Hristiyan kardeşlerimizin büyük bir kısmı, İncil'in zaman içinde değiştirildiği konusuna ciddi şekilde tepki vermekte ve bunu asla kabul etmemektedirler. Çünkü bu durumu bir nevi "dinden çıkma" olarak değerlendirmektedirler. Elbette ki Hristiyanların tabi oldukları kitabın tahrif olduğuna dair iddiaları tepki ile karşılamaları anlaşılabilir bir konudur. Fakat bunun asla dile getirilmemesi gereken ve "dinden çıkmaya" sebep olacak bir kesin hüküm olup olmadığının anlaşılabilmesi için biraz düşünmek, Hristiyanlık tarihine bakmak ve bütün bunlar ışığında İncil'i tekrar incelemek gerekir.
Bir kez daha önemle ifade edecek olursak İncil, Müslümanlar olarak bizim de kitabımızdır. Dolayısıyla İncil'in değiştirilmiş ve yanlış yorumlanmış olması bizim isteyeceğimiz bir şey değildir. Fakat bu durum gerçekleşmiştir ve bize Kuran'da da haber verilmiştir. Şu durumda bu tahrifatı gösteren delillere ve tarihi olaylara bakmak gerekmektedir. Elbette bu durum gerçek İncil'in yok olduğu anlamına gelmez. İncil'in aslı, korunmuş olarak günümüze kadar gelmiştir. Şu anda gizlenmiş haldedir ve Allah'ın izniyle mutlaka bulunacaktır. Dolayısıyla önemli olan, İncil'in hak hükümlerini görebilmek, Kuran'a göre değerlendirmek ve akılcı ve vicdana uygun düşünmektir.
Halihazırda Hristiyan kardeşlerimizce kullanılmakta olan dört İncil hakkında mutlaka bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir konu daha vardır:
Bu kitapta okuyacağınız anlatımlar Müslümanların yaptığı çıkarımlar veya ortaya attığı iddialar değildir. Tam tersine kitapta anlatılanlar Hristiyanların kendi kaynaklarına dayanmaktadır.
Daha önce Hz. İsa (as) Allah'ın Oğlu Değildir, Allah'ın Peygamberidir isimli kitabımızda detaylarıyla anlatmış olduğumuz Hristiyanlık tarihine ait bilgilere, burada sadece hatırlatma olması maksadıyla maddeler halinde değinilecektir:
*İlk devir Hristiyan belgeleri ile Hristiyan cemaatlerini incelediğimizde, Hz. İsa (as)'ın; Allah'ın varlığı ve birliği konusunda ne Hz. Musa (as)'dan ne de Hz. Muhammed (sav)'den farklı bir öğreti getirmediğini görürüz.
*Hz. İsa (as)'dan sonra Hristiyanlık, havariler tarafından yayılmıştır. Onlar, özellikle Orta Doğu, Kudüs, Antakya ve Urfa gibi tevhid inancının hakim olduğu bölgelerde tebliğ yapmışlardır. Bu bölgeler Peygamberlerin zuhur ettiği bölgeler olduğu için, tevhid inancına zaten aşina olan pek çok kişi hızlıca Hristiyanlığı seçmiştir.
*O döneme kadar var olmayan teslis inancının Hristiyanlığa yerleşmesi ise, Hz. İsa (as)'dan çok sonra, Hristiyanlığın Yunan-Roma putperestliğinin hakim olduğu bölgelerde yayılmasıyla ortaya çıkmıştır.
*Bunun sebebi, Mısır'daki İskenderiye, Yunanistan, İtalya ve Anadolu gibi bölgelerde putperestlikten dönmüş olan Hristiyanların, eski inançlarının tesiriyle adına teslis dedikleri bir Hristiyanlık oluşturmaya başlamalarıdır.
Şüphesiz bu, gerçek bir olayın haberidir. Allah'tan başka İlah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. |
*Tarih boyunca putperestler, putlar arasında daima üç putu diğerlerinden üstün saymışlardır. Bunlardan en büyüğünü Baba, diğerini Ana, diğerini de Oğul olarak kabul etmişlerdir. Buna dair bazı örnekler şöyledir:
*Hint putperestliğinde teslis kavramı vardır. Bu üçlü tanrı, Brahma, Vişnu ve Şuva'dır.
*Kuran'da, Arap putperestliğinde de üçleme fikrinin olduğuna işaret edilmektedir: "Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza'yı. Ve üçüncü (put) olan Menat'ı(n herhangi bir güçleri var mı)?" (Necm Suresi, 19-20)
*Hristiyanlıktan önceki dönemde, Suriye ve çevre bölgelerinde de üçlü tanrı inancının yaygın olduğu bilinmektedir.
*Aynı şekilde Mısır putperestliğinde Osiris (Baba), İsis (Anne) ve Horus (oğul) üçlü tanrısı vardır.
*Pers putperestliği olan Mitraizm de üçlemeyi savunan bir batıl inançtır. Milattan önceki yüzyıllarda Anadolu'da ve Avrupa'da yaygındır.
*Roma ve Yunan putperestliğinde de üçleme fikri ve inancı vardır. Zeus, Jüpiter ve Apollo, eski Yunan'ın üçlü tanrılarıdır. Zaten Hristiyanlığı üçleme fikrinin de Roma ve Yunan putperestliğinden geldiği bilinmektedir.
*Yunan mitolojisinde çok sayıda baba tanrı, oğul tanrı bulunmaktadır. Hatta Platon bu üçlemeyi formüle etmiş ve sözde tanrılarının "logos" (söz) diye bir oğlu ve "sophos" (bilgelik) diye bir kızı olduğunu savunmuştu. Bilindiği gibi Hristiyanlıkta Hz. İsa (as) için kullanılan tanımlamalardan bir tanesi de "logos"tur.
