Bir önceki bölümde Hz. Yusuf Medresesi'nin inananlar için ne tür hayırlara vesile olduğundan söz edildi. Hiç kuşkusuz Hz. Yusuf Medresesi'nin en önemli yönlerinden biri, burada müminlerin kazandıkları manevi derecelerdir. Çünkü baştan beri üzerinde durduğumuz gibi Hz. Yusuf Medresesi, müminin manevi yönden eğitildiği ve güçlendiği, nefsini terbiye ettiği, imanda derinleştiği, ahlakını daha da güzelleştirdiği bir "terbiyehane" hükmündedir. Bu medreseden aldığı derece ise kendisine sonsuz ahiret hayatında bir sevinç kaynağı olacak, burada bulunduğu için Allah'a şükredecektir.
Salih bir mümin daima sabırlı ve tevekküllüdür. Sabrının ve tevekkülünün sırrı ise, "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık." (Kamer Suresi, 49) ayetinde de bildirildiği gibi, her olayı Allah'ın bir kaderle yarattığını bilmesindedir. Bu nedenle, Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmak salih bir müminin sabrını ve tevekkülünü pekiştirir, bu özelliklerinin derece derece artmasına vesile olur.
Gerçek sabır ve tevekkül iman etmeyen insanların kesinlikle sahip olamayacakları çok kıymetli iki özelliktir. Örneğin hapiste bulunan insanlar işledikleri suçların karşılığı olarak bu mekanlarda cezalandırılırlar. Bu süre içerisinde hapishane koşullarından, başlarına bu tür olayların gelmesinden, ailelerini görememekten, özgür olamamaktan ve daha birçok konudan dolayı sürekli şikayet eder, ümitsizliğe kapılır, isyan eder, maddi ve manevi bir çöküntü içine girerler. Hatta kendilerini ıslah edip düzelteceklerine, bu isyankar tutumlarından dolayı bazen daha da azgınlaşırlar.
Hapiste bulunan bir müminin ise olaylara bakış açısı bambaşkadır. Herşeyden önce, hiçbir suçu olmadığı halde, haksız yere hapiste bulunmuş olsa da, diğer insanlar gibi durumundan şikayetçi olmaz, isyankar bir tavra bürünmez. "De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler" (Tevbe Suresi, 51) ayeti gereği başına gelen her türlü zorluğun Allah'ın takdiri olduğunu bilir ve çok büyük bir teslimiyetle karşılar.
Hapishanede karşılaştığı her zorluğun ahiretteki sevabının katlanarak artmasına vesile olmasını umduğundan, bunlara da, "Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret." (Mearic Suresi, 5) ayetinde bildirildiği gibi sabreder. Zorlukların kolaylaşması için dua eder, ancak zorluklar oluştuğunda da ahireti için sevinir. Örneğin bileğindeki kelepçenin bileğini biraz daha sıkıyor olması, ona bu zorluğun ahiretteki karşılığını düşündürür ve sevinç verir. Ya da bulunduğu yerin soğuk olmasına gösterdiği sabrın kendisi için bir ahiret kazancı olacağını umduğundan bunu da neşeyle karşılar. Bu, dünya hayatındaki imtihanın bir sırrıdır ve bunu sadece iman edenler bilirler.
Müminin zor koşullardaki sabrı "tahammül" etmekten çok farklıdır. Çünkü tahammülde imansız insanların tevekkülsüzlüğü, ümitsizliği ve şikayetleri vardır. Sabırda ise imanın getirdiği neşe, şevk ve manevi yönden büyük bir olgunluk bulunur. Örneğin parmaklıklar ardında olmak, hareket özgürlüğünün kısıtlanmış olması mümin için sabredilmesi gereken bir durumdur. Ancak mümin her parmaklığa baktığında, ahirette bu parmaklıklardan dolayı almayı umduğu güzel karşılığı düşünür ve sevinir. Mümin kardeşlerinden günlerce, aylarca, hatta yıllarca ayrı kalmaya da sabreder. Kardeşlerini her özlediğinde cenneti düşünür, müminlerle birlikte sonsuza kadar beraber olacağını umduğu için, bu özlem de kendisine zevk ve şevk verir.
Hiç kimse bir an sonrasının dahi nasıl olacağını bilemez. Bunun ilmi sadece Rabbimize aittir. Ancak Allah Kuran'da birçok ayeti ile müminin sonunun hayır olacağını bildirmektedir. Örneğin, "Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın." (Duha Suresi, 4-5) ayetleri Peygamberimiz (sav)'in şahsında aslında tüm müminlere verilen bir müjdedir. Allah'ın bu vadinin hak olduğunu bilen mümin, her ne koşulda olursa olsun büyük bir huzur ve tevekkülle Rabbimizin kendisini nimetlendireceği güne kadar sabreder.
Bu arada hapishaneden çıkmasını engelleyen veya geciktiren olaylar gerçekleşebilir. Bunlar imansız bir insanın bakış açısıyla "şansızlıklar", "aksiliklerdir". Oysa iman eden biri, tüm bu olayların Allah'ın yarattığı planın parçaları olduğunu ve mutlaka Allah'ın bildiği, kendisinin ise bilemeyeceği bir hikmet ve amaçla yaratıldıklarını bilir. Bu nedenle bu tür gelişmelerden dolayı asla paniğe, telaşa veya ümitsizliğe kapılmaz. Allah'ın kendisi için neler yarattığını mütevekkil olarak güzel bir sabırla seyreder. Hayırlı olanın hangisi olacağına, nasıl ve ne zaman olacağına Allah karar verir ve Rabbimizin kendisi için en hayırlısını istediğini bilir. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği meydana gelecek her türlü olayı tevekkül ederek izler.
