Bu kitabın devamında hapishane kelimesi yerine genel olarak Hz. Yusuf Medresesi ifadesi kullanılacaktır. Çünkü daha önce de sözünü ettiğimiz gibi müminin hapsedilmesi bir ceza değil, onun için bir eğitimdir. Hapishane mümin için bir "terbiyehane", maneviyatını kuvvetlendirdiği bir "üniversite" hükmündedir. Zayıf imanlı veya imansız kimseler hapishanenin inançlı kimseler tarafından nasıl olup da bir ceza ve tahammülü zor bir musibet olarak görülmediğini anlayamazlar. Hatta müminlerin böyle bir durumla karşılaştıklarında, ahiretleri için duydukları büyük sevincin nedenini kavramaları ise kesinlikle mümkün değildir. Mümin elbette ki hapiste bulunmayı istemez, böyle bir amaç için çaba sarf etmez. Ancak böyle bir durumla karşılaştığında, Hz. Yusuf Medresesi'nde alacağı derecenin manevi heyecanını, zevkini ve hazzını yaşar. Başına gelen küçük büyük her olayda olduğu gibi bunda da Allah'ın yarattığı hikmetleri, hayır ve güzellikleri görür.
Müminlerin, Allah'ın rızasını kazanmak için çaba sarf ederken girdikleri hapishane ortamını Hz. Yusuf Medresesi olarak isimlendirmelerinin nedeni, onların herşeyde bir hayır ve güzellik olduğuna inanmalarıdır. Onlar bilirler ki, Allah bir mümin için her ne dilerse, o en hayırlısı ve en güzelidir. Olayları dışarıdan izleyen bir kişi bir müminin hapishaneye girmesine zincirleme birçok olayın neden olduğunu zannedebilir. Oysa derinlemesine düşünüldüğünde ve tüm olaylar Kuran'a göre değerlendirildiğinde gerçekler bambaşkadır. Bir müminin hapse girmesi, hapiste kaldığı süre ve çıktığı an ancak Allah'ın dilemesi ile gerçekleşir. Hiçbir olay veya hiçbir kişi Allah'ın dilemesi dışında bir insanın hapse girmesine neden olamaz. İnsan ancak kaderinde olduğu için böyle bir durumla karşılaşır. Eğer Allah bir Müslümanın hapiste bulunmasını dilemişse, bu kişi için orada geçirdiği günlerde birçok güzellik ve hayırlar var demektir. Ancak bu, derin bir kavrayışa ve güçlü bir imana sahip bir insanın görebileceği bir gerçektir.
Bediüzzaman Said Nursi bu konuda tüm yaşamı boyunca örnek olmuş mübarek bir insandır. Hz. Yusuf Medresesi'ne her girişinde orada bulunuşunun hayır ve hikmetlerini düşünmüş, bunları da tüm inananlarla paylaşmıştır. Hapishaneden yazdığı mektuplarla öğrencilerine çok değerli tavsiyelerde bulunmuş, bu dönem boyunca kaleme almayı sürdürdüğü Risale-i Nur ismiyle anılan eserleriyle de insanlara birbirinden hikmetli tefekkürlerini aktarmıştır. Her yazısında bu olayların kendileri için çok hayırlı olduğunu, birçok güzelliği beraberinde getirdiğini ve gelişen her olaya iman ve tevekkül gözüyle bakılması gerektiğini hatırlatmıştır. Özellikle de yaşının çok ilerlediği dönemlerde, tüm hastalıklarına rağmen, kışın en şiddetli günlerinde soğuk ve sobasız hücrelerde tutulan, hatta kimi zaman tecrit edilerek insanlarla görüşmesi dahi yasaklanan Said Nursi, en ağır koşullarda da herşeyin kaderde olduğunu ve teslimiyetle karşılanması gerektiğini bir mektubunda şöyle dile getirmiştir:
