1998 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü paylaşan üç bilimadamı damarda salgılanan nitrik oksit (NO) adlı molekülün gevşetici bir özelliğe sahip olduğunu keşfettiler. Bu molekül sayesinde damarın duvar gerginliği düzenlenmektedir. Ancak nitrik oksit bu işi tek başına yapmaz. O, damar duvarının gevşetilmesinde bir aracı olarak görev yapar.
Bu zincirleme işlemin nasıl geliştiğini daha iyi anlayabilmek için yandaki şemayı inceleyebilirsiniz. Damarın gevşemesi için öncelikle kanda bulunan bazı uyarı iletici hormonlar devreye girerler. Bunlar damar zarındaki alıcılara bağlanarak bu işlemi başlatırlar. Bunu ilk domino taşının düşmesiyle diğer tüm taşların birbirini etkileyerek sırayla düşmesine benzetebiliriz. İlk taş harekete geçtikten, yani kandaki uyarı iletici hormon damar zarındaki alıcılara bağlandıktan hemen sonra hücre zarı ne yapması gerektiğini "anlar" ve nitrik oksit üretmeye başlar. Üretildikleri anda ne yapmaları gerektiğini "bilen" nitrik oksit moleküllerinden bazıları hızla damar düz kas hücrelerine gelirler. Burada hücreye girerek GTP adlı enzimle birleşirler. Bu, ikinci aşamadır. Ancak damarın gevşemesi için bir sonraki aşamaya geçilmesi gerekmektedir. Nitrik oksit GTP ile birleştikten sonra cGMP isimli bir başka enzim üretilmeye başlar. Elbette üretilen bu yeni maddenin de bu zincirde bir görevi vardır ve bunu gerçekleştirmek için miyozine giderek, onu harekete geçirir. Miyozin, kas hücrelerinin kasılıp gevşemesi için gerekli olan bir etkendir. Artık son aşamaya gelinmiştir. Miyozinin de harekete geçmesiyle son taş da düşer ve kas hücreleri gevşer.
Şimdi bu aşamaların tümünü bir kez daha zihninizde canlandırın. Dikkat edilirse bu işlemde rol alan hormon ve hücreler bilinçli bir şekilde hareket etmektedirler. Kandaki uyarı iletici hormonlar damar zarında kendileri için uygun olan yere giderek, o bölgeyi etkilerler ve bu süreci başlatırlar. Bundan sonraki işlemlerde de aynı bilinç gözlenmektedir. Her uyarı, kapkaranlık insan bedeninin içinde asla yolunu şaşırmadan, hep doğru yere giderek başarılı bir sonuç elde eder.
Peki ama hücreler, hormonlar ve moleküllerin bu şuurlu hareketleri nasıl gerçekleşmektedir? Bu bilinç kendilerine ait olabilir mi? Elbette olamaz. Ama bir hücrenin ne zaman, ne üreteceğini ona bildiren, hormonun veya molekülün doğru adrese gidebilmesi için onlara yolu gösteren, adresin doğru olduğunu bildiren, kısaca tüm bunları yönlendiren bir akla ve şuura ihtiyaç vardır. Bu sonsuz akıl, hücreyi, hormonları, molekülleri yaratan, ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini onlara ilham eden Allah'a aittir.
1. Dış tabaka,
2. Düz kas hücreleri,
3. Elastik beyaz tabaka,
4. Kan damarının zarı,
5. Kan damarı içerisinde ilerleyen uyarı iletici hormonlar,
6. damar zarındaki alıcılara bağlanırlar.
7. Böylece zincirleme işlemler başlatılmış olur.
8. Hücre zarı Nitrik oksit üretimine başlar.
9. Nitrik Oksit molekülleri düz kas hücrelerine ulaşır.
10. Nitrik oksit hücredeki GTP enzimine bağlanır.
11. Böylece etkin hale gelen enzim cGMP enziminin üretimini başlatır.
12. cGMP enzimi ise miyozine gider ve miyozini harekete geçirir.