Meryem Ana Evi, İzmir Selçuk'taki Bülbüldağı'nda Hz. İsa (as)'ın annesi Hz. Meryem (as)'ın son yıllarını geçirdiğine inanılan kilise. Hıristiyanlar için hac yeridir. Hz. Meryem (as)'ın mezarının da Bülbüldağı'nda olduğu düşünülür. Hristiyanlar yanında Müslümanlarca da kutsal sayılır. |
Amerikalı Teoloji profesörü Dr. Paul R. Eddy de bu konuya dikkat çekmiş ve "Was Early Christianity Corrupted by Hellenism?" (Erken Hıristiyanlık Helenizm tarafından bozuldu mu?) başlıklı makalesinde şu yorumlarda bulunmuştur:
Babil'e kadar uzanan eski dünya boyunca, üçlü gruplamalarla putperest tanrılara tapmak yaygın idi. Bu etki, Hz. İsa'dan önceki ve sonraki yüzyıllarda Mısır'da, Yunanistan'da ve Roma'da da fazlasıyla görülüyordu. Havarilerin ölümünden sonra, bu tip putperest inançlar Hıristiyanlığı istila etmeye başladı... Plato, üçlemeyi şu anki şeklinde öğretmemiş olsa da, onun felsefeleri bu doktrin için birer ön hazırlık niteliğindeydi. (Dr. Paul R. Eddy, Was Early Christianity Corrupted by 'Hellenism'?, http://www.xmark.com/focus/Pages/hellenism.html)
Genelde putperestlikte, özellikle de Yunan ve Roma putperestliğinde üçlü tanrılardan en büyüğünün ölümlü kadınlarla evlendiğine ve bu evlilikten hep erkek çocuk doğduğuna ve o doğan çocukların da tanrı olduğuna inanılırdı.
Ölümlü bir anneden doğan tanrı çocuk inancı bugün Hristiyanlıktaki teslis inancı ile ciddi benzerlikler taşımaktadır.
Yunan felsefesinde filozoflar fizik alem hakkında akıl yürüterek kendilerince bir tanrı fikrine ulaşmışlardır. Ancak değişmez ve sonsuz kabul ettikleri tanrının, nasıl olup da sonlu değişken varlıkları var edebildiğini kavrayamamışlardır. Bu sebeple maddesel bir varlığın aracılığıyla evrenin oluşumunu izah etmeye kalkışmışlardır.
Buna göre, örneğin bir çocuk ana-babadan türediği gibi, evrenin oluşumu için de tanrı ile varlıklar arasında var olması gereken aracılar yani hiyerarşik tanrısal varlıklar olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Bu hiyerarşiye göre en üst tanrı, otoriteyi ve başlangıcı (yani yaratılışı), diğerleri zamansal ve mekansal dünyalık işleri, ikincil tanrılar da ceza verme ve mükafatlandırma gibi işleri yerine getirmektedirler.
Bu sözde tanrılar ve tanrısallar, genelde en önemlisinden başlamak üzere hep "üçlü bir birlik" olarak belirlenmiş ve tanımlanmışlardır. Dolayısıyla üçleme veya üçlü birlik inancı, putperest dönemde ortaya çıkıp var olmuş yaygın bir inanç şeklidir.
William Varner, Hz. İsa (as)'ın tebliğiyle muhatap olan Gentilelerin (Kitab-ı Mukaddes'te Yahudi olmayanlar için kullanılan bir tabirdir. Hz. İsa dönemindeki Romalılar için kullanılır) bakış açılarının bu fikirler çerçevesinde şekillendiğini söyler ve şöyle devam eder:
Onların Allah'ın oğlu fikirleri çok tanrılı düşünce üzerinde kurulmuştu. Bu nedenle de bu görüşlerini Hz. İsa ve havarilerinin Tek Tanrı'lı inanışlarına dönüştürmeleri oldukça zordu. Doğu ve Helen düşüncelerinin hakim olduğu, dolayısıyla kralların ve diğer kutsal kişilerin Allah'ın oğlu olarak isimlendirildiği bu bölgede Hz. İsa da Allah'ın oğlu olarak ilan edildi. (William C. Varner, "Jesus the Son of God")
"Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." |
Üçleme yanlılarının Hz. İsa (as)'a yönelik yaptıkları izahlar, M.Ö. 1000 yılına kadar devam ettiği tahmin edilen Yunan mitolojisindeki Dionisos karakteri ile de benzerlikler taşımaktadır:
*Dionisos, ölümsüz tanrı babadan doğan ölümlü tanrı oğuldur.
*Dionisos, Semele isimli ölümlü bir anneden doğmuştur.
*Ölümlü insanlar tarafından öldürülmüştür.
*Dünyaya kurtarıcı olarak gönderilmiştir.
*Dionisos bedenen öldükten sonra yeniden bedenen dirilecektir.
*Dionisos yarı Tanrı olduğu halde insanlar arasında insan görünümünde ve insanların acizlikleri ile yaşamıştır.
*Dionisos kendisinin insanlar tarafından yakalanıp öldürülmesine özgür iradesi ile bir fedakarlık olarak izin vermiştir.
Eski Yunan'da Dionisos takipçileri, Dionisos'u hatırlamak ve şükran için et yiyip şarap içerlerdi. Bunu Dionisos'un etini yiyip kanını içmekle eş tutarlardı ve bunun onları Dionisos'a yaklaştıracağına inanırlardı. Yuhanna İncili'nde bu pagan ayini ilginç bir şekilde Hz. İsa (as)'a uyarlanmıştır:
"Size doğrusunu söyleyeyim, insanoğlunun bedenini yiyip kanını içmedikçe , sizde yaşam olmaz. Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim. Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir. Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda." (Yuhanna 6:53-56)
Başka bir bölümde ise, İsa kendi eliyle havarilerine şarap içirir ve bunun kendi kanı olarak algılanmasını söyler:
"Yemek sırasında İsa eline ekmek aldı, şükran duasını yapıp ekmeği böldü ve öğrencilerine verdi. "Alın, yiyin" dedi, "bu benim bedenimdir. " (Matta 26: 26)
"Sonra bir kâse alıp şükretti ve bunu öğrencilerine vererek, 'Hepiniz bundan için' dedi. 'Çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması için birçokları uğruna akıtılan antlaşma kanıdır.'" (Matta 26: 27, 28)
Petrus Bazilikası'nın önünde yer alan pek çok heykelden biri de Pavlus'a aittir. |
*Hristiyan tarihçi ve teologlar, teslis inancının ilk olarak Pavlus tarafından yaygınlaştırıldığı konusunda hemfikirdirler. Bu konudaki tarihi belgeler ve Pavlus'un 4 İncil'de yer alan mektupları göz önünde bulundurulduğunda, bu iddianın doğruluğu anlaşılabilmektedir.