"Sonra bu sırada, bu soğukta, en ziyade istirahata ve üşümemeğe ve dünyayı düşünmemeğe muhtaç olduğum bir zamanda, garazı ve kasdı hisseder bir tarzda, beni tahammülün üzerinde bu sürgün ve tecrid ve tevkif ve sıkıntıya sevkedenlere, fevkalade kızmak geldi. Bir yardım imdada yetişti. Manen kalbe ihtar edildi ki: "İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahi'nin büyük bir hissesi var ve bu hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile karşılık vermek lazım. Hikmet ve Rabbin rahmetinin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevap kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde binler şükretmek lazımdır…"3
Bediüzzaman'ın sözlerinde ifade ettiği gibi, Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunanlar kaderlerinde olduğu için oradadırlar ve bu nedenle olaylara teslimiyetle, sabır ve şükürle karşılık vermelidirler. Ayrıca hapishane imtihanıyla karşılaşan her salih Müslümanın, Bediüzzaman gibi orada bulunmasının hayır ve hikmetlerini bulup çıkarması gerekir ki, böylesine kıymetli bir manevi eğitim döneminin hakkını verebilsin. Bediüzzaman başka bir sözünde ise Hz. Yusuf Medresesi'nin bahçesinde hem iyilerin hem de kötülerin bulunduğunu, ancak müminlerin sadece iyileri görüp kötüleri ise görmezlikten gelerek, zihinlerini bu tip konularla gereksiz yere meşgul etmemeleri gerektiğini hatırlatmıştır:
"Saniyen: "Kadere iman eden gam ve hüzünden emin olur" sırrıyla, "Herşeyin güzel cihetine bakınız" kaidesinin sırrıyla, gayet kısacık bir meali: "Sözleri dinleyip en güzeline tabi' olup fenasına bakmayanlar İlahi hidayete kavuşmuş akıl sahibi onlardır" mealinde. Bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek yönüne bakmak lazımdır ki manasız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi çekip kalbimizi meşgul etmesin. Sekizinci Söz'de bir bahçeye iki adam, biri çıkar biri giriyor. Bahtiyarı bahçedeki çiçeklere, güzel şeylere bakar, safa ile istirahat eder. Diğer bedbaht, temizlemek elinden gelmediği halde çirkin, pis şeylere dikkatini verir, midesini bulandırır. İstirahata karşılık sıkıntı çeker, çıkar gider. Şimdi toplum hayatı insanlığın aşamalarında, özellikle Yusufiye Medresesi bir bahçe hükmündedir. Hem çirkin, hem güzel, hem kederli, hem ferahlı şeyler beraber bulunur. Akıl odur ki; ferahlı ve güzel şeylerle meşgul olup, çirkin, sıkıntılı şeylere ehemmiyet vermez, şikayet ve merak yerine şükreder, sevinir."4
Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, Allah'ın yarattığı olaylardaki güzellikleri, hayırları görenler dünyada ve ahirette sevinç içinde, rahat ve huzurlu yaşarlar. Onlara hiçbir kötü kişi zarar veremez, hiçbir kötülük üzülmelerine neden olamaz. Allah'a iman etmeyen kişiler içinse bunun tam tersi geçerlidir. Onlar başlarına gelen her sıkıntıda ve zorlukta hemen ümitsizliğe kapılır, bunalıma girer, korku duyar ve sonucunda dünyayı da ahireti de kaybederler. Allah Kuran'da bu kişilerin durumlarını şöyle bildirir:
İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.(Hac Suresi, 11)
Hz. Yusuf'un hayatı, daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'ın herşeyi bir hayır ve hikmet üzerine yarattığını gösteren olaylarla doludur. Sadece hapishaneye atılması değil, aleyhinde kurulan her tuzak da, onun lehine bir hayırla sonuçlanmıştır.
