Fiziğin en temel kanunlarından biri olan "Termodinamiğin İkinci Kanunu", evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Canlı, cansız bütün herşey zaman içinde aşınır, bozulur, çürür, parçalanır ve dağılır. Bu, er ya da geç her varlığın karşılaşacağı mutlak sondur ve söz konusu kanuna göre bu kaçınılmaz sürecin geri dönüşü yoktur.
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz. Aynı kaçınılmaz süreç canlı varlıklar için çok daha hızlı işler.
İşte Termodinamiğin İkinci Kanunu, bu doğal sürecin fiziksel denklem ve hesaplamalarla ifade ediliş biçimidir.
Bu ünlü fizik kanunu, "Entropi Kanunu" olarak da adlandırılır. Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir. Entropi Kanunu, tüm evrenin geri dönüşü olmayan bir şekilde sürekli daha düzensiz, plansız ve dağınık bir yapıya doğru ilerlediğini ortaya koymuştur.
Termodinamiğin İkinci Kanunu ya da diğer adıyla Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmış bir kanundur. Öyle ki, yüzyılımızın en büyük bilim adamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu "bütün bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıştır:
Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylemiştir; Sir Arthur Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak bahseder.363
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan bu temel fizik kanununu bütünüyle göz ardı ederek ortaya atılmış bir iddiadır. Evrim teorisi bu kanunla temelinden çelişen tam tersi bir mekanizma öne sürer. Evrim teorisine göre, dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller, zamanla kendi kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve planlı proteinleri, DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler yapıları, ardından da çok daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve tasarımlara sahip milyonlarca canlı türünü ortaya çıkarmışlardı. Evrime göre, her aşamada daha planlı, daha düzenli, daha kompleks ve daha organize bir yapıya doğru ilerleyen bu hayali süreç, Entropi Kanunu'nun ortaya koyduğu gerçeklere bütünüyle aykırıdır. Bu nedenle evrim gibi bir sürecin, en başından en sonuna kadar varsayılan hiçbir aşamasının gerçekleşmesi mümkün değildir. Evrimci bilim adamları da bu açık çelişkinin farkındadırlar. J. H. Rush şöyle der:
Evrimin kompleks süreci içinde yaşam, Termodinamiğin İkinci Kanunu'nda belirtilen eğilimle belirgin bir çelişki oluşturur.364
Evrimci bilim adamı Roger Lewin de Science'daki bir makalesinde evrimin termodinamik açmazını şöyle dile getirmektedir:
Bir arabayı doğal şartlara bırakırsanız, mutlaka yıpranır, paslanır ve çürür. Aynı şekilde, bilinçli bir düzenleme olmadığı sürece, evrendeki tüm sistemler bozulmaya doğru gider. Bu kaçınılmaz bir doğa yasasıdır.
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin Termodinamiğin İkinci Kanunu'yla olan açık çelişkisidir. Sistemler zamanla daha düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar.365
Kendisi de evrim teorisinin savunucularından olan George Stavropoulos, canlılığın kendiliğinden oluşmasının termodinamik açıdan imkansızlığını ve fotosentez gibi kompleks canlı mekanizmaların kökenini doğa kanunlarıyla açıklamanın mümkün olmadığını, ünlü bilimsel yayın American Scientist'te şu ifadelerle kabul etmektedir:
Normal şartlarda, Termodinamiğin İkinci Kanunu doğrultusunda, hiçbir kompleks organik molekül hiçbir zaman kendi kendine oluşamaz, tersine parçalanır. Gerçekte, bir şey ne kadar kompleks olursa o kadar kararsızdır ve kesin olarak eninde sonunda parçalanır, dağılır. Fotosentez, bütün yaşamsal süreçler ve yaşamın kendisi, karmaşık veya kasıtlı olarak karmaşıklaştırılmış açıklamalara rağmen, halen termodinamik ya da bir başka kesin bilim dalı vasıtasıyla anlaşılamamıştır.366
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle fizik yasalarına aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır. Termodinamiğin İkinci Kanunu, evrim teorisi karşısına bilimsel ve mantıksal açıdan aşılması imkansız bir fiziksel engel oluşturmaktadır. Bu engeli aşacak hiçbir bilimsel ve tutarlı açıklama getiremeyen evrimciler ise, bu sorunu ancak hayal güçlerinde aşabilmektedirler. Örneğin Jeremy Rifkin, evrimin, bu fizik kanununu sihirli bir güçle aştığına inandığını belirtmektedir:
Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaşam için mevcut olan tüm enerjiyi dağıtacağını söyler. Bizim evrim anlayışımız ise bunun tam tersidir. Biz evrimin sihirli bir şekilde yeryüzünde daha büyük bir değer ve düzen artışı sağladığına inanıyoruz.367
Bu sözler evrimin bilimsel bir tezden daha çok dogmatik bir inanç biçimi olduğunu ifade etmektedir.
