Hıristiyanlar Yeni Ahit'e -yani İncil'e- olduğu gibi, Eski Ahit'e de iman ederler. Dolayısıyla Hıristiyan kutsal kitabı, hem Yeni Ahit'i hem de Eski Ahit'i içeren Kitab-ı Mukaddes'tir. Bu kitaplar tahrif edilmiş olmakla birlikte, Hıristiyanlık dininin gereklerini, bir Hıristiyanın hayatı boyunca uyması gereken emir ve yasakları, göstermesi gereken güzel ahlak özelliklerini Kitab-ı Mukaddes'te bulmak mümkündür. Ancak "üçleme" inancını, bu ve buna benzer bir kelimeyi İncil'de bulmak mümkün değildir. Yeni Katolik Ansiklopedisi (The New Catholic Encyclopedia) de üçlemenin ilk Hıristiyanlarca bilinmediğini ve ancak 4. yüzyılda bu şekline getirildiğini belirtmektedir:
Nyssa'lı Saint Gregory |
Yirminci yüzyılın içinde bulunduğumuz bu ikinci yarısında "üçleme" sırrının açık, objektif ve dosdoğru, aynı zamanda teolojik bir açıklamasını yapmak gerçekten çok zordur. Roma Katolikliği ve Hıristiyanlığın çeşitli kollarının üçleme tartışması, ortaya hayali bir görüntüden başka bir şey koymamaktadır. İki gelişme ortaya çıkmıştır: Bir yanda, içlerinde gittikçe artan sayıda Roma katoliğinin de bulunduğu İncil yorumcusu, bu konuda ciddi bir yetkiye sahip olmadan kişilerin Yeni Ahit’deki üçleme kavramından bahsetmemeleri gerektiğini kabul etti; diğer yanda, tarihçi ve Hıristiyan teologların, üçlemeden bahseden birinin ancak Hz. İsa (as)'dan sonraki dördüncü asrın son çeyreğine uzanabileceği itirafı. Gerçekten de 'üç şahsiyetli bir ilah' inancı, Hıristiyan inanç ve düşüncesine dördüncü asrın son çeyreğinde girmiştir."2
Üçleme inancı 4. yüzyılda Kilise'nin gündemine gelmiş, ancak bu aşamaya gelene kadar üçlemeyi savunanlarla tevhid inancına sahip Hıristiyanlar arasında çok uzun tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmaların doruk noktası ise İznik Konsili idi.
MS 325 yılında gerçekleştirilen İznik Konsili, o döneme dek Hıristiyan Kilisesi'nce gerçekleştirilen en büyük zirve idi. Roma'dan, Anadolu'dan, Suriye'den, Fenike'den, Filistin ve Mısır'dan 300'ü aşkın din adamını biraraya getiren Konsil, Roma İmparatoru I. Konstantin'in çağrısı üzerine toplandı. Konstantin'in amacı, imparatorluğunun geleceği ve güvenliği açısından bu tartışmalara bir son vermekti. Bu Konsil'de, Hıristiyanlığın temelini oluşturan inanç, "İmparatorluğun güvenliği için", "insanların verecekleri bir karara göre" tanımlanacaktı. Nyssa'lı Saint Gregory, bu Konsil sırasında Hıristiyanlar arasında yaşanan tartışmaları şöyle tarif eder: (Bu alıntıda yer alan ifadelerden Allah'ı tenzih ederiz.)