Örneğin kardeşleri Hz. Yusuf'u öldürmek için bir kuyuya atmışlardır. Ancak bu olay Hz. Yusuf'un Mısır'a yerleşmesine ve devamında da Mısır hazinelerinin başına geçmesine vesile olmuştur. Evinde kaldığı Aziz'in karısının attığı iftira ile hapse atılmasının sonuçları da hep hayırlara vesile olmuştur. Bir insanın iftira sonucu hapse girmesi, olayların hayır ve hikmetleri göremeyen kişiler tarafından büyük bir şanssızlık ve bela olarak nitelendirilebilir. Oysa Hz. Yusuf'un hayatında gördüğümüz, bu olay sayesinde onun güzel ahlakına, namusuna, Allah'ın haram kıldıklarına karşı ne derece titiz olduğuna, imanına, doğruluğuna tüm şehir halkı şahit olmuştur. Bunun yanında sahip olduğu ilim, hükümdarın kulağına kadar gitmiş ve bu ilmi sayesinde Mısır hazinelerinin başına yönetici olarak atanmıştır. Dolayısıyla bir mümin için en güzel davranış, Rabbimizin kendisi için belirlediği kadere tamamen teslim olmak ve Allah'ın olayların ardından neler göstereceğini sabırla ve tevekkülle beklemektir. Allah tüm olayları bizim önceden bilemeyeceğimiz kusursuz bir plan içinde, en ince detayı ile ve en hayırlı olacak şekliyle yaratır. Hz. Yusuf da bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur."(Yusuf Suresi, 100)
Kitabın başında da vurguladığımız gibi, Allah elbette ki her olayda bizim görebildiğimiz ve göremediğimiz sayısız güzellik, hayır ve hikmet yaratır. Ancak salih müminlerin başlarına herhangi bir olay geldiğinde Allah'a yönelerek, bu olayların hayır ve hikmetlerini görmeye çalışmaları gerekir. Bu, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki tüm inançlı kişiler için geçerlidir. Bu bölümde, Hz. Yusuf Medresesi'nin inananlara kazandırdığı güzellikler, esenlikler ve Allah'ın rahmetine nasıl bir vesile olduğu anlatılacaktır.
Bir müminin Hz. Yusuf Medresesi'ne girmesine, aynı Hz.Yusuf'ta olduğu gibi, inkar edenlerin, insanlar arasında ahlaksızlığı ve inkarı yaygınlaştırmaya çalışanların iftiraları ve haksız suçlamaları neden olur. Bu çevrelerin adeta yaygara koparırcasına müminlerin üzerlerine gitmeleri, halk arasında sahte deliller, yalancı şahitler ve asılsız haberlerle oluşturdukları infial, müminlerin hiçbir suçları olmadığı halde hapse konulmaları ile sonuçlanır. Bediüzzaman Said Nursi, İmam-ı Azam, Süleyman Hilmi Tunahan gibi önemli İslam alimleri de birbirine benzer haksız suçlamalar ve asılsız iftiralar sonucunda Hz. Yusuf Medresesi'nde kalmışlardır.
Salih müminlere atılan iftiraların en başında gelenlerden biri müminlerin bir menfaat peşinde oldukları yönündedir. Bu iftira geçmişte tüm peygamberlere ve onların yanındaki salih müminlere atılmıştır. Hatta inkar edenler müminlerin çıkar için birarada bulunduklarından o kadar emindirler ki, onları dağıtmak için "... Allah'ın Resulü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler..." (Münafikun Suresi, 7) dedikleri bildirilmektedir. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi müminlerin maddi çıkarlar için birarada bulunduklarını, maddi çıkarları engellendiğinde ise beraberliklerinin son bulacağını zannederler.
Bu aslında cahiliyenin "kişiyi kendin gibi bilirsin" mantığının bir yansımasıdır. Çünkü gerçekten de Allah'a iman etmeyen kişiler, menfaatleri en ufak bir zarara uğradığında kırk yıllık dostlarından, hatta kimi zaman anne babalarından dahi vazgeçebilirler. Bu çirkin ahlaka göre, bir insanın maddi çıkarı olmayan kişiyle arkadaşlık etmesi, ona yardımda bulunması, fedakarlık göstermesi çok büyük bir saflıktır. Arkadaşlığın kalıcılığı da söz konusu çıkarın büyüklüğüne, ehemmiyetine göre belirlenmelidir. Dinden uzak insanlar, kendi ahlakları bu şekilde olduğu için, müminleri de kendileri gibi değerlendirirler. Ancak müminlere yönelttikleri her türlü saldırı, iftira ve haksız suçlamaya, oluşturdukları zor koşullara ve verdikleri sıkıntılara rağmen gördükleri kararlı, sadık, vefalı, metanetli ve güçlü tavırlar karşısında büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Çünkü bütün amaçları müminleri yıldırmak, birbirlerine olan güçlü kardeşlik bağlarını bozmak ve dağıtmakken, birdenbire bütün çabalarının boşa gittiğini anlarlar.
