Allah her canlıya yaşadığı koşullara ve beslenme ihtiyaçlarına göre en uygun göz çeşidini vermiştir. Kedi, köpek gibi hayvanların gözlerinin büyük bir kısmı kafatası içine yerleştirilmiş, ancak küçük bir kısmı dışarıda kalmıştır. Göz etrafındaki kemikler bütün açılardan gelebilecek darbelere karşı koruma kalkanı oluştururlar. Cepheden gelebilecek bir tehlikeye ise göz kapakları karşı koyar.
Çok zor şartlar altında yaşayan devenin gözleri de, tam ihtiyacı olan korumayı sağlayacak özelliktedir. Gözlerin etrafındaki sert kemikler darbelere karşı koruma sağladıkları gibi, güneş ışınlarına karşı gözü en iyi açıda muhafaza ederler. Son derece şiddetli kum fırtınaları bile devenin gözlerine zarar vermez. Çünkü kirpikler birbiri içine geçebilen bir yapıya sahiptir ve herhangi bir tehlike anında otomatik olarak kapanırlar. Böylece hayvanın gözüne en ufak bir tozun girmesine dahi izin verilmez.
Kuşlarda, böceklerde ve deniz canlılarında da gözlerin korunmasını ve bulundukları ortamda en rahat ve en gereken şekilde görmelerini sağlayacak özellikler var edilmiştir. Şimdi hayvan gözlerini biraz daha detaylı inceleyelim:
A. Memeli gözü | B. Balık gözü C. Sürüngen gözü | D. Kuş gözü E. Amfibik göz | ||
Allah her canlıya yaşadığı koşullara ve beslenme ihtiyaçlarına göre en uygun göz çeşidini vermiştir. |
Böceklerin gözleri insan gözlerinden oldukça farklıdır. Bu canlılarda basit ve karmaşık olmak üzere iki çeşit göz yapısı vardır.
Basit gözler küçük ve yuvarlaktır. Sadece ışığı ve karanlığı ayırt edebilirler. Petek gözler ise hem daha karmaşık hem de daha büyüktürler. Bu gözler yüzlerce küçük parçacıktan oluşur. Aslında her parça bir göz gibidir. Çünkü her birinin, beyne bağlı kendi özel merceği ve ışığa duyarlı hücreleri vardır.
İnsan gözünün tek lensi olduğunu incelemiştik ama bu lens, etrafındaki kaslar sayesinde şekil değiştirerek uzağa ya da yakına odaklama yapabiliyordu. Böceklerin gözlerindeki lenslerin şekli ise değişmez, bu yüzden odaklama yapamazlar.
Petek gözde oluşan hayal, gözün ommatidyum adı verilen küçük birimlerinin her birinin görme alanının küçük bir bölümünü algılaması şeklindedir. Ommatidyumlardan gelen bilgi bir mozaiğin parçaları gibi biraraya getirilerek dış dünyaya ait tek bir görüntü oluşur. Ommatidyum sayısı arttıkça görüş keskinliği de artar. Farklı yöne bakan gözlerin her biri görüntünün farklı bir bölümünü üstlenir.42
Ommatidyum sayısı karasinekte 4.000; kanatsız böceklerde, örneğin ateş böceklerinin dişilerinde 300; mayıs böceklerinde 5.100; sarı kenarlı kınkanatlılarda 9.000 ve bazı helikopter böceklerinde de 30.000 kadardır. 43
Böcekler dünyaya binlerce küçük gözün ardından bakarlar. |
Karasineğin gözü 4.000 küçük ve basit gözden (ommatidyum) oluşur. Karasinek bu gözleri oynatma yeteneğine de sahiptir. Her ommatidyum farklı bir yöne dönük olduğu için, önünü, arkasını, sağını, solunu, üstünü ve altını görebilir. Yani 360 derecelik bir açıyla çevresini algılayabilir.
Her ommatidyum kendi yönüne gelen ışığı kapar ve ışığı kendi mercekleri ve hücrelerine işler. Bu gözlerin her birinin 8 duyu hücresi vardır. Karasineğin iki gözündeki toplam duyu hücresi sayısı ise yaklaşık 48.000 kadardır. Bu sayede sineğin gözü saniyede 100 görüntü algılayabilir ve bu açıdan insandan 10 kat daha üstündür.
Sineğin beynine saniyenin yüzde biri gibi bir süre içinde 48.000 bilgi ulaşır. Bu bilgi beynin üçte ikisini oluşturan optik sinir merkezinde değerlendirilir.
1. Mercekler | 5. Orta pigment hücreleri |
Karasinek, kusursuz tasarıma sahip gözleri sayesinde, çevresini 360 derecelik bir açıyla algılayabilir. Yanda karasineklerdeki 4000 küçük gözün (ommatid) detaylı yapısı görülüyor. |
Günlük hayatta her an insanın karşısına çıkabilen ve çoğu kişi tarafından son derece basit yapılı zannedilen sinekler işte böyle kompleks bir sistem sayesinde görürler.
Küçücük bir sineğin 4.000 gözünün bulunması elbette tesadüflerle veya mutasyonlarla açıklanamaz. Ortada çok özel bir yaratılış olduğu bellidir. Kaldı ki sineğin vücudunda yalnızca tek bir sistem bulunmaz. Sineğin dolaşım, boşaltım, sindirim ve solunum gibi sistemleri ve uçabilmek için çok özel kanatları vardır. Ancak bunların tümünün birden var olması sonucunda sinek yaşayabilir. Örneğin sindirim veya solunum sistemi olmayan bir sinek yaşayamaz. Uçabilen ama kör bir sinek de yoktur. Sinek şu andaki haliyle Allah tarafından yaratılmış bir canlıdır. Allah bir Kuran ayetinde sineğin yaratılışına şöyle dikkat çekilmiştir:
Ey insanlar (size) bir örnek verildi, şimdi onu dinleyin. Sizin Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek dahi yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz istenen de. (Hac Suresi, 73)
Hayvanlar alemindeki en çok göze sahip olan hayvan kız böceğidir. Bu canlının her gözünde 30.000 bin adet küçük gözcük bulunur.44 Tam şekil olarak 6 metre uzaklığa kadar net görüş alanı vardır. 45
Küçücük bir böcekte toplam 60.000 göz, her gözün merceği, her merceğin ışığı düşürdüğü retina, retinadan çıkan binlerce sinir ve bu sinirlerden gelen sinyallerin değerlendirildiği merkezi sinir sistemi... Bütün bunların sonucunda canlının bir şeyler görmesi ve bu görüntüyü değerlendirebilecek bir akla ve muhakeme yeteneğine sahip olması...
