Hemoglobin molekülü hücrelere oksijen taşıma görevini üstlenmiş özel bir moleküldür. Hemoglobin akciğerdeki oksijeni alırken, karbondioksidi bırakır ve oradan kaslara geçer. Bu sırada kaslar da besinleri yakıp karbondioksit oluştururlar. Hemoglobin molekülü kaslara ulaştığında öncekinin tam tersi bir işlev görerek oksijeni bırakıp karbondioksidi alır.
Bilim adamları birbirinden farklı bu iki işlevi yapan hemoglobini "olağanüstü bir molekül" olarak nitelendirmektedirler. Bir evrimci olan Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery (Büyük Evrim Gizemi) adlı kitabında, hemoglobin molekülü hakkında şunları yazmıştır:
… Bu madde gerçekten olağanüstü bir moleküldür ki, bir anda oksijene karşı birleşme eğilimi gösterirken, birkaç saniye sonra bu eğilimini kaybeder. Bir anda tercihi karbondioksite bağlı olarak değişir. Bu da onu daha dikkate değer yapar. (Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper&Row Publishers, New York, s.108)
1. Hemoglobin, akciğerlerden O2 alır ve CO2 bırakır.
2. O2 ve CO2, hemoglobin vasıtası ile kan damarları içinde taşınır.
3. Doku hücreleri
4. CO2
5. O2
6. CO2 bırakıyor
7. O2 alıyor
8. Kan plazması
9. CO2
10. O2
11. Alyuvar
12. Kılcal damar
Bu anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi, hemoglobin molekülü adeta şuur sahibi bir varlık gibi gerektiği yerde ve gerektiği zamanda hareket ederek gereken seçimi yapabilmektedir. Ve hiçbir zaman oksijen ile karbondioksiti birbirine karıştırmamaktadır.
Mikroskoplarla görülebilecek kadar küçük bir molekülün düşünme, karar verme ve tercih yapma gibi özellikler gerektiren davranışlarda bulunması elbette ki düşündürücüdür.
Bu molekülün sergilediği olağanüstü şuur sayesinde, insan yaşamını rahatlıkla sürdürebilmektedir. İnsan vücudunda saatte ortalama 900 milyon alyuvar üretilir. Sadece bir alyuvar hücresinde ise yaklaşık 300 milyon hemoglobin molekülü bulunur. İnsan vücudunda bulunan hemoglobin moleküllerinin sayısı ve bu moleküllerin hepsinin istisnasız aynı yeteneklere sahip oldukları düşünüldüğünde konunun önemi daha net anlaşılmaktadır.
Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve canlıların vücutlarına tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır.
1. Alyuvar
2. Hemoglobin molekülü
Vücudumuzda gün içerisinde bizim farkında olmadığımız birçok işlem gerçekleşir. Bunları görevini eksiksiz bir şekilde yerine getiren 100 trilyon hücremiz yapar. Bu hücrelerin içerisinde, görevlerini çok iyi bilen birçok yapı vardır. Kimi enerji, kimi protein üretir, kimi taşıma işlemi yapar, kimi de depo şeklinde kullanılır.
Hücrenin içindeki bu şuurlu yapılardan birisi de lizozomdur. Lizozomu hücrenin öğütme makinesi olarak tanımlayabiliriz. Bu organelden salgılanan enzimler sayesinde vücutta birçok "yıkma" işlemi gerçekleşir. Lizozom enzimleri artık işe yaramayan hücreleri yıkıp, parçalamaları veya bir yapının etrafını saran zarı öğüterek delmelerinin yanısıra, vücutta sürekli olarak büyümeye devam eden bazı hücreleri de parçalarlar. Lizozom enzimlerinin gerçekleştirdiği bu yıkım işlemi, vücut açısından son derece önemlidir.
Örneğin hamile kadınlarda bebeğin gelişimiyle birlikte rahmin büyümesi normale oranla büyük bir artış gösterir. Bu sağlıklı bir bebeğin doğabilmesi için gerekli olan bir aşamadır. Ancak bebek doğduktan sonra artık bu derece geniş bir rahme ihtiyaç kalmamaktadır. Bu durumda aşırı derecede genişlemiş olan bu organın tekrar eski haline döndürülmesi gerekmektedir. İşte bu işlemi gerçekleştiren lizozom enzimleridir. Doğum işlemi bittiğinde belirli hücrelerin lizozomları adeta bunu haber alır ve ne yapmaları gerektiğini çok iyi bilerek hemen gerekli enzimleri salgılamaya başlarlar. Bu enzimler de vücudun sağlığı için hamilelikten sonraki 10 gün içerisinde hızlı bir yıkımla rahmi 1/40 oranında küçültürler. Böylece rahim artık eski boyutlarına dönmeye başlar.
