Doğumumuzdan itibaren beş duyumuza bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın, duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini hiç düşünmemişizdir.
İnsanın hayatına dair bildiği herşey gözleriyle gördükleri, kulaklarıyla duydukları, elleriyle dokunduklarından, kısacası duyu organlarıyla algıladıklarından oluşur. Yani insan daima kendi "kişisel dünyasında" yaşar. Uzaydaki yıldızlar, üzerinde yaşadığımız dünya, dünyayı dolduran milyarlarca insan, çevremizde gördüğümüz her canlı, evimiz, evimizin içindeki eşyalarımız, şu an üzerinde oturduğumuz koltuk, elimizde tuttuğumuz kitap ve daha milyonlarca detayla şimdiye kadar binlerce kez karşılaşmışızdır. Ancak bunların hepsi, yine bizim "kişisel dünyamıza" ait hislerdir. Hiçbir insan, şimdiye kadar kendi seyrettiği bu dünyanın dışına çıkamamıştır. İnsan ne yaparsa yapsın, tüm yaşantısının ve bedeninin bir hayal olduğu, bunların asılları ile muhatap olmadığı gerçeğini değiştiremeyecektir...
Yanda filmden gördüğünüz kareler, Neo'nun, Matrix'in ne olduğunu öğrenmek için Morpheus'la yaptığı görüşmeye aittir. Morpheus bu konuşma esnasında, Neo'ya Matrix'in ne olduğunu tarif ederken, bu sistemden "gerçeği görmesini engelleyen bir perde" olarak bahsetmektedir:
Morpheus : Neden burada olduğunu anlatayım. Bir şey bildiğin için buradasın. Bildiğini açıklayamıyorsun. Ama hissediyorsun. Hayatın boyunca hissettin. Dünyada ters giden bir şeyler var. Ne olduğunu anlamıyorsun, ama orada beyninde kıymık gibi seni çıldırtan birşey. Seni bana getiren şey bu duyguydu. Neden söz ettiğimi biliyor musun?
Neo : Matrix mi?
Morpheus : Ne olduğunu öğrenmek ister misin? Matrix her yerde. Etrafımızda. Şu anda, bu odada. Pencereden dışarı baktığında görürsün ya da televizyonu açtığında. İşe gittiğinde hissedersin... Vergi öderken. Gerçeği görmemen için dünya, bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.
Filmin kahramanı Neo, gerçeği öğrenmek üzere, bulunduğu kapsülden çıkarılıp uyandırılana kadar, kendisine gösterilen hayali dünyanın farkında değildir. Çünkü hayatının her anında bu sistemle iç içe yaşamış ve çevresindeki tüm insanlardan bu hayatın gerçek olduğu telkinini almıştır. Bu nedenle Neo'nun ikna edilmesi, o ana kadar gerçek zannederek yaşadığı hayatının bir hayalden ibaret olduğunu kavraması vakit almıştır.
Bu durum günümüzde maddenin aslı konusunda bilgilendirilen bir kısım kimseler için de geçerlidir. Maddenin mutlak varlığına inanan ve gördüklerinin dış dünyadaki asılları ile muhatap olduğuna emin olan kimseler birtakım mantıksız itirazlara yönelmektedirler. Ancak burada anlatılanlar, -kim ne kadar itiraz ederse etsin- tıpkı bir fizik kanunu veya bir kimya formülü kadar kesin gerçeklerdir.
Matrix filminin yukarıdaki görüntüleri ile benzerlik içinde olan izahlarımızdan bir kısmı şöyledir:
Dünyada yaşadığımız hayatın birer parçası olan tüm olaylar, insanlar, binalar, şehirler, arabalar, mevkiler, kısacası hayatımız boyunca gördüğümüz, tuttuğumuz, dokunduğumuz, kokladığımız, tattığımız, dinlediğimiz herşey, gerçekte beynimizde oluşan görüntü ve hislerdir.
Biz, bize verilen telkinle bunların, beynimizin dışındaki bir dünyada sabit olduklarını, her birinin maddesel varlıklar olduklarını ve bizim bu nedenle bunların asıllarını gördüğümüzü, hissettiğimizi zannederiz. Oysa, biz hiçbir varlığın aslını asla göremeyiz ve bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız. Kısacası bizim hayatımız boyunca madde sandığımız herşey aslında bir hayal olarak beynimizde meydana gelen görüntülerden oluşmaktadır. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 8)
Eğer dikkatlice düşünürseniz, gören, işiten, dokunan, düşünen ve şu anda bu kitabı okuyan akıllı varlığın, sadece bir ruh olduğunu ve sanki bir tür perde üzerinde "madde" denen algıları seyrettiğini hissedebilirsiniz. Bunu kavrayan insan, insanlığın büyük bölümünü aldatan maddi dünya boyutundan uzaklaşıp, gerçek varlık boyutuna girmiş olur… (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 46)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, hayatımız boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle gördüğümüzü zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan pencerelerimizdir" diye biliriz. Oysa, görmenin bilimsel açıklamasına göre gerçek böyle değildir; çünkü biz gözlerimizle görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca sinir hücremiz, sadece "görme olayının" gerçekleşmesi için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler.