Örneğin Hz. Yusuf, kendisinden önce hapisten çıkan hapis arkadaşına kendisini efendisine hatırlatmasını söylemiştir. Ancak bu kişi efendisine Hz. Yusuf'tan söz etmeyi unutunca Hz. Yusuf daha yıllarca zindanda kalmıştır:
İkisinden kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: "Efendinin katında beni hatırla." Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı.(Yusuf Suresi, 42)
Tevekkül etmeyi ve Allah'ın yarattığı kadere teslim olmayı bilmeyen insan, böyle bir olayda arkadaşının kendisini unutmasını bir şanssızlık olarak görebilir. Buna üzülüp, kızgınlık duyabilir. Ancak Hz. Yusuf gibi herşeyin bir kader üzere yaratıldığını bilen, sabır ehli ve tevekküllü bir insan, mutlaka bunda bir hayır olduğunu bilerek davranır. En önemlisi Allah dilemedikçe, kendisini hapisten çıkaracak hiç kimse olmadığını, arkadaşının efendisinin de buna güç yetiremeyeceğini bilir. Herşeyde olduğu gibi bu konuda da Allah'a yönelerek, dua eder.
Her Müslüman Allah'a iman ettiği ve kader ilmini bildiği için sabırlı ve tevekküllüdür. Ancak Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan bir müminin vaktinin büyük bir bölümünde sabretmesi ve tevekkül etmesi gereken olaylar cereyan edeceği için, bu özellikleri çok fazla pekişir, bu kişide kamil iman her yönüyle kendini gösterir.
Haksız nedenlerle hapishanede bulunan bir mümin en başta haksızlığa uğramaya sabredip tevekkül eder. Ancak içinde bulunulan şartlar, imkanlar, ortam, süre düşünüldükçe sabrın ve tevekkülün mümine kazandırdığı faydalar da tek tek ortaya çıkar. Günler, aylar hatta seneler burada geçebilir. Ancak sabreden ve Allah'a güvenip dayanan bir mümin için bunun önemi Allah Katındadır. Orada geçirdiği ve sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniye samimi bir müminin ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını sağlayabilir. Soğuk, açlık, hastalık, hepsi sona erecek olan, süresi Allah Katında belirli, sadece dünyaya ait zorluk ve sıkıntılardır. Allah, imtihan olarak verdiği zorluklara sabretmenin karşılığında inanan kullarına cenneti müjdeler:
İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenlerin Allah Katında büyük dereceleri vardır. İşte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz Allah, büyük mükafaat Katında olandır.(Tevbe Suresi, 20-22)
Said Nursi arkadaşları için yazdığı notlarda cennete kavuşmayı uman bir insan olarak zor koşullara karşı nasıl sabırlı olduğunu, olayların her zaman güzel ve hayırlı yönlerini nasıl görebildiğini şöyle ifade eder:
"Aziz, sıddık, sebatkar ve vefadar kardeşlerim!
Sizi üzmek veya maddi bir tedbir yapmak için değil, ortak manevi duanızdan daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade soğukkanlılık ve tedbir ve sabır ve tahammül ve şiddetle dayanışmanızı muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki: Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir'de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, ta hiddetimden ve işkencelerine karşı "Artık yeter" dememden bir bahane bulup, zalimane tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben, harika bir İlahi lütfun bir eseri olarak şükrederek sabrediyorum ve etmeğe de karar verdim. Madem biz kadere teslim olup, bu sıkıntıları "işlerin en hayırlısı zorlu olanıdır" sırrıyla ziyade sevab kazanmak yönüyle manevi bir nimet biliyoruz; madem geçici, dünyevi musibetlerin sonları genellikle ferahlı ve hayırlı oluyor; ve madem hakkelyakin derecesinde yakını bir kat'i kanaatımız var ki: Biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve ebedi saadet gibi şirindir. Elbette biz bu sıkıntılı haller ile övünerek, şükrederek bir manevi mücadele yapıyoruz diye şikayet etmemek lazımdır."11
Bediüzzaman bu mektubu yazdığında, yaşlı ve hasta olmasına rağmen eziyet altındadır. Ancak salih bir müminin ahlakını göstererek, tüm zorluklara şükrederek sabrettiğini, her zorluğun ardından bir kolaylık geleceğine iman ettiğini ve bu zorlukların her zamankinden daha fazla ecir kazanmasına vesile olacağını umduğu için bunu manevi bir nimet olarak gördüğünü yazmıştır.
Bunlar elbette ki müminlere iftira atarak hapse girmelerine neden olan ve böylece onları etkisiz hale getirdiklerini zanneden insanların bilmedikleri çok önemli sırlardır. Allah'ın "… Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür..." (Al-i İmran Suresi, 118) ayetinde de bildirildiği gibi iman etmeyenler müminlere eziyet vermek ve onları zor koşullarda görmek istiyor olabilirler. Ancak onların bu eziyetlerinin salih müminlere tarih boyunca büyük bir şevk ve neşe kaynağı olduğunu, müminlerin herşeyin ahiretteki karşılıklarını düşünerek sevindiklerini, sabırlarının karşılığında Allah'ın kendilerine rahmet edeceğini umduklarını bilemezler. Bunlar sadece iman edenlerin vakıf oldukları sırlardır. Örneğin Bediüzzaman'ın yukarıdaki mektubunu, sadece gerçek sabrı bilen, Allah'ın her yarattığında bir hayır olduğuna iman eden insanlar gereği gibi anlayıp, bir sonuç çıkarabilirler.
