Giriş

Hücrenin olağanüstü hikayesini incelemeden önce, evrimin hatalı mantığı üzerinde durmakta yarar var. Evrim, bir aldatmacadır ve titizlikle hazırlanmış her aldatmaca gibi o da kendi içinde çelişkili bir mantığa sahiptir. Gerçekte, tamamen düzmece senaryolardan ve göz boyamalardan ibaret olan bu "evrim mantığı"nı bir örnekle açıklayabiliriz.

Uzaktan kumandalı oyuncak bir araba düşünelim. Arabayı kumanda eden kişinin de bir yerlere gizlendiğini varsayalım. Bu arabayı hareket halinde gözlemleyen bir başka kimse, kumanda cihazını ve bunu kullanan kişiyi göremediği için, yalnızca arabanın hareketleri ile muhatap olacaktır. Bu gözlemci olayı izledikçe arabanın çok akılcı hareketler yaptığını görür. Araba izlediği yola göre yön değiştirmekte, bilinçli manevralar yapmaktadır.

Bu noktada eğer gözlemci, sadece ve sadece gördüğü şeylere inanmayı prensip edinmiş biri ise, yalnızca gözlemlediği dünyayı gerçek kabul eder. Kendisinin göremediği, ulaşamadığı bir başka boyut olabileceğini reddeder. Kendisinin gözlemleyemediği bir boyutta akıl sahibi bir insan olduğunu ve arabanın onun kumandası altında hareket ettiğini kabul etmez. Artık bu durumda tek yapacağı şey, arabanın çeşitli tesadüfler sonucu akılcı davranma yeteneği geliştirdiğini kabul etmek, kendini ve çevresini de buna inandırmaya çalışmaktır.

Sıra, akılcı bir dayanak bulamadığı bu "kabulünü" hiç olmazsa bilimsellik kılıfı altında destekleyecek uydurma teoriler üretmeye gelmiştir. Biraz hayal gücüyle bu sorunu da halleder: Arabayı meydana getiren atomlar, her ne kadar imkansız gibi gözükse de, "tesadüfler sonucu", böyle karmaşık bir yapı oluşturacak şekilde birleşmişlerdir. Bu atomlar tesadüfen bu kadar karmaşık ve anlamlı bir şekilde birleşince ise akletme, karar verme, kendi kendine bilinçli hareketler yapabilme gibi soyut özellikler de edinmişlerdir. Bu şekilde arabayı açıklayan bir "teori" ortaya atılmış olur.

Bu "bilim adamı", kısa süre içinde kendisi gibi düşünen başka insanlar da bulur. Bunlar hep birlikte işi iyice geliştirip bu konuda bir "kürsü" oluşturur ve yeni bir "bilim dalı" meydana getirirler. Sonra da arabanın hareketlerini bilimsel inceleme altına alır ve çeşitli formüller geliştirirler. Arabanın, karşısına bir dönemeç çıkınca hızını ne kadar azalttığını, hangi açıyla döndüğünü, hangi şartlarda ne kadar sürat yaptığını, hangi durumlarda yavaşladığını veya durduğunu, ne zaman geri gittiğini ve bunlar gibi pek çok özelliklerini hassas ölçüm ve hesaplamalarla formüle ederler. Bu karmaşık hesap ve formülleri içeren ayrıntılı bir de kitap yazılır.

Ancak asıl problem arabanın kendi kendine böyle mükemmel işler yapabilen bir hale nasıl geldiğini açıklamaktadır. Oysa söz konusu "bilim adamları" tarafından yapılan inceleme ve araştırmaların hiçbirisi bu sorunun cevabını verememiştir. Arabanın teknik özellik ve ayrıntıları hakkında sayısız tesbitler yapmışlardır ve her geçen gün daha da ilerlemektedirler. Fakat olayın temeli hakkında en ufak bir ilerleme kaydedilememiştir. Elde ilk günkünden daha fazla bilgi yoktur; arabayı kimin yaptığı, arabanın nasıl olup da "şuurlu" hareketler yaptığı, hala bir sırdır.

Buna karşın, bu açığı ustaca gizlerler. Herşeyden önce, bu sorunun gündeme gelmesini mümkün olduğunca engellerler. Gündeme geldiğinde ise kendilerince çok "bilimsel" bir açıklama yaparlar; belki bugün bu konuda elde avuçta birşey yoktur ama bilim ilerde bütün bunların cevabını bulacaktır.