Bazı evrim savunucuları, Termodinamiğin İkinci Kanunu'nun yalnızca "kapalı sistemler" için geçerli olduğu, "açık sistemler"in ise bu kanunun dışında olduğu gibi bir savunmaya başvururlar. Oysa bu iddia bazı evrimcilerin, her zamanki gibi, teorilerini çıkmaza sokan bilimsel gerçekleri çarpıtma çabasından öteye gitmez. Nitekim pek çok bilim adamı bu iddianın geçersiz olduğunu, termodinamikle bağdaşmadığını açıkça belirtmektedir. Bunlardan biri olan Harvard'lı bilim adamı John Ross, Chemical and Engineering News dergisinde yer alan ifadelerinde, kendisi de evrimci görüşe sahip olmasına rağmen bu gerçek dışı iddiaların önemli bir bilimsel hata olduğunu şöyle belirtir:
... Termodinamiğin İkinci Kuralı'nın bilinen hiçbir ihlali yoktur. Normalde ikinci kural izole sistemler için kullanılır, ancak ikinci kural açık sistemlere de aynı derecede iyi bir şekilde uygulanabilir... Buna rağmen Termodinamiğin İkinci Kuralı'nın dengeden uzak sistemler için geçerli olmadığı görüşü hakimdir. Bu hatanın kendisini sonsuza kadar sürdürmeyeceğinden emin olmak çok önemlidir.368
Açık sistem, dışarıdan enerji ve madde giriş-çıkışı olan bir termodinamik sistemdir. Evrimciler de dünyanın bir açık sistem olduğunu, Güneş'ten sürekli bir enerji akışına maruz kaldığını, dolayısıyla Entropi Kanunu'nun dünya için geçersiz olduğunu ve düzensiz, basit, cansız yapılardan düzenli, kompleks canlıların oluşabileceğini öne sürmektedirler.
Oysa burada açık bir çarpıtma vardır. Çünkü bir sisteme dışarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için yeterli değildir. Bunun için ham enerjiyi kullanılabilir hale getirecek özel mekanizmalar gerekir. Örneğin bir arabanın, benzindeki enerjiyi işe dönüştürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Böyle bir enerji dönüştürücü sistem olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı durum canlılık için de geçerlidir. Canlılığın enerjisini Güneş'ten aldığı doğrudur. Fakat Güneş enerjisi, ancak canlılardaki inanılmaz komplekslikteki enerji dönüşüm sistemleri (örneğin bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim sistemleri) sayesinde kimyasal enerjiye çevrilebilmektedir. Örneğin midesi ve bağırsakları olmayan bir insan en kalorili gıdaları da yese bu gıdalardaki enerjiyi kullanamaz ve ölür. Bu tür enerji dönüşüm sistemleri olmasa hiçbir canlı varlığını devam ettiremez. Güneş'in de enerji dönüşüm sistemi olmayan bir canlı ya da cansız bir varlık için, yakıcı, bozucu ve parçalayıcı bir enerji kaynağı olmaktan başka bir anlamı yoktur.
