ALTINCISI VE EN MÜHİMİ: RÜYA-YI SADIKA BENİM İÇİN HAKKALYAKİN DERECESİNE GELMİŞ VE PEK ÇOK TECRÜBÂTIMLA KADER-İ İLÂHÎNİN HER ŞEYE MUHİT OLDUĞUNA BİR HÜCCET-İ KÀTI' HÜKMÜNE GEÇMİŞTİR. EVET, BU RÜYALAR, BENİM İÇİN, HUSUSAN BU BİRKAÇ SENE ZARFINDA O DERECEYE GELMİŞTİR Kİ, MESELÂ YARIN BAŞIMA GELECEK EN KÜÇÜK HADİSAT VE EN EHEMMİYETSİZ MUAMELÂT VE HATTÂ EN ÂDİ MUHAVERAT YAZILI OLDUĞUNU VE DAHA GELMEDEN MUAYYEN OLDUĞUNU; VE GECEDE ONLARI GÖRMEKLE, DİLİMLE DEĞİL, GÖZÜMLE OKUDUĞUM BANA KATÎ OLMUŞTUR. BİR DEĞİL, YÜZ DEĞİL, BELKİ BİN DEFA, GECEDE, HİÇ DÜŞÜNMEDİĞİM HALDE GÖRDÜĞÜM BAZI ADAMLAR VEYAHUT SÖYLEDİĞİM MESELELER, O GECENİN GÜNDÜZÜNDE, AZ BİR TABİRLE AYNEN ÇIKIYOR. Demek, en cüz'î hadisat, vukua gelmeden evvel hem mukayyettir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok; hadisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.
Yedincisi: Senin müjdeli, mübarek ve güzel rüyanın tabiri, Kur'ân için ve bizim için çok güzeldir. Hem zaman tabir etti ve ediyor, tabirimize ihtiyaç bırakmıyor. Hem kısmen tabiri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın. Yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Yani bir hakikat beyan ederiz; senin hakikat-i rüya nevinden olan vakıalar, o hakikatin temessülâtıdır. Şöyle ki: O vâsi meydanlık, Âlem-i İslâmiyettir. Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilâyetidir. Etrafı bulanık, çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid'atlar bataklığıdır. Sen selâmetle, bulaşmadan,süratle mescide eriştiğin, herkesten evvel envâr-ı Kur'âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mesciddeki küçük cemaat ise, Hakkı, Hulûsi, Sabri, Süleyman, Rüştü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühtü, Lütfi, Hüsrev, Refet gibi, Sözlerin hameleleridir. Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. YÜKSEK SES İSE, SÖZLERDEKİ KUVVET VE SÜRAT-İ İNTİŞARLARINA İŞARETTİR. BİRİNCİ SAFTA SANA TAHSİS EDİLEN MAKAM İSE, ABDURRAHMAN'DAN SANA MÜNHAL KALAN YERDİR. O CEMAAT, TELSİZ ÂLETLERİN ÂHİZELERİ HÜKMÜNDE, BÜTÜN DÜNYAYA DERS İŞİTTİRMEK İSTEMEK İŞARETİ VE HAKİKATİ İSE, İNŞAALLAH TAMAMIYLA SONRA ÇIKACAK. ŞİMDİ EFRADI BİRER KÜÇÜK ÇEKİRDEK İSELER DE, İLERİDE TEVFİK-İ İLÂHÎ İLE BİRER ŞECERE-İ ÂLİYE (temiz büyük yüce bir sülale, soy, ağaç) HÜKMÜNE GEÇERLER VE BİRER TELSİZ TELGRAFIN MERKEZİ OLURLAR. Sarıklı, küçük, genç bir zat ise, Hulûsi'ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat katî hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zattır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et.
Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan, şu kısa meselede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme ait olan âyât-ı Kur'âniyenin bir nevi tefsirine işaret etmek niyetiyle başladığımdan, inşaAllah o israf affolur veya israf olmaz. (Mektubat, Sayfa 334)
İkinci misal: Gayet küçük ve lâtîf, bugünlerde vaki olan meseleyi söyleyeceğim. Şöyle ki: Fecirden evvel hatırıma geldi ki; bir zâtın kalbine vesvese verecek bir tarzda tarafımdan sözler söylenilmişti; keşke dedim onu görseydim, kalbindeki dağdağayı (ızdırabı, telaşı) izale (giderebilseydim) etseydim. Aynı dakikada, Nis'e (Eğirdir ilçesinin sahilinde bir ada- Üstad Barla'ya bu adadan kayıkla götürülüyormuş) gitmiş bir parça kitabım bana lâzım idi; keşke elime geçseydi dedim. Sabah namazından sonra oturdum; baktım aynı zat, o kitab parçası elinde olduğu halde içeri girdi. Ona dedim: "Senin elindeki nedir?" Dedi: "Bilmiyorum, kapının önünde Nis'ten gelmiş diye birisi bana verdi; ben de size getirdim." FesübhanAllah dedim; böyle bir vakitte bu adamın evinden çıkıp gelmesi ve şu Söz'ün Nis'den gelmesi, hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama şöyle bir parça kitabı aynı dakikada eline verip bana gönderen, elbette Kur'an-ı Hakîm'in himmetidir diyerek, Elhamdülillah dedim; benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafî arzu-yu kalbimi (gizli kalbi arzumu) bilen birisi, elbette bana merhamet ediyor, beni himaye ediyor; öyle ise dünyanın minnetini beş paraya almam..." (Mektubat, Sayfa 341)
OTUZ BİRİNCİ MEKTUBUN OTUZ BİRİNCİ LEM'ASININ OTUZ BİR MESELESİNDEN BİR MESELEDİR
Bir tek cümle olan kısacık bu hadisin beş lem'a-i i'caziyesine dair bir nüktedir. Buraya bir münasebetle girmiş.
"Benden sonra hilafet otuz senedir." hadis-i şerifin ihbar-ı gaybî nev'inden tarihçe musaddak beş lem'a-i i'caziyesi vardır.
Birincisi: Hulefâ-yı Râşidînin hilâfetleri ile Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh'ın altı aylık hilâfetinin müddeti otuz sene (30) olacağını ihbardır. Aynen çıkmış.
İkincisi: Otuz senelik halifeleri olan Hazret-i Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh, Hazret-i Osman Radıyallahu Anh ve Hazret-i Ali Radıyallahu Anh'ın ebcedî ve cifrî hesapları bin üç yüz yirmi altı ( Rumi 1326) (Miladi 1909) eder ki, o tarihten sonra şerait-i hilafet daha takarrür etmedi. Hilâfet-i âliye-i Osmaniye bitti. ... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 123)
Üstad bu tespitiyle 2. Abdülhamit'in tahttan indirilme tarihi olan 1909 yılına dikkat çekmiş, dolayısıyla da büyük Osmanlı hilafetinin son bulacağı tarihi çok açık bir şekilde ifade etmiştir.
Bu sûreye (Felak Suresi) ait bir nükte-i i'câziyenin haşiyesidir.
FELAK SURESİ
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
113/1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. (1)
113/2- Yarattığı şeylerin şerrinden,(2)
113/3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,(3)
113/4- Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden,(4)
113/5- Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.
"Nasıl, bu sure beş cümlesinden dört cümlesi ile bu asrımızın dört büyük şerli inkılaplarına ve fırtınalarına mana-i işari ile bakar; aynen öyle de, dört defa tekraren Min Şerri (şeddesiz)- şerrinden kelimesiyle alem-i İslamca en dehşetli olan Cengiz ve Hulagü fitnesinin ve Abbasi devletlerinin inkıraz (dağılıp, yok olma) zamanının asrına dört defa mana-i işari ile ve makam-ı cıfri eli bakar ve parmak basar.
Evet şeddesiz şerri beş yüz (500) eder; min doksandır (90). İstikbale bakan çok ayetler hem bu asrımıza, hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde, istikbalden haber veren İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) dahi, aynen hem bu asrımızda, hem o asra bakıp haber vermişler.