Allah Kuran'da sabredenlerle sabretmeyenlerin mutlaka ayırt edileceğini bildirmiştir. Bu ayrımın yapılması içinse Allah böyle zorluk günlerini yaratır. Bu zorluk günlerinde sabır gösterenlerin, Kuran ahlakını anlatma yolunda daha da büyük bir şevk ve heyecanla ilerleyenlerin güzel ahlaklarına tüm insanlar da böylece şahitlik etmiş olurlar. Allah Kuran'da insanları bu amaçla da denediğini şöyle bildirir:
Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehitler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez; (Yine bu) Allah'ın, iman edenleri arındırması ve inkar edenleri yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?(Al-i İmran Suresi, 140-142)
Allah, Kuran'da sabredenleri sevdiğini ve sabırlarının karşılığını mutlaka en güzeliyle vereceğini bildirmektedir. Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan mümin için de Rabbimizin kendisini sevmesinden ve onu ahirette güzel bir hayatla müjdelemesinden daha kıymetli hiçbir şey yoktur:
Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz.(Nahl Suresi, 96)
Bir müminin dünya hayatında karşılaştığı sıkıntı ve zorluklar onun için çok kıymetli vakitlerdir. Çünkü bu anlarda gösterdiği ahlaka göre ahirette bir karşılık alacaktır. Ayrıca zorluklar Allah'ın iman edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırdığı deneme zamanlarıdır. Birçok insan kendisinin Müslüman olduğunu, Allah'a ve ahiret gününe iman ettiğini, Kuran'a uyduğunu söyler. Ancak bu insanların büyük bir bölümü Allah yolunda herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında hemen cayarlar. Örneğin ticaretinin kötüye gitmesinden korkan biri, insanlara Kuran ahlakını anlatmak için daha çok vakit harcaması gerekirken, bir anda sadece ticareti ile ilgilenmeye başlar. Ya da müminlerin refah içinde oldukları dönemlerde müminlerle birliktelerken, küçük bir zorluk çıktığında hemen geri dönerler. Örneğin bazı iman etmeyen çevreler müminlere iftira ile veya fiili olarak saldırdıklarında, bu vefasız insanlar bir anda cemiyet içindeki itibarlarını, geleceklerini düşünmeye başlarlar. Ve böylece imanlarında samimi olmadıklarını göstermiş olurlar. Eğer zorluk anları olmasa bu insanlar belki de ölene kadar müminlerin arasında yaşayacaklar ve mümin olarak tanınacaklardır. Gerçek yüzleri ise ancak ahirette ortaya çıkacaktır. Ancak zorluk anları, Allah'ın bir rahmeti olarak, temiz ile pisi birbirinden ayırır. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırdetmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi…(Al-i İmran Suresi, 166-167)
Zorluk anlarında kötüler ayrılıp giderlerken, bu zorluklara büyük bir kararlılıkla sabredenlerin üzerine Allah rahmetini yayar. Müminin üzerinde, sabır gösterdiği her zorluğun büyük bir hayrı ve güzelliği oluşur. Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmak da beraberinde birçok zorluğu getirir. Herşeyden önce maruz kalınan muamele, yaşanılan mekan, müminin sevdiklerinden, diğer müminlerden ayrı kalması gibi birçok konu Hz. Yusuf Medresesi'nin zorluklarındandır. Ancak yaşanan her zorluk müminin ahlakının daha da güzelleşmesine vesile olurken, bir yandan da cennetin müjdesi gibidir. Çünkü zorluklar karşısında gösterilen güzel tavır Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine vesile olacaktır. Allah'ın Kuran'da cennetiyle müjdelediği müminlerin hayatlarında, zorluklar ve sabır gösterilmesi gereken olaylar olmuştur. Allah zorlukların vesile olacağı güzelliği bir ayetinde şöyle bildirir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Hayatı boyunca zorluk görmüş, maddi ve manevi sıkıntılar yaşamış olan insanlar çoğunlukla diğerlerine göre daha ince düşünceli, daha halden anlayan kimseler olurlar. Örneğin maddi zorluklar içinde yetişmiş bir insan, sonradan sahip olduğu nimetlerin kıymetini daha iyi bilir, bu nimetleri verdiği için Rabbimize sürekli şükreder. Yaşadığı zorluklar nedeniyle daha tevazulu, mülayim ve yumuşak başlıdır. İnsanlara zor kullanıp, sıkıntı vermez, aksine rahatlarını düşünür, her zaman güzel özelliklerini ön plana çıkarır. Saygı ve hürmet konusunda kusur etmez, kadirşinastır. İsraftan şiddetle kaçınır, başkasının malı dahi olsa saçıp savurmaz, savurganlık yapmaz. Zorluklarla yaşamaya alıştığı için, nimete kavuştuğu zamanlarda şımarmaz, daima çalışkan ve disiplinli olur. Az ile yetinmesini bilir, kanaatkardır.
Yukarıda saydığımız özellikler bu kişilerde, takdir edebilen tüm insanların sevgi ve saygı duyduğu bir ahlak güzelliği oluşturur. Özellikle halden anlamaları tüm insanların kalplerinin onlara ısınmasına vesile olur. Örneğin fakir bir kimse ile karşılaştıklarında tavrından ve üslubundan hemen anlarlar. O kişi fakirliğini hissettirmek istemese bile bunu anlar ve ona sezdirmeden, herhangi bir sıkıntı vermeyip, kalbini kırmadan ihtiyaçlarını karşılarlar.
Kısacası zorluk ve sıkıntıların getirdiği en önemli kazançlardan biri ahlaki olgunluktur. Rahat içinde yaşayarak tüm bu özelliklerden yoksun kalan insanların birçoğu genellikle samimi olarak inandıkları bir fikri savunmak için zorlukları göze alamazlar. Onların tek amaçları ihtiyaçlarını karşılamak, refah içindeki yaşamlarını sürdürebilmektir. Doğru bildiklerini savunma konusunda kararlı ve sabırlı bir tutum takınmazlar. İlk zorlukla karşılaştıklarında veya rahatlarının bir parça kaçabileceğine ihtimal verdiklerinde hemen cayarlar. Bu nedenle zorluklardan kaçmayarak onlara göğüs germek üstün bir ahlak özelliğidir ve bu insanlar diğerlerine göre kat kat daha üstündürler. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, rahat içinde yetişmesine rağmen bir insan vicdanını ve aklını kullanarak yine bu ahlaki olgunluğa ulaşabilir. Burada verilen örnekler zorluklar içinde yetişen kimselerle diğerleri arasında genel olarak oluşan farklılığı vurgulamak içindir.
Hz. Yusuf Medresesi'nde oluşan güçlükler ise müminlerin güzel ahlaklarının daha da perçinleşmesine, imani ve ahlaki olgunluklarının misliyle artmasına vesile olur ve böylece müminler için birer nimete dönüşürler.