Lizozomlar ayrıca spermin baş kısmında da bulunurlar. Sperm, yumurtaya ulaştığında onu saran kılıfını delmek için bünyesinde taşıdığı lizozom enzimlerini kullanır. Parçalayıcı etkiye sahip bu enzimler, yumurtayı koruyan kılıfı delerek spermin yumurtayı döllemesini sağlarlar.
Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi vücudumuzdaki her mekanizma birbirini tamamlayacak şekilde çalışır. Hamilelik sırasında rahmin büyümesini sağlayan sistemin yanısıra onu eski haline döndürecek sistem de vardır. Aynı şekilde sağlam bir kılıfla korunan yumurtayı delebilecek enzim de spermin içine özel olarak yerleştirilmiştir.
İşte Darwinistler bu birbiriyle içiçe geçmiş mükemmel sistemin bazı tesadüflerin sonucunda oluştuğunu ve kusursuz şekilde işlemeye devam ettiğini iddia edecek kadar akıl ve mantıktan uzaklaşmışlardır. Kendi içlerinde mükemmel bir işleyişe sahip olan bu mekanizmaların vücudun bütünündeki sistemlerle de uyumlu bir şekilde çalışması, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu gözler önüne sermektedir.
1. Spermin yumurta kılıfını delerek içine girişi
2. Sperm, yumurtaya ulaştığında onu delmek için bünyesinde taşıdığı lizozom enzimlerini kullanır.
3.Hücre yıkımında görev alan aktif haldeki lizozom enzimi
4. Elektron mikroskobunda aktif haldeki lizozom enzimlerinin görünüşü
Doğduğunuz andan itibaren rahatlıkla nefes alıyor ve aldığınız bu nefes sayesinde hayatınıza devam edebiliyorsunuz. Birkaç dakika nefesinizin kesilmesi tüm vücut fonksiyonlarınızın durmasına ve hayatınızı yitirmenize neden olabilir. Peki hayatta kalmanızın akciğerlerinizdeki "sürfaktan" isimli maddeye bağlı olduğunu biliyor muydunuz?
Akciğerlerinizi oluşturan 300 milyondan fazla keseciğin (alveol) çevresi bu madde ile çevrilidir. Her nefes aldığınızda içi havayla dolan bu keseciklerin açılıp kapanması hiç de o kadar kolay değildir. Sürfaktan bu keseciklerin açılıp kapanmasına yardım eden bir maddedir…
Bu maddenin çok önemli özelliklerinden birisi, insanın dünyaya gelmesine tam bir ay kala üretilmeye başlamasıdır. İşte olayın mucizevi yönü de burada başlar. Anne rahmindeyken akciğerini kullanmayan bebek nasıl olup da dışarıda nefes alırken böyle bir zorlukla karşılaşacağını düşünüp, bu maddeyi üretmeye ihtiyaç duyabilir? Sürfaktanın, akciğerindeki keseciklerine yardımcı olabileceğini nereden bilebilir? Bu maddenin keseciklerin hareketine yardımcı olacağını hangi kimya bilgisiyle tahmin edebilir?
Bu maddenin yokluğu, bazı prematür bebeklerde olduğu gibi, bebeğin hayatını çok kısa bir zamanda kaybetmesine neden olacaktır. Ama çok nadir durumlar dışında böyle olmaz, ilk insandan bugüne kadar milyonlarca yıldır gelişimini tamamlamış olarak doğan her bebek bu madde ile çevrelenmiş akciğerlerle doğmuş ve rahatlıkla nefes almaya başlamıştır.
Kuşkusuz bu mucizevi olay ne bebeğin, ne de annenin iradesiyle gerçekleşmektedir. Bu kusursuz sistemi yaratan ve tam gereken zamanda çalışmaya başlamasını sağlayan Allah'tır.
Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti.