Ğasikin iza vekab (Karanlık çöktüğünde geceden) kelimeleri bu zamana değil, belki gecenin karanlığı bin yüz altmış bir (1161) ve çöktüğünde sekiz yüz on (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddi manevi şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Miladi bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak." (Şualar, On Birinci Şua, s. 421-422)
Ğasikin iza vekab (karanlık çöktüğü zaman): ebced değeri 1971
Cengizhan'ın doğum ve ölüm tarihleri 1162–1227
Bediüzzaman Şualar risalesini 1936-1949 yılları arasında yazmıştır. Dolayısıyla Üstad, 1971 yılında meydana gelecek sosyal olayları yaklaşık 35 yıl öncesinden haber vermiş ve söyledikleri tek tek gerçekleşmiştir.
O vakit Eski Said demiş: "Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir. Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak," Şeyh Bâhid'e söylemiş. O allâme zât demiş: "Ben de tasdik ediyorum." (Münazarat, sf. 147)
Bediüzzaman 1911 yılında hazırladığı Münazarat adlı eserinde 46 yıl sonrasında temelleri atılacak olan Avrupa Birliği oluşumunu haber vermiştir. (Emirdağ Lahikası, sf. 499)
Bediüzzaman, Avrupa Birliği'ni haber verirken aynı zamanda ahir zamanda İslam ahlakının hakimiyetini de müjdelemiştir. Bediüzzaman'ın bu müjdeyi bildirdiği diğer bazı sözleri de şöyledir:
Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaAllah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.
(Müellif-i muhteremi sonradan ilâve etmiştir.) (Sünuhat, sf. 58, haşiye)
"Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı." Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: "Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!" (Sünuhat, sf. 62)
Bununla beraber imanın mahiyetindeki hârikulâde şehamet, izzet-i İslâmiyenin tabiatındaki âlempesent şecaat, uhuvvet-i İslâmiyenin intibahıyla her vakit mucizeleri gösterebilir. Birgün olur elbette doğar şems-i hakikat Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i âlem? (Sünuhat, sf. 73)
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)
... Eğer şedde iki nun sayılsa, okunmayan hemzeler ve (ye) de sayılsa 1376 (1956-1957) ederek, bu zulümatlı nifakın ((dinsizlik ve zulme dayalı, ikiyüzlü münafıkane sistemin) sukut mertebesine (susma, son bulma derecesine)... (Emirdağ Lahikası (1), Mektup no: 15)
Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası adlı eserinde, Nisa Suresi'nin 145'inci ayetinin ebcedinin "1956 yılına" işaret ettiğini ifade etmiştir. Kuran'da 1956 yılının ebcedini veren bir başka ayet ise Al-i İmran Suresi'nin 81. ayetidir:
Hani Allah peygamberlerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, Ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti. (Al-i İmran Suresi, 81)
Bu ayette geçen "... sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldi..." sözlerinin ebcedi "1956 yılını" göstermektedir. 1956 yılında, 8 yıldır Afyon'da süren davanın sonuçlanmasıyla risalelerin hiçbir suç unsuru taşımayan imani eserler olduğu, mahkeme huzurunda karara bağlanmıştır.
Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Bediüzzaman, hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde de yine, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmış, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, İslam ahlakının mücadele ve galibiyet zamanına dikkat çekmiştir.
... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA…
Bediüzzaman'ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler "1981-1991 tarihlerine" denk gelmektedir.
Bediüzzaman'ın 1981-1991 yıllarının önemini açıkladığı sözlerinden bir başkası ise şöyledir:
Yetmiş birde fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
Fecir: Tan yerinin ağarması, güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti
Fecr-i Kazib: Sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık.
Fecr-i Sadık: Fecr-i Kazib'den sonra yayılmaya başlayan ikinci aydınlanma
1371 + 30 = 1401 = 1981
1371 + 40 = 1411 = 1991
O dokuz düşman sınıfının cephesine göndermiş, inşaAllah yarım asır sonra (50 sene) onları darmadağın eder”. (Hutbe-i Şamiye, s. 25)
Bediüzzaman Said Nursi, Kuran ahlakının tüm dünyaya hakim kılınmasının yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlanacağını bildirmiştir.
”1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001)
Bediüzzaman hicri 1400 yılı başlarında Mehdi (a.s.)’ın inkarcı felsefe ile mücadeleye başlaması zamanına, 1401-1411 = 1981-1991 yılları arası fen, hüner, sanat ve medeniyetin iyiliklerini birleştirip bunlarla mücadelesine ve fikren darmadağın edeceği tarih olarak da 1421 = 2001'e dikkat çekmektedir.