*Pavlus, Hz. İsa (as)'ın havarisi değildir. Havarisi olmak şöyle dursun, sağlığında ona şiddetle karşı çıkan bir kişidir. Hz. İsa (as)'ın göğe alınmasından dört yıl sonra ani vizyon geçirdiğini iddia ederek kendisini havari ilan etmiş ve ilk Hristiyan cemaati arasına girmiştir.
*Pavlus'un amacı Hristiyanlığı Batı'da yayabilmektir. Bunu yapabilmek için Batı'da çeşitli bölgelere sürekli mektuplar göndermiş, bu mektuplardan 14 tanesi "değiştirilemez" kutsal metin olarak İncil'e eklenmiştir.
*Pavlus, Musevi halkının konuştuğu Aramice ve İbranice'den başka Grekçeyi de iyi konuşan bir Roma vatandaşıdır. Romalıları iyi tanımakta, onlara karşı nasıl bir politika yürüteceğini iyi bilmektedir.
*Dolayısıyla Pavlus, Batı'da fikirlerini yaygınlaştırabilmek için o bölgenin putperest inancına uygun bir Hristiyanlık inancı oluşturmuştur (anlatımlarının söz konusu putperest topluluk tarafından yanlış yorumlanmış olması ihtimali de elbette vardır). Baba ve Oğul kavramlarını Roma putperest inancına uygun hale getirmiş ve putperestlikteki baba ve oğulların oluşturduğu üçlü tanrı inancına benzer bir kavram geliştirmiştir. Bunu Hristiyanlığın bu yöntemle kolay yaygınlaşacağını umduğu için yapmış olma ihtimali yüksektir.
*İncil'e dahil edilen mektuplarında, baba ve oğul ifadeleri sıkça yer almıştır.
*Hristiyanlığa dahil edilmiş bu putperest inanç, -Batı'nın putperest görüşleriyle uyduğu için- kolaylıkla bölgede yaygınlaşmıştır. Zamanla, Batı Roma ve Bizans toprakları maddi ve siyasi olarak da güçlenince, Doğu Hristiyanlığın tevhid anlayışı üzerinde bir baskı politikası başgöstermiştir. Doğu Hristiyanlığının tevhid inancı yok edilmeye çalışılmış ve bu çabalarda da büyük ölçüde başarılı olunmuştur.
*Üçleme inancı ilk ve resmi olarak Hristiyanlığa M.S. 325 yılındaki İznik konsili ile dahil edilmiştir. Bu konsil, Roma İmparatoru Konstantin'in katılımı ile gerçekleştirilmiştir.
*Böyle bir konsilin yapılmasının sebepleri şunlardır:
*Roma İmparatorluğunun Hıristiyanlığın yayıldığı bölgelere doğru genişlemesi.
*Bu genişleme nedeniyle putperestler ile Hıristiyanlar arasında huzursuzluk başgöstermesi ve imparatorluğun ikiye bölünme tehlikesi ile karşı karşıya kalması.
*İmparatorluğun ikiye bölünmemesi için, eski pagan dini ile yeni İsevilik arasında sentez bir inanış oluşturulması gerektiğine inanılması ve bunun üzerine bir çalışma yapılması.
*Yukarıda bahsettiğimiz gibi putperest topraklar üzerinde olası bir çatışmanın Hristiyanlığın değişime tabi tutulması ile mümkün olacağı zannedilmiştir. İznik'te toplanan bu konsil sonrasında, iç karışıklığın çözümünün İncil'e teslis inancının dahil edilmesi olduğu kararlaştırılmış ve bu karar uygulanmıştır.
*Söz konusu konsilde üçleme inancını savunan 4 İncil sahih kabul edilmiştir.
*Korunmuş birkaç elyazması dışında, tevhid inancını savunan diğer İnciller ise "heretik" yani sapkın ilan edilmiş ve yakılarak ortadan kaldırılmıştır.
*Tevhid inancının savunucuları yine heretik yani sapkın bir inancı savundukları gerekçesiyle mahkum edilmişlerdir. Heretikliğin cezası ise yakılarak idam edilmektir.
* Aforoz ismi ve uygulaması, tarihte ilk olarak teslise karşı olanlara yönelik geliştirilmiş bir uygulamadır. Papalık, Roma ve Bizans siyasileri, teslis tenkitçilerini ve teslisi reddedenleri yakarak öldürme de dahil farklı cezalara çarptırmışlardır. Zaten engizisyon denen mahkemeler bu amaçla kurulmuştur.
*O dönemde ilk ve sahih yazmalara dayanarak İskenderiye'li rahip Arius'un başlattığı tevhide dayanan Ariusçuluk hareketi de etkili olmuştur. Fakat bu gelişmeden ürken Romalılar, 411 yılında söz konusu belge ve kitabın bulunduğu İskenderiye kütüphanesini yakmışlardır.
Pedro Berruguete'nin çizimi ile Engizisyon ve mahkeme kararları sonucunda heretik kabul edilerek yakılan kitaplar. |
* "Dogma" kelimesinin dini bir anlam kazanması, teslisçi Hristiyanlar tarafından gerçekleştirilmiştir.
*Dini dogma kısaca şu demektir: "Hristiyan inanç doktrini sadece ve sadece Papalık veya Kilise otoritesi tarafından formüle edilebilir ve ona o şekliyle inanılması şarttır."
Bir başka deyişle, bir Hristiyanın, dini gereği neye inanıp neye inanmayacağına kutsal kitaba dayanarak karar vermesi mümkün değildir. Onun neye inanıp neye inanmayacağını Kilise belirler.
*Örneğin bir insan, "ben üçlemeyi reddediyorum ve Allah'ın Bir ve Tek Yaratıcı olduğuna, Hz. İsa (as)'ın ise onun oğlu değil peygamberi olduğuna inanıyorum" derse, o artık Hristiyan değildir. Her ne kadar okuduğu kutsal kitaptan, yaptığı araştırmalardan bunu anlamış; aklı, vicdanı, derin kavrama ve düşünme yeteneği gereğince böyle doğru bir sonuca varmış olsa da Kilise'ye göre Hristiyan kabul edilmemektedir.