Sadece tek bir gözün oluşması, bu gözün bağlantı yaptığı bir tek sinir hücresinin bulunması, bu tek sinyalin değerlendirilebilmesi bile başlı başına bir mucizedir. Buna karşın, muhteşem bir yaratılış sonucunda 60 bin minik göz, bu gözlerin bağlantıları, ve uyum içinde çalışmaları söz konusudur. Bu Allah'ın sınırsız ilminin tecellilerinden yalnızca biridir. Allah yaratmada hiçbir ortağı olmayandır.
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… (Nahl Suresi, 66)
Böceklerin gözlerindeki mükemmel yaratılış, evrim teorisini kesin olarak geçersiz kılar. |
Kelebekler ve arılar çok özel bir görme yeteneğiyle yaratılmışlardır. Bu yetenek sayesinde besin kaynaklarına çok rahat ulaşırlar. Gözleri mor ötesi ışınlarına karşı duyarlıdır. Bazı çiçeklerin pigmentleri öyle bir şekilde dizilmiştir ki, çiçeğin taç yapraklarında -insan gözünün göremeyeceği ama mor ötesi ışınları görebilen canlıların görebilecekleri- parlak şekiller ortaya çıkar. Bu şekiller arıyı nektar kaynağına yönlendiren birer işarettir. Çiçek başları, örneğin sarı bir çiçek başı, parlak renkte gözükür. İhtiyaç duydukları besin kaynağı adeta birileri tarafından kendileri için ışıklandırılmış ve işaretlenmiş gibidir. Bu işaretler, havaalanındaki ışıklar gibi böceğin güvenle ve kolayca hedefine ulaşmasını sağlar.
Böceklerin gözlerindeki mükemmel yaratılış, evrim teorisini kesin olarak geçersiz kılar. |
Arıların besin için polenlere ihtiyaçları vardır. Polenlerin ise diğer çiçeklere döl aktarabilmek için arılara ihtiyaçları vardır, çünkü arıların bacaklarına takılan polenler çiçekler arasında döllenmeyi sağlarlar. Her ikisi de bu buluşmanın gerçekleşebilmesi için gerekli özelliklerde yaratılmışlardır. Örneğin çicekler ultraviyole ışınlarını yansıtsa fakat arıda bu ışınları görebilecek bir sistem olmasa, arı açlıktan ölecek ve türü yok olmaya başlayacaktı. Arıların ultravioleyi görme sistemleri bulunsa, ama çiçekler ultravioleyi yansıtamasalar, arı yine çiçeklere ulaşamayacak, hem arılar hem çiçekler için bir son olacaktı. Bu detay, her iki canlının da aynı Yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunun bir delilidir.
Arı gözlerinin ultraviyole ışınlarına duyarlı bir yapısı vardır. Bu da çiçeklerdeki polenlerin yerini arıların daha kolaylıkla bulmalarını sağlar. Arı gözlerindeki bu yapı herşeyden haberdar olan Allah'a aittir. |
Sıçrayan örümceklerin yaşamları diğer örümceklerden farklıdır. Çoğu örümcek gibi ağ kurup avını beklemek yerine, bu örümcek avına kendisi gider. Bu yüzden görme sistemi neredeyse kör olan diğer örümceklere göre daha üstün özelliklere sahiptir.
Örneğin bir ağacın üzerinde bulunan sıçrayan örümcek, kendisini ürettiği bir iplik ile bulunduğu dala bağlar. Sonra uçmakta olan bir böceğin üzerine atlar ve onu havada yakalar. Kendisini ağaca bağladığı bu esnek ip sayesinde yere düşmez ve ipe tutunarak avı ile birlikte tekrar yukarı çıkar. Örümcek bu hareketi yapabilmek için avın uçuş yönünü, hızını tespit etmeli, atladığı andaki kendi hızını ve hedefe varıncaya kadar geçen zamanı da tespit ettikten sonra bütün bu bilgileri bir bilgisayar gibi değerlendirip atlayışını gerçekleştirmelidir. Bunun için son derece gelişmiş gözlere, bu hesapları yapabileceği bir bilgi işlem merkezine ihtiyacı vardır.
Sıçrayan örümcekler 8 göze (dört çift) sahiptirler. Bunlar arasında, ön tarafta bulunan çift en etkileyici olanıdır; tüm artropodlar içinde en mükemmel göz olarak kabul edilebilirler. Gözün içindeki retina 3 boyutta hareket edebilir, bu sayede örümcek tüm yönlere bakabilir ve nesneler üstünde odaklanabilir. Başın çevresinde yer alan diğer 6 göz, örümceğe 360 derecelik bir görüş açısı kazandırır.46
Sıçrayan örümceklerin görüş kabiliyeti insanın görüş kabiliyetine çok benzer, hatta bu örümcekler televizyon görüntüsünü bile algılayabilirler. Birçok hayvan televizyonda sadece hareket eden karmaşık noktalar görebilir. Buna karşın araştırmacılar sıçrayan örümceklerin, televizyondaki örümcek ve sinek görüntülerine tepki verdiklerini gözlemlemişlerdir.
Sıçrayan örümceğin görme sistemi çok kompleks bir yapıdadır. 300 derecelik bir alandan gelen bilgilerin değerlendirilmesi, insan beyni için bile son derece zor bir iştir. Bu küçücük örümcek de, farklı yönlere bakabilen, bunları algılayabilen, değerlendirme yapabilen bir göz yapısına sahiptir. Elbette bu özellikleri örümceğin kendisi istememiş, hiçbiri kendiliğinden zamanla gelişmemiş, sahip olduğu herşey bir bütün olarak Allah tarafından yaratılmıştır.
A. Baykuş gözü | 1. Retina |
Uçan bir canlı için en önemli duyu görmedir. Çünkü başlı başına bir mucize olan uçma, üstün bir görme yeteneği ile desteklenmediği sürece son derece tehlikeli olacaktır. Bu yüzden Allah kuşlara, uçma yeteneğinin yanısıra üstün bir görme kabiliyeti de vermiştir.