Matrix adlı filmde de başrol oyuncusu, gerçekte kablolarla makineye bağlı olduğu ve gözleri kapalı olarak bir koltukta yattığı halde, çok canlı bir hayat yaşadığı hissine kapılmaktadır. Ancak o ana kadar gördüğü tüm rengarenk, aydınlık, canlı görüntüler, kendisine fiziksel bir gözün varlığına ihtiyaç duymadan gösterilmiştir. Aynı şekilde koştuğunu, hareket ettiğini, kavga ettiğini zannettiği görüntüleri de, kaslarını kullanmadan bir koltukta yatarken sadece izlemiştir.
Filmin kahramanı gerçek hayata dönüp gerçek zannettiği şeyleri, aslında hayali bir dünyanın içinde yaşadığını anladığında ise çok şaşırmıştır. O güne kadar cam bir fanusun içinde, beynine verilen elektrik sinyallerinden oluşan hayali bir dünyada yaşadığı halde, kendisini bir bilgisayar programcısı zannetmekte ve yandaki resimde görülen mekanda uyumaktadır. Yani hayatı sandığı herşey gerçekte bir hayaldir.
Neo : Ne yapıyorsun?
Morpheus : Kasların çöktü onları yeniden çalıştırıyoruz.
Neo : Gözlerim neden acıyor?
Morpheus : Onları hiç kullanmadın. Dinlen Neo. Yanıtlar geliyor.
Yukarıdaki konuşmalardan anlaşıldığı üzere, Neo gözlerini ya da vücut kaslarını kullanmadan kendisine beynine iletilen yapay sinyallerle gerçek bir hayat yaşadığı izlenimi edinmiştir. Gözlerini hiç kullanmadığı halde son derece renkli, aydınlık ve canlı bir dünya ile muhatap olmuş; aynı şekilde kaslarını kullanmadığı halde hayatı boyunca kendini hareket halinde hissetmiştir.
Buradaki durum her insan için de benzerdir. Örneğin bir kişi markette alışveriş yapan insanlara baktığında, bu insanları ve marketi gözleriyle görmez; çünkü bu manzaraya ait görüntü gözünün önünde değil, beyninin arka tarafında oluşur. Dolayısıyla göze ihtiyaç duymaksızın, beyninin ilgili bölgesine gönderilen yapay sinyallerle de aynı görüntüyü görmesi mümkün olabilecektir.
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. |
---|
|
Filmin yukarıdaki kareleri ile paralel olarak, kitaplarımızda yer alan ifadelerden bir kısmı şöyledir:
Odanızın penceresinden dışarıdaki manzarayı seyrettiğinizde, hayatınız boyunca aldığınız telkinden dolayı, bu manzarayı gözlerinizle gördüğünüzü zannedersiniz. Oysa gerçek böyle değildir. Çünkü siz gözlerinizle dışarıdaki bir manzarayı görmezsiniz. Siz, beyninizin içinde oluşan manzaraya ait görüntüyü görürsünüz. Bu bir tahmin ya da bir felsefe değil, bilimsel bir gerçektir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 10)
Bilindiği gibi, gözümüzdeki hücrelerden gelen elektrik sinyalleri, beynimizde görüntüye çevrilir. Örneğin, beyin, görme merkezine gelen bazı elektrik sinyallerini bir ayçiçeği tarlası olarak yorumlar. Öyle ise gören göz değildir.
Peki, gören gözlerimiz değilse, beynin arka kısmında, kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak gören, bu gördüğü manzaradan zevk alan kimdir?
… beynin içinde oluşan bu görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan, merak eden kimdir? Tüm gördüklerini ve hissettiklerini yorumlayacak bilinç kime aittir?
Hayatı boyunca, kapkaranlık, sessiz kafatasının içinde kendisine gösterilen görüntüleri izleyen, düşünen, sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi varlık kimdir?
Bütün bunları algılayan, bilinci meydana getiren varlığın, şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır. Beynin ötesinde, çok daha farklı bir varlık olmalıdır.
… Beyninin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içinde duyduğu sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan ve "ben benim" diyen bu varlık Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 79-80)
Tat alma algısı da diğer duyu organlarına benzer şekilde açıklanabilir. İnsan dilinin ön tarafında dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, peyniri, portakalı ya da sevdiğiniz bir yemeği yediğinizde aldığınız tat, gerçekte elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır.
Matrix filminde de bu gerçek yemek masasındaki konuşmalar esnasında şöyle yorumlanmıştır:
Tank : Haydi dostum. Şampiyonların kahvaltısı. (Neo'ya lapa benzeri bir yemek ikram ediliyor.)
Mouse : Gözlerini kapatırsan yumurta yediğin izlenimine kapılırsın... Bana neyi hatırlattı biliyor musun? Leziz buğday. Hiç leziz buğday yedin mi?