Görüldüğü gibi herhangi bir enerji dönüştürücü mekanizması olmayan bir sistem, açık veya kapalı da olsa, evrim için hiçbir avantaj teşkil etmemektedir. İlkel dünya şartlarında doğada böyle kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulunduğunu ise, hiç kimse iddia etmemektedir. Zaten evrimciler açısından bu noktadaki problem, bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji tarafından bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüşüm mekanizmalarının nasıl ortaya çıktığı sorusudur.
İlkel dünyaya dışarıdan giren Güneş enerjisinin de bu yüzden hiçbir şekilde canlılıktaki kompleks molekül ve yapıları, organize biyolojik sistemleri meydana getirecek etkisi yoktur. Dahası, sıcaklık ne kadar artarsa artsın amino asitler düzenli dizilimlerde bağ yapmaya karşı direnç gösterirler. Amino asitlerin çok daha karmaşık moleküller olan proteinleri, proteinlerin de kendilerinden daha kompleks ve planlı yapılar olan hücre organellerini oluşturmaları için tek başına enerji hiçbir anlam taşımaz.
Ilya Prigogine
Termodinamiğin İkinci Kanunu'nun evrimsel bir süreci imkansız kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın geçmişte Termodinamiğin İkinci Kanunu ve evrim teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek umuduyla çeşitli spekülasyonlar üretme gayretine girmişlerdir.
Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi Belçikalı fizikçi Ilya Prigogine'dir.
Prigogine, Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan (karmaşadan) düzen oluşabileceğine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıştır. Ancak, bütün çabalarına rağmen, termodinamiği ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır.
Çalışmalarında, fiziğin yalnızca istatiksel olarak ele aldığı geri-dönüşümsüz süreçleri temel yasalara bağlamaya çalışmış fakat başarısız olmuştur. Tamamen teorik, gerçek hayatta uygulama ve gözlemleme imkanı olmayan pek çok matematiksel önermeyi içeren kitapları, fizik, kimya ve termodinamik alanında otorite sayılan bilim adamları tarafından hiçbir somut ve pratik değere sahip olmamakla eleştirilmiştir.
Örneğin termodinamik, istatiksel mekanik ve biçim oluşumu (pattern formation) konularında otorite sayılan fizikçilerden ve Review of Modern Physics kitabının yazarlarından biri olan P. Hohenberg'in, Prigogine'nin çalışması hakkındaki yorumu Mayıs 1995 tarihli Scientific American dergisinde şöyle aktarılır:
Teorisinin açıkladığı tek bir olay bile bilmiyorum.369
Wisconsin Üniversitesi'nden teorik fizikçi Cosma Shalizi de Prigogine'in çalışmalarının hiçbir somut sonuç ya da açıklamaya varmaması hakkında şunları söylemektedir.
(Prigogine'in yazdığı) Self Organization in Nonequilibrium Systems (Dengeden Uzak Sistemlerde Öz Örgütlenme) isimli kitabının tam beş yüz sayfası içinde, gerçek verilerle ilgili sadece dört tane grafik var ve modellerinin deneysel sonuçlarla karşılaştırması hiç yok. Her ikisinin de istatiksel fiziğin başlıkları olması dışında, geri-dönüşümsüzlük hakkındaki fikirlerinin hiçbirisi öz-örgütlenme (self organization) ile bağlantılı değil.370
Koyu bir materyalist olan Prigogine'in, fizik alanında sürdürdüğü çalışmaları aynı zamanda evrim teorisine de destek sağlama amacı taşımıştır. Çünkü önceki sayfalarda gördüğümüz gibi, evrim teorisi, Termodinamiğin İkinci Kanunu olan Entropi Kanunu ile açıkça çelişmektedir. Entropi Kanunu, bilindiği gibi her türlü düzenli, organize ve kompleks yapının doğal şartlara terk edildiğinde, düzensizliğe, bozulmaya ve parçalanmaya gideceğini kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.