Hz. Yusuf Medresesi birçok zorluğun birarada yaşandığı bir eğitim ortamıdır. Aylarca, belki de yıllarca bir insanın dört duvar arasında yatıp kalkması, sadece belirli kişilerle görüşebilmesi, hapishanedeki zor koşullar, temizlik şartları, nem ve rutubetli ortamlar, yiyecekler, hapishanede bulunan insanların suçlulardan, katillerden, canilerden, hırsızlardan ve kötü ahlaklı kimselerden oluşması, huzursuzluk ve güvensizlik ortamı, karanlık ve loş bir havanın hakim olması ve daha birçok ayrıntı akla ilk anda gelen zorluklardır. İşte hapishane ortamında tüm bu zorluklar ve daha binlercesi aynı anda insana isabet eder. Bunların yanında dünya hayatındaki imtihanın bir devamı olarak hastalık, maddi sıkıntılar gibi zorluklar da üst üste gelebilir.
Yıllarca böyle bir ortamda kalan bir insan için bu koşullardaki çok az bir iyileşme dahi, büyük bir nimet ve sevinç kaynağı olacaktır. Sözgelimi karanlık, ışıksız bir odada yıllarını geçirdiği için, aydınlık ve temiz bir ev büyük bir nimete dönüşür. Temizlik, sağlıklı beslenme, güzel ahlaklı insanlarla birlikte olma, geniş bir alanda hareket edebilme hatta bir pencere dahi çok büyük bir şükür vesilesi haline gelir. Bu imtihanı yaşamış bir kişi belki de diğer kişilerden çok daha güçlü ve samimi olarak Allah'a verdiği nimetler için şükredici olur.
Bir müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde karşılaştığı en önemli zorluklardan biri ise daha önce de belirttiğimiz gibi diğer müminlerle görüşememesidir. Bir mümin için diğer müminler en iyi ve en yakın dost, birarada olmaktan, sohbet etmekten, birlikte Allah'ı anmaktan, ittifak içinde Allah'ın dinine hizmet etmekten çok zevk aldığı kişilerdir. Ancak Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmak müminleri birbirlerinden ayırır. Bu, elbette ki hem medresedeki, hem de dışarıdaki müminler için sabredilmesi gereken bir durumdur. Ancak bu durum her iki taraf için de bir kez daha birbirleri için ne kadar önemli olduklarını, Allah'ın tüm müminleri birbirleri için birer nimet olarak yarattığını anlamalarına yardımcı olur. Müminler elbette ki Hz. Yusuf Medresesi'nden önce de birbirlerine karşı büyük bir sevgi ve saygı ile bağlıdırlar. Ancak zorluk anları, görüşmelerinin engellendiği anlar, onların bu sevgi ve bağlılıklarının daha da canlanarak güçlenmesine vesile olur. Böyle bir durumdayken tek bir müminin yüzünü bile görebilmek büyük bir sevinç kaynağıdır.
Hz. Yusuf Medresesi'nde müminlerin karşılaşabilecekleri zorluklardan biri de temizliktir. Nitekim Bediüzzaman da medresedeki zorluklardan söz ederken, hastalığını, ihtiyarlığını ve titizliğini saymıştır. Çünkü müminler manevi yönden oldukları kadar fiziksel yönden de tertemiz insanlardır. Yaşadıkları evlerden, yedikleri yiyeceklere, bedenlerinden giysilerine kadar hiç kimsede görülmeyen bir temizliğe sahiptirler. En zor koşullarda dahi temizliği bir ibadet olarak kabul ettikleri için temizliklerine titizlik gösterirler. Örneğin Kuran'da Kehf Kıssası'nda anlatılan Kehf Ehli yıllar yılı bir mağarada uyuduktan sonra uyandırıldıklarında, içlerinden bir kişiyi yiyecek almaya gönderirler. Ancak ona tembihledikleri şeylerden biri yiyeceklerin temiz olanından almasıdır. (Kehf Suresi, 19) Allah bir başka ayetinde de Hz. İbrahim'e şöyle buyurmuştur:
Hani Biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) "Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut."(Hac Suresi, 26)
Bir mümin için bulunduğu yer hapishane dahi olsa, bir mescit gibidir. Çünkü mümin nerede bulunursa bulunsun daima Allah'a yönelir, 5 vakit namazını kılar ve tüm ibadetlerini yerine getirir. Bunun için de bulunduğu yer Allah'ın emrettiği gibi "tertemiz"dir.
Elbette ki Hz. Yusuf Medresesi'nde bu temizliği sağlamak her zamankinden daha zor olacaktır. Belki bir musluktan akan bol ve sıcak su yerine, bir borudan sızan tazyiksiz su kullanılacaktır. Kıyafet belki bir iki adet olacaktır ama tertemiz olacaktır. Ancak mümin hiçbir zaman bulunduğu durumdan şikayetçi olmaz. Hiçbir zaman bir borudan akan su ile temizliğini sağlıyor olmasını zorluk olarak görmez ve bundan dolayı yakınmaz. Hatta bu borudaki sızıntıyı Allah'ın kendisine bir yardımı ve nimeti olarak görür ve sevinir. Allah, en zor koşullarda dahi sevdiği kullarını sezilmez yollarla, kimsenin fark edemeyeceği inceliklerle destekleyen, onlara zorlukları kolaylaştıran, Rahman ve Rahim olandır. Hz. Yusuf Medresesi'ndeki bir mümin daima Allah'ın kendisi için yarattığı kolaylıkları ve güzellikleri görecek ve bu onun coşkulu bir sevinç duymasına vesile olacaktır.
Bolluk ve refah içindeyken bazı nimetler fark edilmeyebilir, hatta pek çok güzellik günlük hayatın olağan bir parçası olarak görülebilir. Ancak Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan bir insan için musluktan akan bol ve sıcak su, temiz ve havadar bir oda, temiz yiyecekler, müminleri her an görebilmek dünya hayatında daima şükredilmesi gereken güzelliklerdendir. Bediüzzaman bunun sırrını bildiği için sık sık öğrencilerine bu zorlukların getireceği güzellikler ile sevinmeleri ve bunlara şükretmeleri gerektiğini, asla şikayetçi bir tavır göstermemeyi hatırlatmıştır.