Kuşlar insanlardan daha hızlı görüş gücüne sahiptirler ve daha geniş bir açıyı çok daha detaylı tarayabilirler. Bir kuş, insanın parça parça görerek algıladığı birçok görüntü karesini, tek bir bakışta bir bütün olarak görebilir.
İnsan gözünün aksine kuş gözü göz yuvalarına sabit oturmuştur ama kuşlar başlarını ve boyunlarını hızla çevirerek görüş alanlarını büyütürler. Bir baykuş 80 derecelik bir görüş alanına sahiptir ama türüne göre kafasını 270 dereceye kadar oynatabilir. Böylece baykuş, kafasını dairenin dörtte üçü kadar çevirerek tüm çevresini hızlı bir şekilde görebilir.
Baykuşun avlanmak için kullandığı en önemli organı gözleridir. Baykuşun gece görüşü, insanlarınkinden 50 kat daha keskin ve nettir.47 Baykuş 270 dereceye hakimken insanın elde ettiği en yüksek görüş açısı tek gözü için yatay 150 derece, 2 gözü için toplam 180 derecedir.48
Avcı kuşların uzağı çok iyi gören gözleri vardır. Bu sayede avlarına doğru hamle yaptıklarında mesafe ayarını çok iyi yapabilirler. Bazı kuşların gözleri insanla kıyaslandığı zaman 6 kat uzağı görebilir.
Büyük gözler daha çok görüntü hücresi içerir. Bu da daha iyi görüntü demektir. Avcı bir kuşun gözünde bir milyondan fazla görüntü hücresi bulunur.
Baykuşlar ve benzeri gece kuşları diğer canlılara göre geceleri daha iyi görebilirler. Gece besin arayan kuşlar, hızla hareket eden küçük hayvanları avlarlar. Avlarını yakalamak için küçük hareketleri görmeleri gerekir.
A. Güvercin | B. Baykuş |
Bu kuşlar için en iyi göz, grinin tonlarını görendir. Yani dünyaları siyah-beyaz bir televizyonun görüntüsü gibidir. Bu gözlerin ortak özelliği, içlerinde yüksek sayıda çubuk (ışığı karşı hassas) hücreleri bulunmasıdır. Gözde ne kadar çubuk varsa geceleri o kadar iyi bir görüntüye sahip olunur. Gece karanlıkta avlanan bir hayvanın renkleri görmeye ihtiyacı yoktur, bu yüzden gözlerindeki koni hücrelerinin sayısı azdır.
Bu yazıyı okumakta olduğunuz son bir dakika içinde, gözünüzü yaklaşık olarak 22 kere kırptınız. Bu sayede gözünüzün temizliği ve nemliliği sağlanmış oldu. Gözünüzü kırptığınız anda gözünüz saniyenin bir bölümü için vazifesini yerine getiremedi. İnsan için büyük bir önem taşımayan bir anlık görüntü kaybı yüzlerce metre yükseklikte, büyük bir hızla uçan bir kuş için önemli bir problem teşkil edebilirdi. Oysa, bir kuş gözünü kırparken hiçbir zaman görüntüsünde kesinti olmaz. Çünkü kuşun, göz kırpma zarı denilen üçüncü bir göz kapağı vardır. Bu zar şeffaftır ve gözün bir yanından diğer yanına doğru hareket eder. Böylelikle kuşlar gözlerini tamamiyle kapamadan gözlerini kırpabilirler. Suya dalan kuşlar için bu zar, dalgıç gözlüğü görevini görür ve göze zarar gelmesini engeller. Yani bazı kuşlar doğuştan dalgıç gözlüklerine, bazıları da pilot gözlüklerine sahiptirler.
Tohum ve böceklerle beslenen küçük kuşlar, besinlerini kolayca bulabilmek için renkleri görme yeteneğine sahip olmalıdırlar. Geniş alanı görebilme zorunluluğu da vardır. Gözleri başlarının yan taraflarında olduğundan, her iki tarafta da besin arayarak büyük bir alana hakim olurlar. Bu sayede düşmanlarını da tespit ederler.
Şemsiye kuşu olarak da bilinen siyah balıkçıllar, suda avlanırken birtakım zorluklarla karşılaşır. Bilindiği gibi ışık su yüzeyinden yansır. Bu da balıkçıl gibi kuşların avlanırken su altını rahatça görebilmelerini engeller. Suyun meydana getirdiği bu olumsuz koşula karşı bu kuş türü yüzerken kanatlarını açar; kanatlar güneş ışığını keser ve su yüzeyindeki yansıma durur. Böylece yüzeydeki balıkları rahatça görebilir.
Balıkçıl böyle bir hareket yapmasaydı, ışığın yansıması sonucu avının yerini tespit edemeyecek ve açlıktan ölecekti. Fakat nasıl olmuşsa olmuş, doğan her deniz kuşu ışığın kırılması gibi bir fizik kanunundan haberdar olarak doğmuş ve buna karşı bir önlem alması sağlanmıştır. Bu hareketi diğer bazı deniz kuşlarının da yaptığı düşünülürse acaba kuşlar toplanıp bu sorunu kendi aralarında bir karar alarak mı çözdüler ya da bir süre fizik dersi görüp, deneme yanılma yoluyla edindikleri tecrübeleri, fizik bilgileri ile birleştirerek mi bu yöntemi buldular? Tabii ki düşünme, akıl, muhakakeme gücü gibi özelliklerden yoksun, şuur sahibi olmayan bu canlılara bu özellikleri bahşeden üstün akıl sahibi olan Yüce Rabbimiz’dir.
Binlerce metre yüksekte uçan kartallar, bu mesafeden yeryüzünü bütün detaylarıyla tarayacak gözlere sahiptirler. Gelişmiş savaş uçaklarının binlerce metreden hedeflerini tespit etmesi gibi, kartal yer üzerindeki en küçük hareketi, en küçük renk farkını algılayarak avını tespit eder.