(İnfitar Suresi, 6-8)
1. Akciğer
2. Sürfaktanla kaplı alveoller
3. Alveolin kesiti
4. Kılcal damar zarı
5. Sürfaktan tabakası
6. (CO2) Karbondioksit
7. (O2) Oksijen
8. Kırmızı kan hücresi
Vücudumuzdaki 100 trilyon hücre birbiriyle tam bir uyum içinde çalışır. Bu uyumun sağlanması için birbirlerinin fonksiyonlarını yakından takip etmeleri gereklidir. Bu amaçla "hormon" denen mesaj iletici moleküller üretirler. Örneğin, TİROİD hormonu tüm hücrelerin metabolizma hızını kontrol eder. İNSÜLİN hormonu vücuttaki tüm hücrelere şekerin girmesini sağlar. ALDESTERON hormonu böbreğe etki ederek kandaki su ve tuz oranını dengede tutar. Alyuvarların yapımı için ERİTHROPOİETİN hormonunun uyarısı gerekir.
Daha yüzlerce hormon, hücreler arasında sürekli iletişim sağlar. Üstelik bu işlemler dünya üzerindeki milyarlarca insanın her birinin bedeninde aynı mükemmellikle gerçekleştirilir. Hormonlar olmadan insan bedeninde düzen olamaz, kaos olur, başıbozukluk olur.
Peki ama bir hücre, bizim ölçülerimize göre kıyas yaptığımızda kendisinden binlerce kilometre uzakta olan bir başka hücrenin hangi işi yapması gerektiğini ve hangi hormonun bunu sağlayacağını nereden bilmektedir? Dahası, bu hormonu üretmek için gereken formülü, malzemeyi nereden bilmekte ve temin etmektedir?
Sadece bu gerçek dahi, vücutta herşeyin belirli bir plan dahilinde büyük bir ilimle yaratıldığını göstermektedir. Yeryüzünde yaşayan milyarlarca insanın her birinin vücudundaki 100 trilyon hücre arasındaki düzen, Allah'ın yaratışının ve tek İlah olduğunun bir delili ve hikmetidir.
Allah, gerçekten Kendisi'nden başka İlah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka İlah yoktur.
(Al-i İmran Suresi, 18)
A. Hipotalamus
B. Hipofiz bezi
1. Büyüme; 1a. Kemikler, 1b. Büyüme hormonu
2. Tiroid kontrolü; 2a. Tiroid bezi, 2b. Tiroid bezini kontrol eden hormon TSH
3. Yumurtalık ve östrojen üretimi; 3a. Yumurtalık, 3b. Folikül uyarıcı hormon FSH
4. Sperm üretimi; 4a. Testis
5. Yumurtlama ve östrojen, progestoren salgılanması; 5a. Yumurtalık, 5b. Lutenleştirici hormon LH
6. Testosteron üretimi; 6a. Testis
7. Adrenal korteksin kontrolü; 7a. Böbreküstü bezi, 7b Adrenal korteksi uyaran hormon ACTH
8. Böbrek tarafından suyun tutulması; 8a. Böbrek, 8b Antidiüretik hormon
9. Meme bezlerinden süt salgılanması; 9a. Meme bezi, 9b. Oksitosin
10. Rahim kasılmaları; 10a. Rahim
Hormonlar, hücreler arasında mesaj getirip götürmekle görevli olan moleküllerdir. Bu moleküller sayesinde, vücuttaki tüm işlemler kusursuz bir şekilde işler. Vücudumuzdaki kan basıncından, boyumuzun uzamasına kadar her olay, biz farkına dahi varmadan, hormonlar tarafından organize edilir.
Hamilelik süresi tamamlandığında birdenbire başlayan doğum sancıları yeni bir hayatın başlangıcını müjdelerler. Oksitosin isimli bir hormon ise doğum sancılarını başlatan ve bu olayın ilk habercisi olan maddedir.
Beyinden salgılanan bu hormon etkisini başlıca iki yerde gösterir. Birincisi ana rahmini oluşturan kaslar, ikincisi ise göğüste oluşan anne sütünün salgılanmasını sağlayan kas yapısındaki hücrelerdir.
Doğum esnasında ana rahminin etkili olarak kasılması doğumun gerçekleşebilmesi için son derece önemlidir. İşte bu hormon, rahmi oluşturan kasların çok güçlü bir şekilde kasılmasını sağlar. Ancak bunu 9 ay 10 günlük süre dolduğunda yapar. Ne erken ne de daha geç... Çünkü her iki durum da bebeğin hayatını tehlikeye atabilecektir. Zaman geldiğinde beyne rahmin ağzındaki alıcılardan sinyaller gönderilir. Bu sinyalleri alan beyin ise çok uzaklarda ana rahmindeki alıcılara tam uygun olan oksitosini üretir ve tam hedefe ulaşacak şekilde gönderir.