Buna karşın evrim teorisi düzensiz, dağınık ve bilinçsiz atomların ve moleküllerin biraraya gelerek kompleks ve organize sistemlere sahip canlıları meydana getirdiğini iddia etmektedir.
Prigogine ise, bu tür süreçleri makul hale getirebilecek formüller icat etme arayışına girmiştir. Ancak tüm çabaları, teorik denemeler olmaktan öteye gitmemiş, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bu amaç doğrultusunda ortaya attığı tezlerin en bilinen ikisi, "Self-Organization" (öz örgütlenme) teorisi ile "Dissipative Structures" (enerji dağıtan yapılar) teorisidir. Bu teorilerden birincisi basit moleküllerin kendiliklerinden örgütlenerek kompleks canlı sistemlerini oluşturabileceklerini savunur. İkincisi ise, düzensiz, yüksek entropili sistemlerde düzenli, kompleks yapıların oluşabileceğini iddia eder. Ancak, bunların hiçbiri evrimcilere yeni hayal dünyaları oluşturmaktan başka bilimsel ve pratik bir değere sahip değildir.
Prigogine'in bu teorilerinin hiçbir konuyu açıklamadığı ve hiçbir sonuca ulaşamadığı pek çok bilim adamı tarafından ifade edilmektedir. Ünlü fizikçi Joel Keizer şöyle yazmaktadır:
Dengeden uzak "enerji dağıtan yapılar"ın (dissipative structures) sabitliği için öne sürdüğü kriterler, dengeye çok yakın durumlar dışında başarısızlığa uğradı.371
Teorik fizikçi Cosma Shalizi de bu konuda şunları söylemektedir:
(Prigogine) öz-örgütlenme (self organization) konusunda, hemen herkesten önce titiz ve esaslı bir çalışma öne sürmeyi denedi. Başaramadı...372
Self-Organizing Systems: The Emergence of Order adlı yayının editörü olan F. Eugene Yates, aynı yayında bir makale yazan Daniel L. Stein ve Nobel ödüllü bilim adamı Philip W. Anderson'ın Prigogine'e yönelik eleştirilerini şöyle özetlemektedir:
Yazarlar (Philip W. Anderson ve Daniel L. Stein) "enerji dağıtan yapılar" (dissipative structures) hakkında geliştirilmiş bir teori olmadığını (aksine iddialar olmasına rağmen) ve belki de kararlı hiçbir "enerji dağıtan yapı" olmadığını savunmaktalar... Bu nedenle yazarlar dissipative structures ve bunların kırılmış simetrileri hakkındaki spekülasyonların şu an için hayatın kökeni ve devamı hakkındaki soruları açıklayamayacağına inanıyorlar.373
Kısacası, Prigogine'in teorik çalışmaları hayatın kökenini açıklama yönünden hiçbir değer taşımamaktadır. Aynı Nobel ödüllü yazarlar, Prigogine'nin teorileri hakkında şu yorumu da yapmaktadırlar:
Bu alandaki birçok kitap ve makaledeki iddiaların aksine, biz böyle bir teorinin ("dissipative structures" teorisi) olmadığına ve hatta Prigogine, Haken ve meslektaşlarının varlığından bahsettikleri bu tür yapıların (enerji dağıtan yapılar) belki de hiç var olmadıklarına inanıyoruz.374
Kısacası, konularında uzman bilim adamları Prigogine'in kurguladığı tezlerin hiçbir gerçekliğinin ve geçerliliğinin olmadığını, hatta tezlerinde bahsettiği türden yapıların (dissipative structures) belki de gerçekte var bile olmadığını belirtmektedirler.
Prigogine'in iddiaları, Jean Bricmont'un "Kaosun Bilimi mi Yoksa Bilimde Kaos mu?" adlı makalesinde de çok detaylı olarak ele alınmış ve geçersizliği ortaya konmuştur.