Salih müminler koşullar ne olursa olsun imanlarından, ibadetlerinden, güzel ahlaklarından ve Allah'a iman eden insanlarla birlikte olmaktan vazgeçmezler. Allah birçok ayetinde salih müminlerin bu üstün özelliklerini bildirmiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar). İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.(Hucurat Suresi, 15)
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et" demelerinden başka bir şey değildi.(Al-i İmran Suresi, 146-147)
Görüldüğü gibi müminlerin hapis veya haksız saldırılar gibi zorluklarla karşılaşmalarının vesile olduğu hayırlardan biri, onların sadakatlerinin, vefalarının, birbirlerine olan bağlılıklarının ortaya çıkmasıdır. Bu, içlerinde yaşadıkları toplumun ilk defa karşılaştığı bir modeldir. Bütün bu olaylar müminlerin sahip oldukları güzel ahlakın tüm toplumca tanınmasına da vesile olur. Sadece onlarla aynı dönemde yaşayanlar değil, gelecekteki birçok nesil de aynı şekilde salih müminlerin zorluk anlarında dahi kararlı ve sadık olduklarına, hiçbir zaman yılgınlık göstermediklerine şahitlik etmiş olurlar.
Nitekim yakın tarihimizde Bediüzzaman'ın ve çevresindekilerin gösterdikleri kararlılık, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki şevk ve heyecanları bunun en güzel örneklerinden biridir. Onlar hem yaşadıkları dönemde, hem de günümüzde tüm müminlere güzel birer örnektirler. Bediüzzaman, Hz. Yusuf Medresesi'ndeyken dışarıda bulunan kardeşlerine yazdığı mektuplarda onlara şöyle hitap etmiştir:
"Aziz, sıddık, sarsılmaz, sıkıntıdan usanıp bizlerden çekilmez kardeşlerim!… Nur talebelerinin de, birkaç senede en uygun olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve zorluk dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zayıf kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir kayıp oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine daha metin, daha muhlis şakirdler meydana çıktılar. Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler. Sevaplarını, meyvelerini bizlere verirler. Biz de İlahi yardıma itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz."(Şualar, s. 503)
Bediüzzaman bir başka mektubunda Hz. Yusuf Medresesi'nden sadık dostlarına şöyle seslenmiştir:
"Aziz, sıddık kardeşlerim! Bu eski ve yeni iki Medrese-i Yusufiye'deki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar saldırıya karşı manevi kuvveti kırılmayan zatları hakikat ehli ve gelecek nesil alkışlayacakları gibi, melaike ve ruhaniler dahi alkışlıyorlar diye kanaatim var. Fakat içinizde hastalıklı ve nazik ve fakirler bulunmasıyla, maddi sıkıntı ziyadedir. Ve buna karşı da her biriniz her birisine birer tesellici ve ahlakta ve sabırda birer örnek alınacak model ve dayanışma ve yumuşatma birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatab ve mücib ve güzel huyların yansımasına birer ayna olmanız, o maddi sıkıntıları hiçe indirir diye düşünüp ruhumdan çok sevdiğim sizler hakkında teselli buluyorum…"5
Bugün, tarihte yaşanmış olaylara bakarak, salih müminlerin kararlılıklarından, sabırlarından, Allah yolundaki cesaretlerinden ve birbirlerine olan bağlılıklarından örnekler alıyoruz. Geçmişte yaşanan olayların bugün tüm müminlere örnek teşkil etmesi şunu göstermektedir: O dönemde gelişen olaylar ve zorluklar müminlerin lehine olmuş, onların hem çağdaşları hem de sonraki toplumlar tarafından tanınmalarına vesile olduğu gibi şeref ve üstünlük kazanmışlardır.
Hangi dönemde yaşarsa yaşasın, bir müminin karalanmaya çalışılacağı ve hakkında suç araştırmaları yapılacağı açıktır. Çünkü bir mümini etkisiz hale getirme konusunda, halkın ikna edilmesi ve yapılması hedeflenen uygulamanın kitlelerden destek bulması için bir kılıf hazırlanması gerekmektedir. Nitekim Hz. Yusuf'un örneğinde, vezirin karısının iftirası Hz. Yusuf'un elçiliğini engellemek için bir kılıf ve hapse atılması için bir bahane olarak kullanılmıştır.