Switch : Hayır, ama aslında sen de yemedin.
Mouse : Demek istediğim de bu. Makinelerin leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde herşeyin tadı var.
Dozer : Yediğim şey sentetik aminoasitler, vitaminler, minerallerle birleştirilmiş. Vücudun ihtiyacı olan herşey.
Filmin bir başka sahnesinde ise, gerçekleri -Matrix adlı sistemin kendilerine hayali bir dünya yaşattığını- bilen karakterlerden biri, yediği yemeği şöyle tarif etmektedir:
Mr. Reagan : Biliyor musunuz bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Bunu ağzıma koyduğumda Matrix'in beynime bunun sulu ve lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum...
Yukarıdaki karelerde açıklama yapan kişi, tüm hayatının kendisine bir bilgisayar programı tarafından gerçekmiş gibi gösterildiğini bilmektedir. Bu nedenle yediği bifteğin lezzetinin gerçekte var olmadığını, bunu sadece beyninde algıladığını söylemekte, ancak yine de bu lezzetten gerçekmiş gibi zevk aldığını belirtmektedir. Bu konuşmalara ilişkin kitaplarımızda yer verilen açıklamalardan bir kısmı şöyledir:
Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına "madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir. Örneğin meyve yiyen biri, aslında meyvenin beynindeki algısıyla muhataptır, aslıyla değil. Kişinin "meyve" diye nitelendirdiği şey, meyvenin biçimi, tadı, kokusu ve sertliğine ait elektriksel bilginin beyinde algılanmasından ibarettir. Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz, meyve görüntüsü de bir anda yok olur. Veya burundaki algılayıcılardan beyne uzanan sinirdeki bir kopukluk, koku algınızı tamamen ortadan kaldırır. Çünkü meyve, birtakım elektrik sinyallerini beynin yorumlamasından başka bir şey değildir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 203-204; Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 24)
Beyninizde oluşan bir pasta görüntüsüne beyninizde oluşan şeker tadı eklenir ve pasta hakkında herşey sevdiğiniz hale gelir. Siz iştahla pastanızı yediğinizde aldığınız tat, aslında elektrik sinyallerinin beyninizde meydana getirdiği bir etkiden başka bir şey değildir. Beyniniz dışarıdan gelen uyarıları nasıl yorumlarsa siz ancak onu bilirsiniz. Yoksa dışarıdaki nesneye asla ulaşamazsınız; örneğin çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Ya da beyninize giden tat alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi bir şeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz, tat duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Aldığınız tatların olağanüstü gerçekçi olması üstelik bunlara ait görüntüleri de seyrediyor olmanız sizi kesinlikle aldatmasın. Konunun bilimsel açıklaması bu şekildedir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 40)
Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Çünkü nanenin aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne aslının kokusunu veya tadını alabilir. Sonuç olarak, biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 46)
... Bir çikolatayı ya da sevdiğiniz bir meyveyi yediğinizde aldığınız tat, elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. Dışarıdaki nesneye ise asla ulaşamazsınız; çikolatanın kendisini göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Örneğin, beyninize giden tad alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi birşeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz; tad duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Bu noktada karşımıza bir gerçek daha çıkar: Bir yiyeceği tattığımızda bir başkasının o yiyecekten aldığı tadın veya bir sesi duyduğumuzda başka birisinin duyduğu sesin bizim algıladıklarımız ile aynı olduğundan emin olmamız mümkün değildir. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 202-203)
Çilek suyu içen bir kişinin beynine giden tat alma sinirleri kesilse, içtiği meyve suyunun tadını tamamen yitirecektir. |
Algıladığınız kokular da aslında uzak bir mesafeden size ulaşmaz. Koku alma merkezinizde oluşan etkileri, dışarıdaki maddelerin kokusu zannedersiniz. Oysa bir gülün görüntüsü nasıl ki görme merkezinizin içindeyse, o gülün kokusu da aynı şekilde koku alma merkezinizin içindedir. Dışarıda ne gülün ne de ona ait bir kokunun varlığını bilemezsiniz. Çünkü algılarımızın bize tanıttığı dış dünya aslında beynimize ulaşan "elektrik sinyalleri bütünü"nden başka bir şey değildir. Beynimiz hayatımız boyunca bu sinyalleri değerlendirir. Biz de maddenin "dışarıdaki" aslı ile muhatap olduğumuzu sanarak yanıldığımızın farkında olmadan bir ömür süreriz.
Matrix filminin bir sahnesinde de kokunun gerçekliğinden şüphe edilmekte, fakat bir yandan da algıdaki inandırıcılığa dikkat çekilmektedir.
Ajan : Ben buradan nefret ediyorum. Bu hayvanat bahçesinden, bu hapishaneden, bu gerçeklikten ya da her ne diyorsanız. Artık dayanamayacağım. En çok da koku, böyle bir şey varsa. Bunu fazlasıyla hissediyorum.