"Lezzetin yokluğu elem olduğu gibi, elemin yokluğu dahi lezzettir. Evet herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse; üzüntü ve özlemin manevi elemini hissedip "Eyvah" der ve geçmiş musibetli, elemli günlerini hatırlasa; yokluğundan bir manevi lezzet hisseder ki: "Elhamdülillah şükür, o bela sevabını bıraktı gitti" der. Ferah ile teneffüs eder. Demek bir saat geçici elem, ruhta bir manevi lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilakis elem bırakır. Madem hakikat budur ve madem geçmiş musibet saatleri, elemleri ile beraber yok olmuş ve gelecek bela günleri, şimdi yoktur ve yoktan elem gelmez. Mesela, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve yok olmuşlar- şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah'a şikayet etmek gibi "Of, of" etmek divaneliktir. Eğer sağa-sola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kafi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. Hatta şikayet olmasın, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiye'de, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddi ve manevi sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, özellikle Nur'un hizmetinden mahrumiyetimden gelen üzüntü ve kalbi ve ruhi sıkıntılar beni ezdiği sırada İlahi yardım bu anlatılan hakikatı gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. Çünkü benim gibi kabir kapısında bir biçareye, gafletle geçebilir bir saatini, on aded ibadet saatleri yapmak büyük kardır diye şükreyledim."12
Bediüzzaman birçok kereler, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki ibadetlerin ve medresede geçirilen vaktin ahiret hayatı için çok kıymetli ve kazançlı olduğunu belirtmiştir. Bu elbette ki Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan müminlere güzel bir müjdedir. Bu konuyla ilgili sözlerinden bazıları şöyledir:
"Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı; çalışınız, ahiretiniz dahi ağlamasın ve kalan hayatınız gülsün, tatlılaşsın, hapisten istifade ediniz. Nasıl bazen ağır şartlar altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin ağır şartlar altında her bir saat ibadet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir."13
"Hapiste geçen ömür günleri, her bir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir ve geçici saatleri, meyveleri cihetiyle manen sonsuz saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene ebedi hapisten kurtulmaya vesile olabilir. İşte ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymetdar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tevbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zâten hapis çok günahlara manidir, meydan vermiyor."14
Bediüzzaman'ın sözlerinde de görüldüğü gibi, Hz. Yusuf Medresesi mümin için sevinç ve şevkle karşılanır. "Az bir zahmetle, ebedi hapisten kurtulabilmek için" Allah'ın mümine verdiği bir rahmettir aslında. Bir önceki konuda da söz edildiği gibi her ibadet daha zor koşullarda yerine getirilecektir. Örneğin Said Nursi Risale-i Nurlar'ı hapisteyken içeriye kağıt alınmadığı için kibrit kutularının üzerine yazdırmıştır. Bu, elbette ki son derece meşakkatli bir iştir. Bunların dışarıdaki arkadaşlarına iletilmesi ve yine onlar tarafından yazılma aşamaları hep güçlükler içinde olmuştur. Ancak bu amellerin karşılığı düşünüldüğünde, her güçlüğün sonsuza uzanan güzelliklere vesile olduğu görülecektir. Allah ayetlerinde "Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır." (İnşirah Suresi, 5-6) diye bildirmiş ve müminleri zorlukların ardından gelecek olan kolaylıklarla müjdelemiştir.
Bir müminin en önemli özelliklerinden biri ihlası, yani her işini Allah'ın rızasını kazanmak için yapmasıdır. İhlas sahibi bir mümin yaptığı her hareketin hesabını ahirette vereceğini bilerek, Allah'ı en fazla hoşnut edecek tavrı gösterir. Allah bir ayetinde müminlerin bu özelliği için şöyle bildirmiştir:
Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık.(Sad Suresi, 46)
Allah'ın bildirdiği ayette "katıksızca" ifadesi kullanılmıştır. İnanan bir kişi her yaptığında sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmayı hedefler, bunun dışında hiçbir amacı, hedefi, memnun etmek istediği biri yoktur. Örneğin bir yoksula yardım eden bir müminin tek amacı Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Bunun dışında, toplumda itibar sahibi olmak, çevresindeki insanlardan takdir toplamak, iş çevresinde itibarını artırarak böylece ticaretinin genişlemesini sağlamak gibi hedefleri yoktur. Oysa iman etmeyen bir insanın yardımlarında genellikle itibar ve takdir kazanmak ya da yaptığı yardımın vergiden düşülmesini sağlamak gibi amaçlar yatar. Müminler ise hayır işlerlerken bunu yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparlar, çünkü sadece ihlasla yapılan ameller Allah katında geçerlidir.
Hz. Yusuf Medresesi müminlerin tüm amellerinde halis olmalarına vesile olan bir yerdir. Buradaki terbiyenin en önemli etkilerinden biri insanın nefsi üzerinde olur, çünkü hapiste yaşayan bir kişinin herhangi bir dünyevi çıkarı olamaz. Her yaptığı dört duvar arasında kalır. Kimseye gösteriş yapma imkanı da yoktur. Ne yaptığı hizmet, ne söylediği bir söz, ne de ibadetleri ile diğer insanlardan ilgi, takdir, teşvik, övgü bekleme gibi bir durum söz konusu değildir. Her yaptığını sadece Allah bilir ve Allah görür. O da bunu bildiği için katıksızca ve gönülden Allah'a yönelir. Allah Kuran'da bu insanlardan şöyle söz etmektedir:
Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir.(Nisa Suresi, 146)
İnkar edenler: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 27-28)
Ayetlerde de bildirildiği gibi sadece Allah'a yönelip dönen, herşeyi Allah rızası için yapan bir insan tek dostu ve velisi olan Allah'a sığınır ve sadece Allah'ın rızasını ister. Bediüzzaman, Hz. Yusuf Medresesi'nin bir hikmetinin de, dünya ile olan tüm alakaların kesilmesine vesile olması ve ihlas dersinin tam olarak alınması olduğunu bildirmektedir:
"Aziz, sıddık kardeşlerim!