Tüm bunların yanında, oksitosin hormonunun ayrı bir görevi daha vardır. Dünyaya gelmiş olan bebeğin beslenmesi için anne sütünün salgılanmasını da sağlar ve bebek bu süt ile beslenir.
Şimdi düşünelim.
Beynimizin küçük bir bölümündeki hücre, acaba ana rahmi için doğumu kolaylaştıracak olan hormonu üretmeye nasıl karar vermiştir?
Bu hormon, nasıl olup da tüm vücut içinde yolunu bulabilmekte, herhangi başka bir organa değil de sadece ihtiyaç duyulan yere gidebilmektedir?
Bebeğin hayatta kalabilmesi için 9 ay 10 gün ana rahminde olgunlaşması gerektiğini bilen ve dolayısı ile bu mekanizmayı tam zamanında harekete geçiren akıl kimin aklıdır?
Bebeğin beslenmesi için süte gereksinimi olduğunu düşünen ve bu sütü anne bedenine salgılattıran sistemi kuran oksitosin hormonunun kendisi midir?
Oksitosin hormonu, vücudumuzda bulunan binlerce hormondan sadece biridir. Bunun gibi her bir hormon, çok büyük bir organizasyon gerçekleştirir; hayati kararlar verir; bunları uygulamaya geçirir; hücrelerle haberleşir; vücudun ihtiyacı olan salgıyı oluşturur; bunun için uygun olan miktarı belirler; zamanlamasını, salgılama süresini ayarlar ve daha pek çok karmaşık işlemi kusursuzca yerine getirir.
Hayret verecek derecede mükemmel ve planlı olan bu düzenin tesadüfen veya kendi kendine işlemediği çok açıktır. Şuur içeren tüm bu organizasyonları ve hormonları en ince ayrıntısına kadar yaratan ve kontrol eden sonsuz akıl sahibi olan Allah'tır.
1. ADH ve oksitosin hormonları hipotalamusta üretilir.
2. Uygun zamanda ADH ve oksitosin akson ucundan kana salgılanır.
3. Hipofiz bezi
4. Atardamar
5. ADH
6. Beyinden gelen emirle salgılanan oksitosin isimli hormon, en uygun zamanda doğum sancılarını ve anne sütünün salgılanmasını başlatmakla görevlidir.
7. Rahimdeki düz kaslar
8. Oksitosin
9. Göğüslerdeki süt bezleri
10. ADH, böbrek tübüllerini etkiler. Oksitosin de rahim ve süt bezlerini etkiler.
Vücudumuzdaki suyun miktarında gün içinde gerçekleşen en ufak değişimleri dahi algılayan sistemler vardır. Bunların başında, beynimizin bir bezelye tanesi büyüklüğünde olan hipotalamus denen bölümü gelir. Hipotalamusun hassas olduğu konulardan biri, kandaki su oranıdır. Kandaki su oranı azaldığında, kan basıncında çok küçük de olsa bir düşme gerçekleşir. Bunun üzerine kalpten kanın çıktığı ilk nokta olan aortta bulunan ve kan basıncındaki değişiklikleri algılamakla görevli olan basınç ölçerler (baroreseptörler) devreye girer. Kan basıncındaki değişiklikle uyarılan bu hassas algılayıcılar durumu hemen beynimizdeki hipotalamus bölgesine bildirirler. Hipotalamus ise buna önlem olarak hemen altında yer alan 1 cm büyüklüğündeki hipofiz adlı bezde, "ADH" ("Vazopressin" ) isimli bir hormonun üretilerek salgılanması emrini verir.
Bu hormon kan dolaşımı yolu ile uzun bir yolculuğa çıkar ve böbreklere ulaşır. Böbreklerde aynen bir kilidin bir anahtara uygunluğu gibi tam bu hormona uygun olan özel alıcılar vardır. Hormonlar bu alıcılara ulaştıkları anda böbreklere su tasarrufu düzenine geçilmesi mesajını iletir. Bu mesajı anlayan böbrek hücreleri derhal vücuttan su atılımını çok az bir düzeye indirirler.
Öte yandan yine aynı "vazopressin" hormonu beynimizde susama hissinin oluşmasına da neden olur. Biz ise, içimizdeki bu mükemmel sistemin işleyişinden hiç haberimiz olmadan, sadece bir bardak su içerek vücudumuzun su dengesini sağlamış oluruz.