Filmdeki Matrix adlı bilgisayar sisteminde, "güvenlik sorumlusu ajan" karakterinin yukarıdaki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, diğer tüm algılarımız gibi kokunun da aslı olup olmadığını anlamamız mümkün değildir. Bu konu kitaplarımızda şöyle yer almıştır:
Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime girerler. Bu etkileşim beynimize elektrik sinyali olarak iletilir ve koku olarak algılanır. Sonuçta bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdığımız kokuların hepsi uçucu moleküllerin etkileşimlerinin elektrik sinyaline dönüştürüldükten sonra, beyindeki algılanış biçiminden başka bir şey değildir. Bir parfümü, bir çiçeği, sevdiğiniz bir yemeği, deniz kokusunu, hoşunuza giden ya da gitmeyen her türlü kokuyu beyninizde algılarsınız. Fakat koku molekülleri beyne hiçbir zaman ulaşamazlar. Ses ve görüntüde olduğu gibi beyninize ulaşan yalnızca elektrik sinyalleridir. Sonuç olarak, doğduğunuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğiniz kokular duyu organlarınız aracılığı ile hissettiğiniz elektrik uyarılarıdır. (Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 202)
... bir görüntünün zihnimizde oluşması için, dışarıda bir kaynak olmasına ihtiyaç yoktur. Aynı durum koku algısı için geçerlidir. Nasıl ki rüyanızda veya hayalinizde olmayan bir kokuyu duyabiliyorsanız, gerçek hayatta da kokusunu duyduğunuz nesnelerin dışınızda mevcut olup olmadıklarından emin olamazsınız. Dışınızda bu nesnelerin var olduğunu düşünseniz de, asla onların asılları ile muhatap olamazsınız. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 38)
İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama "uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek hayat" dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç kuşkulanmazlar. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz görüntüleri algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen aynıdır. Her ikisini de zihnimizde görürüz. Ve rüyalarımızdan uyandırılmadığımız sürece, onların bir hayal olduğunu anlamayız. Ancak uyandığımız zaman "demek ki gördüklerim bir rüyaymış" deriz.
Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır. |
---|
|
Doğduğumuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğimiz kokular, hep burnumuz aracılığı ile hissettiğimiz elektrik uyarılarıdır. |
Öyle ise şu anda gördüklerimizin bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Sadece henüz uyandırılmamış olduğumuz için, içinde bulunduğumuz anı gerçek zannediyor olamaz mıyız? Her gece gördüğümüz rüyalardan daha uzun süren bu rüyadan bir gün uyandırıldığımızda, bu gerçekle karşılaşacak olmamız pekala mümkündür. Ve bunun aksini ispatlayabileceğimiz hiçbir delilimiz yoktur.
Rüyada "elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz", ama gerçekte ne eliniz vardır ne gözünüz, ne de görülüp-tutulacak bir şey. Bütün bunları beynin dışarısında sağlayan hiçbir maddi gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşur. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, aynı şey pekala içinde bulunduğumuz dünya için de geçerli olabilir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başlamadığımızdan hiçbir şekilde emin olamayız. Rüyayı hayal, dünyayı gerçek saymamızın nedeni, sadece alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır. Ve bu durum, belki de bir gün, şu anda yaşadığımızı sandığımız dünya hayatından aynen rüyadan uyandırıldığımız gibi uyandırılabileceğimizi gösterir.
Matrix adlı filmde de, bu önemli nokta üzerinde durulmaktadır. Filmin başrol oyuncusu Neo, sık sık rüya ile gerçek hayat arasında ikileme düşer. Filmin bir sahnesinde Neo, aynaya baktığında aynadaki kırıklardan dolayı yüzünü üç parça şeklinde görür. Daha sonra aynadaki kırığın kaybolarak görüntüsünün düzeldiğini görür. Bunun şaşkınlığıyla etrafındakilere dönerek onların da bu durumu görüp görmediklerini sorar. Gerçekliğini kontrol etmek için aynaya dokunduğunda ise, ayna yapışkan bir hal alır ve vücudunu metalik bir kaplama gibi sarmaya başlar, hatta bu kaplamanın soğukluğunu dahi hissedebilmektedir. Tüm bu gördüğü, hissettiği şeylerin gerçek olabileceğine ihtimal vermediği halde, yaşadıkları vücut dengesini sarsacak derecede gerçekçidir. Bilge kişi rolündeki Morpheus da Neo'ya, gördüklerinin, yaşadıklarının gerçekliğine aldanmaması için, gerçek dünya ile hayal dünya arasındaki farkın ne olduğunu sorar:
Morpheus : Gerçek olduğuna inandığın bir rüya gördün mü Neo? Ya o rüyadan uyanamazsan? Hayal dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı nasıl anlardın?
Neo : Bu olamaz!
Morpheus : Ne olamaz? Gerçek mi?