*Bir kişinin "Hristiyan" kabul edilebilmesi için vicdani, ilmi ve akli tecrübelerinin gösterdiği doğruya gözlerini kapaması ve Kilise'nin zorunlu kıldığı şekilde baba, oğul ve kutsal ruh olarak tanımlanan üçlü birlik inancını benimsemesi gerekmektedir.
*Bu inanç şeklini Kilise bu şekilde formüle etmiştir ve o şekliyle inanmak bir Hristiyan için zorunludur.
*İşte dini dogma ya da bir başka deyişle dini dayatma budur.
*Bu, şu anda Hristiyanların büyük bölümünün asla reddedilemez hükmüyle kabul ettikleri üçleme inancına bu derece sahip çıkmalarının tek sebebini oluşturur. Kilise ve Papalık, Roma İmparatorluğunun yapısına göre şekillendiğinden, üçleme inancının kaynağı da Kilise olmuştur. İncil'in değişikliğe uğradığını kabul etmek veya üçlemeyi reddetmek işte bu sebeple "dinden çıkmak" olarak kabul edilmektedir.
*Oysa "dinden çıkmayı" gerektirdiği iddia edilen bu hükümlerin hepsi Hz. İsa (as)'dan yüzyıllar sonra ortaya çıkan, Kilise'nin ortaya attığı uygulamalardır. Birçok Hristiyan kardeşimizin bundan haberleri bile yoktur.
Açıkça anlaşılabileceği gibi tarihte Papalık ve Kilise, daima kutsal kitabın üzerinde bir otoriteye sahip olmuştur. Hatta kutsal kitaba dönüş anlamı taşıyan reform ve Protestanlık hareketlerine rağmen bu böyledir.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. |
"Teslis" hiçbir kutsal metinde yoktur. Ne isim ne de öğreti olarak Hristiyanlığın –veya diğer hak dinlerin– hiçbir kutsal öğretisinde yer almamaktadır. Bunu Hristiyanların kendileri de kabul ederler.
Teslis inancı, tarih içinde uydurulmuş ve İncil'e de çeşitli aşamalarla yerleştirilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
*Hz. İsa (as)'ın tanrı olduğuna dair iddialar 325 İznik Konsili'nde,
*Kutsal Ruh'un tanrı olduğuna dair iddialar 381 İstanbul Konsili'nde,
*Hz. İsa (as)'ın biri beşeri ve diğeri tanrısal olarak iki tabiatı olduğuna dair iddialar ise 451 Kadıköy Konsili'nde kabul edilmiştir.
*Teslis konusu her ne kadar 381 İstanbul Konsili ile belirli bir şekil almış ise de, teslis unsurlarının tabiatı ve aralarındaki ilişki hiçbir zaman herkesin uzlaştığı kesin bir çözüme ulaştırılamamıştır.
*Matta İncili'nin "baba oğul ve kutsal ruh adına vaftiz ediniz" şeklindeki cümlesi dışında, hiçbir kutsal metinde Kutsal Ruh kelimesinin, teslisin ilk iki unsuru olan baba ve oğul kelimeleri ile birlikte zikredildiği tek bir cümle dahi yoktur.
*Hatta Kutsal Ruh'un tanrı olduğuna dair İncil'in hiçbir yerinde bir ifade ve işaret yoktur. Aksine bazı Hristiyan kaynaklarında Kutsal Ruh'un, Kuran'da ifade edildiği şekilde "Ruh'ul Kudüs" yani Cebrail (as) anlamına geldiği belirtilmektedir.
*Matta İncili'nin son bölümüne 4. yüzyılda kabul edilen üçleme inancına uygunluk sağlaması için 28/18, 20 olarak numaralandırılan pasaja "baba, oğul ve kutsal ruh adıyla vaftiz olma emri" ilave edilmiştir.
*Dördüncü yüzyılda resmileşen üçleme doktrini, birinci yüzyılda yazılan metne eklenmiş, böylece bu metnin, Konsil'in aldığı karar ile Matta İncili'ne uyumu sağlanmıştır. Sonradan yapılan bu eklemelerle, tevhid inancını savunan bir metin, üçleme inancını işaret eder hale getirilmiştir.
*Neredeyse herkesin aynı konuda farklı bir görüşü olmuştur. Bunun için herkes herkesi hata yapmakla, sapıklıkla ve zındıklıkla suçlamıştır. Hatta kimi zaman aynı inanca sahip teslisçiler bile farklı görüşlere sahip olmuşlardır.
Aziz Petrus Kilisesi İlk Vatikan Konsili, Birinci Vatikan Konsili veya Vatikan I, Papa IX. Pius tarafından 29 Haziran Yaklaşık 800 kilise önderi katılmıştır. Bu konsil, konsil kararlarıyla Hristiyanlığa dahil edilmiş ve hiçbir mantıklı açıklaması yapılamamış olan üçleme inancı hakkında son kararı vermiştir: "Teslis, akıl ve mantık konusu değildir. Düşünüp anlamanıza gerek yok." Böylelikle teslis anlaşılmadan inanılması gereken bir dogma haline getirilmiş ve buna inanmayanlar aforoz edilmişlerdir. |
*Teslis konusu, ardı arkasına gerçekleştirilen konsiller, yapılan çalışmalar, alınan kararlarla sürekli olarak yeni bir şekil almış, İncil'deki çeşitli sözler yeniden yorumlanmış, daha önce reddedilen sözler aniden sahih kabul edilerek İncillere eklenmiş, bazıları ise çıkarılmıştır.
*Bu olağanüstü çelişkili ortam içinde Kilise, teslis dogmasından taviz vermemek için, getirilen yeni öneri ve itirazlara göre şekil almaya çalışmıştır.
*Teslis inancı ile ilgili çelişkiler ve tartışmalar, günümüze kadar sonuçlandırılabilmiş değildir. Bu konuda son karar 1443 yılındaki Florance Konsilinde verilmiştir. Fakat bu konsil de bu konudaki çelişki ve zıtlıkları ortadan kaldırmamış ve tartışma çok uzun süre devam etmiştir.