Tüm bu olaylar neticesinde müminler hakkında etraflıca araştırmalar yapılacaktır, ancak müminler diğer insanların aksine haklarında yapılacak olan her türlü araştırmaya karşı oldukça rahattırlar. Haklarındaki soruşturma ve araştırmalardan sadece Allah'ın emir ve tavsiyelerine göre yaşamayan insanlar, rahatsız ve tedirgin olurlar. Çünkü insanların büyük bir bölümünün ortaya çıkmasından tedirgin olacağı bir açığı, daha açık ifadeyle bir yolsuzluğu, sahtekarlığı ya da hukuka aykırı bir faaliyeti vardır. Fakat Müslümanlar Allah'tan korkan ve bu yüzden de her türlü kötülükten ve günahtan şiddetle sakınan insanlardır. Onlar ahirette hesap vereceklerini bildikleri için her an Kuran ahlakına uygun bir yaşam sürerler; hesabını veremeyecekleri her türlü fiilden de kesinlikle uzak dururlar. Kimsenin malında, mülkünde gözleri yoktur, kimseye en ufak bir haksızlık veya adaletsizlik yapmazlar, harama el uzatmaz, menfaatleri peşinde koşmazlar. Kuran'da emredilenler gereği yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktan şiddetle kaçınır, daima devlete bağlılığı teşvik eden, barışçı, toplumsal huzuru sağlamaya çalışan bir model oluştururlar. İşte bu yüzden de yaşamlarının araştırılmasından, soruşturulmasından hiçbir şekilde çekinmedikleri gibi, ne kadar çok araştırılırsa araştırılsın, geçmişlerinde sadece temizlik bulunacağını bilir ve bunun rahatlığını yaşarlar. Yapılan her soruşturma ve araştırmanın, daima kendi lehlerine sonuçlanacağını ve ne kadar temiz, masum ve dürüst insanlar olduklarını bir kez daha ortaya çıkaracağını unutmazlar.
Örneğin Hz. Yusuf'un zindana atılması onun güzel ahlakının, temizliğinin, doğruluğunun ve Allah'a olan imanının tanınmasıyla sonuçlanmıştır. Hapiste geçen yılların ardından hükümdar kendisini çağırdığında, Hz. Yusuf öncelikle masum olduğunun ispatlanması için hükümdardan soruşturma yapmasını bizzat kendisi istemiştir.
Dikkat edilirse sadece temiz ve doğru insanlar gönül rahatlığı ile kendileri hakkında soruşturma yapılmasını isteyebilirler. Bunun üzerine hükümdar Hz. Yusuf'a iftira atan kadını ve diğer kadınları toplamış ve onlara Hz. Yusuf'u sormuştur. Kadınlar Hz. Yusuf'tan hiçbir kötülük görmediklerini söylediklerinde, ona iftira atan Vezir'in karısı da suçunu itiraf etmiştir. Böylece Hz. Yusuf'un masumiyeti bizzat iftirayı atan kişiler tarafından kanıtlanmıştır. Bu olay Yusuf Suresi'nde şöyle haber verilir:
Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir. (Hükümdar topladığı o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söylenlerdendir. (Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi. "(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."(Yusuf Suresi, 50-53)
Görüldüğü gibi Hz. Yusuf kendi talebiyle bu iftira hakkında bilgisi olanları biraraya toplatmış ve tertemiz bir insan olduğunun o kişilerin ağzından açıklanmasını sağlamıştır. Bu iftira ve hapis dönemi ilk meydana geldiğinde, bu olayı duyan ya da gören insanlar için bir şer gibi gözükmüş olabilir. Ancak Hz. Yusuf gibi önemli bir görev alabilecek kadar doğru ve güzel ahlaklı bir insanın temizliğinin, tüm insanların şahitliğinde kabul edilmesi, elbette ki onun gücünü ve insanların gözündeki güvenilirliğini artırmıştır. Bu sayede çok önemli bir makama tereddüt edilmeden seçilebilmiştir.