Retinada en keskin görüşün, koni hücrelerinin en yoğun şekilde bulunduğu fovea adı verilen bir bölümde olduğunu söylemiştik. Kartalların gözlerinde ise iki fovea vardır. İki foveaya sahip olmak son derece keskin bir görüş kabiliyeti sağlar. İnsan gözünde tek bir fovea (binoküler fovea) vardır. Bir nesneye baktığımızda her iki göz de aynı nesneye bakar ve iki gözün görüşü beyinde birleştirilerek derinlik algısı oluşur. Kartalların gözlerinde ise insanlarda olduğu gibi binoküler foveanın yanı sıra her iki gözün ayrı ayrı yanları da görmesini mümkün kılan monoküler görme için ayrı birer fovea vardır. Böylece keskinliğin yanı sıra hem ön hem de yan taraflar aynı anda görülebilir.
Kartal gözü aynı anda hem 300 derecelik geniş bir açıya sahiptir, hem de üstün bir odaklama yeteneğine sahiptir. İnsan gözünde nesneleri odaklamak için merceğin şekli değişirken, kartal gözünde hem mercek hem de korneanın şekli değişebilir ve bu durum kartalın odaklama yeteneğini önemli oranda artırır. 4.500 m yüksekte uçarken 30.000 hektarlık bir alanı gözleriyle tarayabilir.49 90 metreden tarladaki otlar arasında kamufle olmuş bir tavşanı çok rahat ayırt edebilir.50
Bu kadar ustaca kamufle olmuş bir avı bulabilmesi için kartalın gözündeki retina hücreleri bir damla renkli sıvı ile boyanmıştır. İşte bu sayede kartal, binlerce metreden renkler arasındaki küçücük bir kontrastı ayırt eder ve avının bulunduğu yeri saptar. Bir damlacık yağla böyle bir işlevin gerçekleşmesi hiç şüphesiz Allah'ın sonsuz hikmetinin bir göstergesidir.
Uçmak başlı başına bir mucizedir. Bir kuşun uçabilmesi için, sahip olduğu kanatların şu anki yapı ve konumlarıyla bu hayvanda eksiksiz olarak bulunması gerekir. Kanatlar hiçbir şekilde zaman içinde gelişemezler.
Zaman içinde gelişmesi mümkün olmayan bir başka sistemin görme olduğunu delilleriyle ortaya koyduk. Kartalın gözündeki kusursuz yapı üzerinde düşünüldüğünde bu gerçek bir kez daha anlaşılır. İki retinalı bir göze sahip olmak zamanla kazanılacak veya tesadüfen meydana gelebilecek bir özellik değildir. İkinci bir retina özellikle hayvanın ihtiyacını karşılamak üzere konulmuştur.
Retina hücrelerinde bulunan bir damla yağın kazandırdığı avantajın kartal için hayati önemi vardır. Peki bu ince optik ayar kim tarafından yapılmıştır? Acaba bu fikir kartalın kendisinden mi gelmiştir yoksa başka hayvanların tavsiyesiyle mi bu çözüme ulaşılmıştır? Elbette kartal bundan binlerce yıl önce yaşayan kartallar gibi bu özelliklere Allah’ın yaratması sonucunda doğuştan sahiptir.
Su altı dünyasının canlıları, karada yaşayan canlılardan oldukça farklıdırlar. Çünkü su altı dünyası adeta başka bir gezegen gibidir ve bu dünyanın sahipleri ait oldukları ortama göre en ideal şekilde yaratılmışlardır. Karada da, suda da hayvanlar için temel yaşam prensipleri değişmez. Hayatta kalmak için nefes almak, beslenmek (avlanmak) ve av olmamak gerekir. Bir su canlısı etrafındaki dünyayı görmeli, düşmanını ve avını birbirinden ayırt etmelidir. Bunun için de su altında net görebileceği çok özel gözlere ihtiyacı vardır.
Balıkların gözleri dünyaya şeffaf bir örtü arkasından bakar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır. Bir balina veya bir kayabalığı olsun fark etmez, suyun altında görüş alanı 30 metre derinlikten sonra kısıtlı ve gereksizdir. Çoğu zaman oldukça yakındaki objeleri görmeleri gerektiğinden, gözleri de bu ihtiyaca göre yaratılmıştır. Küresel ve sert olan mercek yapıları yakın plandaki objeleri görmeye göre ayarlıdır. Uzaktaki bir noktaya bakmak istendiğinde ise, bütün mercek sistemi gözün içindeki özel bir kas mekanizmasıyla arkaya doğru çekilir. 51
Balığın gözündeki küresel mercek su altı görüşü için son derece uygundur. Su altında net görüntü oluşması için göz merceğinin insan gözündekinden daha yuvarlak olması gerekir. Bunun nedeni ışığın suda kırılma derecesinin havadakinden daha fazla olmasıdır. Balık gözündeki mercek, insan ve kara hayvanlarındaki daha düz göz merceklerine oranla ışığı daha fazla kırarak net bir görüntü oluşturur. Su canlıları her an daha büyük bir canlıya yem olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Fakat bununla birlikte, memeli hayvanlarda olmayan önemli bir avantaja sahiptirler. Balıklar aynı anda birden fazla görüntü görebilirler.
Gözler başın iki yanındadır. Balığın gördüğü her görüntü beynin aksi tarafında kayda geçer. Fakat cisim tek göz ile görüldüğü için, oluşan görüntü iki boyutludur. Bu yüzden mesafe anlaşılamaz. Başın hemen önünde iki gözün görüntüsünün kesiştiği dar bir alan vardır. Herhangi bir cisim gözün dikkatini çektiğinde hemen iki göz birden o yöne odaklanır ve hedefin konumu belirlenir.
Balıklar loş ışığa karadaki hayvanlardan daha duyarlıdır. Çünkü retinalarında loş ışığa duyarlı hücreleri daha fazladır. Bu sayede suyun içindeki ışıktan en yüksek oranda faydalanmış olurlar.