*Ardı arkası kesilmeyen bu tartışmalara son vermek amacıyla Papalık, 1868-1870 yılları arasında [Hz. İsa (as)'dan tam 1870 yıl sonra] düzenlediği Birinci Vatikan konsilinde teslisin AKIL VE MANTIK KONUSU OLMADIĞINA, iman konusu olan bir SIR olduğuna karar vermiştir. (Const. "De fide, cath", IV)
*Bir başka deyişle içinden çıkılamaz hal alan teslis konusu; aklın, mantığın ve sahih İncil ayetlerinin gerektirdiği haklı itirazları, muhalefetleri kesin olarak ortadan kaldırmak amacıyla Kilise tarafından "sır" ilan edilmiştir. Yani insanlara şu mesaj verilmiştir: "Bu konu üzerinde artık düşünmenize gerek yok!".
*Bu konu, ilerleyen satırlarda daha geniş işlenecektir.
Kilise, bir yandan İncil'in değişmezliğini savunurken, bir yandan da sahih kabul ettiği dört İncil'in birbirine uyumlu olabilmesi için çeşitli ekleme ve çıkarmalar yapmakta sakınca görmemiştir. |
*Eldeki sahih (kanotik) kabul edilen kutsal yazıtların el yazma nüshalarının en eskileri 3. yüzyıla kadar gitmektedir. Yani bunlar Hz. İsa (as)'dan üç yüzyıl sonra yazılmıştır. Nitekim her bir kutsal metin el yazmalarında nüsha ve ifade farklılıklarının var olduğu bilinmektedir.
*Hatta metinlerde, yazıldıkları kabul edilen en eski tarihlerden çok sonraki olaylar ve kişilerden bile söz edilmektedir.
*Yuhanna metninin en eski nüshası yaklaşık olarak MS. 200 yılına kadar gitmektedir ve sırf Yuhanna metninin 10 binin üzerinde farklı nüshası vardır. Bu 10 bin farklı nüsha arasındaki oldukça ciddi önemdeki farkların sayısı 200 bini bulmaktadır.
*Karışıklığın önlenebilmesi için çeşitli İncillerde sık sık dipnotlar konulduğu gözlemlenmektedir. Bu dipnotlarda şu ifadelere rastlanır: "Diğer eski otoritelere göre bu cümle veya kelime yoktur", "diğer eski otoriteler şöyle... okumuşlardır.", "diğer eski otoriteler ilave etmişlerdir" veya "diğer eski otoriteler şu müteakip kelimeyi atlamışlardır" gibi.
*Holy Bible (Revised Standart Version, New York Glasgow 1971) baskısında, Markos İncili'nin ilk cümlesinde, Hz. İsa (as)'dan "Allah'ın oğlu" şeklinde bahsedilmektedir. Buraya bir bir dipnot düşülmüştür ve şöyle denmektedir "diğer eski otoriteler (Allah'ın oğlu) ifadesini yazmamışlardır."
*Sahih kabul edilen 4 İncil, aralarında ciddi farklılıklar ve çelişkiler barındırırlar. Fakat bu farklılık yalnızca söz konusu İnciller ile sınırlı değildir. Bu İncillerin her birinin eski el yazması ve basılı nüshaları arasında da farklılıklar vardır.
*Sözgelimi Matta'nın metni standart hale getirilirken onun önceki basılı nüshalarının el yazmalarındaki farklılıklar, eksiklik ve fazlalıklar tercihe göre seçilmiştir. Dolayısıyla hangi ifadenin doğru ve geçerli kabul edilmesi gerektiğini anlamak mümkün değildir.
*Markos İncili'nin İznik Konsilinde kabul edilebilmesi için söz konusu İncil'in son bölümündeki bazı cümleleri çıkarmak gerekli görülmüştür. Çünkü buradaki ifadeler teslis dogmasına tamamen ters düşmektedir.
*Diğer İncil yazarlarının eserlerinden çeşitli bölümler alınıp, Markos İncili'ne bir bitiş paragrafı hazırlanmıştır.
*Yuhanna İncili'nden Hz. İsa (as)'ı Musevilerin mesihi olarak tanıtan pasajların tümü çıkarılmıştır. Onun yerine insanüstü bir İsa figürü ortaya konulmuştur. (Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bir Hristiyan Dogması Teslis, Ankara okulu yayınları, Eylül 2007, s. 163)
Bazı kesimler tarafından Yuhanna metninin 110 yılında yazıldığı kabul edilmektedir. Bu durumda, Havari Yuhanna'nın en az 140-150 yıl yaşamış olması gerekir ki, bu da muhtemel gözükmemektedir. Aynı zamanda Yuhanna metninde daha sonraki devirlere ait bilgilerin bulunması da bu metnin yazarlarının Havari Yuhanna olması konusunda şüpheye neden olmaktadır.
Diğer İnciller Hz. İsa (as)'ın Musevilerin mesihi yani Hz. Davud (as)'ın soyundan gelen ve İsrail'i kurtaracak olan kişi olduğunu vurgulamışlardır. Yuhanna İncili'nde ise, Yunanlı Hristiyanları memnun etmeyen bütün Musevi kavramlar ortadan kaldırılmıştır. Yunan felsefesinin etkisi Yuhanna İncili'nde çok açık görülür.
Daha sonraki yıllarda yine Kilise tarafından uydurma kabul edilecek olan çeşitli İnciller ve bu İncillerden pasajlar, uzun bir süre boyunca sahih kabul edilmiştir. Bu dönem boyunca bunlara da uyulmuş ve bunların yanlış olduğunu iddia edenler dinsiz kabul edilmişlerdir.
Örneğin 4. yüzyılda bir Hristiyan mezhebi, İncil'de yer alan kitapların sayısını 23 olarak kabul etmişken, aynı mezhep birkaç asır sonra bu sayıyı 27'ye çıkarmıştır.
*Kutsal Ruh'un sonradan üçlü birliğin bir parçası olduğuna karar verilmesinin ardından, üçleme konusundaki tartışmalar ve anlaşmazlıklar çok daha fazla artmıştır.