Konstantinopolis'in her köşesi onların tartışmaları ile doluydu: sokaklar, pazar yeri, sarrafların dükkanları... Bir esnafa, dükkanındaki bazı eşyalar için kaç gümüş sikke istediğini sorun. Size doğurulmuş ve doğurulmamış varlık üzerine etraflı bir araştırma ile cevap verecektir. Bugün ekmeğin fiyatını sorduğunuzda, fırıncıdan: "Oğul Babanın buyruğu altındadır" yanıtını alırsınız. Evdeki hizmetkara banyonun hazır olup olmadığını sorun. Cevabı: "Oğul yokluktan olmuştur" olacaktır... Katolikler "tek evlat edinilen Yücedir" dediler, Ariusçular ise "Yaratan, herşeyden ulu olan" dedi.3
Konstantin, imparatorluk topraklarında yaşayan Hıristiyanlara geniş bir inanç ve ibadet özgürlüğü tanımıştı, ama kendisi Hıristiyan değildi. Roma'nın geleneksel putperest inanışlarını korumaya devam ediyordu. O, çıkarlarını koruyan bir devlet yöneticisiydi ve istediği, sınırları içinde yaşayan tüm dinlerle, özellikle de Güneş'e tapınmaya dayalı batıl Sol Invictus dini ile Hıristiyanlık arasında bir uzlaşma, hatta kaynaşma sağlamaktı. Konstantin, tam bu kaynaşmayı sağlamaya çalıştığı sırada Hıristiyanların kendi aralarında teolojik bir tartışmaya girmelerinden çok rahatsız olmuş ve söz konusu Konsil'i düzenleyerek, imparatorluk sınırlarındaki tüm sözü dinlenir rahipleri İznik'e çağırmıştı. Konsil'de iki taraf vardı. Bunlardan birincisi Hz. İsa (as)'ın Allah'ın yeryüzündeki bedenleşmiş şekli olduğu yönündeki batıl enkarnasyon inancıydı. (Allah'ı tenzih ederiz) Bu grubun lideri İskenderiye Piskoposu Athanasius'tu. Athanasius'un karşısında ise ünlü Mısırlı rahip Arius vardı.
Libya kökenli Mısırlı bir ailenin oğlu olan Arius, dönemin önemli kenti İskenderiye'de büyümüş ve 312 yılında da Kilise'ye katılarak rahip olmuştu. Arius, Allah'ın birliğine iman ediyor ve o sıralarda Roma Kilisesi tarafından kabul edilmiş olan ve Hz. İsa (as)'ı sözde tanrı sayan öğretinin yanlış olduğunu vaaz ediyordu. Arius Hz. İsa için kullanılan "Allah'ın Oğlu" sıfatının tamamen mecazi bir anlama sahip olduğunu ve onu ilahlaştırmak gibi bir anlam taşımadığını söylüyordu. Bunu ispatlamak için Matta İncili'ndeki "Ne mutlu barışı sağlayanlara! Onlara Tanrı oğulları denecek" (Matta, 5/9) alıntısını gösteriyor ve Allah'ın isteklerine uygun davranan herkes için bu sıfatın geçerli olduğunu, bunun Hz. İsa (as)'a özel bir ifade olmadığını vurguluyordu. Arius bir eserinde "Aslında biz de Tanrı'nın oğulları haline gelebiliriz" diye yazmıştı.4 Bu düşüncesini desteklemek için Hz. İsa (as)'ın İncil'de geçen ve "Tanrım" diye başlayan dualarını örnek gösteriyordu. Bu duaların Hz. İsa (as)'ın Allah'a bağlı ve diğer insanlar gibi aciz bir kul olduğunu gösterdiğini söylüyordu. Arius Hz. İsa (as)'ın Yeni Ahit'te kendisinden sık sık "insanoğlu" diye söz etmesine de dikkat çekiyor ve bunun Hz. İsa (as)'ın beşeri doğasını gösterdiğini vurguluyordu.