Eğer hipofiz hormonu ve bu hormonun getirdiği "su tüketimini azaltın" emrini anlayıp uygulayan böbrek hücreleri olmasaydı, susuzluktan ölmemek için günde 15-20 litre su içmek zorunda kalırdık. Bu suyu sürekli olarak da dışarı atmamız gerekeceğinden, uyumamız veya bir yerde uzun süre oturmamız mümkün olmazdı.
Görüldüğü gibi vücudumuzdaki su oranını dengede tutan bu sistemin bütün parçaları beyin ile ortak bir çalışma içindedir. Aorttaki hücreler bir mesaj göndererek su eksikliğini hemen beyne bildirmektedirler. Beyin de bu mesajın ne anlama geldiğini hemen anlayıp bir haberci yola çıkarmakta ve bu haberci vücuttaki pek çok organ içinden konuyla ilgili olana yani böbreklere giderek neler yapması gerektiğini anlatmaktadır.
Bu işlemler gün içinde defalarca, biz hiç fark etmeden gerçekleşir. Üstelik sadece bizim bedenimizde değil, çevremizde bulunan bütün insanların; daha önce yaşamış olan ve bundan sonra dünya üzerinde yaşayacak olan insanların da vücutlarında bu sistem vardır. Hepsi aynı hassas algılayıcılara sahiptirler. Hepsinin vücut hücreleri kan basıncı değişikliğinde nasıl davranmaları gerektiğini bilmektedir. Bütün insanların bu görevle görevlendirilmiş olan hücreleri kandaki basınç değişikliklerini ölçecek yapıya da sahiptirler.
Bu kadar kompleks ve kusursuz bir sistem nasıl ortaya çıkmış ve tamamı nasıl aynı özelliklere sahip olmuştur
Böyle bir mekanizmanın kör tesadüflerle ortaya çıkamayacağı akıl sahibi her insan için açık bir gerçektir. Sistemin parçalarının da kendi kendilerine bu özellikleri kazanmaları mümkün değildir. Bir insanın okuyup anlaması için dahi dikkat sarf etmesi ve düşünmesi gereken bu işlemleri hücrelerin kendi kendilerine keşfedemeyecekleri de çok açıktır. Kaldı ki vazopressin vücudumuzdaki yüzlerce hormondan tek bir tanesidir. Diğer hormonların her biri vücuttaki organlarla benzer bağlantılar içindedir. Ve hiçbir hormon mesajını yanlış bir organa götürmez. Ve her organ kendisine gelen hormonun taşıdığı mesajı doğru ve eksiksiz anlar. Böyle bir sistemin üstün bir akıl tarafından var edildiği ortadadır. Bu aklın sahibi herşeyi yaratmış olan Allah'tır.
Her insan, kendi bedenindeki bu yaratılış mucizeleri üzerinde düşünmek ve kendisini kusursuzca yaratmış olan Allah'a şükretmekle sorumludur.
1. Böbrek
2. Böbreküstü bezi
3. Böbreküstü bezleri susama bölgesini uyaracak hormonlar üretir.
4. Kalp
5. Kalpteki baroreseptörlerden alınan bilgi hipotalamusa gider.
6. Yeterli su sağlandığında dil ve mideden rezervlerin dolduğu mesajı gönderilir.
7. Mide
8. Hipotalamustaki alıcı hücreler
9. Hipotalamus tükürük bezlerine "üretimi durdur" emri verir. Bunun sonucunda ağız kuruluğu oluşur.
İnsan vücudundaki hücreler ve hormonlar arasında büyük bir uyum vardır. Vücut hormonları tanır. Hormonların taşıdıkları mesajlarda neler var hemen anlar. Hormonlar da vücutta ne zaman nereye gideceklerini ve nasıl bir etki yapacaklarını çok iyi bilirler. Hem kadınlarda hem de erkeklerde aynı hormonlar salgılanmasına rağmen, her iki cinste, hormonların etkileri birbirinden tamamen farklıdır. Örneğin FSH adlı (folikül uyarıcı) hormon kadınlarda yumurtanın meydana gelmesini sağlayan hormondur. Erkeklerde ise aynı hormon sperm oluşumunu sağlamaktadır.