*Bu tartışmalar sonucunda, Kutsal Ruh'un hem babadan hem de oğuldan zuhur etmesi gerektiğine dair bir anlayış geliştirilmiştir. Bunun için "oğuldan" anlamına gelen meşhur Filioque kavramı teslis dogmasına eklenmiştir.
*Bu yüzden ve daha sonra ortaya çıkan çeşitli meselelerden dolayı 1054 yılında Roma kilisesi, Katolik ve Ortodoks olmak üzere iki mezhebe ayrılmşıtır.
*Filioque'u kabul eden Katolik kilisesi (ve sonra buradan ayrılacak olan Protestan kilisesi) Kutsal Ruh'un hem babadan hem de oğuldan çıktığını kabul ederek zaten karışık olan teslisi iyice karmakarışık hale çevirmiştir.
*Filioque'u kabul etmeyen Ortodoks kilisesi Kutsal Ruh'un sadece babadan geldiğini savunur. Bu iki kilise arasında bugüne kadar devam eden teslis konusundaki en büyük ayrılık Filioque konusundadır.
*Dolayısıyla, Kutsal Ruh'un teslisçiler tarafından tanrı kabul edilişi, oğul tanrı kabul edilişinden zaman bakımından 56 yıl sonradır.
Üçleme karmaşasına çözüm getirme çalışmaları özetle şöyledir: (Allah'ı tenzih ederiz) Açık ve resmi olarak Hz. İsa (as)'ın tanrılığı 325 İznik Konsilinde ve Kutsal Ruh'un tanrılığı 381 İstanbul Konsilinde karara bağlanmıştır. 431 Efes ve 451 Kadıköy Konsillerinde Hz. İsa (as)'ın biri beşeri biri tanrı olan iki tabiatlı oluşu, 447 yılında ve 589 yıllarında Toledo'da düzenlenen konsillerde ise Kutsal Ruh'un Hz. İsa (as)'dan oluşu yani Filioque meselesi gündeme getirilmiş ve İstanbul Konsili kararına eklenmiştir. Buradaki kısa özetlerde görüldüğü gibi her konsilde Hristiyanlığa karmaşa üzerine karmaşa eklenmiştir.
Tekrar belirtmek gerekir ki, yukarıda verdiğimiz tüm bilgiler, -Müslümanların değil- özellikle Hristiyan tarihçi ve teologların elde ettiği, genel kabul gören ve delillere dayanan bilgi ve belgelerdir. Bu bilgiler, Hristiyanlık tarihinin nasıl geliştiği ve bugünkü İncil'in nasıl şekillendiği konusunda bize son derece temel bilgiler vermektedir. Teslis inancının gerçekte İncil'de var olmadığını ispat amacıyla önemli tarihi detaylar sunmaktadırlar.
Bütün bu delilleri gördükten sonra bir insanın yapması gereken, İncil'i, söz konusu tarihi detaylarla birlikte değerlendirerek, "akıl yürüterek", "düşünerek" doğruları anlamaya çalışmaktır. Bu akıl yürütmeyi yapabilmek için aşağıdaki soruları mantık ve vicdan dahilinde değerlendirmek yerinde olacaktır:
*Her hak dine indirilen her hak kitap tektir. Hristiyanlık'ta 4 ayrı İncil'in olması ve bunların her birinin ayrı ayrı sahih kabul edilmesi nasıl mümkün olabilir?
*4 kitabın her biri sahih ise, aralarındaki çelişkiler, ciddi anlam boşlukları ve tarihi bilgilerde oldukça ciddi farklılıklar nasıl meydana gelebilir?
*Hak dine gönderilen hak kitap, nasıl birbirinden temel iman itikatinde farklı olan kitaplar arasından "oyçokluğuyla" tespit edilebilir?
*Oy çoğunluğunu almayan tevhid inancını savunan İnciller ve ilk elyazmaları neden yakılıp yok edilmiştir?
*Tevhid inancını savunanlar neden idam cezasına mahkum edilmişlerdir? Bu karşıtlığın ve vahşetin sebebi nedir?
*4 İncil ve bu İncillerle birlikte Hristiyanlığa dahil edilen teslis inancı 4. yüzyılda kabul edilmiştir. O vakte kadar söz konusu İncillerin ve teslisin varlığından haberdar olmayan Hristiyanların durumu nedir?
*Kutsal Ruh'un tanrı olarak kabulü ise çok daha sonralara dayanır. Bu döneme kadar Kutsal Ruh'u tanrı olarak görmemiş olan Kilise dahil diğer tüm Hristiyanlar günahkar mıdırlar?
*Kilise'nin sahih kabul ettiği metinlerin yazarları Matta, Markos, Luka ve Yuhanna Kilise tarafından "vahiy almış kişiler" olarak kabul edilmişlerdir. Bu kişiler, peygamber midirler? Peygamberler dışında insanların –havari dahi olsa- vahiy alması nasıl mümkün olabilir? O zaman söz konusu havari peygamber vasfına kavuşmuş olmaz mı?
*Bir kişinin vahiy alıp almadığı Kilise tarafından oyçokluğuyla nasıl belirlenebilir?
*Bir kişinin vahiy aldığını oylama ile kabul edip ardından onun yazdığı metinlere –pek çok değişiklik yapıldıktan sonra- "değiştirilemez ve değişmemiştir" hükmü nasıl konulabilir?
*Eğer söz konusu 4 İncil değiştirilemez hükmüne sahipse, yıllar boyunca Kilise nasıl bu kitaplara eklemeler yapmakta, bazı yerlerini düzenlemekte, bazı yerlerini iptal edebilmektedir?
*Kilise tarafından 4 İncil'e sonradan eklenmiş olan bölümlere de o döneme kadar hiçbir Hristiyan uymamış konumdadır. Bu durumda o döneme kadarki söz konusu Hristiyanların durumu nedir?
*Bir Hristiyan nasıl olup da yaşamını ve inancını sahih İncil ayetlerine, vicdanına ve aklına göre değil de, sadece Kilise'nin belirlediği ve üstelik zaman zaman değiştirdiği bir inanç şekline göre tertip edebilir?
*Tüm hak dinlerin temeli olan ve tüm diğer hak dinlerde kesin ve net olarak belirtilmiş olan Allah'ın varlığı ve Birliği konusunda, neden yalnızca Hristiyanlık'ta birbirinden farklı bu kadar çok görüş vardır?