Tüm bunlara rağmen, her ne kadar Prigogine evrimi destekleyen bir yöntem bulamadıysa da, yalnızca bu tür girişimlerde bulunması dahi evrimcilerin kendisini baş tacı etmesine neden olmuştur. Pek çok evrimci Prigogine'in ortaya attığı "öz örgütlenme" kavramına büyük bir umutla ve yüzeysel bir tarafgirlikle sarılmıştır. Prigogine'in hayali teorileri ve sanal kavramları, konunun ayrıntılarını bilmeyen pek çok kimseyi, evrimin termodinamik açmazının çözüldüğü gibi bir düşünceye kaptırmıştır.
Oysa Prigogine dahi, moleküler düzeyde ürettiği teorilerin, canlı sistemler, örneğin bir canlı hücresi için geçerli olmadığını kabul ederek şöyle demiştir:
Biyolojik düzen problemi, moleküler aktiviteden hücrenin süpermoleküler düzenine geçişi içerir. Bu sorun çözümlenmekten çok uzaktır.375
İşte Prigogine'in evrim ile Entropi Kanunu ve diğer fizik yasaları arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmayı hedefleyen teorilerinin ve evrimcilerin bunlardan cesaret alarak yürüttükleri spekülasyonların içeriği budur.
Buraya kadar, gerek Prigogine'in gerekse diğer evrimcilerin iddialarına dikkat edilecek olunursa, çok önemli bir temel hataya düştükleri gözlemlenecektir. Evrimciler, termodinamikle evrimi uzlaştırma amacıyla, sürekli olarak madde ve enerji giriş-çıkışı olan sistemlerde (açık sistemler) belli bir düzen oluşabileceğini ispatlamaya çalışmaktadırlar.
Bu noktada iki kilit kavrama açıklık getirilmesi, evrimcilerin yanıltıcı yöntemlerinin ortaya konması açısından önemlidir.
Yanıltma, iki farklı kavramın, "düzenli" ve "organize" kavramlarının kasıtlı olarak karıştırılmasıdır.
Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Deniz kenarında dümdüz uzanan bir kumsal düşünün. Güçlü bir dalga kıyıya vurduğunda, bu kumsalda bazı büyüklü küçüklü kum tepecikleri, kumda dalgalanmalar oluşturur.
Bu bir "düzenleme" işlemidir: Deniz kıyısı açık bir sistemdir ve içeri doğru enerji akışı (dalga) kumsalın başlangıçtaki tekdüze görünümünü basit şekillere sokabilir. Termodinamik anlamda burada eskiye göre bir düzen oluşturabilir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, aynı dalgalar deniz kıyısında kumdan bir kale yapamazlar. Eğer kumdan yapılmış bir kale görürsek, bunu birinin yaptığından eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sistemdir. Yani belli bir tasarıma ve bilgi içeriğine (enformasyona) sahiptir. Bilinçli bir kimse tarafından planlı bir biçimde, her parçası düşünülerek yapılmıştır.
Kale ile kum tepeleri arasındaki fark, birincisinin organize bir kompleksliğe, ikincisinin ise sadece basit tekrarlardan oluşan bir düzene sahip olmasıdır. Tekrarlardan oluşan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a" harfinin üzerine bir cisim düştüğü için (yani içeri giren enerji akımı ile) yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazması gibidir. Tabii ki "a"ların bu şekilde tekrarlı bir düzen içerisinde olması ne bir bilgi içerir, ne de herhangi bir komplekslik. Bilgi içeren kompleks bir harf sıralaması (yani anlamlı bir cümle, paragraf ya da kitap) yazmak için, mutlaka bir akla ihtiyaç vardır.
Aynı şey rüzgar, tozlu bir odaya girdiğinde de geçerlidir. Rüzgar odaya girdiğinde, daha önce yere tekdüze olarak yayılmış toz tabakası odanın belli bir kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları hiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odanın tabanında bir insan resmi oluşturamazlar.
Sonuç olarak doğal süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukarıdaki örneklerdekine benzer basit düzenlemeler oluşabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların ötesine geçemezler.
