hissedeceklerdir.33
Buraya kadar verilen tüm bilgiler, köpek balıklarının olağanüstü derecede kompleks vücut sistemlerine sahip olduklarını göstermektedir. Köpek balıklarındaki sistem ve organların pek çoğu birbirine bağlı çalışmaktadır. Biri olmadan diğeri fonksiyonlarını yerine getiremez. Örneğin elektrik akımlarını algılayan sistemin parçalarından tek biri bile olmasa ya da herhangi bir sakatlık olsa, Lorenzini ampülleri hiçbir işe yaramaz.
Bu açık gerçeğe rağmen evrim teorisine göre; ilk ortaya çıkan köpek balıklarının yani "ilkel köpek balıklarının" bugünküler gibi elektrik algılayıcılarının olmadığının, ancak zaman içinde bu mükemmel sistemin bir şekilde oluştuğunun kabul edilmesi gerekir. Ancak böyle bir kabulün mantıksızlığı çok açıktır. Çünkü köpek balıklarının bu sistem olmadan yaşaması mümkün değildir. Ayrıca böyle kompleks bir sistemin zamanla oluşamayacağı da ortadadır. Vücut kaslarının ısısını direkt olarak gözlere aktaracak, elektrik dalgalarını muazzam bir hassasiyetle fark edecek bu sistemler bir bütün olarak ortaya çıkmak zorundadırlar.
Dolayısıyla bu sistemin evrimcilerin iddia ettikleri gibi "aşama aşama" gelişmesi mümkün değildir. Ara aşamaların hiçbiri herhangi bir işe yaramayacaktır. Nitekim fosil kayıtları da bu gerçeği doğrulamaktadır. Milyonlarca yıl öncesine ait köpek balığı fosilleri ile günümüzde yaşayan köpek balıkları arasında hiçbir farklılık yoktur.
Lorenzini ampulleri köpek balıklarının sahip oldukları özelliklerden yalnızca biridir. Köpek balıkları gerek solunum sistemleri, gerek yollarını bulmalarını sağlayan manyetik alıcıları, gerekse hızlı yüzme yetenekleri ile birer yaratılış mucizesidirler. Allah bütün canlıları olduğu gibi köpek balıklarını da eksiksiz bir şekilde yaratmıştır.
Bu gibi bilgiler Allah'ın yarattığı güzellikleri düşünmek için birer vesiledir. Düşünen insanlar içinse de hayvanlarda büyük ibretler vardır. Allah bu gerçeği ayetlerinde şöyle bildirmiştir:
Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… (Nahl Suresi, 65-66)
Modern çağın ordularının kullandığı AWACS uçakları saldırı anını ve yönünü önceden bilecek şekilde tasarlanmıştır. AWACS'lar yüz milyonlarca dolar harcanarak kurulan tesislerde, yüzlerce bilim adamı ve mühendisin ortaklaşa yürüttükleri çalışmaların ürünüdür. Bu uçaklar üzerlerindeki dev radarı ve karmaşık bilgisayar sistemlerini kullanarak kendilerinden çok uzaklardaki düşmanın faaliyetlerini gözetleyebilir.
Doğadaki canlılardan biri de, tüm yaşamı boyunca AWACS ile kıyaslanabilecek üstünlükte bir beceriyi ortaya koyar. Bu canlılar birkaç gramlık, 2-2.5 cm'lik güvelerdir.
Bazı güve türleri tıpkı AWACS uçaklarındaki gibi bir "erken uyarı" sistemi ile donatılmışlardır. Bu güveler kanatlarının altındaki kulakları sayesinde, düşmanları olan yarasanın yaydığı ses dalgalarını 100 m uzaktan bile duyabilirler. Böylece düşmanlarının koordinatlarını ve kendilerini hedef alan bir saldırıya başlayıp başlamadıklarını belirleyebilirler.
Tonlarca ağırlıkta bir uçak ile küçücük bir güvedeki teknoloji karşılaştırıldığında, güvelerdeki yaratılış mucizesi açıkça görülür.
Bir yanda 150 ton ağırlığında, kanat açıklığı 40 m'yi, boyu ise 44 m'yi bulan AWACS uçağı, diğer yanda birkaç gram ağırlığında kanat açıklığı da 2.5 cm olan 2 cm. boyundaki güve…
İkisi de aynı teknolojik özellikte. Üstelik AWACS'ın uçması için 9.5 ton uçak benzini gerekirken, güvenin bu iş için birkaç miligram bitki öz suyu alması yeterli… AWACS'ın radarının ve bilgisayarlarının işlemesi için kilometrelerce kablo kullanılırken, güvenin mükemmel algılama sistemi için sadece iki kısa sinir lifi yeterli…
İnsanlığın yüzlerce yıllık bilimsel birikiminin, tonlarca ağırlıktaki uçaklara ancak sığdırabildiği erken uyarı sistemleri, birkaç gramlık güvenin kanatları altında kibrit ucu kadar bir alanda gerçekleştiriliyor.