Su kaplumbağaları genel olarak balıkla beslenirler ve bu sırada çok fazla tuz alırlar. Tuzun fazlası onlara zararlıdır ve bir şekilde bu fazla tuzu vücutlarından atmaları gerekir. Bunun için su kaplumbağalarının göz köşelerinde küçük özel bir torba bulunur. Tuz bezleri, istenmeyen tuzu kaplumbağanın göz köşelerine aktarır. Sonra da gözyaşı üreterek bunu atar.52
A. Deniz salyangozu /ışığa duyarlı hücre yaması B. Deniz kulağı /Göz çanağı | C. Natilus/ ışığa duyarlı hücre katmanı (retina) D. Deniz minaresi/ Lens: basit lensli göz | E. Mürekkep balığı/ Kompleks kamera tipi göz |
Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canlı grubunu oluştururlar. Bu canlılar memeli sınıflamasına dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler gibi doğurur, emzirir, akciğerle nefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Deniz memelilerinin kökeni ise, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan birisidir. Çoğu evrimci kaynakta, ataları karada yaşayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonunda deniz ortamına geçiş yapacak biçimde evrimleştikleri hikayesi anlatılır. Buna göre, sudan karaya geçişin tersine bir yol izleyen deniz memelileri, ikinci bir evrim sürecinin sonucu olarak tekrar su ortamına dönmüşlerdir. Oysa bu teori hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve mantıksal yönden de çelişkilidir.
Yunuslar ve balinalar tesadüfen oluşması mümkün olmayan mükemmellikte ve tam kendilerine gereken özelliklerde gözlere sahiptirler.
Yunusların ve balinaların gözleri farklı görmelere imkan verecek şekildedir. Suyun altında ve üzerinde aynı mükemmellikte görebilirler. (Oysa başta insan olmak üzere çoğu canlı, ışığın kırılmasındaki farklılıklar nedeniyle, kendi doğal ortamının dışında iyi göremez.) Bir yunus, suyun 6 metre kadar üstüne zıplayabilir ve kendisi için havada tutulmakta olan bir yiyeceği görerek, çok büyük bir hassaslıkla alabilir.
Bu noktada deniz memelilerinin gözü ile kara canlılarının gözü arasındaki farklardan bahsetmek gerekir. Bu farklar şaşırtıcı derecede detaylıdır. Karada gözü bekleyen tehlikeler, fiziksel darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlarının göz kapakları vardır. Su ortamında ise en büyük tehlikeler tuz oranı, derinlere dalarken meydana gelen basınç ve deniz akıntılarının oluşturduğu hasarlardır. Akıntılarla doğrudan temas olmaması için gözler kafanın yan tarafındadır. Ayrıca derin dalışlarda gözü basınca karşı koruyan sert bir tabaka vardır. 9 metre derinlikten sonra denizin dibi karanlık olduğu için, su memelilerinin gözü, karanlık ortamlara uyum sağlayabilen birçok özellikle donatılmıştır. Lens mükemmel bir daire biçimindedir. Işığa hassas olan çubuk hücreleri, renklere ve detaylara duyarlı olan koni hücrelerinden daha fazladır. Dahası, gözlerde özel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebeple deniz memelilerinin karanlık ortamlardaki görüşleri kuvvetlidir.
Ayrıca deniz memelileri sadece gözleri ile de görmezler. Kara memelilerinin aksine, onlar için duyma çok daha önemlidir. Görme ışık gerektirir, ama duyma için böyle bir ihtiyaç yoktur. Birçok balina ve yunus, deniz dibindeki karanlık bölgelerde bir tür doğal "sonar" sayesinde avlanır. Özellikle dişli balinalar ses dalgaları aracılığıyla "görebilir". Ses dalgaları, aynı görmede olduğu gibi, odaklanır ve bir noktaya gönderilir. Geriye dönen dalgalar, hayvanın beyninde analiz edilir ve yorumlanır. Bu yorum, hayvana karşısındaki cismin biçimini, büyüklüğünü, hızını ve konumunu açıkça belli eder. Bu canlılardaki sonik sistem mükemmel derecede hassastır. Örneğin bir yunus suya atlayan bir kişinin "içini" de algılayabilir. Ses dalgaları yön bulmanın yanı sıra haberleşme için de kullanılır. Birbirinden yüzlerce kilometre uzaktaki iki balina ses kullanarak anlaşabilir.
Şimdi tüm bunların üzerinde düşünelim. Deniz memelilerinin sahip oldukları tüm bu şaşırtıcı özellikler, evrim teorisinin yegane iki mekanizması, yani mutasyon ve doğal seleksiyon kanalıyla oluşmuş olabilirler mi? Hangi mutasyon bir yunusun bedenine sonar sistemi yerleştirebilir ve sonra da hayvanın beynini sonardan korumak için kafatasını ses yalıtımlı hale getirebilir? Hangi mutasyon, bu canlılara karanlık sularda görmelerini sağlayacak göz yapıları kazandırabilir? Hangi mutasyon, eskiden karada yaşadıkları öne sürülen bu hayvanların "suya geçiş"lerini sağlayabilir? Hangi mutasyon, bu hayvanların bedenlerine hassas mekanizmaları yerleştirebilir?
Evrim teorisyenlerinin bunlara verebilecek tek bir cevapları bile yoktur. Balıkların sularda "tesadüfen" oluştuklarını, sonra yine tesadüfler yardımıyla karaya çıkıp sürüngen ve memelilere evrimleştiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda yaşam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazandıklarını öne süren, tüm bu fantastik hikayeyi yazan evrim teorisi, bu aşamaların hangisini kanıtlayabilir? Cevap her seferinde olumsuzdur. Evrim teorisi bu aşamaların gerçekleştiğini ispatlamak bir yana, bunların gerçekleşmeleri için en küçük bir ihtimalin var olduğunu bile ispatlayamamaktadır.