Artık "arabanın kendi kendine geliştiğini" iddia eden bu teori o kadar ilerlemiştir ki, söz konusu bilim adamlarının kariyerinin temeli haline gelmiştir. Bu nedenle, ne pahasına olursa olsun bu teorilerini inanılır kılmak için mücadele ederler. İnsanların aklını başka düşüncelerin çelmemesi ve teorinin güvenilirliğine gölge düşmemesi için gerekirse hile ve aldatmacalara da başvurulacaktır. Ne de olsa böyle "erdemli" bir amaç için bu tür sahtekarlıklar hoşgörülmelidir.

Yazdıkları kitapların üslubu öyle ustaca ayarlanır ki, arabanın teknik özellikleri hakkında elde edilen bazı doğru tesbitler, ufak illüzyonlar ve kelime oyunlarıyla arabanın nasıl var olduğu ve nasıl olup da "akıl sahibi" olduğu sorusunu da izah ediyormuş gibi bir izlenim yaratılır. Zaten, işin asıl önemli yanı da budur. Arabanın oluşumu hakkında öne sürülen "rastlantı" ve "tesadüf" safsataları bu karmaşık formül ve hesaplamaların arasına serpiştirilerek, adeta bunların da bilimsel bir geçerliliği varmış havası verilir. Sonuçta, doğru fakat gerçeği ulaştırmayan formüllerin arasına ideoloji haline gelmiş sahte ve çürük bir teori, hünerli bir göz boyama sanatı ile yerleştirilir. Bu şekilde, söz konusu teorinin iddia ettiği yalanlara bilimsel olarak da kanıtlanmış görünümü verilir. Ayrıca son derece kendinden emin, üstten bakan ve güven telkin eden bir üslup kullanılmasına da bilhassa özen gösterilir.

Artık yalan bir kere sağlama alındı mı, bu yalanın üstüne sınırsız fanteziler kurmak, düzmece senaryolar üretmek hayal gücünün kuvvetine kalmıştır. Bu arada araba çoktan "evrim süreci" içindeki yerine yerleştirilmiş ve bu harika varlığın "mucizevi bir tesadüfler zinciri" sonucunda oluştuğu da ilan edilmiştir. Tabi, bir de arabaya Latince bir isim verilir; "bilimsellik" boyasını iyice koyulaştırmak için.

şunu belirtmeliyiz ki, bilimin, arabanın hareketleri ile ilgili yaptığı tüm tesbitler, tüm hesaplamalar doğru olabilir. Ancak bunların temeline, kökenine oturtmuş olduğu mantık, yani arabanın kendi kendine varolup, akılcı kararlar vererek hareket ettiği iddiası, daha en baştan iflas etmiş bir mantıktır. Fakat halkın büyük bir bölümü bu ince geçişlerin farkına varamaz. Çok kısa açıklamalar bile onların en akıl dışı iddialara inanmalarına yeterli olur. Çünkü ortada koskoca bilimadamları vardır. Onlar elbette kendilerinden daha iyi düşünmüşlerdir, daha çok bilmektedirler. Bu yüzden söyledikleri herşey doğrudur. Onlar nasıl bilinmesini, nasıl düşünülmesini söylüyorlarsa öyle yapılmalıdır. Eğitim düzeyi daha ileri olan bir kişi bu düzmecelerin altındaki bilimsellik foyasını ortaya çıkaracak olsa, o zaman da farklı sindirme yöntemlerine başvurulur. Bunlar psikolojik yöntemlerdir.

İnsanların bilinçaltlarını etkileyip istenen doğrultuda yönlenmelerini sağlayacak olan psikolojik baskı ve telkin yöntemleri, teoriyi savunma planının en önemli parçasını oluşturur. Sözünü ettiğimiz "bilim adamları"nın teorisini benimsemek ve savunmak, modernlik, bilimsellik, çağdaşlık, ilericilik gibi popüler kavramlarla özdeşleştirilir. Bunlara itiraz etmek, karşı gelmek ise, bağnazlık, gericilik, çağdışılık gibi itici ve küçük düşürücü kavramlarla eş tutulur. Böylece, bu kavramlarla karalanmaya, damgalanmaya cesaret edemeyecek geniş bir kitlenin yerli yersiz tepki gösterip sorun oluşturması da engellenmiş olur. Sonuçta, pervasızca düzülmüş hile ve yalanları, ustaca hazırlanmış hayal ürünü senaryoları, sınırsız fantezileri, göz boyama, aldatmaca ve illüzyonları, sosyo-psikolojik baskı yöntemleri, bilinçaltı yönlendirme teknikleri ve muhtelif beyin yıkama metodlarıyla -gerekli medyatik ve akademik lojistik de sağlanarak- etkili bir telkin mekanizması yaratılmıştır. İnsanların pek çoğu da bu telkinin etkisi altına girerler.