13. Dolayısıyla kas hücreleri gevşer.
Darwinizm, tesadüfen meydana gelen milyonlarca olayın, cansız maddeleri canlandırdığını, kusursuzca işleyen, eksiksiz tasarıma sahip yapıları oluşturduğunu öne süren, son derece mantıksız bir iddiadır. Darwinizm'in ne kadar büyük bir safsata olduğunu görmek için şu örneği okumanız dahi yeterlidir.
Kandaki taşıyıcı proteinlerden biri olan albumin, kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli safra kesesi maddesini ve penisilin gibi ilaçları kendine bağlar. Daha sonra kanla birlikte vücutta gezerek, topladığı zehirleri karaciğerde zararsız hale getirilmek üzere bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise gerekli oldukları yerlere götürür.
Şimdi bir düşünün ve kendinize şu soruları sorun:
Kanda taşınan zehirli maddeleri, ilaç ve besin maddelerini mikroskopta görseniz –tıp eğitimi almadıysanız- bunları siz bile birbirinden ayıramazsınız. Hangi organa hangisinin ne kadar miktarda bırakılması gerektiğini ise kesinlikle tespit edemezsiniz.
İnsanların büyük bir çoğunluğunun, özel bir eğitim almadıkça bilemeyecekleri bu bilgileri, şuursuz birkaç atomun birleşiminden oluşan albumin molekülü bilmekte ve milyonlarca yıldır bütün insanların vücudunda görevini kusursuzca yerine getirmektedir. Kuşkusuz bir "atom topluluğunun" böyle bir şuur gösterebilmesi, Allah'ın sonsuz kudreti ve ilmi ile gerçekleşmektedir.
"Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur.
O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır."
(Taha Suresi, 98)
1. Kılcal damarlar
2. Kılcal damarların içindeki yeşil renkli plazma proteinleri
3. Plazmanın içindeki albuminler
4. Albumin, kandaki bazı maddeleri kendine bağlar. Zehirli olanları karaciğere diğerlerini ise ilgili yerlere bırakarak kusursuz bir dağıtım hizmeti verir.
5.Albuminler zehirli atıkları toplayıp kan damarları yoluyla karaciğere götürürler.
6. Karaciğer
Tesadüflerin yaratma gücünün olmadığını göstermek için en etkili yöntem Allah'ın varlığının delillerini anlatmaktır. Kendi vücudumuzdan bir örnek verelim.
Ayakta durmaktan, kolumuzu kaldırmaya kadar her türlü hareketi kaslarımız sayesinde gerçekleştiririz. Bu hareketleri yapabilmemiz için kas hücrelerimize devamlı bir oksijen akışı olması gereklidir. Kas hücrelerine oksijen taşıma işlemini de vücuttaki proteinlerden biri olan miyoglobin üstlenmiştir. Miyoglobin kanda oksijen taşımakla görevli olan hemoglobin adlı başka bir proteine genel olarak çok benzer. Ancak miyoglobin hemoglobinden farklı olarak tek bir oksijen yakalama kapasitesine sahiptir. Miyoglobinin bu özelliği sayesinde kaslara oksijen azar azar ve belirli bir miktarda taşınır.
Bir an için, kanda oksijen taşıyan hemoglobin ile kaslarda oksijen taşıyan miyoglobinin yer değiştirdiğini düşünelim. Bu durumda miyoglobin vücut için gerekli olan oksijeni akciğerlerden taşımak için yeterli olamayacaktır. Diğer yandan hemoglobin de kas dokularına gereğinden fazla oksijeni, üstelik de ani olarak bırakacaktır. Bu durumda da tüm vücudun dengesi bozulacaktır. Ancak böyle bir şey olmaz ve bu iki protein her zaman doğru yerde bulunur. Bu sayede rahatlıkla nefes alır, istediğimiz gibi hareket edebiliriz.
Hemoglobin ve miyoglobin insan vücudundaki proteinlerden sadece iki tanesidir. Vücuttaki diğer proteinler de aynı şekilde tam ihtiyaç duyulan özelliklerde ve ihtiyaç duyulan yerlerde üretilirler. Bu örneklerde görüldüğü gibi insan vücudu, tesadüfen ortaya çıkması imkansız olan, kusursuz bir yaratılışa sahiptir. Bu yaratılışın sahibi, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir?
Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?