Ahtapot omurgasızlar içerisinde en kompleks göz yapılarından birine sahiptir. Ahtopot gözü de kamera prensibine dayalı olarak işlem yapar. Ama alıcı tarafından alınan görüntü daha küçüktür, çünkü gözün kendisi daha küçüktür. Alıcı hücrelerin her biri direkt olarak beyne sinyal gönderir ve bunlar diğer binlercesiyle birleşerek adeta optik sinir gibi tek bir kabloyu oluştururlar. Bu kablo vasıtasıyla sinyaller optik loplara ulaşır. Ahtapot, çok komples olan gözü ve merkezi sinir sisteminin üstün yapısı sayesinde çok net görür.53
Okçu balıkları ağızlarına doldurdukları suyu dallarda bulunan böceklere püskürterek avlanırlar. Balık suyun altında iken dışarıdaki cismin yerini tam tahmin edebileceği kadar mükemmel bir açı hesaplaması yapmaktadır. Bir balığın gösterdiği bu şuur elbette ki balığa ait değildir. Yeryüzündeki bütün canlılar gibi okçu balıkları da Allah'ın ilhamı ile hareket ederler. |
Evrim teorisinin iddialarına göre ahtapotlar (omurgasızlar) ve insanlar sözde evrimsel süreç içinde bir bağları bulunmayan, ayrı kollardan gelişmiş canlılardır. Oysa insan da, ahtapot da son derece gelişmiş gözlere sahiptir. Yine Darwinistlerin hikayelerine göre canlıların oluşumunda bir yanda karada insanlar gelişirken öte yanda denizde ahtapotlar gelişmekteydi. Sonra nasıl gerçekleştiğini evrimle açıklayamadıkları bir şekilde bu iki canlı da benzer gözlere sahip olmuştur. Yani ‘imkansız’ tek bir kere değil, farklı yerlerde farklı zamanlarda birçok defa gerçekleşmiştir. Eğer göz özel bir yaratılışın değil de tesadüflerin sonucunda var olmuş ise, evrimciler tarafından da birbirlerinden bağımsız olduğu kabul edilen ahtapot ve insan gibi iki apayrı canlı türünün gözü nasıl benzer yapılara sahip olmuştur? Darwinistlerin iddiaları doğru olsaydı yapı ve şekil olarak birbirlerinden son derece farklı olmaları gerekmez miydi?
İşte evrim teorisyenleri bunun gibi binlerce basit soruya dahi cevap verememektedirler.
Bir balık türü ağzına doldurduğu suyu, su üzerine sarkmış olan dallardaki böceklere püskürtür. Böcek basınçlı suyun çarpmasıyla düşer ve balığa kolay bir yem olur.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, balığın bu saldırıyı gerçekleştirirken başını hiç sudan çıkarmaması ve su altından böceğin yerini doğru olarak tespit edebilmesidir. Bilindiği gibi su içinden bakıldığında dışarıdaki cisimler ışığın kırılması nedeniyle bulundukları yerden farklı bir yerde gözükürler. Dolayısıyla su içinden dışarıyı vurmak için ışığın suda tam olarak kaç derecelik açıda kırıldığını "bilmek" ve atışı da bu açı farkına göre yapmak gerekir.
Ama bu balık, yaratılışı gereği bu sorunun üstesinden gelir ve her defasında tam isabet kaydeder. Küçücük bir böceği hiç zorlanmadan vurabilir.54 Yumurtadan çıkan her okçu balığı bu yeteneğe sahiptir. Herhangi bir şekilde annesinden fizik dersi görüp, suyun kırma indisini, ışığın kırılma açısını hesaplamayı öğrenmez. Neler yapacağını bu canlıya ilham eden Allah'tır.
Yengecin uzun duyargalarının üzerinde iki gözü vardır. Bunlar küçük periskoplar gibidir. Bir yengeç kumun altında saklanıyor bile olsa bu gözler sayesinde üst tarafta neler olduğunu rahatlıkla görebilir. Tehlike anında bu iki gözü iyice içeri alır, sonra tehlike uzaklaşınca tekrar yüzeye çıkarır.
Yengeçler Allah’ın kendilerine verdiği muhteşem yapıdaki gözlerle yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilmektedir. |
Canlılar dünyasında birbirinden çok farklı göz tipleri vardır. Biz genellikle omurgalılara has olan "kamera tipi göz" yapısını biliriz. Bu yapı ışığın kırılması prensibiyle çalışır. Dışarıdan gelen ışık, gözün ön kısmındaki mercekten kırılarak geçer ve bu sayede gözün arka kısmında odaklanır. Ancak bazı canlıların gözlerinin yaratılışı, çok daha farklı sistemlerle işler. Bunlardan biri, ıstakozun gözünde vardır. Istakoz gözü, "kırılma" değil, "yansıma" prensibiyle çalışır.
Istakoz gözünün ilk dikkat çeken özelliği, yüzeyinin çok sayıda kareden oluşmasıdır. Bu kareler, son derece düzgündür. Amerikalı biyolog Hartline, Science dergisindeki bir makalesinde şöyle der:
Istakoz bugüne kadar gördüğüm en dikdörtgene benzemez canlıdır. Ama mikroskop altında, ıstakozun gözü kusursuz bir grafik kağıdına benzemektedir. 55
Istakoz gözü üzerindeki bu düzgün kareler, aslında birer kare prizmanın ön yüzeyidir. Bu yapı, arıların peteklerine benzetilebilir. Bir peteği gördüğünüzde önce sadece altıgen bir yüzeyle karşılaşırsınız. Ancak bu altıgen yüzeyler, aslında içeri doğru derinliği olan altıgen prizmaların yüzeyleridir. Istakoz gözünün farkı, şeklin altıgen değil, kare oluşudur.
İşin daha da ilginç yanı ise, ıstakoz gözündeki bu kare prizmaların her birinin iç yüzeyinin "ayna" yapısında olmasıdır. Bu ayna benzeri yüzeyler ışığı kuvvetli biçimde yansıtır. Bu tasarımın en önemli noktası ise, bu ayna yüzeylerden yansıyan ışığın, daha arka taraftaki retina üzerine kusursuz bir biçimde odaklanmasıdır. Gözün içindeki bu prizmalar öyle bir açıyla yerleştirilmiştir ki, hepsi ışığı hatasız bir biçimde tek bir noktaya yansıtır.
Buradaki yaratılışın ne denli olağanüstü olduğu açıkça ortadadır. Hepsi kusursuz birer kare prizma olan hücrelerin içi, ayna özelliği gösteren bir doku ile kaplıdır. Dahası bu hücrelerin her biri, ışığı aynı noktaya yansıtmak üzere çok ince bir geometrik hesapla yerlerine yerleştirilmiştir.
Istakoz gözünün bu yapısını ilk kez detaylı olarak inceleyen bilim adamı, İngiltere Sussex Üniversitesi'nden araştırmacı Michael Land'dir. Land, bu göz yapısının son derece şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir yaratılışa sahip olduğunu belirtmiştir. 56
Istakoz gözündeki bu yaratılışın evrim teorisi adına çok büyük bir sorun oluşturduğu ise açıktır. Öncelikle, göz, "indirgenemez komplekslik" özelliğine sahiptir. Eğer bu gözün ön kısmındaki kare hücreler olmasa ya da bu hücrelerin yansıtma özelliği olmasa veya arkadaki retina tabakası bulunmasa, göz hiçbir şekilde işlev görmeyecektir. Dolayısıyla ıstakoz gözünün "kademe kademe" oluştuğu ileri sürülemez. Bu denli mükemmel bir yapının bir anda tesadüfen oluştuğunu öne sürmek ise, tümüyle akıl dışıdır. Açıktır ki, Allah, ıstakozun gözünü bu mükemmel sistemiyle birlikte yaratmıştır.
