Birinci Sual: HAZRET-İ HIZIR ALEYHİSSELÂM HAYATTA MIDIR? Hayatta ise niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevap: HAYATTADIR, FAKAT MERATİB-İ HAYAT (HAYAT MERTEBELERİ) BEŞTİR. O, İKİNCİ MERTEBEDEDİR. Bu sebebden bazı ulema hayatından şüphe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir.
İKİNCİ TABAKA-İ HAYAT; HAZRET-İ HIZIR VE İLYAS ALEYHİMESSELÂM'IN HAYATLARIDIR Kİ, BİR DERECE SERBESTTİR. YANİ BİR VAKİTTE PEK ÇOK YERLERDE BULUNABİLİRLER. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed (sınırlı) değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud (şahid olan) ve keşif olan evliyanın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir (aydınlatır) ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velayette bir makam vardır ki, "Makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telakki olunur. (Mektubat, s. 5)
Makamat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti (özelliği) bulunduğu ve kutbu azama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır'ın bir münasebet-i hâssası (özel bir münasebeti) olduğu gibi, bazı meşahirle (teşhirle) münasebetdar (münasebeti olan) bazı makamat var. HATTÂ O MAKAMLARA "MAKAM-I HIZIR", "MAKAM-I ÜVEYS", "MAKAM-I MEHDİYET" TABİR EDİLİR.
İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz'î bir nümunesine (küçük bir örneğine) veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebetdar meşhur zâtlar zannediyorlar. Kendini Hızır telakki eder veya Mehdi itikad eder veya kutb-u azam tahayyül eder. (Mektubat, s. 480)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ, RUS ESARETİNDEN ALLAH'IN YARDIMIYLA VE HIZIR ALEYHİSSELÂMIN REHBERLİĞİNDE KAÇIP KURTULMUŞTU. Bu kaçışta ise esarette geldiği yoldan değil, bizzat komünist yangın ve fitnesinin çıktığı yere, yani eski ismiyle Petersburg, Petrogard yeni ismiyle Leningrad'a gelmişti. Bu çok mânâlı ve mânidar hareket Bediüzzaman'ın müceddid olduğunun yüzlerce delilinden sadece birisidir. Kızıl yangını yerinde görüyor ve tesbit ediyordu. 1918 yazında İstanbul'a glediğinde ilk işi harb yâdigârı İşaratü'l-İ'caz tefsirini bastırmak olmuştu... Birinci Şua isimli harika eserinde 1918 senesinden bahsederken; şunları ifade buyurmaktadır: "Risale-i Nurun Fatihası olan İşaratü'l-İ'catz tefsirinin zuhuru tab'ı tarihine (baskı tarihine) tevafukla bakar denilmiş. Dârü'l-Hikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddit ve maddî ve mânevî inkılabların sarsıntılarından vikaye (koruma, sahip çıkma) noktasında çok emareler ve müftülerin itirafiyle birer kal'a (hisar, büyük kale) ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevafukla takdirkârane bakar." (Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursi Kronolojik Hayatı, s.191 Adet:1)
Reşat Bey arkadaşı ile birlikte mübarek bir zat olan Ahmed Ağa'nın yanına gidiyor ve kanaatlerini sunuyorlar. Ahmed Ağa şu şekilde karşılık veriyor:
"Ben size onu nasıl anlatayım ki? O bizim gibi herhangi bir tarikat silsilesine bağlı değildir. O ne Kutbü'l-Aktab'a, ne de herhangi bir kutuba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimizden (a.s.m.) feyiz alır, ona göre hareket eder. Bir hatıramla onun manevî makamını size anlatmaya çalışayım.
"BİRGÜN HIZIR (A.S.) GELEREK, 'Eskişehir'de zelzele olacak. Taş üstünde taş kalmayacak. Gel, Bediüzzaman'a gidelim ve dua etmesini isteyelim ki, bu zelzele hafiflesin' dedi.
Beraberce gidip, Bediüzzaman'a vaziyetini anlattık. 'Haberim var, haberim var' dedi. Hızır (a.s.), 'Dağlara gidip dua edelim' dedi. Bediüzzaman, 'Ben hastayım, siz dağlara çıkıp dua edin, ben buradan dua edeceğim' dedi. EĞER ONUN DUASI OLMASAYDI, ESKİŞEHİR'DE GERÇEKTE TAŞ ÜSTÜNDE TAŞ KALMAZDI.'
Bu sözleri dinleyen Yarbay Reşat Beyin arkadaşı ikna olup Bediüzzaman ve eserlerine taraftar bir vaziyete giriyor. (Şahidlerin Dilinden 3. Cilt, s. 203)