(Nahl Suresi, 17)
1. Miyoglobin, 2. Hemoglobin, 3. Sadece kas hücrelerine oksijen taşiyan miyoglobin,
4. Kan damarlari içerisinde hücrelere oksijen taşıyan hemoglobin, 5. Miyoglobin,
6. Oksijen, 7. Hemoglobin, 8. Oksijen, 8. Oksijen
Vücudun bilgi bankası olan DNA'da zaman zaman dış etkiler sonucu bazı hatalar meydana gelebilir. Ancak bu hatalar DNA kontrol mekanizmaları tarafından hiç vakit kaybetmeden düzeltilir. Düzeltme işlemini gerçekleştirenler de yine DNA'daki bilgiler doğrultusunda üretilmiş olan enzimlerdir.
Düzeltme işlemi bir kaç aşamadan meydana gelir:
1. Hasar gören DNA şeridinin hatalı kısmı DNA nükleaz adlı enzim tarafından tespit edilir.
2. DNA nükleaz tespit ettiği hatalı kısmı kopartır. Böylece DNA sarmalında bir boşluk oluşur.
3. Bir başka enzim olan DNA polimeraz, sağlam olan kopyadan doğru bilgiyi alarak, boş yere doğru bilgiyi yerleştirir.
4. Ancak düzeltme işlemini bununla bitmez. Düzeltmenin gerçekleştiği yerdeki şeker-fosfat şeridi üzerinde bir kopukluk meydana gelmiştir. Bu kopukluk ise DNA ligaz enzimi tarafından tamir edilir.
Yaptıkları işlerden de anlaşıldığı gibi, DNA'daki hataların düzeltilmesinde görev alan enzimler birçok özelliğe aynı anda sahip olmalıdırlar. Hataları tespit edebilmeleri için DNA'yı çok iyi tanımaları gerekir. Ayrıca, doğru bilgiyi nereden almaları ve açılan boşluğu nasıl kapatmaları gerektiğini de bilmelidirler.
İşin en ilginç yönü de, DNA'nın hem üretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere göre ve DNA'nın emir ve kontrolünde üretilmiş proteinler olmasıdır. Ortada içiçe geçmiş öyle muhteşem bir sistem vardır ki, böyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesadüflerle bu hale gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü enzimin olması için DNA'nın olması, DNA'nın olması için de enzimin olması, her ikisinin olması içinse hücrenin de, zarından diğer bütün kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir.
Canlıların birbirini izleyen "yararlı tesadüfler" sonucunda "aşama aşama" geliştiklerini öne süren evrim teorisi, söz konusu DNA-enzim paradoksu tarafından kesin biçimde yalanlanmaktadır. Çünkü DNA'nın ve enzimin de aynı anda var olması gerekmektedir. Bu ise Rabbimiz'in kudretli yaratmasını gösterir.
"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur;
hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar."
(Rum Suresi, 26)
1. DNA nükleaz enzimi eşlenen DNA zincirindeki tüm basamakları tek tek kontrol eder ve bir hata varsa bunu tespit eder.
2. Bulduğu bir hata olduğunda onu hemen yerinden koparıp çıkartır.
3. Bu sırada devreye giren DNA polimeraz enzimi, boş kalan yere, doğru parçayı getirir.
4. DNA polimeraz enzimi getirdiği bu doğru parçayı yerine yerleştirir.
5. Devreye giren 3. bir enzim olan DNA ligaz kopuk yeri görüp gelir.
6. Ve uygun malzemeyi kulllanarak kopuk yeri tamir eder.
Aşağıda gördüğünüz tablodaki harfler rastgele dizilmemişlerdir. Bu harfler aslında kanınızda oksijen taşımakla görevli hemoglobin proteininin tarifinin bir bölümüdür. Bu tarif, vücutla ilgili tüm bilgilerin bulunduğu DNA'da kayıtlıdır. Hemoglobin üretilmesi gerektiğinde, DNA'daki 3 milyar harf içinden bu harfler seçilir. Bu seçme işlemini, RNA polimeraz adındaki enzim yapar. Bu enzim o kadar dikkatli ve titizdir ki, hiçbir zaman okumada ve doğru harfleri seçme konusunda bir hata yapmaz. Her seferinde milyarlarca harf arasından doğru olanları seçer.