Istakoz gözünün evrim iddiasını geçersiz kılan başka özellikleri de vardır. Bu gözün hangi canlılarda bulunduğunu incelediğimizde, çok ilginç bir tablo ile karşılaşırız. Istakoz örneği üzerinde incelediğimiz "yansıtma tipi göz yapısı", sadece "kabuklular sınıfı" olarak bilinen deniz canlılarının "uzun ön ayaklılar" olarak bilinen ailesinde bulunur. Bu ailede ıstakozlar ve karidesler vardır.
Kabuklular sınıfının diğer üyelerinde ise, "yansıtma tipi göz yapısı"ndan tümüyle farklı bir prensiple çalışan "kırılma tipi göz yapısı"na rastlanır. Bu göz yapısında gözün içinde yüzlerce küçük petek vardır. Ama petekler ıstakoz gözündeki gibi kare değil, altıgen ya da yuvarlaktır. Daha da önemlisi, bu peteklerin içinde ışığı yansıtan değil, kıran merceklerin bulunmasıdır. Mercekler ışığı kırarak arkadaki retina tabakası üzerinde odaklar.
Kabuklular sınıfındaki türlerin çok büyük bölümünde, söz konusu "kırılma tipi" mercekli göz yapısı vardır. Kabukluların sadece iki türü, ıstakoz ve karideste ise, az önce incelediğimiz "yansıtma tipi" aynalı göz vardır. Oysa evrimcilerin kabulüne göre, kabuklular sınıfına dahil edilen tüm canlıların ortak bir atadan evrimleşmiş olmaları gerekir. Eğer bu iddiayı kabul edecek olursak, "yansıtma tipi" aynalı göz yapısının da "kırılma tipi" mercekli göz yapısından evrimleştiğini kabul etmek durumunda kalırız.
Ancak böyle bir dönüşüm imkansızdır. Çünkü her iki göz yapısı da kendi sistemleri içinde mükemmel çalışmaktadır ve hiçbir "ara" aşama işe yaramayacaktır. Kabuklu bir canlının gözlerindeki merceğin yavaş yavaş yok olması ve eskiden merceğin bulunduğu yerde aynalı yüzeylerin oluşması, canlıyı henüz ilk aşamada görme yeteneğinden yoksun bırakacak ve dolasıyla evrim teorisine göre sözde elenmesine neden olacaktır.
Açıktır ki, her iki göz yapısı iki ayrı plan üzerine tasarlanmış ve ayrı ayrı yaratılmıştır. Bu gözlerde öylesine kusursuz bir geometrik düzen vardır ki, bunların tesadüfen var olduğunu düşünmek kesin olarak akıl ve mantık dışıdır.
Bukalemunların gözlerinin her biri, öbüründen bağımsız olarak istediği yöne dönebilir. |
Sürüngenlerin pek çoğu renkleri görebilirler. Bu özellik sayesinde ustaca kamufle olmuş böcekler bile ayırt edilebilir ve avlanma için büyük bir avantaj sağlanır.
Bukalemunlar böcekle beslenirler. Avlanma taktikleri son derece ilginçtir ve bu işlem sırasında gözlerine büyük iş düşer. Bukalemunların gözlerinin alışılmışın dışında bir yapıları vardır. Gözlerinin her biri, öbüründen bağımsız olarak istediği yöne dönebilir. Beyinde iki farklı görüntü meydana gelir. Bu sayede avına olağanüstü bir yavaşlıkta yaklaşırken bir gözüyle avını takip eder, öteki gözüyle çevreyi kolaçan eder.57 Avına iyice yaklaştığında iki gözünü avına odaklayarak avının konumunu tam olarak tespit eder ve dilini hızla avına sallayarak onu yakalar.
Yılanların çoğunun gözleri başlarının iki yanındadır. Bu nedenle her biri farklı görüntüler görür. Gözlerin başın iki tarafında olması ön tarafı görmeye engel teşkil etmez. Hem ön, hem arka, hem de yukarıyı gören yılan bu sayede son derece geniş bir görüş açısına hakim olur.
İnsan gözü belirli dalga boyları arasındaki ışınları fark edebilir. Bazı yılan çeşitleri ise daha yüksek dalga boyundaki ışınları görürler. İnfrared denilen bu ışınlar insan tarafından yalnızca ısı olarak algılanabilir.
Yılanların infrared ışınlarını görüntü olarak algılayan gözcükleri vardır. Bu gözcükler infrared ışınlarına karşı insan derisinden yüzbin kat daha duyarlıdırlar. Bu sayede en küçük bir ısı farkı hemen hissedilir.
Örneğin çıngıraklı yılan, tamamen karanlık bir ortamda bile sıcakkanlı bir hayvanı veya insanı, vücutlarından yayılan ısı dalgaları sayesinde bulabilir. Geceleri avlanan bir avcı için bu son derece büyük bir avantajdır.
Yaydıkları ısıya göre cisimlerin saptanması, ileri düzeyde teknolojiye sahip optik aletler yardımıyla askeri alanda da kullanılır. Bu yöntemi geliştirmek yıllar sürmüştür. Buna karşın yılanlar yumurtadan çıktıkları andan itibaren bu özelliğe sahip olarak hayata başlarlar. İnsanlar tarafından son birkaç on yılda geliştirilmiş olan teknolojik sistem yılanların vücutlarında ilk yaratıldıkları andan itibaren bulunmaktadır.
Sürüngenlerin göz kapakları diğer hayvanların göz kapaklarından çok farklıdır. Görünüşte yılanlarda göz kapağı yok zannedilir; aslında gözler saydam bir tabaka ile örtülüdür. Bu saydam tabaka yılanın göz kapağıdır ve hareketsizdir.
