Her insana veya her kavme yapılan tebliğin bir sonu vardır. Allah kitapları ve elçileri vasıtasıyla veya mümin kullarını vesile kılarak insanlara öğüt verir. İnsanlar Allah'ın varlığını ve birliğini kabul etmeye, Rabbimiz, Yaratıcımız ve gerçek Mevlamız olan Allah'a itaat etmeye davet edilirler. Bu tebliğ yıllarca sürebilir. Ama Allah Katında tebliğin de belirlenmiş bir sonu vardır. İnkarda diretenlere bu sonla beraber artık azap gelir. Dünya azabıyla başlayan bu azap, asıl olarak cehennemde sonsuza kadar devam eder.
Firavun ve çevresi de yıllarca tebliğe karşı direnmiş ve azaba müstahak olmuşlardır. Allah'a isyan edip peygamberi kendi düşük akıllarınca delilik ve yalancılıkla suçlamışlardır. İnkarları sebebiyle Allah onlar için alçaltıcı bir son hazırlamıştır.
Bu azabın başlangıcında Allah öncelikle Hz. Musa (as)'a İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmasını emretmiştir:
Musa'ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik. (Şuara Suresi, 52)
Hz. Musa (as) ve kavmi, Allah'ın buyurduğu gibi Mısır'ı gizlice terk ettiler.
İsrailoğulları'nın Mısır'ı terk etmesi Firavun için kabul edilemezdi. Çünkü tüm İsrailoğulları'nın sahibi olarak kendini görüyordu. Dahası kölelerinin gitmesiyle tüm iş gücünü de kaybedecek ardından Mısır'daki itibarını da yitirecekti. Bu nedenle askerlerini toplayarak İsrailoğulları'nı yakalamak için peşlerine düştü:
Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;" "Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler." "Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık; Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. (Şuara Suresi, 53-60)
İsrailoğulları, Firavun ve adamlarına yakalanmamak için Mısır'dan uzaklaşırken bir deniz sahiline geldiler. İşte bu sırada da Firavun ve askerleri onların görebilecekleri mesafeye ulaştılar. Firavun ve askerlerini kendilerine doğru yaklaşırken görünce, Hz. Musa (as)'ın kavminde bazı kimseler içinde panik ve ümitsizlik hakim oldu. Firavun ve askerleri çok yakın bir mesafedeydi ve görünürde kaçacak hiçbir yerleri yoktu. Bu kimseler yakalandıklarını düşündüler:
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Şuara Suresi, 61)
İşte bu anda Hz. Musa (as) tüm inananlara örnek bir tavır gösterdi. Allah'ın kendisiyle ve inananlarla beraber olduğunu ve kendilerine mutlaka bir çıkış yolu göstereceğini ümitsizliğe düşmüş olan kimselere hatırlattı:
(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62)
Bunun ardından Hz. Musa (as) Allah'tan aldığı "Asanla denize vur" (Şuara Suresi, 63) vahyi üzerine asasını denize vurdu. Allah denizi bir mucize olarak iki parçaya ayırdı ve aradan kuru bir yol kıldı. İsrailoğulları hemen bu yola girdiler. Firavun ve askerleri ise o kadar azgınlardı ki açılan yoldan geçip İsrailoğulları'nı yakalamayı düşündüler. Ortada apaçık bir mucize vardı ve Allah'ın Hz. Musa (as) ve onunla birlikte iman edenlere olan desteği aşikardı. Ancak daha önceki mucizeler gibi bu da Firavun'un iman etmesini sağlamadı. Akılları tümüyle kapanmış olan Firavun ve askerleri İsrailoğulları'nın hemen ardından denizde açılan kuru yola girdiler. Ancak İsrailoğulları'nın bu yoldan çıkıp karaya ulaşmalarıyla birlikte, sular aniden kapanmaya başladı. Firavun ve onu kendilerine sapkınca ilah ve rab edinmiş olan (Allah'ı tenzih ederiz) tüm ordusu da bu mucize ile birlikte boğulup gitti. Firavun son anda tevbe etmek istedi ama bu tevbesi kabul görmedi. Bu olayları Allah Yunus Suresi'nde şöyle haber vermektedir:
Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.
Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-92)
Firavun'un ölmeden önce son anda iman edip tevbe etmek istemesi ve bunu Allah'ın kabul etmeyişi, tüm insanlara ders olması gereken çok önemli bir konudur. Allah insanlara ömürleri boyunca dünyada bulunuş amaçlarını düşünmeleri, kulluk etmeleri gerektiğini anlamaları ve nasıl kulluk edeceklerini öğrenmeleri için yeterince zaman ve imkan verir. Elçiler, hak kitaplar ve müminler insanlara Allah'ın emir ve öğütlerini ulaştırırlar. Bu öğütleri dinlemek ve tevbe etmek için de yeterince zaman vardır. Ancak eğer insan tüm bu fırsatları değerlendirmez ve ölümle yüzyüze geldiği anda tevbe etmeye kalkarsa, bu tevbenin -Allah'ın dilemesi dışında- artık bir kıymeti olmayacaktır. Çünkü ölüm anında, insan ahiretin varlığını ve yakınlığını hissetmekte, ölüm meleklerini karşısında görerek bu mutlak gerçeğe şahit olmaktadır. Bu noktada hiç kimsenin artık inkar etmesi mümkün değildir.
Kıymetli olan, daha önceden dünya hayatının içinde iken, yani imtihan ortamı sürmekte iken, insanın kendi vicdan ve samimiyeti ile iman etmesidir. Firavun imtihan ortamı boyunca sürekli küstah ve aşağılık bir karakter sergilemiş, Allah'a karşı çirkince büyüklenmeye kalkışmış ve dolayısıyla ölüm anındaki korkunun etkisiyle kabul ettiği iman da ona bir fayda sağlamamıştır.
Bu gerçek, gençlik yılları boyunca kendince "gününü gün etmeye" çalışan ve dini sürekli yaşlılık yıllarına erteleyen insanlar için de çok önemli bir uyarıdır. Dinin hiçbir şekilde ertelenmesi olmaz. Ertelemeye kalkanlar, erteleye erteleye sonunda "son an"a varırlar ki, artık bu andaki iman ve tevbelerinin -Allah'ın diledikleri dışında- bir değeri olmayacaktır. Allah bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir:
Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)
Kendisine ölüm çattığında "ben şimdi tevbe ettim" diyen Firavun, bu tevbeyle ne kendisine ne de kendisiyle birlikte saptırdığı çevresine hiçbir fayda sağlayamamıştır. Allah, Firavun ve çevresinin cehennemdeki durumlarını şöyle haber verir:
Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek). Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 46-48)
Allah'ın izniyle, Hz. Musa (as)'a karşı direnen, ona ve yanındaki inananlara zulmetmeye çalışan Firavun ve çevresinin çekeceği bu en şiddetli azabı ahirette göreceğiz. Hepimizin duası, Firavun'un yaşayacağı bu feci azabı onunla aynı yerde değil, Allah'ın salih kullarıyla birlikte cennetten seyretmek olmalıdır.
En üstteki resim Firavun II. Ramses'in mezarından çıkarılan mumyasına aittir. Tarihsel kaynakların çoğu bu Firavun'un, Hz. Musa (as) döneminde yaşayan ve Kuran'da bahsedilen Firavun olduğunu göstermektedir. Peki Kuran'a göre boğularak ölen Firavun'un mumyası nasıl olup da bir mezarda bulunmuştur? Büyük bir ihtimalle, sular üstüne kapanıp boğulduktan sonra, Firavun'un cesedi kıyıya vurmuş ve Mısırlılar tarafından bulunarak önceden yapılmış olan mezarına götürülmüştür. Üstteki resimde, Mısırlıların ölmüş firavunlarını bu şekilde mezarlarına taşımaları gösterilmektedir.