LH (luteinleştirici hormon) ise kadınlarda yumurtanın serbest hale gelmesini ve progesteron adlı başka bir hormonun salgılanmasını sağlayan hormondur. Progesteron rahmin bebek için hazırlanmasında kullanılır. Aynı hormon erkeklerde tamamen farklı bir görev üstlenmekte ve testosteron hormonunun salgılanması için hücreleri uyarmaktadır. Testosteron ise erkeksi özelliklerin ortaya çıkmasını ve sperm oluşumunu sağlar.
Benzer etkiye sahip hormonların farklı bedenlerde ancak aynı formüllerde üretilmeleri ve birbirinden tamamen farklı etkilere yol açmaları elbette ki düşündürücüdür.
Bir hormon erkek vücudunda salgılandığında bu hücrelerin bir erkeğe ait olduğunu anlamakta ve buna göre değişiklikler yapmaktadır. Örneğin bu hormon erkek vücudunda kaslanmaya neden olmakta, sesin daha kalın olmasını, sakal çıkmasını sağlamaktadır.
Yine aynı hormon kadın vücudunda da aynı formülle salgılanmakta ancak kadında erkeklerde yaptığı etkilerin neredeyse tam tersi etkilere yol açmaktadır. Kadınlara kadın sesi, erkeklere erkek sesi veren, vücudun gelişimini ona göre ayarlayan bir hormon, bunu ayırt edebiliyorsa kadın ve erkek vücudunun anatomisinden, kimyasından haberdar demektir. Bu da hormonun bir akla sahip olması, hatta bu konuda eğitim almış olması demektir.
Bu hormonlar nasıl olup da kimya bilgisine sahip olmaktadır? Ya da bu hormonları üreten hücreler sadece insan bedenindeki kimyayı çözmekle kalmayıp ellerindeki bilgilere göre birer kimyager gibi hem kendilerinde üretim yapmakta, hem de başka hücreleri üretim yapmaya nasıl yöneltmektedirler? Bütün bunları yapacak akla hücreler nasıl sahip olmuşlardır?
Bu aklın hücrelere, bu hücreleri oluşturan atomlara ait olmayacağı çok açıktır. Erkek ve kadına özgü olacak şekilde ayarlanmış bu düzenlemeler üstün bir yaratılışın, bir planın varlığını bize göstermektedir. Allah üstün kudret sahibi Yaratıcımızdır.
A. Kadınlarda Hormonal Düzenleme B. Erkeklerde Hormonal Düzenleme 1. HİPOTALAMUS | 4. LH yumurtanın serbest hale gelmesini ve progesteron isimli hormonun salgılanmasını sağlar. |
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücre tiroid hormonları sayesinde kusursuzca görevini yerine getirir.
Vücutta ne kadar çok tiroid hormonu varsa hücreler o kadar hızlı çalışırlar. Eğer vücutta yeterli miktarda tiroid hormonu salgılanmazsa hücrelerin çalışmaları gittikçe yavaşlar ve neredeyse durur. Bu sebeple tiroid hormonu kanda devamlı belirli bir miktarda bulunmalıdır.
Tiroid bezinin, diğer hücreleri etkilemeyi kendine görev edinmesi, bunun için kendi kendine karar alması imkansızdır. Çünkü diğer hücrelerin varlığından habersizdir. Yaptığı tek şey, kendi hücrelerinin DNA'larında yer alan emirleri en ince ayrıntısına kadar yerine getirmektir.
Tiroid bezine bu yazılı emirleri veren ve bunları yerine getirten güç, herşeyi bilen ve en ince ayrıntısına kadar yaratan Allah'tır. Buradaki plan ve işleyişteki şuur, tiroid bezi adını taşıyan ve kendi varlığından habersiz olan şuursuz bir et parçasına değil, Allah'a aittir.
Bunu inkar eden evrimciler ise,
- tiroid bezinin tüm hücreleri harekete geçirmek ihtiyacını kendi kendine hissettiğini,
- bu yüzden tüm hücreleri etkileyecek hormonu kendi başına tasarladığını,
- bu hormonu kusursuz olarak kendiliğinden ürettiğini
- ve düzenli olarak sabit miktarlarda kana bırakmanın doğru olacağına yine tiroid bezinin kendi başına karar verdiğini savunmaktadırlar.
Elbette, bu yalnızca onların zannıdır. İnsan bedenindeki bir salgı bezinin tüm bu işlemleri akledebilmesi ve gerçekleştirebilmesi asla mümkün değildir. Herşeyi birbiriyle uyum içinde, birbirinin işlevine muhtaç olarak yaratan, herşeyin bilgisi Kendi Katında olan Allah'tır.