Kuran'da müminlere bildirilen bir müjde ise, Allah'ın mutlaka müminlere kurulan tuzakları bozacağı ve müminlerin haklılığının ortaya çıkacağıdır. Müminlerin kendilerine atılan iftiralardan Allah'ın yardımıyla temize çıktıklarını gösteren ayetlerden biri şöyledir:
Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah Katında vecihti. (Ahzap Suresi, 69)
Bediüzzaman Said Nursi de kendisinin, öğrencilerinin ve Risale-i Nurlar'ın sık sık soruşturmaya tabi tutulmalarında çok büyük hayırlar olduğunu her fırsatta ifade etmiştir. Çünkü bu mübarek insanlar soruşturmalardan her defasında, hem fert hem de eserler olarak tertemiz çıkmışlardır. Soruşturmalar sayesinde dürüstlükleri ve samimiyetleri her defasında devletin ilgili makamlarınca da onaylanmıştır. Bediüzzaman bu konuyla ilgili olarak bir sözünde şöyle der:
"… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) sırrını tekrar gösterdi... Başta Ankara bilir kişilerinin takdirkarane raporları, hatta beş sandık Nur Risaleleri'nde beş on hata buldukları halde, mahkemede onların hata ve yanlış gösterdikleri noktalar gerçeğin aynı olduğunu ve onların hata ve yanlış dedikleri maddelerde kendileri hata ettiklerini ispat ettiğimiz gibi, beş yaprak raporlarında beş on hata ve yanlışlarını gösterdik. Ve yedi makamata gönderdiğimiz Meyve ve Müdafaaname Risaleleri ve Adliye Vekaletine gönderilen Nur'un umum risaleleri, şiddetli emirler beklerken gayet yumuşak, hatta tesellikarane Başvekil'in bize gönderdiği mektubu gibi, barışma tarzında ilişmemeleri kesin olarak ispat etti ki: Risale-i Nur'un İlahi yardım kerametiyle, onları mağlup edip kendini onlara yol gösterici olarak okutturmuş, o geniş daireleri bir nevi dershane yapmış, çok tereddütlü ve şaşkın imanlarını kurtarmış ve bizim sıkıntılarımızdan yüz derece ziyade manevi ferah ve faide verdi." 6
Bediüzzaman'ın bu hikmetli sözlerinde dikkat çektiği bir başka hayır ise, bu olaylar esnasında Allah'ın varlığının ve birliğinin anlatıldığı Risale-i Nurlar'ın birçok kişi tarafından defalarca okunmuş olmasıdır. Bu arka arkaya okumalar pek çok kişinin imanına vesile olmuş ve aynı zamanda bu eserlerin yazarını da tanıma imkanı doğurmuştur.
Bediüzzaman risalelerinde ayrıca zorlukları ve şiddetli imtihanları, altınla bakırın birbirinden ayrıldığı mihenk taşına benzetmiştir. Mihenk taşı nasıl altının altın, bakırın da bakır olduğunu ortaya çıkarırsa, zorlu imtihanlar da müminin tüm güzel özelliklerini ortaya çıkaracak, nefsinin fısıldadığı tüm vesveseleri de ortadan kaldıracaktır. Bu dönemler inanan bir kişinin iman gücünü ortaya koyar ve bunu içinde yaşadığı topluma ilan eder. Bediüzzaman ve öğrencilerinin karşılaştıkları zorluklar da onların "altın" kadar değerli olduklarını ortaya koymuş, onları tüm halka tanıtmıştır. Yaptıkları çalışmaların sadece Allah'ın varlığını insanlara anlatmak amacıyla yapılan halisane çalışmalar olduğunu, hiçbir art niyetin, şahsi çıkarın bu faaliyetlere karışmadığını tüm insanlara göstermiştir. Böylece kalbinde samimiyetleriyle ilgili şüphe bulunanlar da onların zorluk zamanındaki güzel ahlaklarını görmüş ve halis niyetlerine kanaat getirmişlerdir. Bediüzzaman'ın konuyla ilgili sözleri şöyledir:
"Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu şiddetli imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç defa "altın mı, bakır mı" diye ölçüye vurmak ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek ve nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı yok mu üç-dört eleklerle elenmek; halisane, sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pek çok lüzumu vardı ki; İlahi kader ve Rabbin yardımı müsaade ediyor. Çünkü bir imtihan meydanında inatçı ve bahaneci insafsız saldırganların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki: Hiçbir hile, hiçbir enaniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevi, uhrevi ve şahsi menfaat karışmayarak, tam halis, hak ve hakikatten geliyor. Eğer perde altında kalsaydı, çok manalar verilebilirdi. Daha iman ehlinin avam tabakası itimad etmezdi. "Belki bizi kandırırlar" der ve seçkin kısmı dahi vesvese ederdi. Belki bazı makam ehli gibi kendilerini satmak, itimad kazanmak için böyle yapıyorlar diye daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en inatçı vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, karınız bindir inşaAllah."7
Bir müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmasının ve bununla bağlantılı olayların çok önemli bir hikmeti de, insanların dikkatlerinin müminlerin üzerine çekilmiş olmasıdır. Bu hapis olayları olmasa belki müminler daha az bilinecekler, halk onların işledikleri hayırlardan pek fazla haberdar olmayacaktır. Ancak bu olaylar neticesinde halkın büyük bir kısmı, müminleri tanır ve onların ahlaklarına şahit olur.