Kertenkelelerin çoğunda ise, hareketli bir gözkapağı bulunur. Çölde yaşayan kertekelelerin gözleri aşağıdan yukarı doğru dönüktür. Kuma gömülen kertenkelenin gözleri bu sayede zarar görmez.
Yeryüzünde yaşayan ve yaşamış milyonlarca farklı hayvan türünün hepsini yaratan Allah'tır. Balıkları, sürüngenleri, kuşları, memelileri yaratan, atları, zürafaları, sincapları, geyikleri, serçeleri, kartalları, dinozorları, balinaları veya tavus kuşlarını yoktan var eden, sonsuz bir ilim ve sanat sahibi olan Allah'tır. Ayetlerde Allah'ın farklı canlı türlerini yaratmasından şöyle söz edilir:
Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)
Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. (Nahl Suresi, 5)
Yapılan araştırmalar sırasında kurbağaların gözlerinde son derece ilginç bir özelliğe rastlanmıştır. Kurbağa gözünde bulunan bir tür retina hücresi küçük, koyu renkli, bombeli bir hareket sergileyen nesnelere karşı yoğun tepki gösterir; bu hücreler özellikle nesne düzensiz bir hareket sergilediğinde en üst düzeyde aktif duruma geçer. Bazı bilim adamları kurbağaların gözlerini "böcek dedektörü" olarak adlandırmaktadırlar.58 Yani kurbağanın gözleri adeta, özellikle sinekleri görebilmeleri için yaratılmıştır.
Kedilerin gözlerinde insanlarda bulunmayan bir tabaka vardır. Retinanın hemen arkasında bulunan bu tabaka ışığı yansıtır. Katmana düşen ışık geri yansıtıldığından retinadan iki kere ışık geçmiş olur. Böylece kediler çok az ışıkta, insan gözünün göremeyeceği çok karanlık ortamlarda bile gayet iyi görürler. Karanlıkta ışık tutulduğunda kedilerin gözlerinin parlamasının nedeni bu katmandır. Katmanın yapısı ışığı yansıtan tapetum lucidum kristallerinden oluşmuştur.
Geceleri göz kapakları iyice açılır, böylece göze fazla ışık girmesi sağlanır. Kedilerin karanlıkta iyi görmelerinin bir başka sebebi de retinalarında koni hücrelerinden çok çubuk hücrelerinin bulunmasıdır. Allah'ın onlar için yarattığı bu sistem sayesinde özellikle vahşi kediler geceleri rahatlıkla avlanabilirler.
Buraya dek incelediğimiz tüm bulgular göstermektedir ki, canlı türleri yeryüzünde her zaman için arkalarında hiçbir evrimsel süreç olmadan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya çıkmışlardır. Bu durum, evrimci biyolog Douglas Futuyma'nın "canlılar eğer dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir"59 derken kabul ettiği gibi, canlıların yaratılmış olduklarının çok somut bir ispatıdır.
Evrimciler ise, canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıra ile ortaya çıkmış olmalarını, evrimleşmiş olduklarının göstergesi gibi yorumlamaya çalışırlar. Oysa canlıların yeryüzündeki ortaya çıkış sıralamaları, ortada hiçbir evrim olmadığına göre, "yaratılışın sıralaması"dır. 600 milyonu aşkın fosil, yeryüzünün, üstün ve kusursuz bir yaratılışla, önce denizlerde sonra da karada yaşayan canlılarla doldurulduğunu ve bütün bunların ardından da insanoğlunun var edildiğini göstermektedir.
Allah tüm canlıları yarattığı gibi insanı da yaratmıştır. İlk insan olan Hz. Adem'i Kuran'da bildirdiği üzere çamurdan yaratmış, sonra da tüm insanları birbirlerinden türeyen basit bir sıvıdan (meniden) var etmiştir. Dahası, yeryüzündeki diğer canlılardan farklı olarak, insana Kendinden bir ruh üflemiştir. Allah insanın yaratılışıyla ilgili bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:
O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
42. Niko Tinbergen, Animal Behavior, Life Nature Library-Time Life Books, Hong Kong, 2nd edition, 1980, s. 38
43. Rainer Flindt Amazing Numbers in Biology, s.122 (Translation of the ath German edition of Biologie in Zah-len, Translated by Neil Solomon, 2003)
44. Niko Tinbergen, Animal Behavior, Life Nature Library-Time Life Books, Hong Kong, 2nd edition, 1980, s. 13
45. “The Dragonfly,” Norma Jean Weeks, Miami Valley Water Garden Society; http://www.mvwgs.org.dragonflies.htm
46. “The Zebra-Spider in 3D,” Wim van Egmond, Micscape Magazine; http://www.microscopy-uk.org.uk/mag/indexmag.html?http://www.microscopy-uk.org.uk/mag/artmay00/zebraw.html
47. By Floyd Scholz, Owls: An Artist's Guide to Understanding Owls, First Edition, 2001, s.4
48. http://www.livescience.com/26771-how-owls-rotate-heads.html
49. Frank Joseph Goes, The Eye in History, First Edition, 2013, s.64
50. Tony Feddon, Animal Vision, BLA Publishing Ltd., New York, 1988, s. 25
51. Frank Joseph Goes, The Eye in History, First Edition, 2013, s.66 “The Sensory World of Fishes,” http://www.csuchico.edu/~pmaslin/ichthy/Snsry.html
52. “Turtles That Went To Sea,” Flotsam and Jetsam A Newsletter for Massachusetts Marine Educators, Fall and Summer 2002, Volume 31, no. 1; http://www.massmarineeducators.org/journal/f_j_summer-fall2002.pdf
53. Tony Feddon, Animal Vision, Life Nature Library Naturel Watch Series 1988, s. 85
54. Tony Feddon, Animal Vision, BLA Publishing Ltd., New York, 1988, s. 40-41
55. J. R. P. Angel, "Lobster Eyes as X-ray Telescopes," Astrophysical Journal, 1979, no. 233,s. 364-373; Ayrıca bakınız B. K. Hartline (1980), "Lobster-Eye X-ray Telescope Envisioned", Science, no. 207, s. 47; alındığı yer: Michael Denton, Nature's Destiny, The Free Press, 1998, s. 354
56. M. F. Land, "Superposition Images are Formed by Reflection in the Eyes of Some Oceanic Decapod Crusta-cea", Nature, 1976, vol. 263, 764-765