A. DAHA AZ SALGILAYICI FAKTÖR | 1. Tiroid bezi | 6. Fazla çalışma |
Yukarıdaki şemada, vücuttaki tiroid hormonu miktarının metabolizma üzerindeki etkisi özetlenmektedir. |
İnsülin, insan yaşamı için vazgeçilmez olan hormonlardan bir tanesidir. Bu hormonun salgılanmaması durumunda kanda yükselen şeker oranı dengelenemez. Bu durum, kişinin şeker komasına girmesine neden olur. Vücut için bu kadar önemli olan insülin, 51 aminoasitin belli bir düzen içinde birleşmesinden oluşan bir proteindir. Aşağıda insülini oluşturan aminoasitlerin isimlerinin yuvarlaklar içine yazılarak sıralanmasıyla ortaya çıkan şekil görülmektedir. İşte bu şekilde görülen aminoasit sıralamasındaki en ufak bir farklılık bile insülinin görevini yapamamasına neden olur.
Kağıt üzerinde yazılmış bir formül gören her insan bu formülün kendi kendine ortaya çıkamayacağını, bunun bir insan tarafından kağıda yazılmış olduğunu bilir. İnsülin hormonu da sabit bir formüle sahiptir. Ayrıca şu ana kadar yaşamış insanların tamamında bu sabit formüldeki insülin salgılanmaktadır. Bu durum insülinin zaman içinde, tesadüfen ortaya çıkamayacağını göstermek için yeterlidir. Hiçbir şuursuz tesadüf trilyonlarca insanda aynı formülde bir hormonun oluşmasını sağlayamaz. Böyle bir iddia hem akla, hem mantığa hem de bilime aykırıdır. İnsülini bu formülde yaratan, ne gibi özelliklere sahip olacağını belirleyen, insanın ilk ortaya çıkışı ile birlikte insülini var eden Allah'tır.
1. İnsülin hormonu |
1. Çok |
Böbreklerinize pompalanan kandaki alyuvar miktarı böbrekler tarafından sürekli olarak ölçülür. Hassas algılayıcılar ile tespit edilen veriler hemen değerlendirilmeye alınarak gerekenler yapılır.
Böbrekten süzülen kan miktarında bir azalmanın tespit edilmesi durumunda böbreklerdeki özel hücrelerden "eritropoietin" adlı bir hormon salgılanır. Bu hormon kan üretimini artırmaya yarar. Hormon, etkisini böbrek dışında bir yerde kemik iliği üzerinde gösterecektir. Kemik iliğinde bulunan ana kan yapıcı hücreler bu hormonun kendilerine gelerek, alyuvar sayısının azaldığını bildirmesi üzerine alyuvar yapımını hızlandırarak kan dolaşımına daha fazla alyuvar bırakılmasını sağlarlar. Bu sayede alyuvar dengesi ayarlanmış olur.
Görüldüğü gibi böbrek hücreleri tespit yapmakta, verileri değerlendirmekte ve gerekeni uygulamaya sokacak şekilde insiyatif kullanmaktadır. Mesaj iletmekle görevli hormon ise vücut içinde yolunu kaybetmeden ilerlemekte, kemik iliğine hiçbir bozulmaya uğramadan ulaşabilmektedir. Kemik iliğindeki hücreler de böbreklerden gelen bir hormon ile gönderilmiş olan mesajı nasıl çözeceklerini bilmekte ve bu mesaja göre harekete geçmektedirler.
Üstelik bu işlemlerin tümü, milyarlarca insanın her birinde aynı şekilde gerçekleşmekte, bu uyum bütün insanlarda aynı şekilde sürmektedir.
Bütün bu işlemlerde hücreler çok açık bir akıl gösterisinde bulunmakta ve kusursuz bir organizasyonun disiplinli ve itaatli parçaları şeklinde davranmaktadırlar. Bu durumda bu aklın ve uyumun kaynağının ne olduğu sorusunun cevaplanması gerekmektedir. Hücrelerin böyle bir akla kendi kendilerine ya da tesadüfen sahip olduklarının iddia edilmesi mümkün değildir. Hücrelere bu aklı ve nasıl davranmaları gerektiğini ilham eden herşeyi kontrolü altında tutan Allah'tır.
Allah'tan başka bir güç yoktur.