İnsanların tüm imkanlarını seferber etmesine karşın, benzerini bile yapmakta zorlandıkları böyle mucizevi bir sistem, küçücük bir güvenin bedeninde kusursuzca yaratılmıştır. Her şeyin Yaratıcısı olan Allah bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarıdır. Rabbimizin Melik sıfatı bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Hak melik olan Allah pek yücedir, O'ndan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Mü'minun Suresi, 116)
Ormia Ochracea isimli sinek, yumurtalarını cırcır böceğinin üzerine bırakır ve yumurtalardan çıkan larvalar cırcır böceği ile beslenirler. Ormanın içinde bir cırcır böceğinin yerini bulmak ise oldukça zordur. Ama Ormia sineği, bu iş için özel tasarlanmış hassas kulakları sayesinde, böceğin yerini kolayca bulabilir.
işitme aleti ve sinek
İnsan beyninde de sesin yerini tespit için aynı yöntem kullanılır. Bunun için, sesin önce yakındaki kulağa, daha sonra uzakta kalan kulağa ulaşması yeterlidir. Sesin iki ayrı kulağa kaç milisaniye farkla ulaştığını hesaplayan beyin, böylece sesin geldiği yönü saptar. İnsanda bu hesaplama 10 milisaniyede sonuçlanmaktadır. Oysa Ormia sineği, aynı hesabı toplu iğne başı büyüklüğündeki beyniyle üstelik insandan 1.000 kat daha hızlı bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.34
Doğadaki tasarımlar insan için her zaman tükenmez bir ilham kaynağı olmuştur. Modern teknolojik ürünlerin büyük bölümü doğadaki tasarımların taklididir. Milyonlarca yıldır kusursuz bir şekilde işleyen sistemleri taklit etmek şüphesiz tasarımcıların işini oldukça kolaylaştırır. Sineğin kulağındaki bu mükemmel tasarım da, günümüzde Ormiafon adı altında, işitme aleti ve dinleme cihazlarının yapımında taklit edilmeye çalışılmaktadır.
İnsanın sadece kopya edebildiği bu gibi tasarımlar örneksiz yaratma gücünün sadece Allah'a ait olduğunu kanıtlar.
Kelebekleri, özel bir soğutma sistemiyle birlikte yaratan Allah'tır. Aynı teknolojinin fazla ısınan bilgisayar çiplerine uyarlanması için çalışılmaktadır.
Kelebek kanatlarındaki mükemmel tasarım bir mucizeyi de beraberinde taşıyor. ABD'de Tufts Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma kelebeğin kanatlarında özel bir soğutma sistemi olduğunu ortaya çıkardı. Kelebekler soğukkanlı canlılar oldukları için vücut ısıları devamlı olarak düzenlenmek zorundadır. Bu, çok büyük bir problemdir. Çünkü böcek uçarken kanatlarda yüksek derecede ısı oluşur. Çözüm ise, kanın kanatlardaki çok ince film yapıların içinden geçirilmesi ile sağlanır. Kelebeğin vücudunda oluşan fazla ısı, kanatlardaki ince damarlarda kanın dolaşmasıyla birlikte dışarı atılır.
Kelebeklerdeki bu özel soğutma sistemi bilgisayar çiplerindeki sistem ile karşılaştırılmış ve çok üstün bir performansa sahip olduğu görülmüştür.
Bilgisayar çipi teknolojisi geliştikçe ortaya çıkan ısı problemi de büyümektedir. Daha hızlı çipler, daha fazla ısı anlamına gelmektedir. Bu ısının giderilmesi problemi çip üreticilerinin gündemini oluşturmaktadır. Bu konuda yürütülen çalışmalar sonucunda kelebek kanatlarındaki teknolojinin 2 yıl içinde üretime girmesi planlanmaktadır.
Bilim adamları doğadaki canlıları örnek alarak tasarımlar yapmaktadırlar. Kısacası canlılardaki benzersiz sistemler, teknolojinin gelişmesinde ve yeni çözümler bulmasında yol gösterici olmaktadır.
Amerikan Hava Kuvvetleri'nin "Hayalet Uçak Projesi" dahilinde yürütmekte olduğu araştırmalar baykuşlardaki benzersiz kanat tasarımını ortaya çıkardı.
Baykuşlar gecenin sessizliğinde avlarına fark ettirmeden yaklaşabilirler. Bu avantajı onlara sağlayan, kanatlarındaki özel tasarımdır. Diğer kuş türlerinin kanatlarındaki tüy yapısı keskin kenarlıdır. Baykuş tüyleri ise bunun tam tersine ince ama keskin olmayan bir tasarıma sahiptir. Bu özel tasarım gece avlanan bu hayvana uçuş sırasında tam bir sessizlik sağlamaktadır.