Doğru harfleri seçerek, proteinin tarifini aldıktan sonra üretim için, hücre içindeki üretim merkezine, yani ribozoma gider.
Ribozom da, bu tarifi aynı titizlikle dikkatlice okur, anlar ve hemen kusursuzca üretir.
Bu, son derece ileri teknolojiye sahip bir gökdelenin planının mimar ve mühendisler tarafından oluşturulduktan sonra, inşasının gerçekleştirilmesi için ilgili uzman ve teknisyenlere emanet edilmesi gibi planlı ve organize bir olaydır.
Darwinistler ise, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alanda oluşan bu yüksek seviyeli organizasyonun, tesadüfen oluştuğunu iddia ederler. Cansız, kör ve şuursuz atomlardan oluşan moleküllerin sürekli akıl göstererek, kusursuz bir planın ve düzenin yöneticileri ve uygulayıcıları olduğunu iddia ederler.
Darwinizm'in bu iddialarına inanmak, çocuk masallarını gerçek sanmak kadar mantıksız ve inanılmazdır. Ancak Darwinizm büyü ve hipnoz teknikleri kullanarak, birçok insanı kandırmış ve kavrayışını kapatmıştır.
Üstteki tabloda gördüğünüz harfler, hemoglobin proteininin DNA'daki tarifidir. Vücut için hemoglobin üretilmesi gerektiği zaman RNA polimeraz isimli enzim, DNA'ya gelir ve yaklaşık 3 milyar harf içinden bu harfleri tek tek seçerek kopyalar ve bunları doğru şekilde sıralar. Daha sonra kopyaladığı tarifi üretilmek üzere hücrenin fabrikasına götürür.
Bir hücrede, belli bir proteinin üretilmesi gerektiğinde, RNA polimeraz isimli bir enzim, hücrenin bilgi bankası olan DNA'ya gider ve DNA'dan üretilecek proteinle ilgili bilgileri bularak kendisine bir kopyasını alır. Ancak bazen proteinle ilgili bilgiler DNA'nın farklı bölgelerinde dağınık olarak bulunur. Bu nedenle, RNA polimeraz enzimi bilginin başladığı yerden bittiği yere kadar olan bölümün tamamını kopyaladığında, arada işine yaramayan yerleri de kopyalamış olur. Aralarda gereksiz bilgilerin bulunması ise, farklı ve işe yaramaz bir proteinin üretilmesine neden olacaktır. İşte bu aşamada "spliceosome" isimli enzimler yardıma gelirler ve büyük bir ustalıkla yüzbinlerce bilginin içinden gereksiz olanları seçip çıkartarak, kalan zincirleri birbirlerine eklerler.
RNA kırpılması olarak isimlendirilen bu işlemde, birkaç atomun birleşmesiyle meydana gelen moleküller, çok şuurlu bir davranış göstermektedirler. Adeta bir redaktör gibi çalışarak, yazıdaki eksikleri, hataları düzeltmektedirler. Bu atomlar, RNA polimeraz'ın hangi proteini üretmeye çalıştığını bilmekte, bu proteinin meydana gelmesi için gerekli ve gereksiz olan bilgiyi birbirinden ayırt edebilmekte, üstelik yüzbinlerce bilgi arasında hiç hata yapmadan bu işi gerçekleştirebilmektedirler. Ayrıca, kendilerine her ihtiyaç olduğunda bunu hemen anlayarak hiç gecikmeden olay yerine gelip, görevlerine başlamaktadırlar.
Burada anlatılanlar, hücrenin içinde gerçekleşen milyonlarca olaydan sadece bir tanesinin, küçük bir ara aşamasıdır. Bu şuuru, bilgiyi, aklı, beceriyi, sorumluluk hissini ve işbirliği gerektiren davranışları şuursuz atomların göstermeleri kesinlikle mümkün değildir.
Ne var ki evrimciler, doğanın böylesine kusursuz bir sistemi, tesadüfen oluşturduğunu iddia edecek kadar mantığa, akla ve bilime karşı gelmektedirler. İnanılması imkansız şeylere inanan evrimciler doğanın mucizeler meydana getirdiğini, şuursuz atomları tesadüfen şuur ve akılla hareket ettirdiğini iddia ederler.