Arius, İskenderiye'nin bir ilçesi olan Banealis'in resmi rahibi olarak bu düşüncelerini geniş bir kitleye aktardı. Onu dinleyen halk, hem anlattıklarının tutarlılığı ve ikna ediciliği, hem de Arius'un mütevazi ve gösterişten uzak yaşamı nedeniyle fikirlerini kolayca kabul etti. Ancak İskenderiye Piskoposu Alexander "Ariusçuluk" akımından çok rahatsız oldu. Alexander, Hz. İsa (as)'ı mecazi değil "lafzi yani kelime anlamında" "Allah'ın Oğlu" sayan, yani ilah kabul eden Roma Kilisesi'ne bağlıydı. (Allah'ı tenzih ederiz) Önce Arius'u fikirlerini değiştirmesi için ikna etmeye çalıştı. Bunu başaramayınca da Ariusçuluğa karşı şiddetli bir saldırı başlattı. Bunu kendi yazılarında şöyle anlatıyordu:
Bu akım giderek her yere, tüm Mısır'a, Libya'ya ve Yukarı Tebes'e yayıldı. Bunun üzerine, biz de, Mısır ve Libya'nın piskoposları ile biraraya geldik ve yaklaşık yüz kişilik bir kurulda bu akımı ve tüm takipçilerini lanetledik.5
Bu lanetleme yalnızca sözde kalmadı. 318 yılında Arius ve takipçileri Kilise'den aforoz edildiler. Arius ve onun en yakın yardımcıları olan Piskopos Theonas ve Secundus ile on iki rahip sürgüne gönderildi. Arius sürgüne gitmeden önce düşüncelerini Thalia adlı lirik bir kitapta topladı. Sürgün yeri ise Filistin'di.
Ancak Arius bu bölgede de kendisine yeni sempatizanlar buldu. Böylece Roma Kilisesi'nin birtakım inanışlarına şiddetle muhalefet eden bir hareket, her türlü engele rağmen yayılmaya devam etti. Bunun haberleri, Roma Kilisesi'ni himayesi altına almış olan İmparator Konstantin'e ulaştığında, İmparator önemli bir sorunla karşı karşıya olduğunu fark etti. Roma içinde dini bir birlik sağlamak için uğraşmış, bu amaçla Kilise'yi koruyucu kanatlarının altına almıştı. Ama şimdi Kilise kendi içinde bölünme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Bunun üzerine, hiç vakit kaybetmeden bu sorunu halletmeye ve birliği yeniden sağlamaya karar verdi.
Hıristiyan tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan İznik Konsili bu amaçla toplandı.
Üçleme inancının karşısında yer alan Mısırlı rahip Arius. |
İmparator Konstantin, Ariusçuluk ile onun muhalifleri arasındaki çatışmayı önce her iki tarafa mektuplar yollatarak ve "birliğin herşeyden daha önemli" olduğunu anlatarak çözmeye çalışmıştı. Ancak bu tür girişimlerin fayda etmediğini görünce, Piskopos Hosius'un tavsiyesi üzerine, büyük bir "Dünya Kilise Konsili" ya da diğer adıyla bir "Sinod" toplamaya karar verdi. İznik'te toplanan bu konsilde, bugüne dek ulaşacak olan üçleme inancı tanımlandı. Bu inancı kabul etmeyenler ise "sapkın" (heretik) olarak ilan edildiler.
"Demokratik" bir forum gibi gösterilmeye çalışılan İznik Konsili'nde gerçekte İmparator Konstantin'in büyük bir ağırlığı vardı ve çıkan karar da onun desteklediği tarafın lehinde oldu. Konstantin'in tuttuğu taraf ise kendi himayesine girmiş olan Roma Kilisesi'ydi. Konsile katılan üç yüzü aşkın rahibin arasında yalnızca yirmi tanesi Arius'a yakın isimlerden oluşuyordu. Bunda Konstantin'in ilk başta Ankara'da yapılması planlanan konsili, daha kuzeybatıdaki İznik'e aldırması ve böylece Ariusçuluğun etkin olduğu Doğu Kiliseleri'ne bağlı rahiplerin konsile katılmalarını zorlaştırmasının da rolü vardı.6 İznik'in bir diğer özelliği ise İmparator'un da burada yazlık bir sarayının olması ve Konsil sırasında kentte bulunmasıydı. Bu nedenle İmparator, konsilin tüm oturumlarına katıldı ve onun otoritesi de doğal olarak alınan kararlara yansıdı.