… Fakat İlahi kader ise, menfaatimiz için buraya sevk etti ve eski zamanlarda ihtiyari çilehanelerin sevap noktasında çok fevkinde sevabdar etmek sırrıyla, bizi ihlas dersini tam almak ve hakikaten kıymetsiz olan dünya işlerine karşı alakalarımızı düzeltmek için yine Medrese-i Yusufiye'ye çağırdı."15
Said Nursi bir başka sözünde ise Hz. Yusuf Medresesi'ndeki sıkıntılara şahit olanların tam ihlası elde ettiklerini, dünyevi ve kişisel çıkarlara tenezzül etmeyeceklerini şöyle ifade eder:
"Evet Medrese-i Yusufiye'de çok işaretlerle her sıkıntı ve zahmetin on, belki yüz misli maddi ve manevi faideler ve güzel neticeler ve imana geniş ve halis hizmetler, gözleriyle gördüklerinden, tam ihlasa muvaffak olurlar, daha az ve hususi menfaatlere tenezzül etmezler."16
Mümin tek gerçek dost ve yardımcısının, tek hüküm sahibinin Allah olduğuna iman eder. Hayatı boyunca her olayda Allah'a yönelir ve sadece Allah'tan yardım ister. Mümini dua konusunda diğer insanlardan ayıran en belirgin özelliklerinden biri, onun refah ortamında da, zorluk anında da hiçbir ayırım olmaksızın Allah'a şükretmesi ve O'na dua etmesidir.
İmanı zayıf, kalbinde hastalık bulunan kişiler genellikle bir zorluk anında Allah'a içten, yalvara yalvara, hiçbir katık olmaksızın dua ederler. Dualarında bir şüphe veya büyüklenme olmaz, sadece Allah'ın yardım edebileceğini bilerek Allah'a yalvarırlar. Örneğin çok şiddetli bir deprem anında her insan Allah'a karşı ne kadar aciz olduğunu, o anda kendisini sadece Allah'ın yardımının kurtarabileceğini görür ve katıksızca yalvararak Allah'a yönelir. Ancak müminler, diğer insanlardan farklı olarak, zorluk anında nasıl Allah'a yönelip katıksızca dua ediyorlarsa, başlarındaki sıkıntı gidince de aynı şekilde dualarına devam ederler.
Hz. Yusuf Medresesi'ndeki bir mümin de kendisini hapisten kurtarabilecek tek gücün Allah olduğunu, Allah'ın hüküm verenlerin en hayırlısı olduğunu bilir. Bu nedenle kurtulmayı Allah'tan ister. Hz. Yusuf'ta olduğu gibi bütün sebeplere sarılır, o nasıl arkadaşıyla hükümdara haber yolladıysa, o da yaşadığı dönemin gerektirdiği tüm önlemleri alır. Ancak tüm olayların nasıl gerçekleşeceğini belirleyenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle iman eder. Hz. Yusuf da inkarcıların kurdukları bir düzenle karşı karşıya geldiğini anladığında Allah'a dua etmiş ve Allah onun duasını kabul ettiğini şöyle bildirmiştir:
(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Yusuf Suresi, 33-34)
Geçmişte yaşamış birçok İslam alimi, hayatlarının bazı dönemlerinde dünyevi bütün işlerini ve ilişkilerini bırakarak, kapalı mekanlarda inzivaya çekilmişlerdir. Aslında inzivaya çekilmek sözü bir insanın kendini dünyevi herşeyden çekip, halis ve katıksız olarak gönülden Allah'a yönelmesini, derin derin tefekkür ederek, Kuran ilminde ve maneviyatında derinleşmesini, hidayetinin artmasını ve kamil bir imana sahip olmasını ifade eder. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e şöyle buyurmuştur:
Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel.(Müzzemmil Suresi, 7-8)
Allah'ın ayetlerinde de bildirdiği gibi, her insanın gündüz yapacağı çok yoğun işleri vardır. Örneğin Allah yolunda çalışan bir mümin gündüzleri Kuran ahlakını başka insanlara anlatmak, insanların kalbini dine ısındırmak, devlete ve millete hayır getirecek faydalı işler yapmak, diğer müminlerle görüşmek, onlarla çeşitli konularda istişarede bulunmak, sohbet etmek gibi birçok konu ile uğraşır. Bunların yanı sıra ticaret ya da farklı gelir getiren işlerle de ilgileniyor olabilir. Elbette ki tüm bunları yaparken Allah'ı hiçbir zaman unutmaz, daima Allah'ın emir ve yasaklarına uyar, sınırlarını korur. Ancak insanın derin derin Allah'ın yarattıkları üzerinde düşünmesi, ahireti, kıyamet gününü, cennet ve cehennemi tefekkür etmesi, Kuran ayetlerini okuyarak Kuran'ın sırlarının ve hikmetlerinin kendisine açılabilmesi için tüm bu uğraşlardan sıyrılması, zihnini sadece bu konulara yoğunlaştırması, Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi "kendini herşeyden çekmesi" gerekir. Tarih boyunca birçok İslam alimi Kuran ilminde ve Allah'a yakınlıkta derinleşmek ve kamil bir imana sahip olmak için hayatlarının bazı dönemlerinde kapalı mekanlara çekilmeyi uygun görmüşlerdir.
Bu tarz mekanlara Kuran'ın birçok yerinde dikkat çekilmiştir. Örneğin Kuran'da söz edilen mağaralarda bulunan müminler hep küfrün baskısından kurtulmak için bu mekanlara sığınmışlar ve Allah onların üzerine rahmetini yaymıştır. Peygamberimiz (sav) de yanındaki arkadaşıyla birlikte Mekke'den çıkarıldığında bir mağaraya sığınmıştır. Bu olay Kuran'da şöyle haber verilir:
Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(Tevbe Suresi, 40)
Ayette verilen örnekte görüldüğü gibi Allah, Kendi rızası için yaşayan ve bu yolda türlü zorluklara göğüs germek durumunda olan tüm müminlere işlerinde kolaylık sağlar. İnkarcıların "artık bitti" dediği yerde müminler Allah'ın desteği ile başarı kazanır. İnkarcılar şaşkınlık içinde bunun nasıl olduğunu düşünür, bu yüzden de Müslümanların arkasında hangi güçler olduğu hakkında tahminler yürütürler. Ancak bu kişiler Allah'ın Müslümanların tek yardımcısı olduğu gerçeğinden gafildirler.