Ancak evrimciler yanılmaktadır. Tüm bu şuurlu ve planlı işlerin düzenleyicisi ve yöneticisi Allah'tır.
Gökleri ve yeri hak olmak üzere yarattı ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş O'nadır.
(Teğabun Suresi, 3)
1. Protein üretileceği zaman, DNA'dan proteinin tarifi kopyalanır. Ancak, bazen tarif DNA'nın farklı bölgelerinde bulunur ve arada kalan istenmeyen bilgiler de kopyalanır. Yukarıda kopyalanmış olan bilginin düz kırmızı renkte olan bölgesi, istenmeyen bilgiye ait bölgedir. Doğruproteinin üretilebilmesi için bu bölgeden kurtulmak gerekir.
2. İşte bu esnada "spliceosome" isimli enzimler yardıma gelirler ve istenmeyen bölgenin iki ucunu birbirine değdirecek şekilde kopyalanan zinciri bükmeye başlarlar.
3. Bu işlemin sonucunda istenmeyen bölge kopartılmış olur. İstenilen bilgiler ise birbirine eklenir ve proteinin tarifi üretim için hücrenin fabrikasına götürülür.
Kemiklerimiz ilk oluşmaya başladıklarında kıkırdak doku olarak ortaya çıkarlar. Zamanla bu dokunun iç kısmı sertleşmeye başlar. Daha sonra kıkırdak doku, kan damarlarıyla birlikte osteoblast ve osteoklast adlı özel kemik hücreleri tarafından sarılmaya başlar. Osteoklast hücrelerinin görevi sertleşmiş kıkırdak dokuda oyuklar açmaktır. Bunu salgıladıkları özel enzimler sayesinde yaparlar. Osteoklastların kemikte yaptığı yıkım sırasında osteoblast hücreleri de boş durmaz ve iskeleti oluşturmak üzere kemik yapı meydana getirmeye başlarlar.
Bu iki hücre grubunun ortaklaşa çalışması neticesinde kemikler büyüyerek iskeleti oluştururlar.
Çocukluk döneminde osteoblastların işi daha ağırdır, çünkü büyüme oldukça hızlı olduğundan kemik yapımı yıkımdan daha fazla olmalıdır. Ancak iskelet belli bir olgunluk düzeyine eriştikten sonra yapım ve yıkım süreçleri birbirlerini dengelemeye başlar.
Her insanda kemiklerde bulunan bu hücreler aynı görevleri görürler. Hepsi kemik yüzeyini nasıl inşa edeceklerini bilirler. Kafatasındaki kemiklerle uyluk kemiği arasındaki farklılıkları bilerek bu kemiklere nasıl şekil vereceklerini, ne zaman uzamalarının duracağını, incelik ve kalınlıklarının nasıl olacağını bilirler. Çocukluk döneminden de haberdardırlar. Bu dönemde daha fazla işleri olduğunu bilerek hareket ederler.
Bu işlemlerin sıralamasında hiçbir karışıklık yaşanmaz. Her hücre grubu tam gerektiği anda aktif hale geçer. Bu planlı oluşum sayesinde bütün kemikler görevlerini en iyi şekilde yerine getirebilecek bir yapıya ve şekle kavuşurlar.
Kemik hücreleri bu üretim ve planlama yeteneklerini nasıl kazanmışlardır? Şuursuz atomlardan oluşan bir hücre planlama yapamaz. Karar veremez. Vücuttaki dengelerden haberdar olamaz. İhtiyaçları hissedip önlem alamaz. Ancak insan bedenindeki trilyonlarca hücrenin her biri şuurlu bir insan gibi davranmakta, hatta insandan daha yüksek bir akıl göstermektedir. Bu durum hücrelerin üstün bir güç tarafından yönetildiklerini ve yönlendirildiklerini gösterir. Hücrelere neler yapacaklarını ilham eden büyük bir kudret sahibi olan Allah'tır.