Hz. İsa (as)'ın sözde ilahlaştırılmasının o zamana kadar yapılmış en açık ve en somut ifadesi olan İznik Yemini'nde şöyle deniyordu: (Aşağıda yer alan tüm ifadelerden Allah'ı tenzih ederiz)
İnanıyoruz ki... Rab İsa Mesih, Tanrı'nın Oğlu'dur, Baba Tanrı'dan südur etmiştir, Baba Tanrı ile aynı özdendir. Tanrı'dan Tanrı'dır, Işık'tan Işık'tır. Tanrı'yla aynı özden olup Tanrı'dan südur etmiştir, yaratılmamıştır. Onun (Hz. İsa (as)'ın) aracılığıyla göklerde ve yerde var olan herşey yaratılmıştır. O ki biz insanlar için ve kurtuluşumuz için aşağı inmiş ve beden bulmuş ve insana dönüşmüştür. Acı çekmiş, üçüncü günde dirilmiş ve göğe yükselmiştir. Ve ölüleri ve dirileri yargılamak için yeniden gelecektir. Ve inanıyoruz ki Kutsal Ruh (da Tanrı'dandır.)
Ve eğer kim "Tanrı'nın Oğlu'nun var olmadığı bir zaman vardı" diyecek olursa, ya da "südur etmeden önce yoktu" diyecek olursa, ya da "önceden var olmayan şeylerden yapıldı" diyecek olursa, ya da "Baba'dan farklı bir özdendir" diyecek olursa, ya da onun bir yaratılmış olduğunu ya da dönüşüme açık olduğunu diyecek olursa, Katolik Kilisesi tüm bu sözleri söyleyenleri lanetler.7
İmparator Konstantin'in ağırlığını koymasının ardından, İznik Konsili üçlemeyi savunanların lehinde sonuçlandı. |
Görüldüğü gibi, ilk paragrafta, Ariusçuların karşı çıktığı öğreti teyit ediliyordu. İkinci paragrafta hedef alınan ve kendisine Katolik (Evrensel) Kilise sıfatını veren Roma Kilisesi tarafından lanetlenen kişiler ise, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın elçisi ve yarattığı bir kul olduğunu söyleyen kişilerdi; yani Ariusçular ve bu düşünceye sahip olan diğerleri.
İznik Yemini, yayınlandığı tarihten sonra Hıristiyan inancının temeli haline geldi ve bu yemine bağlı olmayan herkes sapkın sayıldı. Roma Katolik Kilisesi "Tanrı'nın iradesinin bu konsilde tecelli ettiğini" ilan etti, dolayısıyla İznik Yemini de adeta bir vahiy gibi kutsal ve hatasız bir metin sayıldı. Oysa tecelli eden irade aslında Roma İmparatorluğu'nun iradesiydi.
Ariusçular ise konsilden sonra daha büyük bir baskı altına alındılar. İznik Konsili'ne imza koymayı reddeden Arius taraftarları aforoz edildiler. Ancak yine de yaklaşık yarım yüzyıl boyunca direnmeye devam ettiler. Ancak Kilise'nin ısrarlı baskıları karşısında 4. yüzyıl sonlarına doğru yavaş yavaş tarih sahnesinden çekildiler. Ancak üçlemenin Kilise tarafından resmen kabulü dahi ihtilafları sona erdirmedi. Yeni konsiller toplandı, yeni görüşler ortaya atıldı, tartışmalar yaşandı. Ama tüm tartışmalara rağmen "Üçte Bir, Birde Üç" şeklinde ifade edilen batıl inanış her zaman korundu. (Bu batıl inanç, Allah'ın üç farklı kişilikte bulunması ve bu üç kişiliğin de eşit, sonsuz ve müşterek değerde olmaları anlamlarını taşıyordu.) Konstantin döneminde hem İznik Yemini gibi inanışlar geliştirildi, hem de bugün elimizde bulunan Yeni Ahit'e son şekli verildi. Bugün elimizdeki hiçbir Yeni Ahit nüshası Konstantin devrinden daha eski değildir.8