Aşağıda bu konu ile ilgili kitaplarımızda yer verdiğimiz örnekler ve izahlar bulunmaktadır:
Rüyasında yüksek bir yerden aşağı düşen bir insan da bunu bütün vücudu ile hisseder. Oysa o anda yatağında hiç kıpırdamadan yatmaktadır. Ya da, rüyasında ayağı kayıp su birikintisinin içine düştüğünü gören bir insan, tüm kıyafetlerinin ıslandığını, çıkan rüzgar nedeniyle üşüdüğünü hissedebilir. Ancak bulunduğu yerde ne bir su birikintisi, ne de rüzgar yoktur. Hatta çok sıcak bir odada uyuyor olmasına rağmen ıslaklığı ve üşümeyi, aynı uyanıkken olduğu gibi yaşar. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 60)
İnsan aslında güven içinde evinde uyurken, rüyasında lunaparkta hızla dönen vagonlara bindiğini görebilir. Vagonların hızını, zaman zaman ters döndüğünü, esen rüzgarı gerçeğinin aynısı gibi hissedebilir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 61)
Rüya ile gerçek hayat arasındaki benzerliğe dikkat çekilen, filmin bir başka sahnesi şöyledir:
(Kendisinden bilgisayar çipi satın almak için evinin kapısına gelen müşterilere)
Neo : Hiç rüyada olduğundan ya da uyandığından kuşkuya düştüğün oldu mu?
Yandaki karede Neo bir türlü uyanıp uyanmadığından emin olamamaktadır. Uyandığında saatin çaldığını duymakta, kendisini odasında bulmakta, masasını, bilgisayarını görmektedir; fakat rüyasında yaşadıkları o kadar gerçekçidir ki, bunların hayal olduğundan bir türlü emin olamamaktadır. Yaşadığı bu çelişkinin verdiği şaşkınlıktan ötürü, kendisinden bilgisayar çipi satın almak için kapısına gelen müşterileri, kendisine hiç iyi görünmediğini söylerler. Neo da yukarıdaki ifadesiyle yaşadığı ikilemi kapısına gelen bu kişilerle paylaşmak ister.
Neo'nun yaşadığı bu ikilem aslında son derece doğaldır. Aslında düşünen her insan böyle bir çelişki içinde olduğunu fark edebilir. Kitaplarımızda bu konuya dikkat çektiğimiz pek çok pasaj vardır. Bunlardan biri şöyledir:
Peki rüyanızdan hiç uyanmadan yaşamaya devam etseniz, rüya içinde yaşadığınızın, gördüklerinizin hiçbirinin aslı ile muhatap olmadığınızın farkına varabilir misiniz? Kesinlikle hayır. Uyanıp, kendinizi yatağınızda uyuyorken bulmadığınız sürece, hiçbir zaman rüyada olduğunuzu anlayamazsınız ve koskoca bir ömrü gerçek hayatınızı yaşadığınızı zannederek geçirirsiniz. Öyle ise, gerçek hayat dediğimiz hayatımızın da bir rüya olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Bir gün bu gördüğümüz hayattan çıkıp kendimizi bambaşka bir yerde, bu hayatımıza dair görüntüleri izlerken bulmayacağımıza dair bir bilgimiz var mıdır? (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 65)
Matrix filminde, gerçeklerin farkında olan Morpheus, Neo'ya gördüklerine inanmaması, gerçeği kavramak için araştırması gerektiğini sık sık öğütlemektedir. Filme ait aşağıdaki satırlarda da, yine Morpheus, Neo'nun, gördüklerine inanmadan evvel sorgulaması gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:
Morpheus : Gözlerinden belli. Sende gördüklerini kabullenen birinin gözleri var. Uyanmayı beklediğin için. Tuhaf ama bunlar gerçekten pek uzak değil.
İnsanların da içinde yaşadığımız dünyanın gerçek durumunu sorgulaması gerekmektedir. İnsan, dışında var olduğuna inandığı dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayacağı gerçeğinin farkına varmalı ve bu gerçekten dünyadaki amacı ile ilgili kesin doğrulara ulaşmalıdır.
Filmde de yoğun olarak vurgulanan, maddeyle muhatap olamadığımız gerçeği konusunda, kitaplarımızda verilmiş örneklerden bir kısmı şöyledir:
... insanlar genelde "dış dünya" kavramının içine herşeyi dahil etmezler ya da etmek istemezler. Bu konuda biraz samimi ve cesur düşünecek olursanız, evinizin, içindeki eşyalarınızın veya antikalarınızın, yazlığınızın, yeni aldığınız arabanızın, ofisinizin, mücevherlerinizin, bankadaki hesabınızın, gardırobunuzun, eşinizin, çocuklarınızın, iş arkadaşlarınızın ve sahip olduğunuz diğer şeylerin de size gösterilen bu "hayali dış dünyaya" dahil olduğu gerçeğini fark edersiniz. Etrafınızda gördüğünüz, duyduğunuz, kokladığınız kısacası beş duyunuzla algıladığınız herşey bu "hayali dünya"ya aittir; en sevdiğiniz sanatçının sesi, oturduğunuz iskemlenin sertliği, kokusu hoşunuza giden bir parfüm, sizi ısıtan Güneş, renkleriyle göz alıcı bir çiçek, pencerenizin dışında uçan bir kuş, denizin üzerinde hızla ilerleyen bir sürat motoru, bol ürün veren bahçeniz, işinizde kullandığınız bilgisayar ya da dünyadaki en kaliteli müzik setiniz...