Bediüzzaman bu sözleriyle materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerinin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmektedir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani Miladi "2001 yılına" denk gelmektedir.
Bediüzzaman, aşağıda da yer verilen 1981-1991 yılarına işaret eden sözünde yine bir kez daha "2001 yılına" dikkat çekmektedir:
Yetmiş birde fecr-i sadık başladı veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sadık çıkacak. (Hutbe-i Şamiye, s. 23)
Bediüzzaman bu açıklamasında, Hakkın karşısındaki batılı temsil eden düşünce olan ateizmin ve materyalist felsefenin dağıtılmaya başlamasının 1981-1991 yılları, fikren tam anlamıyla susturulup dağıtılmasının ise "2001 yılında" olacağına işaret etmiştir.
"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir." (Şualar, sf. 605)
"Divan-ı Harb-i Örfi'den beraat alıp, İstanbul'dan ayrılır. Deniz yolu ile Batum'a gelir ve Tiflis'e geçer. Şeyh Sanan Tepesine çıkarak, şehri yukarıdan temaşa ederken, yanına bir Rus polisi gelir ve sorar:
- "Niye böyle dikkat ediyorsun?"
Bediüzzaman der;
- "Medresemin planını yapıyorum."
O der;
- "Nerelisin?"
Bediüzzaman;
- "Bitlisliyim"
Rus Polisi
- "Bu Tiflis'tir"
Bediüzzaman;
- "Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir"
Rus polisi:
- "Ne demek?"
Bediüzzaman;
- "Asya'da alem-i İslam'da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor (görülüyor, meydana çıkıyor). Sizde birbiri üstünde üç zulmet (zulümat, karanlık) inkişafa başlayacaktır (görülmeye başlayacaktır). ŞU PERDE-İ MÜSTEBİDANE (KEYFİ PERDE, ZORBACA) YIRTILACAK, TAKALLÜS EDECEK (TOPLANACAK), BEN DE GELİP BURADA MEDRESEMİ YAPACAĞIM."
Rus Polisi:
- "Heyhat şaşarım senin ümidine?"
Bediüzzaman:
- "Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır."
(Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, sf.144, Nesil Yayınevi)
EDDÂİ
(Şiirin adı olan Eddai kelimesinin ebcedi 86 sayısıdır ve Üstad'ın da vefat yaşıdır.)
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Said'den yetmiş dokuz emvat (ölüler) bâ-âsam (günahlar ile) âlâma (elemler). (Bediüzzaman, Hicri 1379'da vefat etmiştir.)
Sekseninci olmuştur, mezara bir mezar taş. (Hicri 1380'de mezarı yıkılmıştır.)
Beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm'a. (sıkıntı çeken İslama)
Mezar taşımla pür-emvat (ceset dolu) enindar (inleyen) o mezârımla
Revânım sâha-i ukba-yı ferdâma. (yürüyorum gelecek olan ahiret hayatıma)
Yakinim var ki (kesinlikle eminim ki): İstikbal semâvatı zemin-i Asya (Asya Kıtası, geleceğin aydınlığı)
Bâhem (beraber) olur teslim, yed-i beyza-yı İslâm'a. (İslam'ın aydınlık ve dost eline birlikte teslim olur,)
Zira yemin-i yümn-i imandır (çünkü İmandan gelen kuvvet ve bereket)
Verir emn-ü eman ile enâma (İnsanlara güven ve huzur verir)...
Said Nursi, bu şiirinde, yetmiş dokuz emvat ifadesi ile Hicri 1379 yılına işaret etmektedir. Üstad bu tarihte vefat etmiştir.
Yine şiirinde "Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş" ifadesiyle belirttiği gibi, ölümünden bir süre sonra, yani Hicri 1380 yılında mezarı yıkılmış ve mübarek bedeni başka bir yere nakledilmiştir.
Üstad, Eddai'yi 1918-1920 yılları arasında yazmış yani vefatından yaklaşık 40 sene öncesinden kendi vefat vaktini bildirmiştir.