1. Kemik hücreleri
2. Kıkırdak
3. Kemikleşme merkezleri
4. Gelişen kıkırdak
5. Yeni kemikleşmiş bölge
6. Kemik iliği oluşması
7. İskelet
Yukarıda resmini gördüğünüz insan iskeletinin, küçücük hücreler tarafından, aşama aşama inşa edildiğini hiç düşünmüş müydünüz? Kemik hücreleri, vücudun iskelesini, adeta bir heykeltraş gibi, büyük bir titizlikle hazırlarlar. Her parçanın sertliğini, uzunluğunu, şeklini, girinti çıkıntılarını, birbirleriyle kesişeceği yerleri kusursuzca inşa eden bu hücrelere her adımlarını ilham eden Yüce Allah'tır.
Darwinizm'e göre herşey tesadüflerin ve kaosun ürünüdür. Oysa tüm evrende öyle kusursuz bir düzen, muhteşem bir uyum ve hassas bir denge vardır ki, Darwinistlerin "tesadüf" iddiaları yerle bir olmaktadır. Vücudunuzun, gözle dahi göremeyeceğiniz bir detayındaki uyum ve tasarım, size bu gerçeği gösterecektir: Kanımıza kırmızı rengini veren alyuvarlar, kan hücreleridir. Alyuvarlar yassı disklere benzerler ve son derece esnektirler. Bu özelliklerinin, insan hayatı için son derece büyük bir önemi vardır.
Alyuvarların bu esnekliği olmasaydı, vücudun pek çok noktasında takılıp kalırlardı. Çünkü alyuvarların çapı, içinde gezdikleri damarların çapından neredeyse iki misli daha fazladır. Ancak, esneklikleri sayesinde bu bir problem oluşturmaz ve damarların içinde rahatlıkla hareket ederler.
Eğer alyuvarlar bu esnekliğe sahip olmasalardı ne olurdu?
Şeker hastalığında, böyle bir sorun yaşanmaktadır. Şeker hastalarının kan hücreleri genellikle esnekliğini yitirir ve gözlerini oluşturan hassas dokular esnek olmayan kan hücreleri tarafından tıkanır. Bu tıkanmanın sonucu ise körlüktür.
Görüldüğü gibi, canlılarda var olan her yapı ve her sistem tesadüflere yer bırakmayacak kadar hassas, birbiriyle uyumlu ve dengelidir. Çünkü her birini, üstün bir güç ve ilim sahibi olan Allah yaratmıştır.
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
Alyuvarların sahip olduğu şekil ve esneklik, onların en ince damarlardan dahi kolaylıkla geçebilmelerini sağlamaktadır.
Vücudumuzdaki tüm hücrelere oksijen, kandaki alyuvar hücreleri tarafından taşınır. Oksijen molekülleri kanda serbest olarak dolaşırken alyuvarların oksijen moleküllerini yakalamaları gerekir. Bu yakalama işlemini yapan ise, alyuvarlardaki hemoglobin isimli proteindir.
Alyuvarlar, hemoglobini taşıyabilmek için özel olarak tasarlanmışlardır. Hemoglobin alyuvarın % 90'ını kaplar ve bu nedenle alyuvarın içinden diğer hücrelerde bulunan çekirdek, mitokondri gibi organeller çıkarılmıştır. Bu sayede hemoglobin yeteri kadar oksijen yakalayabilir.
1. Heme Grupları
Hemoglobin, oksijeni kesinlikle temas etmeden bir maşa ile tutar gibi tutar. Çünkü, oksijen atomları ile temas ettiği takdirde hemoglobin yanar ve bunun sonucunda oksijen diğer hücrelere iletilemez.
Ancak, normal şartlarda hemoglobinin, oksijeni hiç dokunmadan tutabileceği şekilde yaratılmış özel sistemi sayesinde böyle bir tehlike yaşanmaz.
Hemoglobinin oksijen yakalama mekanizması şöyledir: Hemoglobin dört farklı proteinin birleşmesinden meydana gelir ve bu dört proteinde demir atomu taşıyan özel bölümler vardır. Demir atomlarını taşıyan bölümler "heme grupları" olarak adlandırılır. İşte bu "heme grupları" hemoglobinde oksijeni tutmak için özel bir yeteneğe sahip olan özel maşalardır. "Heme grupları"nın oksijene temas etmeden bir maşa gibi oksijeni yakalayıp, ihtiyaç duyulan dokulara götürüp bırakması için molekülün içinde özel katlanmalar ve açılar mevcuttur. Bu özel bağlanma sırasında bu açılar belirli bir oranda değişir.