Gerçek budur. Çünkü dünya yalnızca insanı denemek için yaratılan bir görüntüler bütünüdür. İnsanlar kısa yaşamları boyunca aslında gerçekliği olmayan algılarla denenirler. (Evrim Aldatmacası, s. 213-214)
Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: İyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte bu nedenle de bu insanlar, sahip oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğinden çok korkarlar.
Oysa kabul etmek istemeseler de beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde yaşamaktadırlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 104)
Bir insanın sahip olduğunu sandığı herşeyi, evi, arabası, ailesi, işi ve tüm dostları beyninin içinde meydana gelen his ve görüntülerden ibarettir. Bu gerçeği kavrayan bir insan, herşeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 103)
Zaman, bizim, yaşadığımız olaylar arasında yaptığımız kıyasa dayalı bir kavramdır. Örneğin, bir kişi arabaya biner. Sonra kontak anahtarını çevirir ve gaz pedalına basarak arabayı hareket ettirir. Bir miktar yol aldıktan sonra arabasını kaldırımın kenarına park eder. Kişi, tüm bu eylemler arasında kıyas yapar; her biri arasında bir süre geçtiğini düşünür ve böylece zaman algısını elde eder.
Tüm olaylar bize belli bir sıralama yöntemi ile gösterildiği için, zamanın hep ileri doğru aktığını düşünürüz. Örneğin bir yaprak ağaçtan hep aşağı doğru düşer, yukarı doğru çıkmaz veya yağmur damlaları hep gökyüzünden düşer, damlaların hiçbir zaman taneler halinde yukarı doğru çıktığını görmeyiz. Bu durumda bir yaprağın ağacın üzerindeki hali geçmiş iken, aşağıya düştüğü hali gelecektir. Oysa eğer hafızamızdaki bilgiler, bir filmin başa sarılması gibi tersine doğru gösterilmeye başlarsa bizim için gelecek, yani yaprakların aşağıda bulunduğu hali geçmiş olur, ağacın tepesindeki hali ise gelecek olur.
Bu örnekten anlaşıldığı gibi zaman, algılayana bağlı olarak değişken bir algıdır. Zamanın izafiyeti yani değişkenliği o kadar farklıdır ki, bizim için binlerce yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece tek bir saniye bile sürebilir. Hatta, evrenin başından sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir "an" sürüyor olabilir.
Matrix filminde de tüm algılarla beraber, zamanın da izafi olduğu vurgulanmakta ve Neo'ya zaman konusunda da yanıldığı anlatılmaktadır. Aşağıdaki karelerde filmin kahramanı Neo, 2060 yılında ABD'de yapılmış, hava ve kara taşıtı olarak kullanılan bir geminin içerisindedir. Daha evvel Matrix'in içinde giydiği şık kıyafetleri ya da yaşadığı şehrin modern görünümü artık yoktur. Bunun yerine eskimiş kıyafetler giymekte ve harap görünümlü bir mekanda bulunmaktadır.
Neo : Morpheus bana ne oldu? Burası da ne?
Morpheus : Ne değil, ne zaman?
Neo : "Ne zaman" mı?
Morpheus : 1999 yılında olduğumuzu sanıyorsun ama 2199'a yakınsın. Kaç yılında olduğumuzu tam olarak söyleyemem, çünkü tam olarak biz de bilmiyoruz. Şimdilik bunu açıklayabilecek bir şey söyleyemem.
Bir kimseye tüm yaşadıkları gibi zaman algısı da yapay sinyallerle çok farklı olarak hissettirilebilir. Zamansızlık gerçeği ile ilgili kitaplarımızda yer almış olan izahlardan bir kısmı şöyledir:
Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir saat yoktur...
Zamanın göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür. (Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 70-71)
... zamanın izafi (göreceli-rölatif) bir kavram olduğu, materyalistlerin yüzyıllardır zannettikleri gibi değişmez ve sabit olmadığı, değişken bir algı biçimi olduğu da bu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zamanın ve mekanın izafiyeti Einstein'ın "Rölativite" teorisiyle kanıtlanmış ve bu gerçek bugünkü modern fiziğin temelini oluşturmuştur.