Baykuşların sessiz uçuşları hayalet uçaklarda taklit edilmeye çalışılıyor.
NASA Langley Araştırma Merkezi'ndeki bilim adamlarının yaptıkları açıklamalara göre, baykuşun yumuşak kenarlı tüylere sahip kanatları, hava türbülansını yani gürültüyü engelliyor. Askeri tasarımcılar, baykuş kanatlarını taklit ederek, hayalet uçakları gökyüzünde daha gizli uçurabilmenin yollarını arıyorlar.
Hepsi birer iman hakikati olan bu gibi tasarım örneklerini araştıran bilim adamları, Allah'ın yaratma sanatındaki benzersizliği ortaya koyuyorlar.
Çoğu bitki türü, tırtıl saldırısına uğradığında, korunmak amacıyla uçucu organik kimyasallar salgılar. Bu kimyasallar sayesinde saldırgan tırtılların düşmanı olan avcı böcekler bölgeye gelir ve tırtılları yiyerek bitkiyi korurlar.
Tütün bitkisi, Manduca güvesininin (sol altta) bıraktığı tırtıllardan (üstte) kurtulmak için başka bir böceği yardıma çağırır.
Örneğin, ABD'nin Utah eyaletinde yetişen bir tütün bitkisinin yaprakları, Manduca güvesinin tırtılı tarafından sıklıkla saldırıya uğrar. Tütün bitkisi yapraklarını yiyen tırtılın salyasını "analiz eder" ve zarar gördüğünü "anlar". Hemen savunma sistemini "devreye sokar" ve uçucu organik kimyasallar salgılamaya başlar. Tütün bitkisinin salgıladığı uçucu kimyasallar sayesinde Geocoris böceği hemen yardıma gelir ve tırtıl yumurtalarını yiyerek zararlıların sayısının artmasını engeller.
Böylece ekine zarar veren tırtıllar dolaylı bir strateji ve üstün bir akıl sayesinde imha edilmiş olur. Peki ama, -Bitki zarar gördüğünü nasıl algılayabilmektedir?
-Bitki tırtılın salyasını nasıl tahlil edebilmekte ve kendisini korumak için hangi böceğe ihtiyacı olduğunu nereden bilmektedir?
-Bitki kendisine yardım edecek olan Geocoris böceğinin ilgisini çekmek için uçucu özellikte kimyasal maddeyi nasıl üretebilmektedir?
Şüphesiz bir bitkinin kendisini düşmanlarından korumak için böylesine akılcı bir stratejiyi oluşturması mümkün değildir.
Bitkiyi kusursuz özelliklerle yaratan ve kendisini korumak için neler yapması gerektiğini bitkiye ilham eden alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Yukarıda birkaç örneğini saydığımız iman hakikatlerinde de gördüğümüz gibi Allah'ın yarattıkları üzerindeki üstün güç ve ilminin tecellileri açıktır. Bu iman hakikatlerini okuyan hiçbir vicdanlı insan, bunların tesadüfen ya da kendiliğinden oluştuğunu iddia edemez.
Bu örnekler gibi evrende, gökyüzünden bitkilere, insan hücresinden hayvanların ustaca yaptıkları yapılara kadar milyarlarca iman hakikati vardır. Bu nedenle iman hakikatlerine her yerde her an rastlamak mümkündür. Aslında sürekli olarak iman hakikatleriyle çevrili yaşadığımızı söylemek daha doğru olur. Allah kullarının bedenlerini her an varlığını hatırlatan iman delilleriyle yaratmıştır.
Bu durumda bile kimi insanların hala inkar ediyor olmaları, gözlerini kör eden, akıllarını örten gafleti ve bu gafletin büyüklüğünü göstermektedir. Allah Kuran'da bu insanların durumunu şöyle haber verir:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir?" Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz?" (Yunus Suresi, 31-32)
Açık bir şuura ve görebilen gözlere sahip bir insan ise, Allah'ın delillerinden asla yüz çevirip, inkar etmez.
27- Prof. Dr. Engin Gözükara, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Ana Bilim Dalı Bşk., Biyokimya, Nobel Tıp Kitabevleri, 1997, Üçüncü Baskı, s. 579-580
28- Fenella Saunders, Gene-ius Computer, Discover, cilt 21, no. 4, Nisan 2000
29- Mark W. Moffet, "Life in a Nutshell", National Geographic, Temmuz 1989, s. 783-788
30- Stanley Taylor, "Life Underwater" Botanic, sayı 83, Şubat 1988, s. 24.
31- John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Published by BBC Worldwide Ltd., London 1999, s. 146
32- Marie-Sophie Germain, Science et Vie, No: 966, Mart 1998, s. 85-89
33- John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Published by BBC Worldwide Ltd., London 1999, s. 17.