İnsanların karakterlerinin en doğru olarak anlaşıldığı ortamlar, zorluk ve sıkıntı anlarıdır. Haksızlığa uğrayan, iftira atılan, birçok yönden zorluk yaşayan bir insanın sabırlı, tevazulu, sükunetli, efendi, affedici, uzlaşmacı ve asla şikayette bulunmayan tavrı, elbette ki olayları izleyen insanlara pek çok şey gösterecek, samimi insanları tanımalarına vesile olacaktır. Nitekim Said Nursi'nin her Hz. Yusuf Medresesi'ne girişi veya sürgün edilişi, benzeri hayır ve hikmetlerle sonuçlanmıştır. Bu olaylar neticesinde, Bediüzzaman Nur talebeleri ve Nur risaleleri halkın dikkatini fazlasıyla çekmiş ve böylece insanlar Risale-i Nur'a yönelmişlerdir. Said Nursi bu konudaki düşüncelerini şöyle aktarır:
"İkinci hikmet ve fayda: Bu zamanda Nurlarla iman hizmeti, her tarafta ilan vererek ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini çekmekle olur. İşte hapsimizle Nurlara dikkat çekilir, bir ilân hükmüne geçer. En ziyade inatçı veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi genişlenir.8
"Evet Risale-i Nur'un mes'elesi; İslam aleminde, özellikle bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunduğundan böyle heyecanlı toplamalar ile genelin dikkatini Nur hakikatlerine çekmek lâzımdır ki, ümidimizin ve tedbirlerimizin ve gizlememizin ve saldırganların küçültmelerinin üzerinde ve seçimimizin haricinde böyle şaşaa ile Risale-i Nur kendi derslerini dost ve düşmana açıkça veriyor. En gizli sırlarını açıkça çekinmeyerek gösteriyor. Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızı kinin gibi bir acı ilâç bilip sabır ve şükretmeliyiz, "Yâhu bu da geçer" demeliyiz."9
Hz. Yusuf Medresesi'nin bir diğer hayırlı yönü ise burada yaşayan müminlerin birbirlerine olan faydasıdır. Yirmi dört saat boyunca, gece gündüz demeden, küçük bir mekanın içinde birbirlerinin her hallerine tanık olan Müslümanlar, birbirlerine hep güzel gözle bakar ve birbirlerinin en güzel yönlerini kendilerine örnek alırlar. Birinin temizliği, birinin aklı, birinin çalışkanlığı, birinin Kuran bilgisi, bir diğerinin fedakarlığı, başkasının mütevazi hareketleri diğer müminlere güzel bir hal verir. Herkes birbirinin bir yönüne gıpta edip onun halini alsa, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki eğitim sona erdiğinde, müminler manevi yönden büyük bir olgunluğa erişmiş ve ahlaklarını misliyle güzelleştirmiş olurlar. Bu dönem onların manevi olarak derinleşmelerine, pek çok eksikliklerinden arınmalarına vesile olur.