Ne var ki evrimciler, bu şekildeki doğal süreçlerle kendiliğinden ortaya çıkan düzenlenme (self-ordering) olaylarını evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendini organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaşası sonucunda da, canlı sistemlerin doğal olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendiliğinden meydana gelebileceğini öne sürmektedirler. Az önceki bölümde ele aldığımız Prigogine ve takipçilerinin yöntem ve çalışmaları da bu yanıltıcı mantığa dayalıdır.
Halbuki başta da belirttiğimiz gibi, organize sistemlerle düzenli sistemler birbirlerinden tamamen farklı yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar şeklinde yapılar içerirken, organize sistemler iç içe geçmiş son derece kompleks yapı ve işlevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç, bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Aradaki bu önemli farkı evrimci bilim adamlarından Jeffrey Wicken şöyle tarif eder:
"Organize" sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ayırt etmek gerekir. İki sistemden hiçbiri "rastgele" değildir, ama düzenli sistemler basit kalıplardan oluştukları için hiç komplekslik taşımazken, organize sistemler her parçası yüksek bilgi içeren dış kaynaklı bir plana göre biraraya gelirler… Organizasyon, bu yüzden işlevsel kompleksliktir ve bilgi taşır.376
Ilya Prigogine de bu kasıtlı kavram kargaşasına başvurmuş ve içeri doğru enerji akışı sırasında kendi kendine düzenlenen moleküllerin örneklerini, "kendiliğinden organize olma" şeklinde lanse etmiştir. Amerikalı bilim adamları Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley ve Roger L. Olsen The Mystery of Life's Origin (Canlılığın Kökeninin Sırrı) adlı kitaplarında, bu durumu aşağıdaki gibi açıklarlar:
... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini, anında son derece düzenli bir davranış almaktadır. Prigogine, Eigen ve diğerleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabileceğini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip olduğunu iddia ederler. Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni, bunların düzen ve kompleksliği ayırt etmeyi başaramamalarıdır.377
Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi, biyolojik düzenliliğin kendiliğinden ortaya çıkabileceğine örnektir" şeklindeki mantığın sığlığını ve çarpıklığını şöyle açıklarlar:
Suyun kristalize olup buza dönüşmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleşerek DNA ve protein gibi kompleks moleküllere dönüşmesi arasındaki benzetme sık sık tartışılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça yanlıştır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldüğünde, atomları birbirine bağlayan güçler, su moleküllerini düzenli kristalize bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir ısıda, değil düzenli bir organizasyona, birleşmeye dahi tamamen karşı koyarlar.378
Tüm kariyerini termodinamiği evrim teorisiyle bağdaştırmaya adamış olan Prigogine dahi, suyun kristalize olmasıyla kompleks biyolojik yapıların ortaya çıkışı arasında bir benzerlik bulunmadığını kabul etmiştir:
Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (açık) bir sistemde, yeterli düşük sıcaklıklarda düzenli ve düşük-entropi içeren yapıların oluşma ihtimalidir. Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli yapıların oluşumundan ve maddenin hal değişimlerinden sorumludur. Maalesef bu prensip, biyolojik yapıların oluşumunu açıklayamaz.379
Kısacası, hiçbir fiziksel ya da kimyasal etki, canlılığın kökenini açıklayamamakta, "maddenin öz örgütlenmesi" kavramı bir hayal olarak kalmaya devam etmektedir.
Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavramıyla savundukları iddia, cansız maddenin kendi kendini düzenleyip, organize edip, kompleks bir canlı varlık meydana getirebileceği yönündeki inançtır. Bu kesinlikle bilime aykırı bir inançtır, çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin böyle bir yeteneği olmadığını göstermektedir. Ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Prof. Fred Hoyle maddenin kendi kendine hayat oluşturamayacağını şöyle bir örnekle anlatır:
Eğer gerçekten maddenin içinde, onu yaşama doğru iten bir iç-prensip olsaydı, bunun bir laboratuvarda kolaylıkla gösterilebilmesi gerekirdi. Örneğin bir araştırmacı, ilkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanabilirdi. Böyle bir havuzu istediğiniz her türlü cansız kimyasalla doldurun. Ona istediğiniz her türlü gazı pompalayın ya da üzerine istediğiniz her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendiğini kontrol edin. Ben size cevabı şimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir şey bulamazsınız, belki oluşacak birkaç amino asit ve diğer basit kimyasal maddeler dışında.380
Evrimci biyolog Andrew Scott ise aynı gerçeği şöyle kabul etmektedir:
Biraz madde alın, karıştırın, ısıtın ve bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern versiyonudur. Yer çekimi, elekromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki ama bu kolay hikayenin ne kadarı sağlam temellere oturmaktadır ve ne kadarı umuda dayalı spekülasyonlara bağlıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aşamaların bütün mekanizmaları ya tartışma konusudur ya da tamamen karanlık içindedir.381
Peki evrimciler neden hala "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel olmayan senaryolara inanmaktadırlar? Neden canlı sistemlerde açıkça görülen bilinci ve yaratılışı reddetme konusunda bu kadar ısrarcıdırlar?
Bu soruların cevabı, evrim teorisinin asıl temeli olan materyalist felsefede gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varlığını kabul eder, bu durumda canlılara da sadece maddeye dayalı bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Evrim teorisi bu zorunluluktan doğmuştur ve her ne kadar bilime aykırı da olsa, sırf bu zorunluluk uğruna savunulmaktadır. New York Üniversitesi'nde kimya profesörü ve DNA uzmanı olan Robert Shapiro, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmayı şu şekilde açıklar:
Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır.382
Baştan beri incelediğimiz gerçekler ise, termodinamik söz konusu olduğunda da evrimin imkansızlığını ve deneysel bilime karşı ayakta tutulmaya çalışılan bir dogma olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
363 Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View, New York: Viking Press, 1980, s. 6.
364 J. H. Rush, The Dawn of Life, New York: Signet, 1962, s. 35.
365 Roger Lewin, "A Downward Slope to Greater Diversity", Science, cilt 217, 24 Eylül 1982, s. 1239.
366 George P. Stavropoulos, "The Frontiers and Limits of Science", American Scientist, cilt 65, Kasım-Aralık 1977, s. 674.
367 Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View, s. 55.
368 John Ross, Chemical and Engineering News, 27 Temmuz 1980, s. 40.
369 Scientific American, Mayıs 1995, "From Complexity to Perplexity".
370 Cosma Shalizi, "Ilya Prigogine", www.santafe.edu/~shalizi/notebooks/prigogine.html
371 Joel Keizer, "Statistical Thermodynamics of Nonequilibrium Processes", Berlin: Springer-Verlag, 1987, s. 360-1
372 Cosma Shalizi, "Ilya Prigogine", www.santafe.edu/~shalizi/notebooks/prigogine.html
373 F. Eugene Yates, Self-Organizing Systems: The Emergence of Order, "Broken Symmetry, Emergent Properties, Dissipative Structures, Life: Are They Related" (NY: Plenum Press, 1987), p. 445-457.
374 F. Eugene Yates, Self-Organizing Systems: The Emergence of Order, "Broken Symmetry, Emergent Properties, Dissipative Structures, Life: Are They Related" (NY: Plenum Press, 1987), s. 447.
375 Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Order Out of Chaos, Bantam Books, New York, 1984, p. 175.
376 Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of Theoretical Biology, cilt 77, s. 349, (Nisan 1979).
377 C. B. Thaxton, W. L. Bradley ve R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s. 119.
378 C. B. Thaxton, W. L. Bradley ve R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s. 119-120.
379 I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants, Physics Today, 25(11): 23 (1972).
380 Fred Hoyle, The Intelligent Universe, New York: Holt, Rinehard & Winston, 1983, s. 256.
381 Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, vol. 106, 2 Mayıs 1985, s. 30.
382 Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York: 1986, s. 175.