Oysa aklını kullanan her insan bu büyünün etkisinden kendini kurtarabilir. Onun gözünde, arabanın hareketlerini açıklamak için geliştirilen bu şatafatlı teorinin saçmalıktan öte bir anlamı yoktur. Çünkü arabanın bir yöneticisi vardır ve araba kendisine verilen emre göre hareket etmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bunu fark etmenin yolu ise bilim değil, akıl ve şuurdur. Bilim az önce belirttiğimiz gibi yalnızca arabanın hareketlerini inceler. Bu incelemeyi yaptıktan sonra ise bilimin işi biter. Çünkü bilim bir yol gösterici değil, yalnızca bir araçtır. Arabanın kendisinde bir akıl olmadığını, yalnızca büyük bir aklın arabada yansıdığını anlamanın yolu ise, akıl ve vicdandır.

İşte bu özelliklerden yoksun olduğu takdirde bir kişi, istediği kadar üniversiteler bitirmiş, akademik kariyerinin zirvesine ulaşmış, hayatını bilime adamış olsun, bu kadar açık bir gerçeğin farkına varamayacak kadar gülünç ve zavallı bir hale düşer. Olaylara dolambaçlı yollardan izahlar bulma uğrunda bütün ömrünü ziyan eder.

Bu, kafasını kaldırmadığı için Güneş’i fark edemeyen ve Dünya’nın nasıl aydınlanıp nasıl karardığını bulmak için bütün yeryüzünü dolaşarak, hayatı boyunca bu konuda binlerce tutarsız teori üreten bir kişinin durumuna benzer. Bu kişi ne kadar zeki ise o kadar çok ve karmaşık teoriler üretecektir. Işığın kaynağını açıklamak için yeryüzünde bulunan cisimler ve süregelen olaylar arasında olağanüstü ayrıntılı bağlantılar kuracaktır. Ama akıl sahibi olmadığı için gökyüzündeki Güneş’in varlığını bir türlü fark edemez ve bu kadar açık bir gerçeği göremez.

İçinde yaşadığımız tüm evrenin ve bu evrenin tüm parçalarının Allah tarafından yaratıldığını ve O'nun tarafından düzenlendiğini anlayamayan bir insanın durumu da bundan farklı değildir.

Peki bu insanlar neden bu kadar açık ve net bir gerçeği kavrayamazlar?

Bu sır bize Kuran'da bildirilir: İçinde yaşadığımız evrenin gerçek mahiyetini kavramak için zeka yeterli değildir. Bunun için zekanın yanında "akıl" da bulunması gereklidir. Bir insan ancak akıl sahibi olduğu takdirde zekanın bulgularından doğru ve sağlıklı sonuçlar çıkarabilir, temel gerçeklere ulaşabilir. Zeka beynin bir fonksiyonudur. Oysa, Kuran'da bildirildiğine göre akıl, kalbin bir fonksiyonudur. Eğer bir insanın kalbi "pas tutmuş"sa, akledemez ve dolayısıyla görebildiği şeylerden Allah'a ulaşmayı başaramaz. Kuran'da, kalpleri "pas tutmuş", yani vicdan ve sağduyudan yoksun olan bu insanlardan şöyle söz edilir:

Yoksa onlar, diriltileceklerini sanmıyor muş Büyük bir günde.  İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı günde. (Mutaffifin Suresi, 4-6)

O gün, yalanlayanların vay haline. Ki onlar, din gününü yalanlıyorlar. Oysa onu, ‘sınır tanımaz, saldırgan', günahkar olandan başkası yalanlamaz. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Geçmişlerin masallarıdır" dedi. Asla, hayır; onların kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur. Hayır; gerçekten onlar, Rablerinden perdelenerek-yoksun tutulmuşlardır. (Mutaffifin Suresi, 10-15)

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Önsöz
  • Giriş
  • En Küçük Canlı
  • DNA'nın Gizli Dünyası
  • Hücredeki Protein Üretimi
  • Hücre İçi Sistemler
  • Mucize Moleküller Proteinler
  • Hücre Zarı
  • Anne Karnındaki Gelişim
  • Hücredeki Enerji Üretimi
  • Virüsler
  • Bitki Hücresi
  • Sonuç: Allah İlmiyle Her Yeri Sarıp Kuşatandır