Müminler kardeşliğin ve dostluğun ne denli kıymetli ve değerli olduğunu da burada hakkıyla görürler. Tesanütleri ve dostlukları çok artar. Allah yolunda, güzel ahlakın yayılması için gece gündüz durmaksızın çalışan mümin kardeşlerini etraflıca düşünme ve takdir etme imkanı bulurlar. Ve her defasında Allah'ın tecellilerini görüp, sevgileri kat kat artar. Mümin, yanında bulunan mümin kardeşine hapishane şart ve imkanlarında sunabileceği şeylerin en güzelini sunar. Kardeşinin güvenliğini, rahatını, sağlığını, imanını düşünür, ona öncelik verir. Tüm bunlar ancak Kuran ahlakını ve eğitimini almış insanların gösterebileceği üstün vasıflardır. Allah Kuran'da müminlerin bu güzel ahlakını, birbirlerine olan sevgilerini, zor şartlarda dahi kardeşlerinin nefsini kendi nefislerine tercih ettiklerini şöyle bildirir:
... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.(Haşr Suresi, 9)
Nitekim Bediüzzaman birçok mümin kardeşi ile birlikte hapishanede bulunmasının güzelliklerinden biri olarak, birbirlerini rahatça görebilmelerini de saymıştır. Hapishane dışındayken çeşitli nedenlerden dolayı zorlukla görebildiği müminlerle burada sürekli beraber olmakta, onlarla sohbet etmekte, tefekkürlerini paylaşabilmektedir. Burada çok güzel bir eğitimden geçen bu müminler ise, Bediüzzaman'dan aldıkları eğitimle geleceğin birer tebliğcisi olacaklardır. Gittikleri her yerde Kuran ahlakının üstünlüğünü, Risale-i Nurlar'dan öğrendikleri hakikatleri anlatacaklardır. Bediüzzaman bir eserinde mümin kardeşleriyle birlikte olmanın nasıl bir nimet olduğunu şu şekilde anlatır:
"Bu işsiz ve iki kat artırılmış maddi ve manevi kışta, Medreset-üz Zehra'nın bir dershanesi olan bu Medrese-i Yusufiye'de, öz kardeşten daha müşfik çok hakiki dostlarını ve mürşid gibi uhrevi kardeşleri gayet ucuz ve az masrafla görmek, ziyaret etmek ve onların kişisel özelliklerinden istifade etmek ve şeffaf şeylerde sirayet eden nur ve nurani gibi iyiliklerin, manevi yardımlarından, ferahlarından, tesellilerinden kuvvet almak cihetinde bu musibet şeklini değiştirir, bir nevi yardım perdesi hükmüne geçer. Evet bu gizli yardımın bir latif zarafetidir ki, bütün buraya gelen Risale-i Nur talebelerine "Hocalar" namı verilmiş. Herkes lisanında "Hocalar.. Hocalar" diye hürmetle yadediyorlar. Bu zarafet içinde latif bir işaret var ki; bu hapis medreseye döndüğü gibi, Risale-i Nur şakirdleri dahi birer profesör, öğretmen ve sair hapishaneler de bu hocaların sayesinde inşaAllah birer mektep hükmüne geçeceklerdir."10
Bediüzzaman'ın sözlerinden onun en zorluk ve sıkıntı veren olaylarda dahi tecelli eden güzellikleri görebildiği, herşeye olabilecek en olumlu ve en hayırlı gözle bakabildiği, daima iyimser olduğu, hiçbir zaman karamsarlığa, umutsuzluğa ya da üzüntüye kapılmadığı, çok güçlü ve dirayetli bir insan olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bunlar Allah'a gönülden iman etmiş, tevekküllü, sabırlı ve takva sahibi bir insanın önemli özellikleridir. Allah Bediüzzaman'ın bu güzel bakışına karşılık olarak, gerçekten de hapishaneyi medreseye çevirmiş, kendisi ve öğrencileri bu medreseden istifade ettikleri gibi, diğer mahkumları da birer öğrenci haline getirmiştir.
Nitekim aradan geçen onlarca yıla rağmen bugün de Müslümanlar Hz. Yusuf Medresesi'nde eğitim gören ve çevresindekileri de eğiten Bediüzzaman'ı anmakta, onun hikmetli sözlerinden, tefekkürlerinden faydalanmaktadırlar.
3 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s. 260
4 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Ondördüncü Şua, s. 509-510
5 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayat, s. 428
6 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.264-265
7 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Ondördüncü Şua, s. 522-523
8 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.267
9 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Şualar, s. 502
10 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onüçüncü Şua, s. 313-314