Görüldüğü gibi, vücudun gözle görülemeyecek kadar küçük parçalarının arasında dahi son derece kusursuz ve mükemmel bir uyum vardır. Böyle bir uyumun tesadüfen gerçekleşmesi kesinlikle imkansızdır. Alyuvarların içini boşaltarak hemoglobine yer açan, hemoglobinin yanmaması için oksijenleri yakalayabileceği yanmaz maşaları var eden, hemoglobini oksijen avcısı olacak şekilde programlayan, hemoglobinin oksijen moleküllerini tanımasını ve diğerlerinden ayırdetmesini sağlayan, yakaladığı oksijen moleküllerini nerelere teslim etmesi gerektiğini hemoglobine gösteren, tesadüfler değildir. Bunu iddia etmek, aklın ve mantığın dışına çıkmaktır. Tüm bunlar Allah'ın varlığının, yaratışının, sonsuz ilminin ve aklının birer göstergesidir.
Nefes alırken aslında havayla birlikte birçok tozu da solumuş oluruz. Ancak vücut için zararlı olan birçok madde akciğerlere ulaşamadan belirli güvenlik kapılarında tutularak etkisiz hale getirilir.
Burundan bronşlara kadar bütün solunum yollarının yüzeyi mukus adlı bir tabakayla kaplıdır. Solunum yollarının yüzeyini nemlendirici özelliğe sahip olan bu madde, havayla birlikte solunan toz gibi küçük maddeleri tutarak, akciğere girmelerini engeller. Ancak bu yabancı maddelerin mukus tarafından tutulduktan sonra, solunum yollarında birikmemesi için dışarıya atılmaları gerekir. Bunun için de bir başka güvenlik mekanizması devreye girer.
Bu mekanizmada solunum yolları yüzeyini kaplayan silya adındaki sivri uçlu kamçılar görev alır. Solunum yollarının yüzeyindeki hücrelerin herbirinin üstünde 200 silya bulunur. Bunlar saniyede 10-20 vuruş yaparak yutağa doğru sürekli bir çarpma hareketinin oluşmasını sağlarlar. Bu bölgedeki silyaların hareket yönleri hep yutağa doğrudur. Bu şekilde içinde yabancı madde barındıran mukusun dakikada 1 cm hızla yutağa doğru ilerlemesini sağlarlar. Burundaki silyalar ise bulundukları bölgede mukusun bu kez aşağı doğru hareket ettirilmesi gerektiğini bilirler ve tam aksi yöne kamçı hareketi yaparlar. Böylece burundaki mukusta yer alan maddelerin yutağa gelmesini sağlarlar. Daha sonra içinde yabancı maddeler bulunan mukus ya yutularak sindirim sistemine gönderilir ya da öksürükle vücuttan dışarı atılır.
Bu örneklerden anlaşıldığı gibi silya isimli tüycükler, görmek için gözleri, düşünebilmek için beyinleri olmamasına rağmen kendilerine kıyasla kilometrelerce uzaktaki yutağın yerini tespit edebilmektedirler. Bunun yanısıra yabancı maddelerin akciğere gönderilmesinin bedene zarar vereceğini bilmekte ve bulundukları bölgede bunu engelleyecek şekilde, birbirleriyle tam bir uyum içinde, hep gereken yönde hareket etmektedirler.
Bilimadamlarının çeşitli deneylerle, farklı araçlar kullanarak, uzun yıllardır süren araştırmalarına rağmen çalışma mekanizmasını tam olarak keşfedemedikleri bu metrenin 2 milyonda biri boyundaki tüycükler, yeryüzünde ilk insan varolduğundan beri kusursuz bir mekanizmayla çalışmaktadırlar. Onlar kendilerini yaratan Alah'ın ilhamıyla hareket ettikleri için hiçbir tesadüf zincirinin oluşturamayacağı kadar mükemmel bir işleyişe sahiptirler.
Elektron mikroskobu altında soluk borusundaki tüycükler