Kuran'da, küfrün ağır baskıları sonucunda mağaraya sığındığı bildirilen bir başka mümin topluluğu ise Kehf Ehlidir. Kehf Ehlinin inkar eden bir topluluktan kopup ayrılarak, mağaraya sığındıklarını ve Allah'ın onlara rahmetini yaydığını bildiren ayetler şöyledir:
Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik)."(Kehf Suresi, 9-11)
(İçlerinden biri demişti ki:)"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."(Kehf Suresi, 16)
Dikkat edilirse, Allah mağaraya sığınan müminlere rahmetinden bolca vermekte ve onların işlerini kolaylaştırmaktadır. Kuran'da mağara, müminlere hayır getiren bir yer olarak bildirilmektedir. İslam alimleri ise mağaranın bu manevi yönünü göz önünde bulundurmuşlar ve mağaradaki zor koşullar ile nefislerini daha fazla terbiye etmek, dünyevi tutkulardan tamamen arınabilmek için bazı dönemlerde buralarda bulunmayı uygun görmüşlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi de gençliğinde hep bir gün mağarada inzivaya çekilmeyi düşünmüş ve istemiş, hatta Birinci Dünya Savaşı'nda esir düştüğünde, kurtulduğu takdirde inzivaya çekilmeye karar vermiştir. Bediüzzaman bu isteğini bir yerde şöyle dile getirir:
"Ben yirmi yaşında iken tekrar ile derdim: "Eski zamanda mağaralara çekilen tarik-üd dünyalar gibi ahir ömrümde ben de bir mağaraya, bir dağa çekilip, insanların hayat-ı içtimaiyesinden çıkacağım." Hem eski Harb-i Umumi'de şark-ı şimalideki esaretimde karar vermiştim ki: "Bundan sonra ömrümü mağaralarda geçireceğim. Siyaset hayatından ve içtimaiyeden sıyrılacağım. Artık karışmak yeter." derken, inayet-i Rabbaniye, hem adalet-i kaderiye tecelli ettiler."17
Bediüzzaman Said Nursi, bu isteğinin Allah'ın dilemesi ve rahmeti ile en güzel şekilde gerçekleştiğini, defalarca girdiği Hz. Yusuf Medresesi'nin kendisi için bir nevi mağara görevi gördüğünü ve orada münzevi bir hayat yaşadığını aktarır. Hz. Yusuf Medresesi, Bediüzzaman için bir inziva imkanı oluşturarak güzel bir nimete dönüşmüştür. Bir başka sözünde Bediüzzaman Hz. Yusuf Medresesi'nin ibadet bakımından kıymetini ve münzevi bir hayat için uygun bir mekan olduğunu şöyle belirtmiştir:
"Eğer mahpus, zulmen mahkum olmuş ise, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati, bir gün ibadet olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir yalnızlığa çekilmek için bir çilehane olup eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevi salihlerden sayılabilirler."18
Bediüzzaman, bir başka sözünde ise Hz. Yusuf Medresesi'ndeki hayatının inzivaya çekilmek gibi olduğunu, hatta bir mağarada inzivada bulunmaktan çok daha fazla hayır ve güzelliklere vesile olmasını umduğunu ise şöyle açıklamıştır:
"… Ehl-i riyazet ve münzevilerin dağlardaki mağaralarının çok üstünde "Yusufiye Medreseleri" ve vaktimizi zayi' etmemek için tecridhaneleri verdi. Hem mağara uhrevi faydası, hem Kuran ve iman hakikatlerinin mücahidane hizmetini verdi… "Bakarsınız sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olur (Bakara Suresi, 216) ve "Hayır, Allah'ın ihtiyar etmiş olduğu şeydedir" sırrıyla, ihtiyarlığıma merhameten ve iman hizmetinde daha ziyade çalıştırmak için ihtiyar ve kudretimizin haricinde bu üçüncü Medrese-i Yusufiye'de vazife verildi."19
Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, kendisi yaşlı ve hasta olduğu için mağaradaki bir yaşantı son derece güç olacaktır. Ancak hapishane şartları bir insanın kendisini herşeyden çekip Allah'a yönelmesi açısından bir rahmettir. Ayrıca Bediüzzaman'ın söz ettiği yıllarda kendisi bir odada tecrit edilmiş, hatta tüm kapı ve camları tamamen kapatılmış ve böylece tek bir kişi ile göz göze gelmesi bile engellenmiştir. Olan bitenleri dışarıdan izleyen bir kişi bunu hiç şüphesiz bir zulüm olarak nitelendirecektir. Ancak Bediüzzaman her zamanki gibi başına gelenlere iman gözüyle bakmış ve hemen Allah'ın kendisi için yarattığı hayrı görebilmiştir. Çünkü tecrit edilerek hiç kimseyle görüşmemesi onun Kuran ilmi ve tefekkür üzerinde daha da derinleşmesi, dikkatinin hiçbir şeyle dağılmaması ile sonuçlanmıştır. Tüm bunlar Bediüzzaman için çok büyük güzelliklerle sonuçlanmış, son derece faydalı olmuştur.
Bu esnada Kuran hizmetinden de geri kalmamış, tefekkürlerinin sonucu olan Risale-i Nurlar'ı fırsat buldukça hapishanedeki talebelerine yazdırmıştır. Hatta öyle ki, hapis müddeti dolduğunda dışarı çıkmamak için vesile aramış, ancak Allah'ın hikmeti ile, serbest kaldıktan kısa bir süre sonra tekrar Hz. Yusuf Medresesi'ne geri dönmüştür. Bediüzzaman'ın her zaman belirttiği gibi, demek ki Hz. Yusuf Medresesi'nde kendisi için hala büyük hayırlar vardır ki, Allah onu medresede tutmuştur.
Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan Nur talebelerini Ashab-ı Kehf'e benzeten Bediüzzaman, onların da Hz. Yusuf Medresesi'ni Ashab-ı Kehf'in mağaralarına çevirdiklerini belirtmiştir. Bunun anlamı Allah'ın Kehf Ehline mağaralarında yaydığı rahmet ve işlerindeki kolaylığın, Nur talebelerine de erişmesidir. Din ahlakından uzak insanların bir ceza olarak müminleri yerleştirdikleri yer onların nefislerini en fazlasıyla eğittikleri, Allah'a daha derin bir imanla bağlandıkları, kalplerine sabrın ve kararlılığın raptedildiği bir yere dönüşmüştür. Bediüzzaman'ın Hz. Yusuf Medresesi'ni Ashab-ı Kehf'in mağarasına benzettiği sözü şöyledir:
"… ve Ashab-ı Kehf misali Nur talebeleri o sıkıntılı çilehaneyi Ashab-ı Kehf ve eski zaman ehl-i riyazatının mağaralarına çevirmesi ve istirahat-ı kalble Nurlar'ın neşrine ve yazmasına sa'yleriyle, inayet-i Rabbaniye'nin imdadımıza yetiştiğini isbat etti." 20
Bediüzzaman bir başka sözünde ise olayların zahiri ile hakikatini çok samimi ve açık bir dille anlatmıştır. Bediüzzaman bu sözlerinde mağarada inzivaya çekilmişken Barla'ya sürüldüğünü, ancak Barla'nın Allah'ın rahmeti sayesinde kendisi için hem daha emniyetli hem de daha ihlaslı bir inziva yerine dönüştüğünü söylemiştir.
"Siyaseti terk ve dünyadan tecerrüd ederek bir dağın mağarasında ahireti düşünmekte iken, ehl-i dünya zulmen beni oradan çıkarıp nefyettiler. Halık-ı Rahim ve Hakim o nefyi bana bir rahmete çevirdi. Emniyetsiz ve ihlası bozacak sebeplere maruz o dağdaki inzivayı; emniyetli, ihlaslı Barla Dağlarındaki halvete çevirdi. Rusya'da esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, ahir ömrümde bir mağaraya çekileyim. Erhamürrahimin bana Barla'yı o mağara yaptı, mağara faidesini verdi. Fakat sıkıntılı mağara zahmetini, zayıf vücuduma yüklemedi… Hem ehl-i dünya bütün kötülere vesika verdiği ve canileri hapisten çıkarıp affettikleri halde, bana zulüm olarak vermediler. Benim Rabb-ı Rahimim, beni Kur'anın hizmetinde ziyade istihdam etmek ve Sözler namıyla envar-ı Kur'aniyeyi bana fazla yazdırmak için, dağdağasız bir surette beni şu gurbette bırakıp, bir büyük merhamete çevirdi..."21
Bediüzzaman'ın bu tefekkürleri bir mümin için son derece önemlidir. Çünkü olayların zahirine bakılırsa, Bediüzzaman hiçbir suçu olmadığı halde Barla'ya sürgüne gönderilmiş, bir-iki akrabası dışında hiç kimse ile görüşmesine izin verilmemiş, Kuran hizmetinde bulunması, hatta yakınlarına mektup yazması bile engellenmiştir. Dahası o dönemde caniler, katiller dahi affedilirken, Bediüzzaman'a af uygulanmamıştır.
Bunlar olayların zahir yönüdür. Hakikat yönünde ise Allah Bediüzzaman'ı mağaradaki inzivasından alıp, kendisi için daha emniyetli, sıhhati için daha uygun olan Barla'ya getirmiştir. Allah bazı kimselerin Bediüzzaman'a olan düşmanlığını vesile ederek, Barla'yı bir inziva mekanına dönüştürmüştür. Bu kimselerin yasakları vesile olmuş, Bediüzzaman kimse ile görüşmemiştir. Bu sayede Bediüzzaman'ın da dediği gibi; "Benim Halık-ı Rahimim o tecridi, benim hakkımda bir azim rahmete çevirdi. Zihnimi safi bırakıp, Kur'an-ı Hakim'in feyzini olduğu gibi almağa vesile etti."22
Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan her mümin olayların hakikatine bakmalıdır. Bu olaylar zahirinde, Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi mümine düşmanlığı olan kimselerin neden olduğu bir cezalandırma olarak görülse de, hakikatte Allah samimi bir Müslümanın üzerindeki rahmetini yaymak ve işinde bir kolaylık kılmak için onu bu münzevilerin yaşadıkları mağaraya veya alimlerin yetiştikleri medreseye yerleştirmiştir. Zahirde zulüm var gibi görünse de, hakikatte müminin üzerinde Allah'ın rahmeti ve rızası vardır.
İşte bu nedenle Hz. Yusuf da, kendisine iftiralarla düzen kuran kadına ve onun çevresinin entrikalarına uymaktansa hapse girmenin kendisine daha sevimli geleceğini söylemiştir. Ardından da Allah'tan onların düzenlerini kendisinden uzaklaştırmasını dua ile istemiştir. Allah onun duasına icabet etmiş ve onu hapishaneye yerleştirmiştir. Hakikat yönü ile bakıldığında hapis her yönüyle inkarcıların tekliflerinden çok daha sevimlidir.
Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan bir mümin de mutlaka olayları, özünü ve gerçek yönlerini düşünerek değerlendirmelidir. Her ne kadar zahirde müminin düşmanları ona tuzak kurmuşlar, ona iftira atarak haksız yere suçlamışlarsa da, iman eden bir insan bilir ki, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki yeri o daha doğmadan, hatta anne ve babası dahi doğmadan önce ayrılmıştır. Hz. Yusuf Medresesi'ne ne zaman gireceği, oradan ne zaman ve ne vesile ile çıkacağı, ona hangi inkarcının hangi sözü söyleyeceği, Hz. Yusuf Medresesi'nde hangi yemekleri yiyeceği gibi detayların tümü Allah Katında bellidir.
İşte bu gerçeklerin bilincinde olan ve herşeye iman gözüyle bakan, daima Allah'a yönelerek kaderin izleyicisi olan bir kişi için Hz. Yusuf Medresesi'nde gelişen olaylar büyük bir rahmete dönüşür.
11 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Şua, s.311-312
12 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Söz, s. 150-151
13 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Ondördüncü Şua, s.481
14 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Söz, s.150
15 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Şua, s.296
16 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.267
17 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmiyedinci Lema, s.726
18 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Söz, s.149
19 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.266
20 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.265
21 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Mektub, s.46-47
22 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Mektub, s.47