....İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet bahçelerindedirler. Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur. (Şura Suresi, 22)
Hz. Musa (as) ile karşısındakiler arasındaki mücadele, Firavun, sonradan iman eden kişiler ve seyreden halk için hiç beklenmeyen bir sonuçla bitmiş oluyordu. Kazanacaklarından ve kendilerinden emin ve mağrur olan söz konusu kişiler kaybetmişlerdi. Hem de bu, bütün Mısır halkının gözü önünde açık bir mağlubiyetti. Bunun Hz. Musa (as)'ın karşısındaki kişiler üzerindeki etkisi ise çok daha büyük oldu. Onların yaptığı bir göz aldanmasıydı. Bunun gerçek olmadığını çok iyi biliyorlardı. Hazırladıkları düzeneklerle, hileyle insanları kandırıyorlar ve kendilerinin ve dolayısıyla Firavun sisteminin sözde ilahi bir özelliği varmış gibi (Allah'ı tenzih ederiz) gösteriyorlardı. Oysa Hz. Musa (as) apaçık bir mucizeyle gelmişti. Gerçekten Hz. Musa (as)'ın asası onların düzeneklerini yutmuştu. Bunun üzerine bu kişiler, bunun gerçek bir mucize olduğunu ve Allah'ın varlığının ve Hz. Musa (as)'a olan desteğinin bir delili olduğunu anladılar ve hemen iman ettiler:
Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. “Alemlerin Rabbine iman ettik” dediler. “Musa'nın ve Harun'un Rabbine...” (Araf Suresi, 120-122)
Galip geleceğinden son derece emin olan ve halkın önünde Hz. Musa (as)'a karşı mücadeleye girişen Firavun yenilmiş ve önceden onun yanında olan kişiler de Hz. Musa (as)'a iman etmişti. İlk başta Firavun söz konusu kişilerin iman etmelerini kabullenemedi. Çünkü sapkın inancına göre herşeyin (insanların dahi) sahibi kendisiydi ve iman etmeleri için de insanlara onun izin vermesi gerektiğini zannediyordu:
Firavun: “Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz.” (Araf Suresi, 123)
Zalim tavrını ortaya koyan Firavun hemen çarpık mantığıyla haklı çıkmaya çalıştı. Daha önceden ona hizmet eden kişiler yenilmiş ve Hz. Musa (as)'a iman etmişlerdi. Firavun'un da bu mucizeyi görüp imana gelmesi gerekirken, aksine o kendisinin de yalan olduğunu bildiği düzmece yorumlar yaptı ve senaryolar kurdu. Onun düşük aklına göre, eskiden yanında olan kişiler Hz. Musa (as) ile beraber hareket etmiş ve Mısır'da hakim olmak için böyle bir şey düzenlemişlerdi. Firavun bu çarpık mantığıyla çok çirkin iftiralarda bulundu. Ayette şu şekilde bildirilmiştir:
... Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür... (Taha Suresi, 71)
İşte Firavun, Allah'ın apaçık olan ayetlerini, mucizesini görmesine rağmen kendince böyle direnip karşı koyuyordu. Kuşkusuz bu, en değişmez inkarcı mantıklarından birisidir. İnkarda direnen insanlar, en açık mucizeyi görseler bile onu yalanlayacak bir ruh hali içinde olurlar. Kendi inkarlarını kendi akıllarınca sözde meşrulaştırmak için her türlü mantık dışı yola saparlar. Firavun'un gösterdiği katı inatçılık, Allah'ın varlığını, birliğini, dininin hak olduğunu kabul etmek istemeyen sayısız inkarcıda da her devirde ve her toplumda görülür.
Ancak Firavun bu inatçılığın kendisini kurtarmayacağını biliyordu. Kendi yanındaki kişilerin yenilmesi ve sonra da iman etmeleri nedeniyle halk gözündeki otoritesi sarsılmıştı. Bu durumu düzeltmesi ve bir şekilde toplumdaki baskısını sürdürmesi gerekiyordu. Bunun üzerine zora başvurdu ve iman eden bu kişileri işkenceyle öldürmekle tehdit etti. Fakat söz konusu kişiler Allah'ın ayetinin gerçek olduğunu açıkça görmüşler ve tümüyle O'na yönelip dönmüşlerdi. Ayetlerde şu şekilde haber verilmektedir:
... O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.” Dediler ki: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih edip-seçmeyiz. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin.” (Taha Suresi, 71-73)
(Onlar da:) “Biz de şüphesiz Rabbimiz'e döneceğiz” dediler. Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. “Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.” (Araf Suresi, 125-126)
“Hiç zararı yok” dediler. “Çünkü biz gerçekten Rabbimiz'e dönücüleriz. Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimiz'in bizim hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.” (Şuara Suresi, 50-51)
Ayetlerde haber verildiği gibi iman eden bu kişiler, Firavun'un tehditlerine karşı kararlılık göstermiş, ona boyun eğmemişlerdir. Çünkü artık onlar öldürülseler bile üstün ve güçlü olan, herşeyi yaratan ve herşeyin Rabbi olan Allah'a döneceklerine gönülden iman etmişlerdir. Eski ahlak ve tavırlarını ise Rabbimiz'in bağışlayacağını ummuşlardır. Çünkü Allah çokça bağışlayan ve esirgeyendir.
Bu olaydan sonra, Firavun, çevresine yaptığı baskıyı arttırdı. Halkı alabildiğince sindirmeye çalıştı. Firavun'un bu baskısı nedeniyle Hz. Musa (as)'ın kavminin içinde sadece gençlerden oluşan bir grup dışında kimse iman etmedi. Firavun'un yanında iken sonradan iman eden kişilerin gösterdikleri samimiyet ve cesaret, söz konusu kişiler dışında kavmin geneli tarafından gösterilmedi. O dönemde yaşayan insanların büyük kısmı Allah korkusundan yoksun oldukları ve Allah'ın gücünü takdir edemeyip aciz insanlardan korktukları için iman etmediler. Bu gerçeği Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Hz. Musa (as)'a iman edenler arasında yer alan kişilerden biri ise, bizzat Firavun'un eşiydi. Firavun ile birlikte pek çok dünyevi nimetin içinde yaşayan bu şerefli hanım, Allah'a iman ederek hem bu nimetleri terk etmeyi hem de Firavun tarafından şiddetli bir belaya uğramayı göze almıştı. Bu, kuşkusuz çok samimi ve derin bir imanın göstergesidir. Nitekim Allah Kuran'da Firavun'un eşini de örnek bir mümin kadın olarak, Hz. Meryem'le beraber saymaktadır:
Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: “Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.” (Tahrim Suresi, 11)
Firavun'un eşinin bu samimi imanı, kuşkusuz Kuran'da da bildirildiği gibi tüm Müslümanlara güzel bir örnektir. Bu salih mümin, dünyaya yönelik tüm hırslardan sıyrılmış, gerçek yaşamın ahiret olduğunu anlamıştır. Kısa dünya menfaatlerini -ne kadar şaşaalı görünseler de- sonsuz cennet nimetlerine tercih etmemiştir. Allah'a kendisine cennette bir barınma yeri vermesi için dua etmiştir. Elbette bu samimi dua ve gönülden ahirete yönelmiş karakter her Müslümanın sahip olması gereken bir karakterdir.