Sonuç olarak, zaman ve mekan mutlak olmayan, başlangıçları olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir. Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş, tespit etmiş ve yaratmıştır… (Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 10)
İnsanlar zamana bağımlı oldukları için böyle bir olay onlara uzak gelir, oysa Allah Katında zaman yoktur, daha önce de belirttiğimiz gibi geçmiş ve gelecek tek bir andır. Tıpkı bir video kasetteki karelerin tek bir anda var olması gibi… Biz bir filmi seyrettikten sonra nasıl ki o filmi geriye doğru sarıp yeniden seyredebiliyorsak, bizim için geçmiş olayları Allah'ın dilemesiyle yeniden seyretmemiz mümkündür. Önemli olan Allah'ın o an bize o olaylara ait algıları tekrar hissettirmesidir. (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 90)
Filmin başrol oyuncusu Neo, gerçekleri yani şimdiye kadar gerçek sandığı hayatının bir hayalden ibaret olduğunu öğrendikten sonra, tekrar Matrix adındaki sanal dünyaya gittiğinde çevresini hayretle izler. Arabadaki yolculuğu boyunca geçmişine ait birtakım şeyleri hatırlar; ancak bunların hiçbirinin gerçekte yaşanmamış olmasından dolayı şaşkınlık duyar. Neo'nun, geçmişine ait anılar olarak düşündüğü olayların tamamı, hafızasına yapay olarak verilmiş görüntülerden ibarettir.
Morpheus : İnanılmaz değil mi?
Neo : Allah'ım.
Trınıty : Ne oldu?
Neo : Orada yemek yerdim. Harika makarna yaparlar. Hayatımla ilgili anılarım var. Hiçbiri olmamış.
Bu konuda kitaplarımızda yer vermiş olduğumuz açıklamalardan birkaçı şöyledir:
Biz, bize verilen telkinden dolayı, geçmiş, şu an ve gelecek gibi bölümlere ayrılmış zaman dilimlerini yaşadığımızı zannederiz. Oysa, "geçmiş" gibi bir kavrama sahip olmamızın tek nedeni, -daha önce de belirttiğimiz gibi- hafızamıza bazı olayların verilmesidir. Örneğin, ilkokula kaydolduğumuz an hafızamızda bulunan bir bilgidir ve biz bu nedenle bunu geçmiş bir olay olarak algılarız. Gelecekle ilgili olaylar ise hafızamızda bulunmaz. Bu nedenle biz henüz haberdar olmadığımız bu olayları "yaşanacak", "gelecekte meydana gelecek" olaylar olarak kabul ederiz. Oysa geçmiş nasıl bizim için yaşanmış, tecrübe edilmiş, görülmüş olaylar ise, gelecek de aynı şekilde yaşanmıştır. Ancak bu olaylar bizim hafızamıza verilmediği için biz bunları bilemeyiz. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 139)
5 yaşındayken bakkaldan aldığınız bir gofreti yerken hissettiğiniz şeker tadı, 7 yaşında ilkokula başlayacağınız gün sabah erken saatte heyecanla uyanmanız, lisedeki coğrafya dersinde içinizde duyduğunuz sıkıntı, matematik öğretmeninizin tahtaya yazdığı uzun denklemler, bir yakınınızı kaybettiğiniz trafik kazasında hissettikleriniz, işinizde kazandığınız bir başarı nedeniyle yaşadığınız gurur, yıllarca hayal ettiğiniz bir şeyi almaya giderken duyduğunuz sevinç kısacası yaşadığınız ve hissettiğiniz, başınızdan geçen tüm bu olaylar aslında aynen durmakta, yalnızca sizin beyninizde muhafaza edilmemektedir. Muhafaza edilen de hatıra olarak, anı olarak yani geçmiş gibi hissettirilmektedir. Şu an var olan o sahneleri beyniniz algılamamaktadır... İnsanlar akan bir zamana tabi olduklarını düşünür, yaşamlarının geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere bölümlere ayrıldığını sanırlar… Fakat yaratılmış her canlının, her olayın ve herşeyin aynı bir film şeridini oluşturan kareler gibi, kare kare sonsuz olarak yaratıldığını ve aynı anda var edildiğini bilmek bu kavrayışı kolaylaştıracaktır. (Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 74-75)
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," |
---|
|
İnsan beyninin dışında madde olarak adlandırılan, görüntüden oluşan ve sağlamlık hissi verilen bir alem vardır. Ancak siz bu aleme asla duyularınız aracılığı ile ulaşamazsınız. Her insan beyninde oluşan alemi seyreder, beyninde oluşan aleme dokunur, beynindeki alemin sesini dinler.