*Birbirinden farklı sayıda kitap kabul eden birbirinden farklı Hristiyan mezheplerinden hangisi doğru yoldadır? Hangisinin kitapları değişmez ve reddedilemez şekilde sahihtir?
*Tek bir mezhepte nasıl olup da zaman içinde kitap sayısı 23'ten 27'ye çıkarılabilir? Hangisine inanmak ve hangisini doğru kabul etmek gerekir?
Söz konusu sorulara üçleme yanlısı hiçbir Hristiyan gerçek anlamda mantıklı, akılcı, anlaşılabilir, ikna edici, net ve somut bir cevap verememektedir. Üçleme adı altında gerçekleşen bu olağanüstü karmaşa açıklanabilecek gibi değildir.
Yukarıdaki sorularla, sadece tarihi bilgilere dayanarak 4 İncil konusundaki çelişkilerden bazılarına değinilmiştir. Teslis inancının beraberinde getirdiği derin mantık çöküntüsü ise asıl konudur. Samimi Hristiyanları, teslis inancından asıl şüpheye düşürmesi gereken şey bu derin ve köklü mantık çöküntüsü olmalıdır. Bu konuya ilerleyen satırlarda değinilecektir.
Üçleme taraftarı bir Hristiyan, ilk anda yukarıdaki tarihi belgelere dayanan açıklamaları ve bu konudaki yorumları kendince doğru kabul etmeyebilir. Fakat bu, şu anki İncillerin 27 farklı İncil arasından seçilmiş olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Hristiyanlığın hak kitabı olarak 4 ayrı İncil Konsil kararı ile belirlenmiştir. Bu açık bir gerçektir. Bu 4 İncil arasındaki çelişki ve farklılıklar da inkar edilemeyecek boyutlardadır. Dolayısıyla samimi bir Hristiyan, Kilise'nin dogmatik kararlarını bir kenara bırakarak, aklı ve vicdanı ile düşünmeli, bunları "tek bir kelimesi bile değiştirilmemiş" kitaplar olarak kabul etme konusunda biraz düşünmelidir. Tek bir kelimesi bile değiştirilmemiş olduğu iddia edilen söz konusu kitaplar, bizzat Kilise'nin kendisi tarafından defalarca değişikliğe uğratılmıştır. Bu, Hristiyan tarihi kaynaklarının belirttiği bir durumdur. Günümüz İncil baskılarında yer alan eski İncil nüshalarındaki açıklamalara dair dipnotlar bile, bunu anlamak için yeterlidir.
Burada önemle değinilmesi gereken bir başka konu da, Hz. İsa (as) ve havarilerden sonra, teslis inancının yer aldığı 4 İncil kabul edilene kadar geçen 3 asır boyunca yaşamış olan Hristiyanların durumudur. Bu kişiler her ne kadar tüm samimiyetleriyle Hz. İsa (as)'a ve İncil'e tabi olmuş olsalar da, Kilise'nin dayattığı dogmaya göre, dinden çıkmış hükmündedirler. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Uyarıcısı gelmiş bir hak din ve onun kutsal kitabı mevcutken, insanların o koskoca dönemde gerçekleri bilmeden yaşadıklarını kim iddia edebilir? Allah kuşkusuz ki böyle bir şeye izin vermez.
Dolayısıyla şüphelenilmesi gereken, ilk el yazmalarının bulunduğu, İncil'in orijinal dili olan Aramice'nin hali hazırda kullanıldığı, dolayısıyla en azından çoğaltma ve çeviri hatalarının yer almadığı 4. asırdan önceki dönem değil, sonraki dönem olmalıdır. Havarilerden hemen sonraki dönem, çok büyük olasılıkla Hz. İsa (as)'ın yazdırmış olduğu İncil'in [Hz. İsa (as)'ın kendisine gelen vahyi kendi döneminde yazdırmış olması kuvvetle muhtemeldir] gerçek nüshalarının bulunduğu ve uygulandığı dönemdir. Museviliğin devamı olan tevhid inancı bu nedenle o dönemde varlığını korumuştur. Nitekim İncil, Kuran'da da belirtildiği gibi, Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla sahih İncil'de, Museviliğin temel itikadı olan tevhid inancının da doğrulanmış olması gerekmektedir. Kuran'da Rabbimiz şu şekilde bildirir:
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Bazı Hristiyanlar, Hz. İsa (as)'dan sonra havarilerin üçleme inancını yaydıklarını, hatta bu uğurda öldüklerini iddia etmektedirler. Oysa bu bir saptırmacadır. Hz. İsa (as)'ın yanında bulunan gerçek havarilerin hiçbiri hiçbir şekilde üçleme inancını savunmamışlardır, savunmaları da mümkün değildir. (Üçleme inancını yaygınlaştırdığı bilinen tek kişi Pavlus'tur ve bugün pek çok Hristiyan teolog ve Hristiyan kaynağın teyid ettiği gibi Pavlus, Hz. İsa (as) ile hiç görüşmemiş, hatta onun zamanında ona karşı çıkmış olan bir kişidir.) Hz. İsa (as) ve havariler, İncil'in vahyinden önce tıpkı diğer tüm ilk Hristiyanlar gibi Museviydiler ve İsrail kavimlerine mensuptular. İlk Hristiyanlarda ise asla teslis inancı yoktu. Onlar, Tevrat'ı doğrulayan olarak gönderilen kitaplarında, Tevrat'ta açıkça haber verilmiş olan tevhid inancını buldular. Gariptir ki bugün Hristiyanlar onlara "Yahudi Hristiyanlar" diyerek kendilerinden saymamaktadırlar. Sanki Hz. İsa (as), kendisine vahiy gelmeden önce bir Musevi ve aynı zamanda İsrailoğullarından birisi değilmiş gibi.