İznik Konsili'nden sonraki yarım yüzyıl boyunca Athanasius, İznik formülünü savundu ve giderek daha da geliştirdi. Çünkü İznik Konsili'nde henüz üçleme inancı son şeklini almamış, sadece alt yapısı oluşturulmuştu. Üçlemenin üçüncü unsuru olan Kutsal Ruh konusu belirsiz bırakılmıştı. 4. yüzyılda İstanbul Patriği olan Makedonius başkanlığında ikinci genel konsil İstanbul'da toplandı ve "Kutsal Ruh'un üçleme inancının üçüncü parçası olduğu, üçünün de uluhiyet bakımından aynı seviyede olduğu" ilan edildi.9 (Allah'ı tenzih ederiz.) Böylece üçleme inancı Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alınışından yaklaşık 4 yüzyıl sonra son şeklini almış oldu. Bu konsilde Kitab-ı Mukaddes'te olmayan bir inanış daha ortaya atıldı: Homoousios. Bu kelime ile, üçlemeyi oluşturan üç kişiliğin de aynı cevhere ve eşit yetkilere sahip oldukları ifade ediliyordu. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Bu aşamada vurgulanması gereken bir diğer önemli konu ise üçleme inancının insanlara sunuluş şeklidir. Hıristiyanlar arasında üçleme inancı genelde "anlaşılması zor, kavranması mümkün olmayan, ancak mutlaka kabul edilmesi gereken" bir inanç olarak görülür. Bunun nedeni üçlemeyi savunanların bir yandan da tevhid inancını kabul ettiklerini söylemeleridir. Oysa üçleme inancı ile tevhid inancının birlikte var olamayacakları açıktır. İnsanlarda oluşan soru işaretleri hiçbir zaman makul ve anlaşılır bir şekilde cevaplanamamıştır. Bunu yapabilmeleri de mümkün değildir. Bu nedenle de üçlemenin bir iman konusu olduğunu, üzerinde düşünmek ya da anlamak gerekmediğini, sadece olduğu gibi inanılması gereken bir inanış olduğunu savunmaktadırlar.10 Bu durum yüzyıllardır üçleme inanışının yanlışlığı ve çelişkileri üzerinde konuşulmasını engellemektedir. Özetlemek gerekirse üçleme inancı; üzerinde konuşmanın ve tartışmanın yasaklandığı bir inanıştır.
Hz. İsa (as)'ın Allah Katına alınışıyla, Kadıköy Konsili'nde üçleme inancının bugünkü haliyle ortaya çıkışı arasındaki süreç günümüzde bir çok araştırmacı tarafından "Allah'ın elçisi olan Hz. İsa (as)'ın ilahlaştırılması" süreci olarak tanımlanır. Bu süreç belli aşamalardan geçmiş, en sonunda da Hz. İsa (as)'ın kendisinin de bir ilah olduğu yönündeki yanlış bir inanç şeklini almıştır. (Allah'ı tenzih ederiz.) İlerleyen bölümlerde bu konu detaylı olarak incelenecektir.
2. The New Catholic Encyclopedia, cilt XIV, s. 295, http://www.triumphpro.com/trinity_disproved_2(word6).htm
3. Muhammed Ata'ur Rahim and Ahmad Thomson, Jesus Prophet of Islam, Revised Edition, Ta-Ha Publishers Ltd, Kasım 1996, Londra, s. 93
4. Fazal Ahmad, "Arius: The Trinity Controversy in the Church", The Review of Religions, Londra, Eylül 1996
5. Athanas., Hist. Tr.; P Johnson. History of Christianity, Pelican Books 1976, s. 89
6. Fazal Ahmad, "Arius: The Trinity Controversy in the Church", The Review of Religions
7. "The First Council of Nicaea", The Catholic Encyclopedia, copyright © 1913 by the Encyclopedia Press, Inc. Electronic version copyright © 1996 by New Advent, Inc. http://www.newadvent.org/cathen/11044a.htm
8. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, Corgi Books, London, 1991. s. 66
9. Prof. Dr. Mehmet Aydın, Müslümanların Hristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1998, s. 96
10. Mahmut Aydın, İsa Tanrı mı İnsan mı?, Dinler Arası Diyalog Bağlamında İsa-Mesih'in Konumu Sorunu, İz Yayıncılık, s. 47