Matrix ve Matrix Reloaded filmleri tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Pek çok televizyon kanalında, dergi ve gazetelerde, filme konu olan maddenin aslına ilişkin bilimsel gerçekler tartışıldı. Bu filmlerin milyonlarca insanın ilgisini çekmiş olmasının en önemli nedenlerinden biri ise, insanların bu konunun önemini kavramış ve derin düşünmeye başlamış olmalarıdır. |
Allah, yarattığı madde alemini, her insana beyninde bir görüntü olarak izlettirmekte ve bu görüntüye sağlamlık, sertlik vererek görüntüyü gerçek gibi algılattırmaktadır. 20. yüzyılda bilimsel bulgularla kanıtlanan bu gerçek yüzyıllarca önce yaşamış olan büyük İslam alimi İmam Rabbani tarafından etraflıca açıklanmıştır. İmam Rabbani, mektuplarından birinde şöyle bir izahta bulunmaktadır:
Hâricde ve hakîkatde, Allahü Teâlâdan başka, mevcûd yokdur. Allahü Teâlâ, kudreti ile, kendi isimlerinin ve sıfatlarının kemâlini mümkinât sûretlerinin perdesinde göstermiş, ya'nî eşyâyı, kendi kemâlâtına uygun olarak, his ve vehm mertebesinde, îcâd etmiş, var etmişdir. Böylece, eşyâ, vehmde görünmekde, hayâlde devâm etmekdedir. O hâlde eşyâ, hayâlde göründüğü için vardır. Lâkin Allahü Teâlâ, bu görünüşe devâm verdiği, yok olmakdan koruduğu eşyanın yapısına sağlamlık verdiği ve ebedî mu'ameleyi de bunlara bağlı kıldığı için, vehmdeki varlık ve hayâldeki devâm da, hakîkî varlık olmuşdur. (İmam-ı Rabbani, İkinci Cilt, 44. Mektup)
Burada anlatılan, her insanın üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünmesi gereken çok önemli bir hakikattir. Çünkü bu gerçeği görmezden gelen her insan, ömrü boyunca küçücük bir noktada oluşan görüntüyü gerçek zannederek yanılmaktadır. Örneğin beynindeki bir noktada oluşan binaların sahibi olduğunu zanneden bir adam, bu görüntüden dolayı kibirlenir, şımarır, bir gün öleceğini unutarak kendisini sonsuz güçlü zanneder. Veya beynindeki bir noktada oluşan fakir hayat görüntüsü başka bir insanın ezik, mutsuz ve umutsuz yaşamasına neden olur. Beyninin içindeki küçücük bir yerde oluşan para görüntüsünü kaybeden insan hemen perişan olur. Beyninin içindeki araba görüntüsünün çizildiğini gören bir başkası ise hiddetlenir, mal hırsından dolayı büyük bir öfke duyar. Oysa, bu kişilerin her biri rüyasında zengin veya fakir olan, veya rüyasında arabası çizilen bir insandan farklı bir durumda değildirler. Çizilen araba, beynimizin içinde oluşan bir araba görüntüsüdür. Bu arabanın aslını, dışarıdaki gerçek halini hiç kimse, hiçbir zaman bilemez ve göremez. Bunu ancak beynimizdeki ve dışındaki alemi yaratan Yüce Allah bilir.
İşte bu gerçeğin farkında olmayan, veya çok açık olmasına rağmen bu gerçeği kabullenmek istemeyen insanlar, hayatları boyunca hep yanılgı içinde, gerçekleri görmezden gelerek yaşarlar. Bu insanların durumu bir sinema filmini veya tiyatro oyununu gerçek zannederek bu filmin veya oyunun içinde yaşamak isteyen bir insanın durumu gibidir. Çevresindekiler bu insanı ne kadar ikna etmeye ve ona gerçekleri göstermeye çalışsalar da bu insan bunu anlamazlıktan gelir.
Ancak her insanın, hiçbir istisna olmaksızın, bu gerçeği anlayacağı, kavrayacağı ve kabul edeceği bir an vardır. İşte bu an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak, rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz hayatına geçecek, bu hayatın da görüntüsü daha net ve gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Her sözü güvenilir, ilim ve hikmetiyle örnek olan Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i şeriflerinde "insanlar uykudadır, ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 s. 36152) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
... Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. |
---|
|
Gerçek olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada izlettirilen bir görüntü alemidir. Bir insanın bu görüntüye aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Bu gerçeği dünyada görmeyenler ahirette büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Hayatları boyunca bağlandıkları, gerçek zannederek peşinden sürüklendikleri, Allah'ı ve ahireti unutarak şirk koştukları insanların, malların, mevkilerin, ünvanların aslında birer hayal olduğunu, beyinlerindeki görüntüler olduğunu anlayanlar bu pişmanlıklarını dile getireceklerdir. Asla yok olmayacağını zannettikleri şeylerin birer birer kaybolduğunu gördüklerinde büyük hüsrana uğrayacaklardır. Allah, bu insanların ahiretteki itiraflarını Kuran'da şöyle bildirir:
Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız nerede? Allah'ın dışında (taptıklarınız)." Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiçbir şeye tapar değilmişiz." İşte Allah, kafirleri böyle şaşırtıp-saptırır. (Mü'min Suresi, 73-74)
… Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler. (Araf Suresi, 37)
Dünyada bu gerçekleri görmezden gelerek, düşünmeyen her insan ahirette aynı konuşmayı yapabilir, aynı telafisi olmayan pişmanlığı yaşayabilir. Allah'ın bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler, ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler, ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman asıl gerçeği göreceklerdir. Aklını ve vicdanını kullanan, samimi ve dikkatli düşünen her insan ise, daha dünyada iken gerçekleri fark ederek, ahiret hayatı için ciddi bir gayret içinde olacaktır.
Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir. |
---|
|