Dolayısıyla 4. asırdan önceki dönem, Musevi tevhid dininin bir devamı olan, büyük ihtimalle İncil'in aslı ile hükmedilen bundan dolayı da tevhid inancının hakim olduğu bir dönemdir. Bütün bunlardan yola çıkarak, Roma İmparatorluğunun hakim olduğu, putperestliğin ve putperest üçleme inancının İmparatorluk ile birlikte dünyaya yayıldığı ve İncil'in orijinal dili olan Aramice'nin unutulup Yunanca'nın kullanılmaya başlandığı, siyasi kavgaların, iç çatışmaların ve din savaşlarının hüküm sürdüğü 4. asırdan sonraki dönem, bidatler ve Hristiyanlığa getirilen yeni hükümler açısından şüphe ile bakılması gereken dönemdir. Dolayısıyla yukarıda verdiğimiz tarihi bilgiler, bu bakımdan iyi değerlerdirilmelidir.
Bazı Hristiyanların, Allah'ın bir nur olarak gönderdiği hak kitap olan İncil'in zaman içinde değiştiği ve yanlış yorumlandığı ihtimalini kabul etmek istememeleri elbette anlaşılabilirdir. Tahrif edilmiş bir hak kitaba uyma fikrinden tedirgin olmaları mevzu bahis olabilir. Fakat samimi Hristiyanların şu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekmektedir: Şu anki İncil'in büyük bir bölümü doğrudur. Hz. İsa (as)'a indirilen orijinal İncil, çok derin ve hikmetli anlatımlardan, güzel açıklamalardan oluşan Allah'ın vahyidir ve Kuran'da övülmektedir. Müslümanlar, tıpkı Hristiyanlar gibi bu hükümlere uymakla yükümlüdürler.
Fakat bunun yanı sıra, İncil'in aslı yani tahrif edilmemiş bütünü zaten korunmuştur. Gizlendiği yerde, bulunacağı tarihi beklemektedir. Allah'ın izniyle Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunu göreceğimiz dönemde İncil'in aslı bulunacaktır. Dolayısıyla Hristiyanların inandığı şekilde hiçbir değişikliğe uğramamış bir İncil vardır. Buradaki eleştirimiz, şu an hak kabul edilen fakat içinde pek çok tutarsızlık barındıran 4 İncil'in değiştirilmiş ve yanlış yorumlanmış bölümlerine yöneliktir. Söz konusu bölümlerin varlığı, samimi bir gözle bakan her Hristiyanın rahatça anlayabileceği kadar açıktır. Bu kitapta anlatılanlarla samimi Hristiyan kardeşlerimiz; akla, vicdana ve mantığa davet edilmektedirler.
Yüce Allah, elbette insanlara yol gösterici olarak indirdiği hak kitapları korumaya kadirdir. Bazı Hristiyanlar, İncil'in tahrif edilmiş olduğuna dair açıklamaları kabul etmemek için Rabbimiz'in bu üstün vasfını delil olarak öne sürmektedirler. Oysa burada gereği gibi anlaşılması gereken gizli bir hikmet bulunmaktadır:
Tekrar belirtmek gerekir ki, Allah elbette ki Kendi kitabını korumaya muktedirdir. Yüce Allah tüm kainatta her şeyi kusursuz yaratmaya da muktedirdir. Fakat kainattaki her şey kusursuz değildir. Kainatta eksiklikler ve kusurlar vardır ve bunları da yaratan Allah'tır. Allah'ın eksiklikler yaratmasının özel bir hikmeti vardır. Eksikliklerle bu dünyanın geçici bir imtihan yeri olduğu, Allah'a karşı aciz varlıklar olduğumuz gerçeği ve dünyanın değil ahiretin asıl yurt olduğu daima akılda tutulur. Eksiklikler var oldukça insan böbürlenmez, Allah'a karşı aczini ve Allah'a karşı ihtiyaç içinde olduğunu daima bilir.
Delilleri son derece açık olan Kutsal İncil'in tahrif edilmesi de Allah'ın izni ve dilemesiyle gelişen bir olaydır. Bir hikmetle, Allah'ın özel bir imtihanı gereği böyle yaratılmıştır. Allah böyle yaratıyorsa ve bu konudaki delilleri açık şekilde gösteriyorsa, bu konuda katı olmak değil, bunun ardındaki hikmetleri görmek ve anlamak gerekir.
Belli ki, şu anda Hristiyan alemi bununla denenmektedir. Vicdanlarına uymaya davet edilmektedirler.
Belli ki bu durum, Hz. İsa (as)'nın gelişi ve gerçek İncil'in aranması için gereken özel bir zorunluluktur.
Bu imtihan ile belli ki yanlış inançlar dünyayı saracak, insanlar din adına kargaşaya, karmaşaya ve kan dökücülüğe sürüklenecek ve Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as)'ın gelişi için Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran ve hadislerde bildirilen ahir zaman alametleri yerini bulacaktır. Dolayısıyla samimi Hristiyanların üzerine düşen asıl görev, İncil'in gerçek hükümlerinin aranması ve uygulanmasıdır.
Fakat aynı zamanda Hristiyanların, Kuran'ın, hak olan İncil'in hükümlerinin tümünü kapsayıp aktardığı gerçeğini de bilmeleri gerekmektedir. Hak İncil hükümleri Kuran'da bulunmaktadır ve bu sebeple Müslümanlar da hak İncil'i uygulamakla yükümlüdürler.
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. |
Kuran, İncil'i doğrulayıcı hak bir kitaptır. Dolayısıyla Müslümanlar, Muhammedi oldukları gibi, hak İncil'i uygulayan birer İsevi ve hak Tevrat'ı uygulayan birer Musevidirler. Dolayısıyla, samimi bir Hristiyan da İncil'in gerçeğine uymak ve hak İncil ile hükmetmek istiyorsa, Kuran'da bu hükümlerin tümünü bulacaktır. Hak İncil, Kuran'da Yüce Allah'ın övdüğü kutsal kitabımızdır. Allah, İncil'in, gönderildiği dönemde insanlar için yol gösterici olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
O, sana Kitab'ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler... (Al-i İmran Suresi, 3-4)
Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. (Maide Suresi, 46)
Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik; ona İncil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır. (Hadid Suresi, 27)
Sonuç olarak, Hristiyan kardeşlerimizin Kuran'ı, -önyargılara dayanarak reddetmeden önce- bu bakış açısıyla okumaları gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki samimiyetle Allah'tan doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış dileyen her kişi, Allah'ın bu büyük nimetine nail olacaktır.